İçeriğe geç

Kıyamete Koşanlar Kulübü Kitap Alıntıları – Adrian J. Walker

Adrian J. Walker kitaplarından Kıyamete Koşanlar Kulübü kitap alıntıları sizlerle…

Kıyamete Koşanlar Kulübü Kitap Alıntıları

Neden bu kadar zordu? Sadece var olmak, hareket etmek, kaslarını çalıştırmak, düşünmek, umut etmek, kabullenmek,
sevmek ve sevilmek.
Büyük laflar bulmak istiyor insan. Her şeyi açıklayacak sözler. Dünyayı ve kalbinizdekileri anlatabilecek cümleler. Ama parmaklıklara sıkıca tutunuyorsunuz ve elleriniz yoruluyor, zamanınız tükeniyor.
O zamandan bu zamana ne değişti bilmiyorum. Hangi sözleri vermiş olursak olalım yeterince istikrarlı olamıyoruz. Dünya insanı istediği yere nasıl çekeceğini iyi biliyor fakat bazı şeyleri de eski haline döndürüyor.
Geri kalan her şey onun yanında önemsiz ve gereksiz görünüyordu.
Nadiren gördüğünüz içinizdeki o canavar var ya? Onu sıkı sıkı bağlamışsınız. Hayatınızı mahvederken, vücudunuzu zehirle doldururken ve aklınızı endişeyle bulandırırken o izler ve bekler. Bazıları için onu serbest bırakmak bir çağrıya bakar. Diğerleri içinde sekiz yüz kilometrelik bir ıstıraba.
İlk nöronun ateşlenmesinden önce bir seçim yapmanız gerekir: Durmaya devam et ya da harekete geç.
Nihayetinde hepimizin sonu böyle olacak diye düşündüm: Kendi yabanımızda, hayatımızı oluşturan kopuk hatıraların manzarası eşliğinde tek başımıza koşacağız. Kendimizden başka kimse bunlarda bir anlam bulamayacak. Yol sadece ve sadece bizim.
Belalarımızı kendimiz seçeriz.
Hayatının kaptanı sensin. Alabora olmamaya çalış, rüzgarı gözle. O zaman yanlış yapmazsın.
Hayat bir teknede olmaya benzer. Hava durumunu kontrol edemezsin ve kesinlikle okyanusu da. Bir gün sakindir, diğer gün fırtına çıkar ve bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yoktur. Sana verilen tek şey dümen, yelken ve kendini içinde bulduğun hava şartlarıdır.
Neden bu kadar zordu? Sadece var olmak, hareket etmek, kaslarını çalıştırmak, düşünmek, umut etmek, kabullenmek, sevmek ve sevilmek.
Geçmiş, içinde hiç kimse ve hiçbir şey kalmayana kadar solup boşluğa ve zor sorulara karışan gri bir koridor gibiydi.
İnsanlar neden hikayeler anlatır, biliyor musun? Çünkü hakikatin kendi dili yoktur. Yeterli gelmez. İyi hikayeler etkilidir… çünkü hakikatin dili olsaydı hissedeceğin şeyleri hissetmeni sağlarlar.
Olan olmuştur. Öyle ya da böyle.
Belki de bazı şeyleri çözmeye çalışmak yerine olduğu gibi kabul etmelisin.
Dışarıdan. İçeriden. Fiziksel ve zihinsel acı. İçinde bulunduğum andaki, geçmişteki ve gelecekteki sızılar. Dindirme umudumun çok az olduğu ıstıraplar ve pişmanlıklar.
İnsan olmak zor. Korku ve acı dolu bir dünyada hazzı körlemesine arayan salaklarız çoğu zaman. Ne yaptığımıza dair hiçbir fikrimiz yok, bir şeyleri becerdiğimiz o nadir anlarda bunun sebebi yalnızca şans oluyor. Hayatlarımız monotonlukla, toz dumanla ve anlamsız seslerle dolu ama yine de bazı anların tasvir edemediğimiz fakat etmek istediğimiz özel bir manası var gibi. O anlar, doldurmak istediğimiz boşluklar bırakıyorlar geride. Bunları adlandırmak, boyamak, öğretmek ve şakımak istiyoruz ama yapamıyoruz. Yapamıyoruz çünkü bunu denediğimizde boşluk kayboluyor ve geriye ilkel hayal gücümüzün kusurlu, tanınmaz haldeki izi kalıyor sadece.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Karanlık insana tuhaf şeyler yapar.
İlerledikçe yaptığımız şey daha az imkansız görünüyordu. Her adımla birlikte, katlanmam gereken yol daha da azalıyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Diğer insanların sorunları, arkadaşlarınız bile olsalar, kendi sorunlarınızdan kaçmanın harika ve korkunç bir yoluydu.
Zihnim aninden yüzlerce farklı tür panikle doldu: ayrılığın insanı sersemleten dehşeti, barışmanın imkansızlığı, eldeki işin fiziksel ürkünçlüğü, olanların olmuş olmasının, dünyanın paramparça hale gelmesinin hala kaybolmayan esrarengizliği, bütün her şeyin tuhaf ve yabancı soğukluğu yani.
Yalnız tepelerdeki büyük evlerin çatı katında yaşayan keşişler gibiyiz. Birbirimizi kırık teleskoplarla izliyoruz.
Elimizdeki tek şey, dünyaya açılan yamuk penceremiz.
Dilin bizi yakınlaştırdığını, birbirimize bağladığını sanıyoruz ancak gerçekte ne kadar uzağız, merak ediyorum.
İnsan karşısındakinin sözüne güvenemeyecek noktaya gelmişse pes etse de olur.
Entropi ve bozulma. Her şey tuzla buz oluyor. Her şey, kendini var eden en küçük parçaya sürekli geri dönmeye çalışıyor.
Direnç en güçlü olduğu anda, işler kötüleştiğinde, işte ancak o zaman en güçlü umuda sarılabilir insan.
Hiçbir şeyin üstünde kontrolüm yoktu artık.
Senin neye inanıp inanmayacağını başkaları söyleyemez. Tersinden kaçın. Bu seni türlü çeşit sıkıntıya sokar.
Birini özlemenin nasıl bir his olduğunu bilirim. İnsanı içten içe yakar. Suçluluk, korku, umutsuzluk gibi kötü şeyler hissettirir. Daha fazlasını yapabilirdim ya da herhangi bir şeyi yapmamalıyım hissini iyi bilirim.
Bunlar bir şey değil. Tüm olay kafandaki saçmalıklar. Bütün o kasvet, sıkıntı, suçluluk ve üzüntü. Aslında var olmayan tüm o şeyler. İşte insanı çökerten bunlar.
Koşmak kontrollü bir düşüştür.
Yıllar içerisinde bir ara yerçekimi beni ele geçirdi.
Hepsi yok oldu. Sadece geçmişte kaldıkları için değil, bir daha gerçekleşmeleri mümkün olmadığı için de.
Gitmem gereken yere varabileceğime inanmadan o noktaya kadar gelmiştim.
Güçlüler daima hayatta kalır.
Zihnimde hüsran, bedenimde hüsran; varlığımın her bir zerresiyle patlama gereksinimi. Bunlar alışık olduğum hislerdi zaten.
Aceleyle menzil alınmaz.
Kendinden başka kimseye güvenmiyordu.
Hayat, tetikleyiciler, görevler ve sorumluluklar döngüsünde ilerliyordu. Her olay gelişip bir protokole dönüşüyordu, genelde bu da başka bir olaya yol açıyor, o da bir başkasına yol açıyor ve böyle devam ediyordu.
Kontrol ve panik arasındaki o ince çizgide yürüyorduk.
Varoluşun, diğer nesnelerle yaşadığı daimi mücadeleye hayret ediyordum.
Geçmişim, herkesin geçmişi artık başka bir gezegen. O kadar farklı ki geçmişi anımsamanın bir manası yok.
“Geçmiş yabancı bir ülkedir” demiş biri bir keresinde. “Orada her şey başka yapılır.”
İşin doğrusu tüm bunlardan bezmiştim. Günbegün anlamsızlaşan dünyanın gürültü patırtısından, beni köşeye kıstıran hayattan yorulmuştum. Dürüst olmak gerekirse dünyanın sonu, en azından benim açımdan, beni bu sıkıntılardan kurtaran bir şey olmuştu.
Dünyam kafamı karıştırıyordu – her günü ayrı şaşkınlık pusunun içinde geçiriyordum.
Uyuşuk, donuk, huysuz ve şaşkın olmakta bir sakınca olmayan yaşlara varmama bir bu kadar daha vardı ama ben bunları her günün her dakikası hissediyordum.
Akıl sağlığınızı kanıtlamak için mezar kazmanız gerekiyorsa aklınızı çoktan kaçırmışsınız demektir.
İnançlar tuhaftır. Belirsiz olanla ilgili kati şeylerdir.
İnançlar tuhaftır.
Arthur, ardından ıslak şeylerim takip ettiği uzun ve özenli bir osuruk saldı.
Bu akşam duyduğum en zeki şey buydu dedi Harvey.
“Hayatının kaptanı sensin.”
“Ben küçük bir çocukken babam hayatın bir teknede olmaya benzediğini söylerdi. Hava durumunu kontrol edemezsin ve kesinlikle okyanusu da. Bir gün sakindir, diğer gün fırtına çıkar ve bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yoktur. Sana verilen tek şey dümen, yelken ve kendini içinde bulduğun hava şartlarıdır.”
Her şey tuzla buz oluyor. Her şey, kendini var eden en küçük parçaya sürekli geri dönmeye çalışıyor.
Direnç en güçlü olduğu anda, işler kötüleştiğinde, işte ancak o zaman en güçlü umuda sarılabilir insan.
Hepimiz aynı güneşin altında doğduk, ama başka ışınlarız.
Hepimiz feryat ederek doğduk Ed. Dünyaya geldiğimiz an ağzımızı açtık ve herkesin her zaman attığı o çığlığı koyuverdik. Işıkları, yüzleri, gölgeleri görüp tüm o tuhaf sesleri duyuyor ve ağlıyoruz. Hayat çığlık çığlığa ve biz de ona aynı şekilde karşılık veriyoruz. Bir süre sonra sakinleşmeyi ve onu bastırmayı öğreniyoruz fakat hayat susmuyor, feryat etmeye devam ediyor. Hiç. Durmadan.
Tek başımıza kalmamamız lazım Ed, böyle yaratılmamışız.
Belki de bazı şeyleri çözmeye çalışmak yerine olduğu gibi kabul etmelisin.
Kendi yabanımızda, hayatımızı oluşturan kopuk hatıraların manzarası eşliğinde tek başımıza koşacağız. Kendimizden başka kimse bunlarda bir anlam bulamayacak. Yol sadece ve sadece bizim.
Elimizdeki tek şey, dünyaya açılan yamuk penceremiz. Yalnız tepelerdeki büyük evlerin çatı katında yaşayan keşişler gibiyiz. Birbirimizi kırık teleskoplarla izliyoruz.
Herkesin kişiliği başkadır. Başkalarını hoş gör ki karşılığını alasın.
Hepimiz aynı güneşin altında doğduk. Ama başka ışınlarız.
Bulutlarda oynayıp gökyüzünü boyayacağım, kanatlarımı bulup göklerde uçacağım!
“Ben küçük bir çocukken babam hayatın bir teknede olmaya benzediğini söylerdi. Hava durumunu kontrol edemezsin ve kesinlikle okyanusu da. Bir gün sakindir, diğer gün fırtına çıkar ve bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yoktur. Sana verilen tek şey dümen, yelken ve kendini içinde bulduğun hava şartlarıdır.”
Neden bu kadar zordu? Sadece var olmak, hareket etmek, kaslarını çalıştırmak, düşünmek, umut etmek, kabullenmek, hareket etmek, sevmek ve sevilmek.
“İnsanlar neden hikayeler anlatır, biliyor musun Ed?” Benim konuşmamı bekledi ama ona cevap vermedim. Burnunu çekip devam etti. “Çünkü hakikatin kendi dili yoktur. Yeterli gelmez, anlıyor musun? İyi hikayeler etkilidir çünkü hakikatin dili olsaydı hissedeceğin şeyleri hissetmeni sağlar.
“Eşin?”

“Birkaç sene önce vefat etti.”

“Başın sağ olsun,” dedim bir başkasının kederi söz konusu olunca yaşadığımız o nafile gayretle.

Günbegün anlamsızlaşan dünyanın gürültü patırtısından, beni köşeye kıstıran hayattan yorulmuştum. Dürüst olmak gerekirse dünyanın sonu, en azından benim açımdan, beni sıkıntılardan kurtaran bir şey olmuştu.
Şu da var, akıl sağlığınızı kanıtlamak için mezar kazmanız gerekiyorsa aklınızı çoktan kaçırmışsınız denektir.
Büyük laflar bulmak istiyor insan. Her şeyi açıklayacak sözler. Dünyayı ve kalbinizdekileri anlatabilecek cümleler.
Birini özlemenin nasıl bir his olduğunu bilirim , dostum dedi. İnsanı içten içe yakar. Suçluluk, korku, umutsuzluk gibi kötü şeyler hissettirir. Daha fazlasını yapabilirdim ya da herhangi bir şeyi yapmamalıyım hissini iyi bilirim.
İlk adımdan, kasların ilk hareketinden, ilk nöronun ateşlenmesinden önce bir seçim yapmanız gerekir : Durmaya devam et ya da harekete geç
Yalnız, yalnız, yalnızdım. Her zaman yalnız koştuğumdan emin bir şekilde yalnız başıma koşuyordum
İnsan olmak zor. Korku ve acı dolu bir dünyada hazzı körlemesine arayan salaklarız çoğu zaman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir