İçeriğe geç

Kiraze Kitap Alıntıları – Solmaz Kamuran

Solmaz Kamuran kitaplarından Kiraze kitap alıntıları sizlerle…

Kiraze Kitap Alıntıları

Sizden intikamımızı tarih kitaplarında alacağız.
“Hayat ne garipti, yaşamak ne kadar çok, ne kadar şaşırtıcı sürprizlerle doluydu.”
“Deprem zengin fakir ayırmıyordu, hatta Sultan bile olsa fark etmiyordu.”
“Tanrı verdiği acının ilacını da yollar…”
“İsa çarmığında ebedi uykusundaydı. Meryem de acısının sonsuz hüznünde… İnsanoğlunun böyle bir ortamda kendini günahkar hissetmemesi için hiçbir neden yoktu.”
“Merhametin simgesiydi küçük kardeşi…”
Bizi bizden koru Tanrım.
Bedelini ödemeden hiçbir şey elde edilmez.
Çektiği bu manevi acı, maddi biçimde göze görünebilse Ester’in milyonlarca parçaya bölünmüş bedeninin bütün hücrelerinden kan fışkırırdı, hem de sonsuza kadar, hiç durmamacasına.
Hata yapanın adı ne kadar büyükse hata da o kadar büyür.
“Bizi bizden koru Tanrım.”
İnsan, imparator da olsa, sultan da olsa ölümün karşısında diğer canlılardan daha farklı duramıyordu. Ecel gelip de vade erince yapacak bir şey yoktu. Düzenlenen cenaze törenleri ne kadar görkemli, mezarlar ne kadar süslü püslü olursa olsun bir kez toprağın altında ebedi uykuya dalınca yoksulla zengin, güçlü ile güçsüz, inançlı ile inançsız arasında hiçbir fark kalmıyor ve herkes sonsuz bir eşitliği paylaşıyordu.
Akıl, zamanı doğru değerlendirmek değil de neydi?
Kötüyü unutmak, hayatı sürdürebilmenin en önemli yollarından biriydi. Herkes bir şeyleri gömmenin peşindeydi, ileriye başka türlü umutla bakılamıyordu.
Sanırım ülkenin geleceğini düşünüp kaygılanmaktan, şahsi geleceğimle ilgilenebilmek için çok vaktim kalmıyor.
Akıl, zamanı doğru değerlendirmek değil de neydi?
Sevgi, erken bahara kanıp da ortaya çıkan ve donan bir tomurcuk gibi kavrulmuştu yüreğinde.
Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu.
Mutluluk ne tuhaf bir şeydi Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu. Arada sırada kaşınan bir yanık izi, yağmur yağınca sızlayan eski bir kırık yeri gibiydi mutlu olmak. Salt mutlu olmak diye bir şey belki yoktu. Ama salt mutsuzluk vardı. Bundan emindi. Peki niye salt mutluluk olmuyordu?
Bir erkeğin onun hayallerine böylesine izinsiz ve pervasız taht kurmuş olmasına tahammül edemiyordu. Yoksa herkesin sözünü ettiği aşk bu muydu?
Mutluluk ne tuhaf bir şeydi Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu. Arada sırada kaşınan bir yanık izi, yağmur yağınca sızlayan eski bir kırık yeri gibiydi mutlu olmak. Salt mutlu olmak diye bir şey belki de yoktu. Ama salt mutsuzluk vardı.
Seviyorum sonsuza kadar, sonsuz kadar.
Hatalar, erken teşhis edilirse düzeltilebilir.
Hata yapanın adı ne kadar büyükse hata da o kadar büyür.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Binlerce mezartaşı vardı İstanbul’da, sessiz ve sakin bir tanık gibi bu curcunayı seyreden.
Hata yapanın adı ne kadar büyükse hata da o kadar büyür.
Aksayan bir zekaya sahip olmaktansa aksayan bir bacağa sahip olmak çok daha iyidir.
.
Unutma bedelini ödemeden hiçbir şey elde edilmez.
.
Kötüyü unutmak,hayatı sürdürebilmenin en önemli yollarından biriydi.Herkes bir şeyleri gömmenin peşindeydi, ileriye başka türlü umutla bakılamıyordu.
.
Sevgi,erken bahara kanıp da ortaya çıkan ve donan bir tomurcuk gibi kavrulmuştu yüreğinde..
.
Mutluluk gerçekten de arada sırada kaşınan bir yanık izi gibiydi ya da her yağmurda sızlayan eski bir kırık yeri..
.
Mutluluk ne tuhaf şeydi.Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra Mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu.
.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Unutma bedelini ödemeden hiçbir şey elde edilmez.
Irmağımsım çağlayan,ninni
Güneşimsin parlayan,ninni
Senin yerine bebeğim,ninni
Ben olayım ağlayan,ninni
.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Aksayan bir zekaya sahip olmaktansa aksayan bir bacağa sahip olmak çok daha iyidir.
.
Sevgi,erken bahara kanıp da ortaya çıkan ve donan bir tomurcuk gibi kavrulmuştu yüreğinde..
.
Mutluluk gerçekten de arada sırada kaşınan bir yanık izi gibiydi ya da her yağmurda sızlayan eski bir kırık yeri..

.

Mutluluk ne tuhaf şeydi.Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra Mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu.
.
Serdar Lala Paşa korkunç bir zulüm rüzgârı estirmisti. Kale komutanı Bragodino uzun süre karşı çıkmıştı. Bunun bedeli teslim olduğunda 12 gün iskenceden geçirilerek ödemişti. Sonunda derisi yüzülüp içine saman doldurulan komutanın cesedi sokak sokak gezdirilmisti.
Seni seviyorum, sonsuza kadar, sonsuz kadar..
Sevgi, erken bahara kanıp da ortaya çıkan ve donan bir tomurcuk gibi kavrulmuştu yüreğinde. Bir yenisi de açamazdı.
Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu.
Geçecekti bu kalp ağrısı, bunu biliyordu, ama ne zaman?
Lale zamanı en güzel Edirne’de yaşanır
Geçmişe dönmek hoşuna gitmemişti.Küf kokulu bir mahzen gibiydi orası
Kötüyü unutmak, hayatı sürdürebilmenin en önemli yollarından biriydi.
Livarın yanında son soluğunu alıp veren bir trakonyaydı o şimdi.Balıkçı ne zehirli yüzgeci kesiyor, ne de acıyıp kanayan yarasıyla onu tuzlu suya geri atıyordu.
Onur, bireysel erdemin ödülüdür.
Her zaman bir ilaç gelir göklerden
Tanrı verdiği acıların ilacını da yollar
Burada herkes kendi incir ağacının ve asmasının altında huzur içinde yaşayabilir.
Xwedêyo, tu mirov ji mirovan bistirînî..
Di wan çavên bedew de êdî şewqa sar û cemidî dixuya. Evîn mîna kulîlkeke ku bi bihara zûhatî bixape serî dabû û di dilê wê de qemirîbû. Dê yeke nû jî venebûya
Ew bi lerzeke dojehî vegevizî. Ruhê wê dax dibû û kesî jî ev hilma ruhê mirdar î ku dişewitî û diperitî hîs nedikir..
Êşa bedena wî bi dawî hatibû, lê ji hêla ruhî ve bi awayekî ku qet derman tune be, seqet bûbû..
Jiyan pêvajoyeke dirêj a fêrbûnê ye.
Hûn ji zanistiyê bawer nakin, tiştê ku hûn rûmetê didinê tenê qewet e.
Raşelê, kekê xwe yî ku di nav xwînê de ket nav rûbarê, bi çavên ku ji stêrkan bûbûn cam dîtibû. Gotinên ku lehzeyek berê gotibû, di guhên wê de dikirin çingînî.
Hêvî dikim ku tu bimirî, hêvî dikim ku tu bicehimî û ez jî wê bibînim Hayim.
Mutluluk ne tuhaf bir şeydi Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu. Arada sırada kaşınan bir yanık izi, yağmur yağınca sızlayan eski bir kırık yeri gibiydi mutlu olmak.
Panzehiri olmayan korkunç bir zehir sarivermiş gibiydi her yerini, içi yanıyordu Ester’in.
Çektiği bu manevi acı, maddi biçimde göze görülebilse Ester’in milyonlarca parçaya bölünmüş bedeninin bütün hücrelerinden kan fışkırırdı,hem de sonsuza kadar, hiç durmamacasına.
Salt mutlu olmak diye bir şey belki de yoktu. Ama salt mutsuzluk vardı. Bundan emindi. Peki niye salt mutluluk olmuyordu?
“Mutluluk ne tuhaf bir şeydi.Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu. Arada sırada kaşınan bir yanık izi, yağmur yağınca sızlayan eski bir kırık yeri gibiydi mutlu olmak.”
Acı geçicidir,
vazgeçmek ise sonsuza kadar sürer ”
Hürrem Sultan pek çok kimse tarafından acımasız bulunup sevilmemesine karşın pek çok hayır işininde, başını çekmişti. İmaretler, camiler, şifevleri açtırmıştı. Belki de yoksulların zavallıların dualarının günahlarını affettireceğini ummuştu.
Kötüyü unutmak, hayatı sürdürebilmenin en önemli yollarından biriydi.
Sevgi, erken bahara kanıp da ortaya çıkan ve donan bir tomurcuk gibi kavrulmuştu yüreğinde. Bir yenisi de açamazdı.
Mutluluk ne tuhaf şeydi Mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu. Arada sırada kaşınan bir yanık izi, yağmur yağınca sızlanan eski bir kırık yeri gibiydi mutlu olmak.
Insan, imparator da olsa, sultan da olsa ölümün karşısında diğer canlılardan daha farklı duramıyordu. Ecel gelip de vade erince yapacak bir şey yoktu. Düzenlenen cenaze törenleri ne kadar görkemli, mezarlar ne kadar süslü püslü olursa olsun bir kez toprağın altında ebedi uykuya dalınca yoksulla zengin, güçlü ile güçsüz, inançlı ile inançsız arasında hiç-bir fark kalmıyor ve herkes sonsuz bir eşitliği paylaşıyordu.
Mutluluk ne tuhaf şeydi mutlu olmak için bir yığın mutsuzluğu, acıyı yaşıyordu insan; ağır, çok ağır bedeller ödüyordu ve sonra mutlu olduğunda o geçmişi hatırlayıp tekrar acı çekiyordu. Arada sırada kaşınan bir yanık izi, yağmur yağınca sızlayan eski bir kırık yeri gibiydi mutlu olmak. Salt mutlu olmak diye bir şey belki de yoktu. Ama salt mutsuzluk vardı. Bundan emindi. Peki niye salt mutluluk olmuyordu?
Ordular, bir ülkenin fiziksel gücünün göstergesidir, sanat ve harfler ise yaratıcı gücünün gönülsel ışıklarıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir