Ahmet Şimşirgil kitaplarından Kayı 2: Cihan Devleti kitap alıntıları sizlerle…
Kayı 2: Cihan Devleti Kitap Alıntıları
Ona doğru can kuşu nice uçmasın nice?
Bu dünyada üç türlü insan vardır:
Birincisi akıl ve fikirleri yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, hiçbir anormallikleri olmayan kimselerdir.
İkincisi, yolların doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevre etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde, kafaları alır ve kabul eder, söz dinlerler. Çoğu zaman, duyup, işittiklerine uyarak yaşarlar.
Üçüncüleri ise, ne kendileri bir şeyden haberdarlardır ve ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar diğerlerinden daha âdi, daha alçaktırlar.
Ey oğul!
Yüce Allah eğer seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa, sevinirim. İlkinden değil de, ikinciler gibiysen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim.
Sakın üçüncü guruba dahil olmayasın! Onlar ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler.
Padişahlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. Sen padişah olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman yüce Allah da, senin iyiliğini arzular.
Dökseler bir katre âbı mahvolur nâr üstüne
[Aşık olan kimsede namus ve ar ne gezer.
Ateş üstüne su damlaları dökülürse mahvolur gider.]
Bize seyr ettür cemalün çeşm-i hûnhâr üstüne
[Dünya bağının güzelliğine aldanan ancak lale bahçelerinde oyalanır.
Bizim ise sana ağlamaktan gözlerimiz kan dolu lalelere benzedi. Güzel yüzünü bize göster de göz yaşlarımız dinsin.]
Sana meşgul olmuşuz biz kâr-ber-kâr üstüne
[Ey sevgili, dünyada her insan bir işle uğraşarak ömür tüketmekte.
Biz ise bu kadar işi bir yana bırakıp yalnızca seni iş edindik.]
Arif olan çün bilür anı ne lazım söylemek.
Ne aceb menzil kimi konar kimi göçer.
Gussası tâ ölünce gitmez imiş
Namını halvet üzere yâd edelim
Bu fena devletinden el çekelim
Mezraa-i dilde hub hub ekelim
Daima nefs ile cihad edelim
Tayy-ı ser menzileti murad edelim
Varalım zikr edelim bir iki gün Mevlayı
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Şahın lütfuna sade bahane gerek
Baki kalur sahife-i âlemde adımız
Şahın lütfuna sade bahane gerek
Fatih Sultan Mehmed Han
Birincisi akıl ve fikirleri yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, hiçbir anormallikleri olmayan kimselerdir.
İkincisi, yolların doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevre etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde, kafaları alır ve kabul eder, söz dinlerler. Çoğu zaman, duyup, işittiklerine uyarak yaşarlar.
Üçüncüleri ise, ne kendileri bir şeyden haberdarlardır ve ne de yapılan ikazlara, nasihatlara kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar diğerlerinden daha âdi, daha alçaktırlar.
Ey oğul!
Yüce Allah eğer seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa, sevinirim. İlkinde değil de, ikinciler gibiysen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim.
Sakın üçüncü gruba dahil olmayasın! Onlar ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler.
Padişahlar elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. Sen padişah olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman yüce Allah da, senin iyiliğini arzular.”
II. Murad Han
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır.”
Bu şahların gölgesinde al yerini
Afrasiyab’ın sarayında baykuşlar ötüyordu
Dilin açtığı yara hiç bir zaman şifa bulmaz
Tek o dert ile öleyim de ayrılığının acısını çekmeyeyim.
Ey Avni Sevgilinin aşkının gereği olan eziyet dert ve üzüntüye layık olabilmek için senin gibi eziyet ve sıkıntı çeken nerede var?
Senin bunları çekmen ne büyük saadettir.
Ah gönlüm eyvah gönlüm, vah gönlüm
eyvah gönlüm.
Ne aceb menzil kimi konar kimi göçer
Fitne adam öldürmekten daha kötüdür.
Umumi bir zararı def edebilmek için hususi bir zarar tercih olunur.
Bir kafeste iki aslan, bir kında iki kılıç olmaz.
Kangren olan kolun kesilmesi bütün vücudu kurtarmak için zaruridir.
Bütün bu ifadeler ve hükümler, devlet bütünlüğünün parçalanmasına, binlerce Müslüman’ın ve askerin ölümüne, köy ve şehirlerin felaketine ve cihat hizmetinin durmasına yol açacak olan kardeş kavgalarının önüne geçebilmek için bir veya birkaç kişinin ortadan kaldırılmasını gerekli kılıyordu.
Allahu Teala Hazretleri yüz yirmi dört bin peygamber yarattı. Ol peygamberlerin her birinin aşkına bana bir akçe ver demiş. Sultan Mehmed görmüş ki dervişin istediği parayı vermek güçtür. Gülerek:
Hoş sen ol peygamberlerin her birinin bir bir adın söyle ben de akçeleri vereyim dedi. Derviş bunca peygamberin adını nereden bilecekti. Ancak on-on beş tanesinin ismini söyleyebildi. Daha fazla söylemeye kadir olamayınca Fatih dahi akçe vermekten kurtuldu.
Çok merhametli ve müsamahalı idi. Kendisine elli gün mukavemet eden ve birçok Müslüman’ın şehit edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamayacağı genişliktedir. Halbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. Gayrı müslim tebaasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı. İstanbul’un imarında ücret karşılığı kullandığı Rum esirlerine, biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkanını sağladı. Bu müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile geçirmediği bir olgunluk eseri idi.
Batılıların iddialarına göre şehre giren Türkler, mabetleri yıkmışlar veya yakmışlar, hiçbir şey bırakmamışlardır. Halbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar surlarda açılan gediklerin tamirinde kullanılmak üzere yüzden ziyade kilise yıkmışlardır.
“Yaşamdan kalan son ve kısa an içinde kandildeki yağ tükenmek üzere iken, kelime-i şahadet getirmekle zamanını geçiriyordu. Böylece Allah’ın hoşnutluğuna ulaşmak umudunda olup, cihan saltanatından göz yumup değeri ölçülemeyen o tatlı can kuşu, illiyîn makamlarını seyre dalmış, kutluluk bahçelerinde kanat açmakla irci’î –bana dön- fermanına uymuş böylelikle de devleti güneşi sönüp batmıştı”.
Fatih mektubuna: Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Hakk’a mahsustur dedikten sonra şöyle devam etmişti.
Bundan önce annenin ricası ile pençe-i gazabımdan kurtulmuştun. Biz de seni ıslah olmuş ve semt-i salaha yönelmiş kabul ederek affetmiştik. Halbuki senin gibi bir zalimin benim zamanımda saltanat davasında bulunması haramdır. Senin kendin gibi birkaçına şiddet yoluyla galip gelmene, kendi topraklarında gösterdiğin gurur ve azametine hatta bütün kudret ve şevketine bizim müsaade ve müsamahamız sebep oldu. Buna rağmen gururlanarak ve kendinden geçerek padişahanem hukukunu unutarak adaletli idarem altında rahat yaşayan Tokat’a ve sonra da Karaman ülkelerine askerlerini göndererek ahaliye zulmettiğin birtakım şiddetlere başvurduğun ve rezaletlere sebep olduğun malumumuzdur.
Onun için cezanı vermek üzere bu yılın baharında harekete karar verdik. Seni affetmek katiyen düşünülmemektedir. Beyhude zahmet çekme. Bundan sonra elçimiz ok ve görüşme dilimiz kılıçtır. Sen vilayet yıkmayı padişahlık mı zannettin? Çekinmeden, korkmadan topraklarımıza tecavüz ettiğin için kılıcımız senin göğsünde kana bulanmalıdır. Mert isen meydana gel. Namert gibi delikten deliğe girme. Hazırlıklarını yap, haber verilmedi deme. Zira ki vücud-ı habisin arza-i telefdür ve bu babda özür ve bahane bertaraftır.
Yardım Allah’tandır.
Ben ki, Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmed Han’ım.
Üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum.
Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca meskun olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler. Ne ben ne vezirlerim ve ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışarıdan memleketimize getirecekleri kimselere dahi.
Yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Ulu Peygamberimiz hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin Peygamber hakkı için ve kuşandığım kılınç hakkı için en ağır bir yemin ile yemin ederim ki;
Yukarıda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkar oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir.
28 Mayıs (1 Muharrem sene H. 883- M. 1478)
Birkaç asırdır Katolik kilisesinin ve bu mezhepteki kralların ve Macarların zulüm ve baskılarına maruz kalan Bosnalılar, Türklerdeki her güzelliğin dinlerinden geldiğini çabuk kavradılar. Bu itibarladır ki bir millet hep birden denecek şekilde İslam dinini kabul etti.
Mihmandâr-ı Resulillah Ebâ Eyyûbi-i Ensâri.
Seni gıptayle hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü.
Elli üç gün ne mehâbetli temâşa idi o. Sanki halkın uyanık gördüğü rüyâ idi o.
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan,
Canlanır levhâsı hâlâ beşer ettikçe hayâl;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha.
Şanlı namıyle büyük top denilen ejderha.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece.
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç’e
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak.
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul’a yüzbin meleğin uçtuğunu,
Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.
Ulubadlı Hasan, yaralanmasına rağmen kalkanını siper yaparak pek çok arkadaşının sur üstüne çıkmasına yardımcı oldu. Nihayet o da büyük bir taşın isabeti ile surdan aşağı yuvarlandı. Surlardan atılan ok ve taş darbeleri altında şehadet mertebesine kavuştu. Ancak yeniçeriler de artarak sur üzerinde tutunmuş bulunuyorlar ve mütemadiyen destekleniyorlardı.
Delik deşik oldu duvarı hisarın
Fetih yüzün gösterdi gediklerden
Fethin âyeti okundu her yönden
Genç padişah da zaman zaman birliklerin içine kadar giriyor, yorulmuş olanları takviye ediyor ve hücumun her an aynı şiddetle devamını temin ediyordu. Buna rağmen gerek merkezden gerekse diğer kollardaki hücumlardan bir netice alınamadı.
Sultan Mehmed, üçüncü kolu harekete geçirmeden evvel abdest alarak sabah namazını kıldı ve ellerini açarak şöyle niyaz etti:
Ey Allahım! Sen rızık veren ve her şeyi bilensin. Tek sensin ve hiçbir şeye muhtaç değilsin. Doğmamışsın ve doğurulmamışsın. Buna rağmen kafirler, teslisi ortaya atıp Baba-Oğul-Rtlhu’l-Kudüs üçlüsünü getirdiler. ‘Benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir Peygamberi müjdeleyin’ ayetini İncil’in sayfalarından çıkardılar. Kuran-ı Kerim’deki ‘Siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içerisindesiniz’ ayetine muhatap oldular. Yarabbi! Ben aciz kulunun tek arzusu ise sana inanmayanlarla savaşıp elimden geldiğince sana layık iş yapmaya çalışmaktır. İrade senin, güç senin, kudret senin, yardım senindir. Bize sabır ver, sebatımızı artır. Bu inkar eden millete karşı bize yardım et!
Şahi toplardan biri Urban’a ait iken diğerleri Mimar Muslihiddin ile Saruca Sekbanın eseriydi. Çok övülen Urbanın topu ise İstanbul kuşatması sırasında fazla ısınmaktan patlayacak ve kullanılmaz hale gelecekti.
Öleyim derd ile tek görmeyeyim hicrânı
Mihnet ü derd ü gama olmağ için erzânî
Avniyâ sencileyin mihnet ü gam-keş hanı
Gönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül
Ona doğru can kuşu nice uçmasın nice?
Birincisi akıl ve fikirleri yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, hiçbir anormallikleri olmayan kimselerdir.
İkincisi, yolların doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevre etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde, kafaları alır ve kabul eder, söz dinlerler. Çoğu zaman, duyup, işittiklerine uyarak yaşarlar.
Üçüncüleri ise, ne kendileri bir şeyden haberdarlardır ve ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar diğerlerinden daha adi, daha alçaktırlar.
Ey oğul! Yüce Allah eğer seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa, sevinirim. İlkinden değil de, ikinciler gibiysen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dahil olmayasın! Onlar ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler.
Öyle ki, yarın ecelim gelse, önünden bir adım bile kaçıp sakınmaya yeltenmem. Belki daha çok memnun ve müteşekkir kalırım. Çünkü, bu şekilde dünyamı değiştirip, yeni, yepyeni bir aleme gideceğime sevinir, belki uçardım. Çünkü, benim gitmekte olduğum dünyanın, geldiğin, içinde yaşadığım bu dünya ile, bu ölümlü hayatla hiçbir ilgisi, hiçbir benzerliği yok. Oranın, buradan, yüz binlerce yönden mükemmel ve üstün olduğunu biliyorum.