Soner Yalçın kitaplarından Kayıp Sicil kitap alıntıları sizlerle…
Kayıp Sicil Kitap Alıntıları
Stefan Zweig
Stefan Zweig
Korku, aklın durmasıdır.
Korku, insanın o zamana kadar biriktirdiklerini de siler, yok eder. Kişiliği kemirir; insanı nesne/kul yapar.
Korku kayıp’tır Korku nefret’tir Korku sığ’lıktır.
Korku bulaşıcıdır
Ezilenler ise bir gün bile çıkıp Bizi ezdiler, darağacında astılar demedi. Kimseyle acı yarıştırmıyorum; ama bu ülkedeki devrimcilerin hakkını verin
O halde Irak işgalinin neden olduğunu biliyor musunuz. O halde Libya işgalinin neden olduğunu biliyorsunuz. O halde İran’ın neden işgal edilmek istendiğini biliyorsunuz.
Yahudi mitolojisine göre, Polonyalı haham Eliya Baal Shem; “hizmet görsün, ev işlerini yapsın ve gerektiğinde düşmanlarından korusun” diye, Tevrat’tan bir dizi kutsal sözü belli bir kombinasyonla söyleyerek kilden yaptığı savaşçı Golem’e hayat verdi.
Golem’in bir sorunu vardı; her gün büyük bir hızla büyüyordu. O kadar ki, haham Eliya her hafta Golem’i kile çevirip tekrar yaratarak aşırı büyümesini engellemeye çalıştı.
Haham Eliya bir gün bunu yapmayı unutunca Golem o kadar büyüdü ki, haham onu yok ettiğinde kendisi de kil yığınının altında kalarak öldü.
Niye böyle söylüyorlar?
Onlara göre, üniversite bir kültür ocağı. Salt mesleki öğrenim yeri değil. Üniversite özgürlüğün keşif alanı.
Yağ erittim tavada
Balık baştan kokarmış
Geç öğrendim dünyada. (deyiş)
“Adaletli devlet düzeninin, en büyük düşmanı zulümdür.”
“Çeşitli haksızlıklar, dayanılmaz vergiler, angaryalar ve el koymalar devlet düzeninin yozlaşmasına yol açar.”
Gandi
âlimler yok sayılabilir mi?
Rönesans ortalarına kadar Avrupa’da yazılmış bütün aritmetik kitaplarının
kaynağı Harezmi’nin (780-850) “Hesab-ı Hindi”si değil mi?
Ondalık kesirler sistemini Gıyaseddin Cemşid’den (1380-1437)
öğrenmediler mi?
Trigonometriyi bütün esaslarıyla Ebu’l Vefa Buzcani (940-998) yeniden
kurmadı mı?
Matematikte devrim yaratan “sıfır”ı 976’da Muhammed bin Ahmed
keşfetmedi mi?
Nazzam, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Mevlânâ
Bu Türk ve İslam düşünürlerinin her biri değişik görüşlere sahip olsa da, büyük canlı grupları arasındaki evrimsel geçiş konusuna kafa yordular, kalem oynattılar.
Doğru dürüst su kanalları bile yapamıyorlardı; tarım tekniklerini El Avam’ın “Kitab-ül-hulase”sinden okuduklarını bilmiyor muyuz?
Kristof Kolomb’un 1498’de Haiti’den yazdığı mektuba göre, Amerika’nın keşfi İbn-i Rüşd’ün kaydettiği bilgiler sayesinde gerçekleşti.
Uluğ Bey’in hazırladığı dünya haritasının kâşif kaptanlara rehberlik ettiğini bilmeyen mi var?
Taberi’siz (839-922), Mesudi’siz (ö. 956), İbn-i Miskeveyh’siz (ö. 1030) tarih yazılırsa ancak bu kadar yazılabiliyor demek ki! Bizans döneminin en büyük kütüphanesi İskenderiye Kütüp-hanesi’ni yakarken, İslam coğrafyasının her yanında kütüphaneler açıldı.
Dante’nin İlahi Komedya’sı üzerinde Muhiddin Arabi’nin etkisi yadsınabilir mi? Binbir Gece Masalları’nın Goethe’den Marquez’e kadar Batılı yazarlar üzerindeki etkisinden bahsetmeye gerek var mı?
Bugün sıklıkla dile getirilen, “insan bedeninin doğal iyileştirici yeteneğini” ilk keşfedenler de Müslüman tıp adamları değil miydi? İçi delik iğneyi 1256’da Al Mahusen’in bulduğu gerçeği reddedilebilir mi?
Şam’da 1298’de ölen İbn-i Al Nafis, Portekizli Servet’e atfedilen kan dolaşımı sistemini ondan 300 yıl önce keşfetti.
Kâğıt daha Avrupa’ya girmeden Semerkand’da kâğıt fabrikası vardı.
Evrim düşüncesini, modern optiğin ilk tohumlarını İbn-i Heysem’in (957- 1029) attığı gerçeğinin üstünü örtemezler. Biz hâlâ tartışmasını yapıyoruz; “alkool” sözcüğü bile Doğu’dan Batı dillerine geçti. Sadece bir tek sözcük değil dillerine geçen; kimya, cebir, ziraat, botanik, narenç, zafran, suda, kutun, nilüfer, şerap ve yüzlercesi
Potasyum, aminoasit, sodyum, nitrat ve cıv
Oysa ardından biliminsanları, kitaplar, kütüphaneler, ilim merkezleri inancı sarsacak kötülüğün kaynağı olarak görülmeye başlandı. Yani, taassup kazandı. Yenen Gazali, yenilen İbn-i Sina oldu
Hadi Osmanlı ulema sınıfının Türkler diye bir derdi yoktu. İbn-i Haldun’un çömezi Naima’ya göre, Türkler etrak-ı biidrak yani cahildi; Türk-i bed liva yani çirkin suratlıydı.
Hükümdarlar zamanla, kendini iktidara getiren gücün (ailesi veya aşireti) yerine, kendi iradesine bağlı kullara güvenmeye başlar. O artık, devletinin birlik dayanışma duygusu yerine, kullarının kendine bağlılığı ile ilgilidir. Ve sadece menfaat-para için hükümdara boyun eğen kul kitlesiyle despotik bir güç oluşturur. Tehlikeli saydıklarını yok eder.
Ama korkuyorlardı, çünkü ”yeni ” diye ”yutturulacak ” sistem 1929’da ki dünya ekonomik krizinde bozguna uğrayan sistemdi. Yeni filan değildi. Bu nedenle
Latin Amerika ülkesi Şili laboratuvar olarak seçildi.
Halkın oylarıyla iktidara gelmiş Salvador Allende, 11 Eylül 1973’te faşist General Pinochet’nin askeri darbesiyle yıkıldı.
Pinochet’nin ekonomik danışmanlığına neoliberal M. Friedman getirildi. Pinochet’nin ”ekonomi prensleri ” ise Friedman’la aynı ekolden gelen Chicago Okulu’ndan mezun Şilililer idi.
Yedi yıl sonra Türkiye’de de yaşama geçirecekleri yapıyı ilk kez Şili’de ”yeni ekonomik sistem ” diye denediler
Neler mi yaptılar?
Hepsini siz de yaşadınız aslında
Şili sosyal devletine son verdiler.
Eğitimden sağlığa her şeyi paralı yaptılar. Şili pazarı ardına kadar yabancı sermayeye açıldı.
Özelleştirme yapılarak tüm ekonomik işletmeler satıldı.
Başta tarım olmak üzere üretimi azaltıp ithalatı arttırdılar.
Maaş ve ücretleri dondurdular ve buna rağmen vergileri çalışanların sırtına yüklediler.
Sistem tamamen finansa dayalıydı; yani tanrı dolardı.
Bunu ”Faiz Şu anda bunu tehir ediyoruz. Ama kaldırmaktan vazgeçmiş değiliz ” diyen Erdoğan’a yaptırdılar. (6 Ekim 1997, Yeni Şafak)
Halkın arzuları, hayalleri körüklendi, tüketime yönlendirildi.
Kredi kartı limitine göre insanlar saygı görmeye başladı!
Bu arada ”aman döviz, aman borsa ” diyen ekonomistler halkı kandırmaya başladı.
”Kemerleri sıkın her şey güzel olacak! ”
Kimse olup bitene ses çıkaramadı
Çıkaranları işkenceler, hapisler ya da faili meçhul cinayetler bekliyordu.
Aslında zaten askeri darbe ortalıkta baş kaldıracak kimseyi bırakmamıştı. ”Piyasa baskılardan kurtulmalıdır ” diyen liberallerin yardımıyla darbeciler sendikaları yok ettiler.
Toplumsal muhalefet; feministler, çevreciler, eşcinseller, yeşiller, hayvan haklarını savunanlar gibi küçük gruplara bölündü.
Etnik ayrılıklar gündeme getirildi.
Neoliberal değerleri savunanlar, -büyük maaşlar karşılığı- gazetelerde yazdırılıp, televizyonlara çıkarıldı. Bunlar, halkı ezen bu iktisadi planı ”devrim ” diye yutturdular.
Oyun çok büyüktü; bu ”ekonomik devrimin ” mucidi F. Hayek’e 1974’te; darbeci general Pinochet’nin danışmanı M. Friedman’a 1976’da , Chicago Okulu’ndan G. Stigler’e 1982’de, R. Coase’ye 1991’de ve G. Becker’e 1992’de Nobel ödülü verildi! Bu ”filmin ” senaryo yazarları hep Nobel ödülü aldı!
( )
Adına ”ekonomik devrim ” denen bu ”film ” Türkiye’ye Turgut Özal ve 24 Ocak 1980 kararlarıyla geldi; 12 Eylül askeri darbesiyle gösterime sokuldu.
12 Eylül’e pek bu açılardan bakılmadı . Örneğin, Pakistan’da kamulaştırma yapan Zülfikar Ali Butto’yu darbeyle düşüren ve neoliberal politikaları hayata geçiren Ziya Ül Hak ile Kenan Evren’in kardeş yapılması tesadüf olabilir mi?
Fakir çocuklara bedava süt verilmesini kaldırdığı için İngiltere’de ”süt hırsızı ” denen Margeret Thatcher, dünyaya ”demir leydi ” diye yutturuldu. Kovboy Ronald Reagan’dan ”efsanevi başkan ” yaratıldı!
Bizde Turgut Özal’a ”devrimci ” diye methiyeler düzüldü
Evet, Türkiye yeni bir döneme giriyordu
Zamanı gelecek ve ne diyecekti Erdoğan:
”Türkiye’yi pazarlıyorum. Bizim için verilecek para önemlidir. Her şeyi pazarlar satarız, parayı veren düdüğü çalar. ” Neyse
Bir kişinin kanunsuz , kaidesiz sadece iradesi ile kaprisine tabi olarak toplumu sindirerek yönettiği hükümet şeklidir.
Bilmek gerekiyor
O nedenle diyorum ki :
Bu ülkede ahlak iktidar olsun.
Kirliliğe bulaşmamış temiz insanlar kazansın .
Siyasetin temelinde adalet olmalıdır.
Adaletli devlet düzeninin, en büyük düşmanı zulümdür.
Çeşitli haksızlıklar, dayanılmaz vergiler, angaryalar ve el koymalar devlet düzeninin yozlaşmasına yol açar.
Bir kişinin kanunsuz, kaidesiz sadece iradesi ile kaprisine tabi olarak toplumu sindirerek yönettiği hükümet şeklidir.
Düşünürün ifadesiyle; cumhuriyet “erdem” ilkesine, monarşiler “şeref” ilkesine ve despotik devletler ise “korku”ya dayanmaktadır.
Korkunun ve şiddetin temsilcisi hem bilmiyor hem de halkın değerlerini aşağılıyor.
“Siyasetin temelinde adalet olmalıdır.”
“Adaletli devlet düzeninin, en büyük düşmanı zulümdür.”
“Çeşitli haksızlıklar, dayanılmaz vergiler, angaryalar ve el koymalar devlet düzeninin yozlaşmasına yol açar.”
“Hükümdarlar zamanla, kendini iktidara getiren gücün (ailesi veya aşireti) yerine, kendi iradesine bağlı kullara güvenmeye başlar. O artık, devletinin birlik dayanışma duygusu yerine, kullarının kendine bağlılığıyla ilgilidir. Ve sadece menfaat-para için hükümdara boyun eğen kul kitlesiyle despotik bir güç oluşturur. Tehlikeli saydıklarını yok eder.”
Temiz/masum olanlar ne yapıyor; “kutsal kaset” bekliyor
Hz. Musa’nın Kutsal Asa’sı gibi; Kızıldeniz’i ikiye bölecek ve insanları aydınlığa çıkaracak!
“Kutsal kaset” bir ortaya çıkacak, Erdoğan dönemi bitecek!
Yazık
Getirildiğimiz ya da aşağılandığımız hale bakar mısınız?
Umudumuz seks kaseti!
Ayıptır.
Boşuna ortaçağ/dincilik diye yazıp durmuyorum. Dincilik; bayağılıktır; kalitesizliktir; değersizliktir. Ve hırsızlıktır
Budur bir türlü doyurulamayan nefis açlığı, ruh doymazlığı.
“Bir lokma bir hırka” diye geldiler; zengin olmak için her türlü zorbalığı yaptılar.
Tüm değerlerimizi yıktılar. Dolara taptılar.
İktidarı sadece güç için istediler.
Hiç bilmediler; önemli olan iktidar değil saygıdır.
Üstelik
Hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorlar!
Karaktersizlik konusunda olağanüstü inançlı insanı bulmak zordur. Aynı ülke insanı olmaktan biz utanıyoruz; onlar umursamıyor; insanlıktan çıkmışlar!
Ve ayrıca enerjiyi çok tüketen Çin, Hindistan, Japonya gibi geleceğin büyük ekonomi devlerini nasıl kontrol altında tutmayı düşünürsünüz? Enerji kaynaklarını ele geçirerek! Bingo
O halde Irak işgalinin neden olduğunu biliyorsunuz.
O halde Libya işgalinin neden olduğunu biliyorsunuz.
O halde İran’ın neden işgal edilmek istendiğini biliyorsunuz.
19. yüzyılın sihirli sözcüğü “medeniyet” idi. Batı gittiği ülkeye “medeniyet” götürüyordu!
21. yüzyılın sihirli sözcüğü “demokrasi” oldu. Batı, Irak’a, Libya’ya “demokrasi” götürdü; “demokrasi”nin hedefi İran’dı.
Albert Einstein
Bilmez ki sorsun, bilse sorardı.
Sadi Şirazi
“Edebi kimden öğrendin?”
Şöyle yanıt verir: “Edepsizlerden!”
Bu ülkede fakir fukaranın, garip gurebanın alın terini kimler sömürdüyse bunun hesabını verecektir
Fakat seçimden iki gün sonra devreye Erdoğan’ın hiç beklemediği biri girdi; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal!
Tarih: 5 Kasım 2002, Erdoğan’ı ziyaret eden Baykal; “Kanaatime göre, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkûm olması ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamalıdır” dedi. Yani, “Ne lazımsa yaparız!”