Mehmet Yaşar Kandemir kitaplarından Kitabü’s-Sünne kitap alıntıları sizlerle…
Kitabü’s-Sünne Kitap Alıntıları
Mehmet Yaşar Kandemir kitaplarından Kitabü’s-Sünne kitap alıntıları sizlerle
Kitabü’s-Sünne Kitap Alıntıları
Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır. Hadis-i Şerif
dünyadan o kadar uzaklaşmışken imana kavuşabilmek ne mümkün?
Allah Teâla ezeli ilmiyle mü’minin inanacağını bildiği için onun kalbine îmanı, kâfirin inkar edeceğini bildiği için de onun kalbine şirki sokmuştur.
Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhüma rivayet ettiğine göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kıyamet gününde bir takım yüzler Ak birtakım yüzlerde kara olacaktır. mealindeki ayetin tefsiri hakkında şöyle buyurmuştur:
Yüzleri ak olanlar Ehli sünnet vel cemaat, yüzleri kara olanlar ise, heva ehlidir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ümmete mensup birçok kimsenin bozuk fırkaların içinde yer alacağını beyan buyurmuştur.
Hasan-ı Basrî şöyle derdi: Kendi fiillerimi kendim yaratırım demektense, gökyüzünden yere düşmek bance daha iyidir.
Namazı terk edenin inanç esaslarını da kolayca terk edebileceğini namaz kılmayan kimse ile inkar Batı arasında bir engel kalmayacağını göstermektedir Bu demektir ki müslümanı inkar çukuruna düşmekten namaz alı koymaktadır ..
Müslümanlar arasında fitne çıktığı zaman son derece uyanık olmalı ve fitnelerden uzak durmalıdır.
Allahu Teala kullarına hem akıl hem de irade vermiştir. Bu sebeple akıllarını kullanarak iyi yolu da kötü yolu da bulurlar sonra da iradelerini kullanarak iyi veya kötü yoldan birini tercih ederler.
Ey kalpleri halden hale çeviren Allahım! Benim kalbimi dininden ayırma!!! .
Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu;
Bir şeyi haddinden fazla sevmek insanı kör ve sağır eder.
Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allahım! Benim kalbimi dininden ayırma.
| Tırmızi
İslam büyüklerinin tavsiye ettiği gibi, insan korku ile ümit arasında (beyne’l-havfi ve’r-recâ) yaşamalıdır.
Şu bir gerçektir ki şeytan iman hırsızıdır. O boş evlere değil, bir şeyler çalacağını ümit ettiği zengin hânelere girer.
Kim Allah için sever, Allah için öfkelenir, yaptığı hayrı Allah için yapar veya yapmazsa, işte onun imanı mükemmel olmuştur.
Birbirinizi itip kakmadan şu dolunayı nasıl görüyorsanız,Rabbinizi de öyle rahatça göreceksiniz. Artık güneşin doğmasından ve batmasından önceki bütün namazları kılabilmek için elinizden gelen çabayı gösterin!
Aşırı karın tokluğu, insanın ahmaklaşmasına ve anlayışının iyice azalmasına sebep olur.
Ehl-i Sünnet uleması Kader haktır, ancak kul icbar altında değildir demiştir.
Erkek ve kadının kendi yaratılışlarına özel durumları vardır; birinde bulunan bir üstünlük veya kusur diğerinde bulunmaz.
Kitabü’s-sünne’lerde son derece sahih rivayetler bulunduğu gibi oldukça zayıf rivayetler de yer almıştır.
Kur’anı şu dört kişiden öğreniniz:
Abdullah ibni Mes’ud,
Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim,
Übey ibni Kâ’b
ve Muâz ibni Cebel.
Müteşabih ayetlerin manasını kul bilemez, sadece Allah bilir.
Kişi kendi noksânını bilmek gibi irfân olmaz.
Ey iman edenler! Size ne oldu ki Allah yolunda topyekün savaşa çıkın dendiğinde, olduğunuz yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz? Ahiretin yanında dünya zevki hiç denecek kadar azdır.
Dünyanın en değerli işini yapabilmek ancak o konuda bilgi artırmakla mümkündür.
Söz ve davranışlarında ince eleyip sık dokuyan ve haddi aşan kimseler helâk oldular.
Birbirinizi itip kakmadan şu dolunayı nasıl görüyorsanız,Rabbinizi de öyle rahatça göreceksiniz. Artık güneşin doğmasından ve batmasından önceki bütün namazları kılabilmek için elinizden gelen çabayı gösterin!
Cennetlikler cennete girince Allah Teala onlara:
‘Size vermemi istediğiniz bir şey var mı’ diye soracak. Onlar da:
‘Ya Rabbi! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı, daha ne isteyelim?’ diyecekler. İşte o zaman Allah teala perdeyi kaldıracak. Onlara verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine bakmak olacak.
Kim Allah için sever, Allah için öfkelenir, yaptığı hayrı Allah için yapar veya yapmazsa, işte onun imanı mükemmel olmuştur.
Hasan-ı Basrî şöyle derdi:
“Ben yetmiş Bedir gazisine yetiştim. Onlar çoğunlukla yünden yapılmış elbise giyerlerdi. Siz onları görseydiniz ‘bunlar deli’ derdiniz; onlar da sizin iyilerinizi görselerdi ‘yeryüzünde ahlâk kalmamış’ derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, onların hesap gününe inanmadıklarını söylerlerdi.”
Mümin, imân ettikten sonra hayatını Allah’ın emirlerine göre düzenleyen kimsedir. Böyle olmayanlara ise kelime-i şahâdet getirerek İslâmiyet’i kabul etmiş kimse anlamında “müslim” demek daha uygundur.
4680/85. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem artık Beytü’l-makdis’e doğru namaz kılmayı bırakıp Kâbe’ye doğru namaz kılmaya başlayınca, sahâbiler:
“Yâ Resûlallah! Kıble değişmeden önce Beytü’l-makdis’e doğru namaz kılarken vefât eden Müslümanlar’ın kıldığı namazları Allah kabul etmiş midir?” diye sordular. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi inzâl buyurdu: Allah sizin imânınızı boşa çıkarmayacaktır. (Bakara 2/143)
Ashâb-ı kirâm, kadere inandık diye hiçbir şeyden ellerini çekmediler, salih ameller yapmaya, kötü işlerden uzak durmaya çalıştılar.
Ashâb-ı Kiram kendileri için neyi istemişse, sen de kendin için onu iste! Çünkü onlar nerede durulması gerektiğini bildiler ve orada durdular. Onlar gerçekleri gören bir basirete sahipti. Onun için kendilerini sınırı aşmaktan alıkoydular.
Müslüman, sevilmeye layık olanları sevmeli, hevâ ve heveslerinin peşinden gidenler ike bid’atçılardan uzak durmalı, onlara kesinlikle muhabbet duymamalıdır.
Kaderi inkar edenlere yakınlık duyarak onlarla bir arada oturma ve onlarla kader hakkında tartışmayın.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Bir şey haddinden fazla sevmek insanı kör ve sağır eder.
Kaderi inkâr edenler bu ümmetin mecusileridir. Onlar hastalanırsa ziyaret etmeyin. Ölürlerse cenazelerinde bulunmayın.
Büyük günahlar küfrün postacısıdır.
Her Mümin müslümandır ama her müslüman Mümin değildir. Zira iman tasdik etmekten ibarettir. İslam ise boyun eğip teslim olmaktır. Adam vardır, teslim olmuş görünür ama içten ve gönülden teslim olmamıştır. Böylesi teslimiyet in hiçbir değeri yoktur
Ben yetmiş Bedir Gazisine yetiştim Siz onları görseydiniz Bunlar deli derdiniz. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi yeryüzünde ahlak kalmamış derlerdi.
Ey kalpleri halden hale çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dininden ayırma.
Kâfirlerden başkası Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya girmez.
Insanlardan bazısı bir bilgiye, bir rehbere ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmadan Allah hakkında tartışır durur.
Insanlardan öyleleri var ki, hiçbir bilgisi olmadığı halde, Allah hakkında tartışmaya girer, her azgın şeytanın peşine takılır.
O kitabın bir kısmı muhkem ayetlerden meydana gelir ki, bunlar kitabın aslı ve özüdür; bir kısmı da müteşabih ayetlerdir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne çıkarmak için o müteşabih ayetlerin yorumlarına tabi olurlar. Oysa bunların kesin anlamlarını yalnız Allah bilir. Ilimde derinleşmiş olan kimselerde Biz bunlara iman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır. derler. Bunu ancak akıl sahibi kimseler düşünüp anlar.
Insanı kurtaracak olan zerre miktarı iman, ancak bütün bidatlerden, inançsızlıktan ve her türlü küfürden arınmış sahih bir itikattir.
Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır.
Hadis karşıtları âhirette Allah Teâlâ’nın görülmesinin akla aykırı olduğunu söylüyor ve şöyle diyorlar: Allah’ın görüleceğini kabul etmek, ona cihet isnadı, yani yön tâyin etmektir. Bu da Allah’ın bir cismi olduğunu kabul etmek ve onu yaratılmışlara benzetmektir.
Böyle akla uygun şeyler söyleyen akılcılar, ahiret ile dünyanın başka âlemler olduğunu, her birinin farklı kanunları bulunduğunu, âhiret hayatının dünya hayatına hiçbir şekilde benzemeyeceğini akledemiyorlar. Rü’yetullahın âhiretle ilgili bir husus olduğunu dikkate almıyorlar, bir de kalkıp en sahîh hadisleri reddediyorlar.
Insan dünyada Allah’ı görme yeteneğine sahip değildir; gözlerinde Allah Teâlâ’yı görme gücü, kudreti yoktur. Ama âhirette insan vücudu yeniden inşa edilecektir. İşte o zaman gözler, Cenâb-ı Hakk’ı görme yeteneğine sahip olacaktır.
Ahirette Allah Teâlâ’nın görüleceğini belirten hadis-i şerifler ile âyet-i kerîmeler tam bir uyum içindedir.
Şeytan îmân hırsızıdır. O boş evlere değil, bir şeyler çalacağını ümit ettiği zengin hânelere girer.
Her mü’min Müslümandır ama her Müslüman mü’min değildir. Zira İslâmiyet’i kabul ettiğini söyleyen bazılarının gönlüne îmân tam olarak yerleşmemiş olabilir.
Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret edince, on altı veya on yedi ay süreyle Kudüs’e (Beytü’l-makdis) doğru namaz kıldı. Bununla beraber Kâbe’ye doğru namaz kılmayı çok istiyordu. Bir gün ashâbına öğle namazını kıldırırken, Allah Teâlâ ona, Kâbe’ye doğru namaz kılmasını emretti. O da namazı bozmadan Kâbe’ye döndü ve namazını öyle tamamladı. O günden sonra Müslümanlar’ın kıblesi Kâbe oldu.
Kâbe kıble olunca, sahâbîler bir şeyi merak ettiler. Acaba Kudüs’e doğru namaz kılındığı günlerde ölen Müslümanlar’ın kıldığı namazlar boşa mi gitmişti? Bunu Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve selleme sordular. Bu soru üzerine Allah sizin îmânınızı boşa çıkarmayacaktır (Bakara 2/143) âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmede namazdan îmân” diye söz ediliyordu.
Selef âlimlerimiz, ashâb döneminde çıkan fitneleri değerlendirirken, “şu haklıydı, bu haksızdı” şeklinde konuşmayı doğru bulmamışlardır. Onlar bu tür olaylar karşısında takınılması gereken tavrı şöyle ifade etmişlerdir: Allah Teâlâ o zaman dökülen kanlardan elimizi korudu. Biz de şimdi o hâdiseler hakkında konuşarak dilimizi kirletmeyelim.
Emevî valisi Haccâc ibni Yûsuf es-Sekafî(v. 95/714), Müslümanlara yaptığı zulüm dolayısıyla Haccâc-ı Zâlim diye bilinir. Emevîlere aşırı derecede sâdık olduğu için de küleyb yani köpek yavrusu lakabıyla anılır.
Sahâbe neslinin 110(728), tâbiîn neslinin 170(786) veya 180’de(796), tebe-i tâbiîn neslinin ise 220’ye(835) doğru son bulduğu görüşü benimsenmiştir.
Birileri Kur’an ayetleri arasında asla bir çelişki bulunmadığını görememişler, ayetlerin birbirini desteklediğini fark edememişler, bu yüzden de ayetler arasında tutarsızlık bulunduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Halbuki bir mü’mine yakışan, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu dikkate alarak ayetleri birbiriyle uzlaştırmaktır. Mânâsını kavrayamadığı ayetlerde çelişki aramak yerine, buradaki inceliği ben kavrayamadım, ama doğrusunu Allah ve Resûlü daha iyi bilir diye düşünmektir.
Hevâ, aklın ve dinin buyruklarına uymayan nefsânî arzu ve eğilimler demektir. Hevâ kelimesi, yukarıdan aşağıya düşmek anlamına da geldiği için, ehlü’l ehvâ sözüyle, görüşlerinden dolayı cehenneme girecek kimseler anlatılmak istenmiştir.
Abdullah ibni Ömer’e bir adam geldi ve: ‘Falanın sana selâmı var? dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şunu söyledi: ‘Bana o adamın bid’at çıkardığını söylediler. Şâyet gerçekten bid’at çıkarmışsa, benden ona selâm söyleme! Hasan-ı Basrî (v. 110/728) ve İbni Sîrîn şöyle dediler: “Arzularına uyanlarla (ashâbü’l-ehvâ) ne beraber oturun ne onlarla uğraşın ne de onlardan bir hadis veya bir bilgi alın.
Hz. Ömer’in hilafeti zamanında Sabîğ adında biri Medine’ye geldi ve muhtelif kimselere müteşâbih âyetler hakkında sorular sormaya başladı. Bunu duyan Hz. Ömer radıyallahu anh onu huzûruna çağırdı ve: Sen kimsin?” diye sordu. Adam: Ben Allah’ın kulu Sabîğ’im dedi. Yaş hurma dallarını eline alan Hz. Ömer adamın tepesine dikildi ve: “Ben de Allah’ın kulu Ömer’im. Sen bid’at çıkarmak istiyorsun, ha! diye sopayı birbiri ardına adamın kafasına indirdi ve başını kanattı. Bunun üzerine adam: Ey mü’minlerin emîri! Bu kadarı yeter! Kafamdaki kötü düşünceler artık gitti dedi.
Hz. Ömer, bu adamın yaşadığı bölgenin vâlisine yazdığı mektupta, onunla hiçbir Müslüman’ın oturup konuşmamasını emretti.
Allah âdil bir hâkimdir. Bundan şüphe edenler helâk olmuşlardır.
Muâz ibn Cebel رضي الله عنه
Müslüman, sevmeye lâyık olanları sevmeli
Âshab-ı kiram kendileri için neyi istemişse, sen de kendin için onu iste! Çünkü onlar nerede durulması gerektiğini bildiler ve orada durdular.
İnsanlar kader konusunda dinde bulunmayan birçok şey ortaya atmışlardır.
O fitne devrinde malın çoğalacağını, Kur’ân-ı Kerim’i sadece mü’minlerin değil, münafıkların bile gürül gürül okuyacağını bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerim’i okuyanların çok, fakat onu doğru anlayanların az olacağı o devirde toplumda çeşitli fitneler çıkacaktır. O devrin bazı sözde alimleri, insanları dine döndüreceğim diye dinde olmayan şeyleri ortaya atacaklardır.
İnsanların Allah’ın dinine dâvet etmek ve böylece dünyanın en büyük hayrını ancak bilgi sâyesinde mümkün olur. Aynı şekilde İslâm’ı doğru yaşamanın yolu da bilgi sahibi olmaktır. Bu sebeple her Müslüman dinini en iyi şekilde bilmek zorundadır.
Hidâyet, Kur’ân-ı Kerim’in tavsiye ettiği ve gidilmesini istediği yoldur.
Rasûlullah sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu;
‘Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah için sevmek ve kızdığına Allah için buğzetmektir.’
Ebu Hüreyre randıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Yahudiler 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır.
Resulullah s.a.v zemmettiği bu fırkalar, fıkhi meselelerde, helal ve harâm konusunda ihtilâf eden fırkalar değildir. Bu bid’atçı fırkalar tevhidin esası, hayr ve şerrin ne olduğu, nübüvvet ve risâlet meseleleri, sahâbenin birbirlerine muhabbeti gibi konularda hak ehli olan kimselere karşı çıkmışlardır. Çünkü bu konularda ihtilâfa düşenlerden bazıları birbirini kâfir olmakla suçlamışlardır.
Zira Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin buyurduğu gibi, gördüğü iyilik sebebiyle insanlara teşekkür etmeyen kimse, Allah’a da şükretmemiş sayılır.
Câbir İbni Abdillah radıyallahu anhümâdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
Kul ile küfür arasında namazı terk etmek vardır.
(Müslim, Tirmizî, İbn Mace)
‘Hayâ, kalbin imanıdır.’
İslâm cemaatinden ayrılmak demek, Sünnet’ten uzaklaşmak, Sünnet’in zıddı olan bid’ate yaklaşmak ve İslâm cemâatinden kopanların tarafında yer almak demektir.
Dilde hafif ama mîzânda ağır gelen ve Rahmân olan Allah’ın çok sevdiği iki cümle vardır:
سُبْحَانَ اللَّهِ وَبِحَمْدِهِ، سُبْحَانَ اللَّهِ العَظِيمِ
(Buhârî, Tevhîd, 7563)
Sünnete uygun olmayan her davranış bid’attır. Bir başka ifadeyle dinde yeri bulunmayan ve sonradan ortaya çıkarılan inanç ve ibadetler bid’attir. Kur’an ve Sünnet’te yeri bulunmadığı ve dinin bu iki temel kaynağına aykırı olduğu için de her bid’at, dalâlet yani ana yoldan, İslâm’ın nurlu yolundan, sırât-ı mustakîm’den ayrılıp yolunu kaybetmek, çıkmaz ve karanlık patikalara sapmak diye nitelendirilmiştir.
Cennet nimetlerinin en değerlisi âhirette Allah Teâlâ’yı görmektir.