Antoine de Saint-Exupéry kitaplarından Küçük Prens – Renk Alfabesi kitap alıntıları sizlerle…
Küçük Prens – Renk Alfabesi Kitap Alıntıları
Biliyor musun ,insan üzgün olunca gün batımının tadına daha iyi varıyor.
Biliyor musun, insan üzgün olunca gün batımının tadına daha iyi varıyor.
Herşeyi ancak yüreğinle görebilirsin, özde önemli olanı gözler göremez
Belki de gökyüzü, insanlardan uzak olduğu için bu kadar güzeldir.
“İnsanlar arasında da yalnızdır insan.”
Oyalanma artık. Bir kez koymuşsun aklına gitmeyi, çık git!
Kelebeklerle dostluk kurmak istediğime göre iki üç tırtılın kahrını çekeceğim elbet.
Biraz sonra ters yöne doğru hızlı bir tren daha geçti. Küçük prens:
“Hemen mi geri dönüyorlar?” Diye sordu
“Bunlar aynı tren değil. Bu karşıdan gelen bir tren”
“Bulundukları yerden memnun değiller mi?”
“İnsanlar bulundukları yerden hiçbir zaman memnun olmazlar”
Ben de bu dikenler varken bütün kaplanlar pençelerini bileyip gelsinler bakalım!
“Elbette seni inciteceğim. Elbette beni inciteceksin. Elbette birbirimizi inciteceğiz. Ama bu varoluşun mutlak koşuludur. Bahar olmak, kışın riskini kabul etmek demektir. Var olmak, var olmama riskini kabul etmektir.”
Antoine de Saint-Exupéry
Ona nereden yaklaşılır, nasıl ulaşılır bilmiyorum… Ne kavranılmaz bir yer şu gözyaşı ülkesi.
Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan yalnız birinde bile bulunsa yıldızlara bakmak mutluluğunuz için yeterlidir.
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir.
Gerçeğin mayası gözle görülmez.
Gerçeğin mayası gözle görülmez.
Ben üzgündüm.Ama onlara yorgunum dedim.
Keşke herkesin ömrü vicdanı kadar olsa.
Güneşin batışını, Alacakaranlığın çöküşünü artık gör görebildiğin kadar…
Uzun bir süre günbatımındaki tatlılık tek avuntun olmuştu
Ah, küçük prensim! Senin üzüntü dolu küçük hayatını yavaş yavaş anladım böylece.
Sorumluluk duygusuyla doluydum; kendimi aşmıştım.
Kimi zaman bugünün işini yarına bırakmak sakıncalı değildir.
Bir çiçeği büyüten sevgi ,insanı değiştirmez mi sanıyorsun ?
Küçük prens, “bu bir düzen meselesidir”, demişti sonradan. “Sabahları kendimize çekidüzen verdikten sonra gezegenimize de aynı şekilde bir çekidüzen vermemiz gerekir”.
Kendini beğenmişler herkesin onların hayranı olduğunu sanır çünkü.
Koskocaman bir tomurcuğun serpilmesini izlemekte olan küçük prens, buradan mucizevi bir çiçeğin çıkacağına eminmiş ama güzellik hazırlığını bir türlü bitiremeyen çiçek, yeşil odacığına sığınmış, oradan çıkmak bilmiyormuş. İtinayla renklerini seçiyormuş. Aheste aheste giyiniyor, taçyapraklarını birer birer düzeltiyormuş. Gelincikler gibi kırış kırış çıkmak istemiyormuş insan içine.
Kırmızı bir beyefendinin bulunduğu bir gezegen biliyorum. Hayatında hiç çiçek koklamamış. Hiçbir yıldızı seyretmemiş. Hiç kimseyi sevmemiş. Hayatında hesap yapmaktan başka hiçbir şeyle uğraşmamış. O da tıpkı senin gibi bütün gün Ben ciddi bir adamım! Ben ciddi bir adamım! diye tekrarlayıp duruyor ve şişiniyor. Ama o bir adam değil, o bir mantar!
Arkadaşım hiçbir zaman bana açıklama yapmazdı. Belki beni de kendisi gibi sanıyordu. Ama ben maalesef kutuların içindeki koyunları görmeyi bilmiyorum. Belki ben de biraz büyüklere benzedim. Herhalde yaşlandım.
Büyükler sayıları sever. Onlara yeni bir arkadaştan bahsettiğinizde size asla işin aslını sormazlar. Hiçbir zaman, Sesinin tonu neye benziyor? En sevdiği oyunlar hangileri? Kelebek koleksiyonu yapıyor mu? demezler. Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor? diye sorarlar. Sadece bunları bildiklerinde arkadaşınızı tanıdıklarını sanırlar. Eğer büyüklere, Pembe tuğladan, pencerelerinde sardunyalar ve çatısında güvercinler olan çok güzel bir ev gördüm, derseniz o evi hayal etmeyi beceremezler. Onlara, Yüz bin franklık bir ev gördüm demek gerekir. O zaman, Ne kadar güzelmiş! diye bağrışırlar.
Gizem bu denli etkileyici olunca insanın elinden itiraz etmek gelmez.
Okyanusun ortasında bir salda mahsur kalmış bir kazazededen bile daha uzağındaydım her şeyin.
Bütün yetişkinler başta çocuktu. (Ama bunu aralarından pek azı anımsıyor.)
Eğer insan bir çiçeği severse ve bu çiçek milyonlarca yıldız içinde yalnızca bir tanesinde açıyorsa, insan o yıldıza baktıkça mutlu olabilir. Kendi kendine ‘İşte benim çiçeğim şu yıldızın üzerinde açıyor.’ diyebilir. Ama bir koyun gelip o çiçeği yerse, onun için bütün yıldızlar kararıverir
İnsanın dostunu unutması çok acı bir durum. Kaldı ki gerçek dostu bulmuş kaç kişi var aramızda?
İnsan acı çektiği zamanlarda, güneşin batışını başka türlü sever
Keşke herkesin ömrü vicdanı kadar olsa.
Az ya da çok değil, güzel sevin..
İnsanlar arasında da yalnızdır insan.
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.
İnsanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkânlardan. Ama dost satan dükkânlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar.
Çocuklar büyükleri hoş görmeye alışmalıdır.
“İnsanların arasında da yalnızlık duyulur”
“Acaba,” dedi, “bir gün hepimiz kendi yıldızımızı yeniden bulalım diye mi yıldızlar böyle parlıyor?”
“O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha güçtür.
Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”
Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”
Kelebeklerle dostluk kurmak istediğime göre iki üç tırtılın kahrını çekeceğim elbet.
Ne kavranılmaz bir yer şu gözyaşı ülkesi.
“Biliyor musun, insan üzgün olunca günbatımının tadına daha iyi varıyor.”
Deseniz ki, “Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı.” Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama, “Yüz bin liralık bir ev gördüm,” deyin, bakın nasıl “Aman ne güzel ev!” diye haykıracaklardır.
Keşke herkesin ömrü vicdanı kadar olsa.
Kökleri yoktur insanların.
İnsanların arasında da yalnızdır insan.
Ama gözler kördür. Kalpte aramak gerekir.
Kederliydim. Ama onlara sadece, yorgunum , demekle yetindim.
Yıldızlar da benim; çünkü benden önce onlara sahip olmayı kimse düşünmedi.
Bir gün güneşin batışını tam kırk dört kez izledim. Bilirsin… insan çok üzgün olduğu zaman güneşin batışını izlemeyi sever.
Sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar..
Hergün aynı saatte gelmelisin, dedi tilki. Mesela öğleden sonra saat dörtte geleceksen ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte geldiğinde ise mutluluktan delirecek gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görürsün. Ama herhangi bir vakitte gelirsen kalbim senin için kaçta çarpacağını bilemez. İnsanın bazı alışkanlıkları olmalı.
“Sana ait olanı bu kadar önemli yapan,onun için harcadığın zamandır.”
Deseniz ki, Kırmızı Kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı. Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama, Yüz bin liralık bir ev gördüm, deyin, bakın nasıl Aman ne güzel ev! diye haykıracaklardır.
İnsanların arasındayken de yalnızdır insan.
…kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha zor bir iştir. Eğer kendini adil bir şekilde yargılayabiliyorsan, gerçekten bilge birisin demektir.
Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez
Eğer kelebekleri tanımak istiyorsak bir kaç tırtıla katlanmak gerekir
İnsanların bir şeyi anlamak için zamanları yok. Her şeyi dükkanlardan hazır olarak satın alıyorlar. Ama dostların satıldığı dükkanlar olmadığı için insaların artık dostları yok
Talihsizliğimin ciddiye alınmasını isterim ben.
Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular..
Onu anlatmaya çalışmam unutmak istemeyişimdendir.
Böyledir onlar. Çok şey beklememelisiniz. Çocuklar büyükleri hoş görmeye alışmalıdır.
Büyükler sayılara bayılırlar.
Gözünün alabildiğine de gitsen pek uzaklaşmış olamazsın bizim orada.
Bir Türk önderi tutmuş, bir yasa koymuş: herkes bundan böyle Avrupalılar gibi giyinecek, uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacak.