İçeriğe geç

Keşf-i Kadim Kitap Alıntıları – Dücane Cündioğlu

Dücane Cündioğlu kitaplarından Keşf-i Kadim kitap alıntıları sizlerle…

Keşf-i Kadim Kitap Alıntıları

&“&”

İmam Gazâlî’ye dair….

Bu toprakların çocuklarının öncelikli görevi vaz’ı cedid değil,keşf-i kâdim olmalıdır…

Kadim olani keşfetmek, yeni olani ortaya koymaktan belki daha güç ve fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasin ki çok daha asil bir çabadır. Tarih, bugune değin, kadim olani keşfetmek icin çaba sarfetmeyen hiçbir toplumun yeni birşey ortaya koyabildigine tanıklık etmedi. Işte ,zaten bu yuzden, bu topraklarin cocuklarinin oncelikli gorevi vaz’ ı cedid değil, kesf-i kadimdir.
Genellikle öneki dururken bizim araştırmacılarımız niçin Süleymaniye Kütüphanesi’nin tozlanmış sıralarında dirsek çürütsünler? Ehl-i nakarat olmak varken kim işi gücü bırakıp da Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nin çöp yığınlarını geçecek de Darendeli Mehmed Efendi’nin yazmalarını okumak külfetine katlanacak? Biraz Goldziher biraz Arnaldez ve biraz Sachau. Bari aslından yararlanılsa. Ne gezer! Aç Adıvar’ı ve Sayılı’yı derken alelacele Hilmi Ziya’yla, Niyazi Berkes’le karıştır/karşılaştır. Ve en nihayet o muhteşem sihirli sözcüğü söyle: genellikle.
Ne yazık ki bu işler genellikle böyle oluyor!
Askeri ve siyasi mağlubiyetlerinin tazminatını ilmi miraslardan vazgeçmekle ödeyebileceklerini sanan; kendi tarihine, kendi kültürüne, kendi ilmi-dini geleneğine düşmanlık besledikçe, kendi benliğini inkar ettikçe ve ettiği takdirde adam olacağı yalanına inanan bu ben-idrakinden mahrum güruh, Gazali sonrasını inkar etmekle, tanımadığı, anlamadığı, takdir etmekten aciz kaldığı bu ilim mirasını küçümsemekle ne denli büyük bir hata yaptığını fark edememektedir bile.
Temel sorun bu toprakların çocuklarının özgüvenlerini yitirmesi, anlamadan, bilmeden kendi ilim geleneklerini küçümsemesi, egemen olanı evrensel mertebesine çıkarıp elle gelen düğünü bayram zannetmesidir. "
Kendimi bildim bileli herkes için" ve "herkese hitap etmek amacıyla" yazılan şeylerden ve herkese hitap etmeye çalışan kimselerden uzak durmaya çalıştım…
Osmanlı deyince akıllarına kardeş katlinden veya harem hikayelerinden başka bir şey gelmeyen bu zavallıların, kendi tarihleri hakkındaki olumsuz yargılarının ardında oryantalist projenin hiçbir ilmi mesnede dayanmayan indi iddiaları vardır.
Sakın kimseye ‘’sahip olmadığınız şeyleri terkettiğinizi’’ söylemek gafletinde bulunmayın; yoksa size bunu nasıl yapabildiğinizi sorarlar.
Ruh’un dostları olan ferahın güzellikle, mehabettin aşkla, ümidin akılla arkadaşlık ettiğini, aşk ile aklın olmadığı yerde güzelliğin, güzellik ve aklın olmadığı yerde ise aşk bulunmaz."
Özgünlük düşünmenin maddesinde değil, suretindedir.
“Kadim olanı keşfetmek, yeni olanı ortaya koymaktan belki daha güç ve fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki çok daha asil bir çabadır.
Tarih, bugüne değin,kadim olanı keşfetmek için çaba sarfetmeyen hiçbir toplumun yeni bir şey ortaya koyabildiğine tanıklık etmedi. İşte bu yüzden,bu toprakların çocuklarının öncelikli görevi vaz’ı ceddi değil, keş-i kadimdir.”
Düşünmenin bu topraklara geri dönmesi, sadece düşünmenin hakkını vermekle değil, düşünmenin hakkını verenlerin hakkını vermekle de mümkün olabilir ancak!..
Aksi halde tarihimizden ibret de almayız, kuvvet de..
düşünmenin bu topraklara geri dönmesi, sadece düşünmenin hakkını vermekle değil, düşünmenin hakkını verenlerin hakkını vermekle de mümkün olabilir! Aksi takdirde tarihimizden ibret de alamayız, kuvvet de.

ihtiyacımız yok ki!" demeyiniz;her toplumun hakikate ihtiyacı vardır.

Tarihimizi bilmiyoruz; tarihimizi -bilinen kadarıyla olsun- anlamak için yeterince çaba göstermiyoruz.
Temel sorun, bu toprakların çocuklarının özgüvenlerini yitirmesi, anlamadan, bilmeden kendi ilim geleneklerini küçümsemesi, egemen olanı &‘evrensel’ mertebesine çıkarıp elle gelen düğünü bayram zannetmesidir.
Ülkemizde ne yazık ki fikirlere değil, sloganlara rağbet etmek revaçta. Slogan atmak daha cazip, daha kârlı, daha masrafsız bir yol; üstelik etkileyici de. Düşünen değil, etkilenen insanlar… Tartışan değil, saldıran hasımlar… Öğretmeye ve öğrenmeye talip olmak yerine aldatmaya ve aldatılmaya müheyya aydınlar…
Hesabı verilmiş önyargıları bulunan insanlardan herhangi bir görüş ve düşünceyi ya da dünya tasavvurunu, bu önyargılardan bağımsız olarak ele almalarını beklemek kadar ahlaksızca bir tutum olamaz. Çünkü önyargılardan sıyrılmak demek, önyargıların hesabını vermek demektir!
Ne yazık ki bu işler genellikle böyle oluyor!
Gazâli öncesi dönem, İslam Düşüncesi’nin çocukluk dönemidir, emekleme asırlarıdır; İslam Düşüncesi’nin zirveye çıktığı, sadece düşünce alanında değil, bilim alanında da en özgün, en yüksek mahsûllerini verdiği asıl dönem ise Gazâli sonrası asırlardır.
Dil kimseye ait değildir; öznesi de, muhatabı da, zamanı da yoktur ve fakat dil içinde gerçekleşiyor olmasına rağmen her konuşmanın bir öznesi, bir muhatabı ve bir zamanı vardır.
Dilin altına imza atamazsınız, ama her konuşma konuşulduğu an muhatabına imzasıyla ulaşır.
Bu toprakların çocuklarının özgüvenlerini yitirmesi, anlamadan, bilmeden kendi ilim geleneklerini küçümsemesi, egemen olanı evrensel mertebesine çıkarıp elle gelen düğünü bayram zannetmesidir.
Özgürlüğün yitimi, özgünlüğün, farklılığın, yeniliğin yanlış yerlerde aranmasından kaynaklanmaktadır.
İmam Gazâli isminden rahatsız olanlara iyi bakınız, göreceksiniz ki onlar muhakkak ya bu toprakların çocuklarına İstanbul’u unutturmaya çalışanlar" ya da "İslam dünyasına İstanbul’dan bakmayı reddedenler" arasında yer alıyorlardır. Çünkü sorun Gazâli değil, sorun İstanbul.
Tarih, bugüne değin, kâdim olanı keşfetmek için çaba sarfetmeyen hiçbir toplumun yeni bir şey ortaya koyabildiğine tanıklık etmedi.
İşte zaten bu yüzden bu toprakların çocuklarının öncelikli görevi vaz’ı cedid değil, keşf-i kâdim olmalıdır.
Yeni bir şeyler söylemek" iddiasıyla ortaya çıkanlar, farklı bir medeniyetin sözcülüğünü yapar hale düştüklerini bile farketmeksizin egemen olanı evrensel olan mertebesine çıkardıkları gibi "Hak taaddüd etmez!" düsturunu unutup birdenbire başka başka hakikatler olabileceği yalanıyla kendilerini aldatmayı tercih etmişlerdir.
Sahipleneni az diye hâkikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?"
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sahipleneni az diye hâkikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz…
Unutulmamalı ki hikmet, kazanca râm olanların değil, kaybetmeyi meslek edinenlerin Leylâ’sıdır.
Kişinin haddini bilmesi kadar büyük irfan olmazmış! haddimizi bilmeli ve itiraf etmeliyiz ki istikbal hakkında umut besle­meye de hakkımız olsun, olabilsin!
Tarihsizlik, iktidarsızlık­tan daha feci bir illettir.
Unutulmamalı ki hikmet, kazanca râm olanların değil, kaybetmeyi meslek edinenlerin Leylâ’sıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir