İçeriğe geç

Kreçetovka İstasyonu’nda Bir Olay – Matriyona’nın Evi Kitap Alıntıları – Aleksandr Soljenitsin

Aleksandr Soljenitsin kitaplarından Kreçetovka İstasyonu’nda Bir Olay – Matriyona’nın Evi kitap alıntıları sizlerle…

Kreçetovka İstasyonu’nda Bir Olay – Matriyona’nın Evi Kitap Alıntıları

( ) Mal mülk peşine de düşmemişti. Evine eşya almak, sonra da bunları kendi canından çok sakınmak için hiçbir sıkıntıya girmemişti.
Giyim kuşama da düşkün değildi. Çirkinleri, soysuzları süsleyen şeylere metelik vermemişti.
Kocasının bile anlamayıp terk ettiği, altı çocuğunu kendi eliyle gömen; kardeşlerinin, görümcelerinin biraz olsun tanımadığı; başkalarının işlerinde ‘imecedir’ diye para almadan aptalcasına çalışan, son gününe kadar mal derdine düşmeyen bu kadın, sadece insanlarla dostluğunu korumuş; bir de kirli beyaz bir keçi, topal bir kedi ve bir sürü çiçek sahibi olmuştu.
Hepimiz onunla yan yana yaşıyor fakat hiçbirimiz, onun, ”Her köyde, onu ayakta tutan dürüst bir insan vardır. ” atasözündeki insan olduğunu anlayamıyorduk.
Matriyona böyle insanlardan biriydi, hem de ta kendisi
Dünyada iki sır vardır, kızım, biri nasıl doğduğumuz, öteki de ne zaman öleceğimiz Bu ikisini kimse bilemez!
Günlük yaşamın anlamının yemede içmede bulunmadığını hayat bana öğrettiği için buna çoktan razı olmuştum. Matriyona’nın yuvarlak yüzündeki gülümseme benim için daha değerliydi.
Dünyada iki sır vardır; biri nasıl doğduğumuz, öteki de ne zaman öleceğimiz.
Dünya’da iki sır vardır, kızım , biri nasıl doğduğumuz, öteki de ne zaman öleceğimiz
Her köyde onu ayakta tutan bir doğru vardır, atasözündeki doğru insan olduğunu anlayamıyorduk.
Mal denen şeye kendi varlığımız ya da halkın varlığı gibi tuhaf bir ad koymuşuz. Üstelik varlığını kaybetmek insanlar arasında ayıp ve budalalık sayılmış.
Dünyada iki sır vardır, kızım, biri nasıl doğduğumuz, öteki de ne zaman öleceğimiz Bu ikisini kimse bilemez!
Akıl almaz savaşın sürüp gidişinden duyduğu eziklik, hüngür hüngür ağlayamamaktı asıl sıkıntısı.
Hepimiz onunla yanyana yaşıyor, fakat hiçbirimiz onun Her köyde onu ayakta tutan bir doğru vardır. atasözündeki doğru insan olduğunu anlayamıyorduk.
Değil yalnız her köyde, her şehirde, bütün dünyamızda onu ayakta tutan doğru bir insan vardır ve Matriyona böyle bir insanın ta kendisiydi.
Dünyada iki sır vardır, kızım, biri nasıl doğduğumuz, öteki de ne zaman öleceğimiz Bu ikisini kimse bilemez işte!
Tabutun içinde Matriyona yatıyordu. Et yığınına dönmüş gövdesi temiz bir çarşafla örtülüydü, başı beyaz bir bezle sarılıydı, kazadan zarar görmemiş olan yüzü ölüden çok canlıya benziyordu. Çok sakindi.
Kışın ortasında mantonun astarının altına cenaze masrafı için iki yüz rubleyi de dikince neşesi yerine geldi Matriyona’nın.
Her şeyin doğrusunu söylemeli. Evlerden atlar gideli her ağırlığımızı kendimiz taşır olduk. Bu gidişle sırt ağrısından kurtulamayacağız. Yazın çuval taşı, kışın da kızak çek. Yalan mı?
Günlük yaşayışın anlamınn yalnız yemede içmede bulunmadığını hayat bana öğrettiği için buna çoktan razı olmuştum. Matriyona’nın yuvarlak yüzündeki gülümseme benim için daha değerliydi.
Evin tahta duvarları ile kâğıt derisinin arası sıçanlara yol olmuştu. Bu küstah hayvanlar duvarlarda, hattâ tavanın altında gümbür gümbür koştururlar, eli kolu bağlı kedicik bir köşede hırsından patlardı.
Evin içinde Matriyona ile benden başka bir kedi, pek çok sıçan ve bir sürü de hamam böceği yaşıyordu.
Pişirilip önüme konulanları saygıyla yer, kaşığıma hoşuma gitmeyen bir şey çıkarsa bunu da hiç sızlanmadan tabağımın kenarına koyardım. Yemeğimden saç, turba parçası, hamam böceği bacağı çıkıyor diye Matriyona’nın başına kakacak değildim ya! Ta baştan kendisi beni uyarmamış mıydı iş yapamam, yemek pişiremem, rahat edemezsiniz. diye.?
Bukle bukle dökülen uzun gür saçları alnından aşağı inerek gözlerini örtüyordu, ama Valya düzeltmiyordu saçlarını. Tertemiz yıkanmıştı, yumuşacık olmalıydı. Zotov bu şaçları ellerine almayı o kadar istiyordu ki!
-Kızlar, siz ömrünüzde hiç unu suyla karıştırıp pişirmeden yediniz mi?
Frosya teyze şaşırmıştı.
-Neden pişirmeden yiyecekmişim? Karıştırır, yoğurur, ondan da pişiririm.
İhtiyar solgun kalın dudaklarını olmaz dercesine şaklattı. Ağzından sözler bir türlü çıkmak bilmediğinden bir zaman sonra:
-Demek, yavrularım, siz açlık görmediniz, dedi.
Hem ev, hem de dışardaki işlerini çeviren bütün Rus kadınları gibi, erkek suratlı, sert görünüşlü, yerden bitme, yaşlıca bir kadındı.
Frosya teyze anlatıyordu ;
-Neyse kömürümü aldım evime. Artık,hiçbir şeyden korkmam, çocuklar patates yesinler otursunlar. Senin Dayka Melentyeva daha patatesini çıkarmamış. Haydi şimdi gitsin de bu yağmurda çamurda iş görsün.
Her köyde onu ayakta tutan bir doğru vardır.
Pişirilip önüme konulanları saygıyla yer, kaşığıma hoşuma gitmeyen bir şey çıkarsa bunu da hiç sızlanmadan tabağımın kenarına koyardım. Yemeğimden saç, torba parçası, hamamböceği bacağı çıkıyor diye Matriyona’nın başına
kakacak değildim ya!
Kızlar, siz ömrünüzde hiç unu suyla karıştırıp pişirmeden yediniz mi?
Frosya Teyze şaşırmıştı.
Neden pişirmeden yiyecekmişim? Karıştırır, yoğurur, ondan sonra da pişiririm.
İhtiyar solgun, kaim dudaklarını olmaz anlamında şaklattı. Ağzından sözler
bir türlü çıkmak bilmediğinden bir zaman sonra:
Demek, yavrularım, siz açlık görmediniz, dedi.
Her şeyin doğrusunu söylemeli.
Hep yeni, hep yeni Kimse eskiye kafa yormuyor. Eskileri nereye atacaklar bakalım!
Yalnız eğlence değildir tiyatro, orada çok şeyler öğrenirsiniz, öyle değil mi?
Her cevapta bir şeyler yitiriyordu sanki.
Acelesi neymiş heriflerin? Beklesinler sabahın onuna kadar. Topu topu bir gece Göbeğinin üstüne yatıp sırlını güzelce örttünmüydü geçiverir.
Ona ancak on dokuzunda derdiniz. Fakat cephede inançla çarpışmaktan dolayı erkenden gelen bir erkek olgunluğu güneş yanığı gibi yüzüne sinmişti.
Cepheden gelen üzüntülü haberlerin sayısı arttıkça onun kalın mavi kitaba olan düşkünlüğü de artıyordu.
..devetabanı saksılarıyla süslü, gaz lâmbasıyla aydınlanan (dizel jeneratörünün gücü köyün her evine elektrik vermeye yetmiyordu) oturma odasındaki ufak çarpık bir masada kitabın kaba kâğıdını elleriyle okşayarak okuyordu. Hem de üç kere: birincisinde kavramak, ikincisinde incelemek, üçüncüsünde ise özetini çıkarıp iyice zihnine yerleştirmek için
Hangi rollere çıktınız?
Çok Bunca yıldan sonra hangisini söyleyeyim?
Tveritinov bunu söylerken yüzüne gamlı bir gülümseme yayıldı.
Ama gene de söyleyin. Ne gibi roller örneğin?
Yarbay Versin’in Doktor Rank
Zotov bu rolleri hiç işitmemişti.
Hımm Gorki’nin piyeslerinde oynadınız mı hiç?
Oynamaz olur muyum!
En çok Gorki’nin piyeslerini severim ben. Zaten onun bütün eserleri hoşuma gider. Bizim en zeki, en insan sever, en büyük yazarımızdır. Siz de öyle düşünmüyor musunuz?
Liyalıya’cığım çekiyorum! dedikten sonra fotoğraf makinesinin düğmesine basılalı tam altı ay geçmişti demek! Dile kolay, altı ay O günden beri on binlerce ağaç gövdesi devrilmiş, yerden milyonlarca kara toprak fıskiyesi fışkırmıştı. İnsanlar, kimi Litvanya’dan yaya, kimi İrkutsk’tan trenle gelerek bu netameli curcunaya katılmışlardı. Şimdi, soğuk rüzgârın önünde oradan oraya savrulan sulusepkenin, inler gibi ses çıkaran katarların, gündüz bıkıp usanmadan koşuşan, geceleyin de soğuk döşemelere serilip uyuyan insanların bulunduğu bu istasyonda kim inanırdı ki yeryüzünde böyle bir bahçecik, böyle küçük bir kız ve böyle cici bir giysi olsun!
İş bitmiyor ki! Yardımcı da vermiyorlar
Ben de üç-dört battaniyeye sarındım; öyle tatlı, öyle derin uyumuşum ki, yirmi dört saat sonra gözümü zor açtım.
Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.
Şansım çok yardım etti.
Çiçisev yakın yahu.
Ya Samorukov? Ta cehennemin dibinde teğmenim. Boynunu kesseniz gelmez.
Yoğurt ister misiniz, teğmenim? Hemen göndereyim.
Bırak canım şimdi yoğurdu. Sırası değil
Herifler salak mı nedir?
Öyle rast gelmiş işte.
Kocaları daha dün askere giden eski, yeni bütün gelinler, kızlar fenerden uzak bir köşe bulunca delikanlılara sarılıp sarılıp yatıyorlar.
Zotov kendini kitabına vermeye çalışıyor, fakat olmuyordu. Mahsus aralık bırakılan kapıdan içerdekilerin şakalaşmaları, Antonina İvanovna’nın ahlamaları, inlemeleri işitiliyordu.
Cepheden gelen üzüntülü haberlerin sayısı arttıkça onun kalın mavi kitaba olan düşkünlüğü de artıyordu
Avdevey’lerin öd ağacı ve devetabanı saksılarıyla süslü, gaz lâmbasıyla aydınlanan (dizel jeneratörünün gücü köyün her evine elektrik vermeye yetmiyordu) oturma odasındaki ufak çarpık bir masada kitabın kaba kâğıdını elleriyle okşayarak okuyordu. Hem de üç kere: birincisinde kavramak, İkincisinde incelemek, üçüncüsünde ise özetini çıkarıp iyice zihnine yerleştirmek için
Valya’ya nöbet değiştirdiği öteki teğmen arkadaşlarına akşamlar kitap okuduğunu da söyleyemezdi.
karanlık köy sokaklarından birlikte dönerlerdi (kol kola girerlerdi tabii). Sonra neşeyle sofraya otururlar, şundan bundan konuşurlardı.
Sinemaya da gitmiyorsunuz hiç. Anlaşılan, güzel kitaplarınız var. Verin, biraz da biz okuyalım şunları.
Zotov başını arkaya attı. Yüzü hâlâ kıpkırmızıydı.
Kitaplarımın olduğunu nerden çıkarıyorsun?
Tahmin ettim.
Kitabim yok. Evde kaldı.
Çok mu acıyorsunuz kitaplarınıza?
Yok canım. Bir de onları mı taşıyacağım? Asker adamın sırt çantasından başka bir şeyi olmamalı.
Öyleyse bizdekilerden alıp okuyun.
Çok var mı sizde?
Eh, kitaplıkta bir şeyler bulunur
Ne gibi kitaplar örneğin?
Durun bakayım ‘Yüksek Fırın’ ‘Prens Serebriyamy’
Hepsini okudunuz mu bunların?
Birkaçını.
Valya birden başını kaldırdı, Zotov’un ta gözlerinin içine bakarak fısıltı gibi bir sesle:
Vasil Vasilyiç, bize taşınsanıza, dedi. Vovkin’in odası boş, siz kalırsınız. Sobanın sıcaklığı gider, iyi ısınır. Yemeğinizi de annem pişirir. Köylü karısının yanında ne yapacaksınız?
Amma da yaptınız ha! Burada da çok işe yarıyorsunuz. Utanacak ne var bunda? Siperlerde sürünmek kolay mı sanki!.. İşin içinde ölmek de var Elinize fırsat geçmişken insan gibi yaşamanıza bakın.
Bukle bukle dökülen uzun gür saçları alnından aşağı inerek gözlerini örtüyordu, ama Valya düzeltmiyordu saçlarını. Tertemiz yıkanmıştı, yumuşacık olmalıydı. Zotov bu saçları ellerine almayı o kadar istiyordu ki!
Uzağı göremeyen adamlardı onlar.
Kızlar, siz ömrünüzde hiç unu suyla karıştırıp pişirmeden yediniz mi?
Asker başka ne yapabilirdi ki? Görevinin başında, nöbetçi, diyordu.
Öyle, öyle ya! Herkes karnını doyurmaya çalışıyor.
Şimdi de iri taneli pırıl pırıl parlayan kova dolusu kömür sobanın yanında yedekte duruyordu. Yak yakabildiğin kadar
İstemez olur muyum! Ama utanıyorum işte.
Geçenlerde beş tane patates pidesine bir çift ipekli çorap değiştirdim. Savaş bitinceye kadar arasan da bulamazsın ipekli çorabı. Sen de annene söyle bu fırsatı kaçırmasın, patatesten bir şeyler yapıp yük katarlarının yolcu vagonlarına götürsün. Vallahi kapış kapış gidiyor.
Yok canım, sen onları öyle gözünde büyütme! Çırılçıplak zavallılar. Kiyev’den paçayı kurtarır kurtarmaz üstlerinde, başlarında ne varsa onunla gelmişler. Polinka postanede bir iş buldu da çalışıyor, hepsi onun aldığı birkaç kuruşa bakıyorlar şimdi. Geçenlerde annesini bodruma indirdim, istediğin kadar patates, lahana turşusu al, sizden kira mira da istemiyorum, dedim. Valya’cığım, yoksullara çok acırım, ama zenginlere aman yok.
Ahmak karı! Kömürünü almış, Bir şeyden korkmuyormuş. Guderian tanklarından da mı?
Bu işe bir türlü akıl erdiremiyor, düşündükçe kendi kendini yiyordu. Çevresindeki bu insanlar da onun gibi sabah hoparlöründen haberleri dinledikten sonra üzgün, suskun, evlerine dağılıyorlardı. Ama arada bir fark vardı: Cepheden gelen haberlerden başka, patates sökmek, inek sağmak, odun kesmek, pencere macunlamak gibi işler bu insanların yaşantısında önemli bir yer tutuyordu.
bunları kendi sözleriymiş gibi mırıldanıyordu:
Köylerimiz ateş, şehirler duman içinde
Beynimizi azgın bir düşünce oyuyor
Herkes soruyor, daha ne zaman, ne zaman,
Düşmanın saldırısı duracak diye
Sonra da şöyleydi galiba:
Lenin’in eseri yok olursa eğer,
Artık bir sebep kalmaz yaşamaya
Fakat Moskova’da bir süre kalıp sonra ekim ayı ortalarında dönen demiryolcular akla gelmez, inanılmaz olaylar anlatıyorlardı. Fabrika müdürleri işlerini bırakıp kaçmışlar, bilmem hangi mağaza soyulmuş, banka kasaları kırılmıştı. Bunları işittikçe Zotov’un üzüntüden kanı donuyordu.
ama bu durum daha ne kadar sürecekti? Gündüz yaptığı işler sırasında, geceleyin yatmaya giderken Zotov hep aynı şeyi düşünüyordu. Savaş ne zaman bitecekti?
On gün önce de yolunu şaşıran iki Alman motosikletçisi Kraçetovkaya dalıp, otomatik tüfekleriyle etrafı yaylım ateşine tutmuşlardı. Bunlardan birini vurmuşlar, öbürü kaçıp gitmişti. Ne var ki yaylım ateşi istasyonu birbirine katmış; istasyonu terk etme durumun da tesisleri havaya uçurma görevini üstlenen özel birlik komutanı, önceden yerleştirilen dinamitle su tulumbalarını kundaklamıştı.
Yağmurun ıslatıp dövdüğü ağaççık son kahverengi yapraklarını da bugün dökmüştü.
Ulaştırma komutanının odası alt katta, köşedeydi. Yukarıda, tam bu köşenin üstünde yağmur borusu patlamıştı. Duvarın ötesinde güldür güldür akan suyu rüzgâr bir o yana, bir bu yana savuruyordu. Hortum gibi akan su bazan soldan, peron tarafındaki pencereden; bazan da sağdan, cinlerin top oynadığı geçit tarafındaki pencereden aşağıya dökülüyordu. Sabahları istasyonu kırağı ile örten ilk ekim soğuklarından sonra hava yağışa çevirmişti. Deminden beri durmadan buz gibi soğuk bir yağmur yağıyordu, gökte bu kadar suyun nasıl olup da biriktiğini anlamak zordu.
Doğru bir insan vardır
Ben lokomotif yok mok anlamam. Bak pencereden altısını arka arkaya görüyorum.
Canının sıkıntısını giderecek en iyi çareyi bulmuştu; hemen çalışmaya koyulmak!
Tek istediğm, geniş yapraklı ağaç ormanlarının uğuldadığı serin orta kuşak iklimine kavuşmak!
Gazete onlar için yakınlarından alamadıkları mektup yerine geçiyordu.
“Dünyada iki sır vardır, kızım, biri nasıl doğduğumuz, öteki de ne zaman öleceğimiz Bu ikisini kimse bilemez!”
Evlâdım iki bilinmeyen şey vardır dünyada: Biri nasıl doğduğunu bilmemek; biri de nasıl öleceğini bilmemek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir