İçeriğe geç

Kayda Geçsin Kitap Alıntıları – Ece Temelkuran

Ece Temelkuran kitaplarından Kayda Geçsin kitap alıntıları sizlerle…

Kayda Geçsin Kitap Alıntıları

Ülkeyi niye severiz? Bütün milliyetçi ezberleri bir kenara bıraktığımız da İçine doğduğumuz uzun bir hikayedir ülke. Çok iyi bildiğimiz bir hikaye. Parçası olduğumuz. Giderek bizim bir parçamız olan. Gitmek, kaderi düzeltmektir diyor Cemil Meriç. Ne kadar uzağa gidersek gidelim kaderimizin ülkenin kaderinden ya da benim deyişimle hikayesinden kopamayacağı için. Varoluşumuzla ilgili olduğu için, kimi kez dilini bile unutacak kadar uzaklaşsak bile.
Hayır, bu gidişata dur demeyi engelleyen şey korku değildir. İnsanların silkinip kendisine gelmesini engelleyen şey tereddüttür.
Faşizm kötü adamların aniden gelip iyi adamların ağzını burnunu kırması değildir. Faşizm, insanlığın insanlıktan ağır ağır sıyrılarak çıkmasıdır. Gözle görülemeyecek kadar ağır ağır ve küçük küçük işleyen bir süreçtir. Eğer böyle olmasaydı bugün hiçbirimiz bu hayata katlanamiyor olurduk.
Biz eğer bütün bunlar olurken yaşamaya katlanabiliyorsak, bu işte bizim de bir payımız olmalı. Biz bütün olan bitenle yasayabiliyorsak bize bir şey olmuş olmalı. Bize ne oldu?
Bu zamanlar tarafların ve giderek herkesin birbirinin can çekişmesinden duyduğu zehirli sevinci ifşa etmekte herhangi bir ayıp görmediği zamanlar.
Yarın yokmuş gibi yaşamanın âlemi yok.
“Vakit geldi, hazırlanın. Yok artık, o kadarını da yapamazlar! dediğiniz şeyleri yapacaklar.”
“Biz eğer bütün bunlar olurken yaşamaya katlanabiliyorsak, bu işte bizim de bir payımız olmalı. Biz bütün olan bitenle yaşayabi­liyorsak bize bir şey olmuş olmalı. Bize ne oldu?”
“Sadece tuhaf zamanlardan geçmiyoruz. Bizatihi bizlere, Türkiye’de yaşayan insanlara tuhaf bir şey oldu. Bütün siyasal baskının, yaşanan mide bulandırıcı karmaşanın öte­sinde bir şey bu. Bir zalimlik salgını.”
“Biz eğer bütün bunlar olurken yaşamaya katlanabiliyorsak, bu işte bizim de bir payımız olmalı. Biz bütün olan bitenle yaşayabi­liyorsak bize bir şey olmuş olmalı. Bize ne oldu?”
“ ‘Tuhaf zamanlardan geçiyoruz.’ Bugünlerde hemen herkes endişeli bir tonla bu cümleyi değiş­ tokuş ediyor durmadan…”
Ölmek için illa şair olmana gerek yok
O küçük şeylerdir insanı öldüren.
Çünkü insanın da sonu vardır; insan olarak kalsa dayanamayacağı için gördüklerine, insanlığını kilitler dibinde bir yere. Geriye, ayakta kalabilmek için belki insan sadece öfkeye tutunur.
Öfke, acı çekmekten bitkin düşmüşlerin son durağıdır.
Her anne çocuğu ölünce yok olur.
Adaletsizliğin tarihi çok eski.
Adaletsizliğin tarihi çok eski.
Diyor ki mesela:
Benim Alevi arkadaşım var

Ne bu şimdi?
Normalde olmaz der gibi.

Yaratılan siyasal şiddet müthiş bir kafa karışıklığı doğurarak en yakın dostlukları bile parçaladı.
Kayda geçsin çünkü; bu zamanlar o zamanlar.
”Bu zamanlar karışık zamanlar. Bu karışıklık içinde, ben de dahil olmak üzere birçoğumuzun bir gün onu, bir gün bunu desteklemekle, hatta aynı gün birbirine zıt iki tarafı desteklemekle suçlandığımız zamanlar. ”
Öte yandan insanın olduğu her yerde insanca olmayan şeyler
vardır.
Nice iktidarlar değişti Türkiye’de, ama bu sessizlik değişmedi.
Anlamın manasını bırakmadılar
Düşünüyorum da, insan, insanlık tarihi önünde bir teferruat.
Tarihin en çabuk tasfiye edilen parçası İlk tahliye edileni. Hatta
çoğu kez insan, insanlık tarihinin merhametsiz, süngülü işleyişi
önünde derisi incecik bir çocuk. ..
Ben anladım arkadaş. Adaletsizliğin tarihi çok eski. Platon’la
başlıyor.
binlerce yıl önce Diyojen’in yaptığı gibi
adalet arıyorduk. Ne yalan söyleyeyim, bulamadık.
Vakit geldi. Artık bağır bağır bağırmanın zamanı. Çünkü hava
kurşun gibi ağır. Yeter artık: Bağır bağır bağır!
Metris’in ônünde durdum / Hasretin yerlere vurdum /
Ben dağlarda uçan kuştum, uçan kuştum
Sonra işte çok
ayıp bir şey oldu, bırakmadılar, ne Ahmet’i ne Nedim’i ne de diğer
tutuklu gazetecileri. Şaştık kaldık. Müstehcen şeyler oluyordu,
bakmaya utandık.
Ama neresindeyiz işin? Konuşmanın, günahlarımızla yüzleşmenin neresindeyiz?
Adalet beklediğimiz kapılar
adalet duygumuzun yok edildiği dehlizlere dönmedi mi zamanda?
Bir kadının bilgiye ulaşması nasıl engellenir!
O yasak, bu günah Mağduriyet meselesinde, kadınların mağduriyeti daha fazla oldu hep. Kadınlar hem dindar
erkeklerden mağdur, hem de okula gidemiyorlar.
Çocukları ırkçı yapmaya hakkımız yok
Adalet, doğadaki güçlü zayıf dengesini aynen korumak
değildir. Bu, afyon dindir. Din, adalet, eşitliktir. Yoksulun derdiyle
hemhal olmaktır.
İnsanlar çocuklarını kendileri
gibi yetiştirmek istediği için imam hatip liseleri var. Herkes bilir
oradan imam çıkılmayacağını
Tuhaf zamanlardan geçiyoruz.
Ne mozaiği ulan! Türkiye mermerdir
cümlesine inanmış olanlar, mermerin çatlayışına tanık oluyor.
Silahların, sözcüklerin yerini çok hızlı alabildiği bir toprakta, insanların şimdi
konuşması gerekiyor.
Bir zalimlik salgını. Cezaevindeki işkence gibi iktidarın apaçık ve kaba şiddetinden başlayarak ta aşağılara, en mahrem ilişkilerimize varana kadar bir merhametsizlik vebası sardı bizi. Artık kimse kimseye inanmıyor.
Bu zamanlar karışık zamanlar. Bu karışıklık içinde, ben de dahil olmak üzere birçoğumuzun bir gün onu, bir gün bunu desteklemekle, hatta aynı gün birbirine zıt iki tarafı desteklemekle
suçlandığımız zamanlar. İftiraların, dedikoduların kayıtlara geçtiği, gerçeklerin ise pek merak edilmediği zamanlar.
Artık söylememize izin yok, ama söylenmek serbest! Bir dakika! Yoksa o da mı?
Artık söylememize izin yok, ama söylenmek serbest! Bir dakika! Yoksa o da mı?
Faşizm kötü adamların aniden gelip iyi adamların ağzını burnunu kırması değildir. Faşizm, insanlığın insanlıktan ağır ağır sıyrılarak çıkmasıdır.
Madem dü­şeceğiz bari Biz zaten inecektik diyelim.
Yok artık, o kadarını da yapamaz! dediğiniz şeyleri yapacaklar.
Dillenmeyen yara hep taze kalıyor
Bu ülke merhametini lütfetmeden önce insana muhakkak diz çöktürür.
silahların, sözcüklerin yerini çok hızlı alabildigi bu toprakta, insanların şimdi konuşması gerekiyor
Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum
Birbirimize yaralarımızı göstererek tanışmak zorundayız.
Niye birbirimizden saklanıyoruz?
Farklılıklardan korkuyoruz.
Bu ülke merhametini lütfetmeden önce insana muhakkak diz çöktürür.
Umut pek güven duyduğum bir sözcük değil, ben inadı tercih ederim. Umudum yok olsa bile inadım var. İnsanın, yine de, her şeye rağmen iyi olabileceğine, bu ülkenin içinde, dövüldükçe içinin çok derinine kaçmış bir iyilik tohumu olduğuna dair bir inatçı imanım var.

Benim de, benim gibilerin de bu ülkeye dahil olduğunu söylemek, sonra yeniden söylemek için sağlam tutmaya çalıştığım bir inadım var. Biz varız. Yani biz de varız

Peki sesini kısmak için bu kadar uğraştığınız adamların nasıl konuşması gerektiğine karar verme hakkı niye sizde?
«Tekstil devi Türkiye» çılgınlığını koruyabilmek için Çin’deki işkencehaneye benzeyen atölyelerle yarışmaya çalışırken patronlar, 5 kadın işçi yollarda ölüveriyorsa «Tersane işçileri ölebileceklerini bilmeli» dediğinde bir bakan ya da maden işçileri boğularak öldüğünde maaşlarının 700 lira olduğundan dem vurup «şükretmeliler» diyorsa bir maden sahibi En çok, batan bankaların reklam vermesine benziyor bu Memlekette hiç kalmadığı için herhalde, vicdan, insaf sözcükleri daha çok, dolanıyor dile. Yeni yasalar yapılıyor ve artık insanların «yoruldum» deme hakkı bile kalmayacak. Buna bile sesini çıkarmayacak kadar bitkinse memleket
“70’lerde öğretmenlik yaparken okula müfettiş geldiğinde öğrenciler «Öğretmenim biz ne yapabiliriz?» diye sorarlardı. Dayanışma diye bir dert vardı. Sonra 80’ler geldi. Bir gün baktım okulun bahçesinde yere bir ceket düşmüş. Herkes üzerinden atlayıp geçiyor. Alsınlar diye seslendiğimde şöyle cevap verdi çocuklardan biri: «Benim değil ki!» Sonra 90’lar geldi. Öyle bir sistem getirdiler ki artık çocuklar birbirini tanımıyordu. Artık sınıf diye bir şey yoktu zaten, eskisi gibi arkadaşlık bile yoktu.”

71 darbesinin hapishanesinden çıkıp 20 yaşında öğretmenliğe başlayan annemin kerelerce anlattığı küçük bir hikayedir bu. Yıllar içinde bu ülkede insan terkibinin nasıl değiştiridiğine dair, o kuşağın binlerce benzerini anlatabileceği bir hikaye. Bugün ülkede yaşananların siyasi ya da ekonomik analizi değil, ama insanın derin tarihini anlatan bir hikaye.

.gelmen ayrı güzel, geleceğini bilmek ayrı.
Birbirimize yaralarımızı göstererek tanışmak zorundayız.
Mazlum ayaga kalktiginda ilk ogrenecegi ders, zalim kadar sert olma mecburiyetidir. O sertlige anlam katmak icin kendi siirini ve destanini yazacaktir.
Bundan büyük aşağılanma var mı? Bir de ispatlamak zorundasın çektiğin acıyı.
Faşizm, insanlığın insanlıktan ağır ağır sıyrılarak çıkmasıdır.
Birbirimize yaralarımızı göstererek tanışmak zorundayız.
Niye birbirimizden saklanıyoruz?
Farklılıklardan korkuyoruz.
Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum
Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum
Biz eğer bütün bunlar olurken yaşamaya katlanabiliyorsak, bu işte bizim de bir payımız olmalı. Biz bütün olan bitenle yaşayabiliyorsak bize bir şey olmuş olmalı. Bize ne oldu?
Tuhaf zamanlardan geçiyoruz.
Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum
Birilerine zafer naraları attırırken kimilerinin onurunu kıran bir süreçten sağlıklı bir sonuç çıkmadı zor.
Birbirimize yaralarımızı göstererek tanışmak zorundayız.
Niye birbirimizden saklanıyoruz?
Farklılıklardan korkuyoruz.
Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir