İçeriğe geç

Karşılıklı Yardımlaşma Kitap Alıntıları – Pyotr Kropotkin

Pyotr Kropotkin kitaplarından Karşılıklı Yardımlaşma kitap alıntıları sizlerle…

Karşılıklı Yardımlaşma Kitap Alıntıları

İnsanın ahlâki gelişimi için önem taşıyan faktörün karşılıklı mücadele değil, karşılıklı yardımlaşma olduğunu ileri sürebiliriz. Ve yine günümüzde, türümüzün daha da yüksek bir evrim seviyesine ulaşmasının garantisini karşılıklı yardımlaşmanın iyice yaygınlaşmasında görüyoruz.
Bir zamanlar vahşi bir ülkede, Hotantolar arasında, yiyeceği paylaşmak isteyen
olup olmadığını üç kere sormadan yemek yemek çok ayıp sayılırken, günümüzde saygın bir yurttaşın tek yapması gereken şey, vergisini ödemek ve açların açlıktan ölmesine izin vermektir.
Gerçekten de, geçmişteki tarih yazarları, çağdaşlarının maruz kaldıkları en ufak savaşı ve musibeti bile anlatmayı asla ihmal etmemişler, kitlelerin yaşamına hiç itibar etmemişlerdir, oysa ki bu kitlelerin büyük bölümü barış içinde çalışarak yaşarken, yalnızca az sayıda insan kendi aralarında savaşmıştır. Epik şiirler, anıtlardaki yazıtlar, barış antlaşmaları neredeyse tüm tarihsel belgele aynı karakterdedir; barış ihlalleriyle ilgilidir, barışla değil.
İnsan, doğada bir istisna değildir. Hayatta kalma mücadelesinde birbirlerine en iyi destek olabilenlere yaşam şansını en fazla veren temel ilke olan karşılıklı yardımlaşma ilkesine o da uyar.
“Rekabet yok! Rekabet türe her zaman zarar verir, bundan kaçınmanın sayısız yolu vardır!” Doğanın eğilimi bu yöndedir, her zaman tam anlamıyla gerçekleşmese de, mevcut eğilim hep budur. Çalının, ormanın, okyanusun bize söylediği parola budur. “Birleşin! Karşılıklı yardımlaşın! Herkese ve her birinize en büyük güvenliği; fiziki, entelektüel ve ahlâki bakımdan varoluşun ve ilerlemenin en iyi garantisini sunan en emin yol budur.” İşte doğa bize bunu öğretir; kendi sınıfları içinde en üstün konuma erişmiş hayvanların yaptıkları da budur.
❝Kendine has bir yol bulmuştur,❞
Evrimin en uzak geçmişine kadar uzanan karşılıklı yardımlaşma uygulamalarında, etik anlayışımızın kesin ve belirgin kökenini buluruz; ve insanın ahlâki gelişimi için önem taşıyan faktörün karşılıklı mücadele değil, karşılıklı yardımlaşma olduğunu ileri sürebiliriz.
Tarih, günümüze dek yazıldığı haliyle, teokrasinin, askeri gücün, otokrasinin ve sonraları da zengin sınıf hâkimiyetinin kurulma ve sürdürülme yollarından ve araçlarından ibarettir.
İnsan hem miras aldığı güdülerin hem de aldığı eğitimin sonucudur.
Türk İmparatorluğu ve Kafkasya’da, eski loncalar yaşamlarını tamamıyla sürdürmektedir.
[ ] en küçük bir provokasyonda, hatta provokasyon bile olmadan, işçilerin vurulması, Avrupa’da hâlâ âdettendir.
[ ] devlet hem kentte hem de köyde, birbiriyle bağı olmayan insan toplulukları üzerinde hükmünü kurdu; onlar arasında doğabilecek herhangi bir tür özel birliği en sıkı önlemlerle engellemeye hazırdı.
Bir süre, eski loncaların kimi kalıntılarına tahammül edildi: krallara destek akçesi vermek şartıyla tacir loncalarının varlığına izin verildi; ve zanaatkâr loncaları da merkezi idarenin organı olarak varlıklarını sürdürdüler.
Tüm topluluklar periyodik olarak fakirliğe ve açlığa mahkûm edilir; milyonlarca insanın yaşam kaynakları kurutulur, şehirlerde fakirliğe mahkûm edilirler; milyonlarca insanın zekâ, akıl ve duygusu, azınlığın çıkarına oluşturulan öğretilerle kirletilir.
❝[ ] talan etmek için uydurma borçlar icat ediliyordu.❞
❝[ ] topraklar pay edildi ❞
[ ] toplumun devamı ve sonraki gelişimi için tek sağlam temel bireyciliktir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
❝Devlet içinde devlet olmaz!❞
Devletin, müdahale etmekten ve son kalan özgürlükleri de ezmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Devlete çok fazla güvenen yurttaşlar artık kendilerine güvenmiyorlardı [ ]
Eski ruh yok olmuştu.
[ ] tehlikeli kitaplar yakıldı,
[ ] umutsuzluğa düşürülen halk ayaklandığında, artık yapıcı fikirler çıkmıyordu; hareketten hiçbir yeni fikir çıkmıyordu.
Bir süre sonra, ❝kamu güvenliği için❞ olduğu sürece hiçbir otoriteyi aşırı, hiçbir katliamı fazla acımasız bulmamaya başladılar. Ve zihniyetin bu yeni yönelimi ve tek bir insanın iktidarına olan bu inançla birlikte, eski federalist ilke silindi ve kitlelerin yaratıcı dehaları da yok oldu.
[ ] üniversite kürsülerinden ya da yargıç koltuğundan vaaz ettiler. Tüm yetkilerle donanmış tek bir insan, bir diktatör, toplumun kurtarıcısı olabilirdi ve olması gerekirdi; kamu selameti adına bu kişi her tür şiddeti uygulayabilirdi [ ]
Çoğu şehrin en büyük ve en ölümcül hatası, servetlerini, tarımı göz ardı etmek pahasına ticaret ve endüstri üzerine kurmak oldu.
Değerli metallerin işlenmesi, dökme sanatı, demirin iyi kalitede dövülmesi; her biri, güçlü bir motor olmadan, elle yapılabilecek her şeyi kendi alanlarında yapmayı başaran ortaçağ ❝esrar❞larının birer yaratışıydı.
Her lonca, şehrin tarihini taş veya bronz üzerinde anlatırken, ❝Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik❞ ilkelerini yüceltirken, şehrin dostlarını övüp düşmanlarını ebedi ateşe gönderirken, kendi politik fikirlerini ifade ediyordu.
Ortaçağ mimarisi görkemliydi, çünkü görkemli bir fikirden doğmuştu.
[ ] emek köle kılındı;
Büyük toprak parçaları üzerinde, fakirliğin yerini refah almıştı; bilgi gelişmiş, yayılmıştı. Bilimsel yöntemler hazırlanıyordu, fiziğin temelleri atılmıştı ve günümüzde çok övünülen mekanik buluşların yolu açılmıştı.
❝Halk senyörlerden önce gelir. Güçlüleri dizginlemesi ve yıkması için senyörleri senyör yapan, diğerlerinden çok daha kalabalık olan, barış arzusu içindeki halktır,❞
❝Herkes kendi yargıcına bağlılığını her fırsatta gösterecek [ ]❞
❝Dilenci torbasını asla taşımam deme, asla hapse girmem deme.❞
[ ] parçalanmaya direnecek gücü bulamadı: Parçalandılar ve tarihten silindiler. Fakat en güçlü kuvvetli olanları bütünlüklerini korudular [ ]
İnsan, doğada bir istisna değildir. Hayatta kalma mücadelesinde birbirlerine en iyi destek olabilenlere yaşam şansını en fazla veren temel ilke olan karşılıklı yardımlaşma ilkesine o da uyar.
[ ] ahlâk anlayışına insanlığın tüm evrimi boyunca rastlanır ve günümüze kadar varlığını sürdürmektedir.
❝Taştan evler taştan kalpler yaratır.❞
İnsanlığı karamsar bir bakış açısıyla değerlendiren yazarlar hep var olmuştur.
❝Belirli durumlarda, kuşkusuz, iki tür arasında gerçek mücadele vardır, en güçlü olan en zayıf olanı öldürür; fakat bu hiçbir biçimde zorunlu değildir, öyle durumlar olabilir ki, fiziksel olarak en zayıf tür, daha hızlı üreme gücüyle, iklimin değişkenliklerine gösterdiği büyük direnişle ya da ortak düşmanlardan kaçabilme yeteneğiyle zafer kazanabilir.❞
❝Hayatta kalma mücadelesi, aynı türden canlılar ve çeşitler arasında cereyan ettiğinde daha serttir.❞
Eğer her birey kendi kişisel avantajlarını sürekli kötüye kullanır ve diğerleri de, zarar gören kişinin haklarını korumak için müdahale etmezse, hiçbir sosyal yaşam mümkün olamaz.
Her yandan yaşam fışkırmaktadır.
[ ] başka düşmanı olmadığını söylerken çok haklıdır.
❝[ ] kendi dostluklarının kurbanı olurlar.❞
❝Her şey yolunda!❞
En kurnazlar ve en uyanıklar sosyal yaşamın ve karşılıklı desteğin avantajlarını anlayanlar karşısında elenir.
[ ] kıtlık dönemleri, tıpkı olağanüstü bolluk dönemleri gibi, talancılar sınıfının azmasına yol açar.
Arılar zekâlarını birleştirerek, tamamen öngörülemez ve olağandışı durumlarda bile, olumsuz koşullara galip gelmeyi başarırlar.
❝Dünyadaki maddelerin en olağanüstü atomlarından biri, belki insan beyninden de daha olağanüstü [ ]❞
❝Kimler daha iyi uyum sağlamıştır: Birbirleriyle sürekli olarak mücadele halinde olanlar mı, yoksa birbirlerine destek olanlar mı?❞
❝En zayıflar ve en aptallar ezilirken, en dayanıklılar ve en açıkgözler hayatta kalır, bunlar koşullar üzerinde zafer kazanmaya en müsait olanlardır, yoksa başka açılardan en iyi olanlar değil.❞
❝Hayvanlar âlemi ahlâki açıdan değerlendirildiğinde aşağı yukarı gladyatör dövüşü düzeyindedir. Yaratıklar dövüş için oldukça iyi yetiştirilip kavgaya atılırlar; kavgada, en güçlüler, en canlılar ve en kurnazlar hayatta kalır ki ertesi gün yeniden dövüşürler. Kimse kimseyi bağışlamadığından seyircinin, başparmağıyla ‘işini bitir’ işareti yapmasına gerek kalmaz.❞
[ ] kendi zenginliklerini ve kendi iktidarlarını arttırmaktan başka niyet taşımadan, koruyucu karşılıklı yardımlaşma kurumlarını parçalamak için ayaklanıyorlardı.
Tarihi yapmış olan bireyler de tarihçilerin kahraman diye sunduklarıyla sınırlanamaz.
İnsanlık tarihinde bireyin bencilliği, çoğu zaman ve sık sık dar anlamdaki ❝bireycilik❞ten, pek çok yazarın ileri sürdüğü zekice olmayan ve dar görüşlü bu ❝kişisel çıkar❞dan çok daha derin ve geniş, çok daha farklı bir şeydi [ ]
Sevgi, sempati ve kendini feda etme, ahlâki duygularımızın gelişiminde kuşkusuz büyük rol oynamaktadır.
[ ] insan ahlâkı yalnızca kişisel sevgi ve sempatiye dayandırıldığında, tüm olarak ahlâk duygusunun anlamı da kısıtlanmış olur.
Kropotkin hayvanlar alemine ilişkin bu gözlemleri insan türüne uygulamakta duraksamadı. Toplumun insanın ortaya çıkışıyla birlikte var olan dogal bir fenomen oldugunu ve insanın yapay düzenlemeler olmaksızın toplum hayatına dogal biçimde
uyum sagladigini savunur. Insan toplumsal bir türdür ve daima öyle olmustur.
Kropotkin antropolojik bulgulardan hareketle,
geleneksel toplumlarda insanların daima klanlar ve kabileler halinde yaşadıkları sonucuna varır. Bu klan ve kabilelerin adet ve
tabuları işbirligini ve karşılıklı yardımlaşmayı saglar.
O halde, dizginlenmemiş bireycilik modern bir oluşumdur. Kropotkin tarihsel incelemelerinden hareketle, yardımlaşmanın Ortaçag kent
lerinin komunal hayatında zirveye ulastigini savunur. Onaltıncı
yüzyıldan itibaren baskıcı kurumların ve modern Devlet’in orta
ya çıkması bile gönüllü işbirligini yok etmemistir
Bireylerin gevşek biçimde bir araya gelmelerini temel alan
ve bu birligin yegane bagı olma görevini üstlenen Devlet ih-
tiyaca yanıt vermedi. Karşılıklı yardım egilimi sonunda
onun demir kurallarıni kırdı; artik hayatın bütün yönlerini
kapsama ve insanın yaşamak için gerekli olan her seye sahip olmasını saglama egilimi gösteren birliklerin sonsuzlu-
icinde kendini yeniden ortaya koydu.
P. Kropotkin
İşte size insan psikolojisinin esası. İnsanlar eğer savaş alanında delirmemişlerse, yardım çağrılarını duyup da cevap vermemeye katlanamazlar. Kahraman gider ve herkes kahramanın yaptığı şeyi kendisinin de yapmış olması gerektiğini hisseder. Beynin yanıltmacaları karşılıklı yardımlaşma duygusuna direnemez; çünkü bu duygu insanın binlerce yıllık toplumsal yaşamı ve insandan önceki yüz binlerce yıllık toplumsal yaşam tarafından beslenmiştir.
Hepimiz biliyoruz ki politika toplumun salt bencilce öğelerinin özgeci özlemler ile en karmaşık bileşimlere girdiği alandır. Ama her deneyimli politikacılar bilir ki bütün politik hareketler geniş ve genellikle uzak amaçlar üzerine kurulmuştur ve en çıkar gözetmeyen coşkuları uyandıran hareketler en güçlüleridir. Tüm büyük tarihsel hareketler bu karaktere sahip olmuştur ve bizim kuşağımızda bu konumda sosyalizm durmaktadır.
Aslında, on ikinci yüzyıl Rönesansı ve
-Reformun öncüsü olan- on ikinci yüzyıl Rasyonalizmi olarak tanımlanan entelektüel hareket, çoğu şehrin hâlâ küçük köy komünlerinin sıradan bir yığınından ya da tahkim edilmiş bir sur içinden ibaret olduğu bu döneme aittir.
Her iklimdeki ve tüm ırklardaki barbar topluluklar arasındaki benzerlikler çok çarpıcı olsa da, yeni örnekler bizi bıktırıcı tekrarlara sürükler. Aynı evrim süreci tüm insanlıkta şaşırtıcı bir benzerlikle gerçekleşmiştir. Klan örgütlenmesi, içerden, ayrılmış ailenin, dışardan da göçmen klanların parçalanmasıyla saldırıya uğradığında ve farklı soydan yabancıları kabul etme zorunluluğuyla karşı karşıya kaldığında, işte bu dönemde, toprak anlayışına dayanan köy komünü ortadan kalkar. Önceki kurumdan -klandan- doğal olarak çıkmış olan bu yeni kurum, barbarlara tarihlerinin çok karışık bir evresinden, hayatta kalma mücadelesine batacak olan ayrı aileler halinde dağılmadan geçmesini sağladı. Yeni kültür biçimleri yeni örgütlenme koşullarında gelişti; tarım, günümüze kadar olarak aşılmış bir evreye vardı; ev içi endüstriler yüksek bir mükemmellik düzeyine erişti. Vahşi yerler keşfedildi, yollarla birbirne bağlandı ve ana topluluklardan oğul arılar gibi çıkan gruplar buralara yerleştiler. Pazarlar oluştu ve korunaklı merkezler kuruldu, ortak ibadet için tapınaklar yapıldı. Tüm kavimlere ve farklı kökenden birçok kavme uzanan, daha geniş bir birlik fikri adım adım tasarlandı. Yalnızca intikam fikrini içeren eski adalet anlayışı yavaş ve derin bir dönüşüm geçirdi -intikamın yerini tazminat aldı. İnsanlığın üçte ikisinin, hatta daha fazlasının gündelik yaşamının yasası olmaya devam eden geleneksel yasa, bu örgütlenme koşullarında oluştu; kişisel zenginliklerin birikimine sunulan kolaylıklara orantılı olarak gücü büyüyen azınlıkların, kitleleri ezmesini engellemeye yönelik görenekler sistemi de bu koşullarda oluştu. Kitlelerin karşılıklı dayanışmaya yönelik eğilimlerinin aldığı yeni biçimler bunlardı. Ve insanlığın bu yeni, yaygın örgütlenme biçimi koşullarında gerçekleştirdiği -ekonomik, entelektüel ve ahlâki- ilerleme öyle büyüktü ki, devletler, daha sonra oluşmaya başladıklarında, eskiden herkesin çıkarı adına köy komününün uyguladığı tüm hukuki, ekonomik, idari işlevleri azınlıkların çıkarı adına sahiplenmekten başka bir şey yapmadı.
Düşmanlara karşı da dostlara karşı da, yumuşak bir ruhla ve hakkaniyet ilkelerine göre davranmak ve haksızlıkları telafi etmek insanın en yüksek görevidir; kötülük ölümdür, iyilik yaşamdır diye haykırır yasa koyucu şair. Dudakların yaptığı sözleşmelere uyulmadığı taktirde dünya çılgınca bir yer olur,’ der Brehon yasası. Ve Mordovyalı mütevazı şamanist, aynı nitelikleri övdükten sonra, kendi geleneksel hukuk ilkeleri içinde, komşular arasında inek ile süt çanağı ortaktır ; ineğin sütü hem sizin için hem de süte ihtiyacı olan içindir ; çocuğun bedeni dayaktan kızarır, ama vuranın suratı utançtan kızarır , vs. diye ekler. Barbarlar ın ifade ettiği ve uyduğu benzer ilkelerle sayfalar doldurulabilir.
İnsan yaşamına önem vermememe gibi tavırları olmayan barbarlar korkunç cezalandırmaları da bilmiyorlardı; bunlar daha sonra, Roma’nın ve Bizans’ın etkisi altında, laik ve dini yasalarla birlikte ortaya çıkacaktır. Çünkü, Sakson yasası, özellikle yangın ya da silahlı talan durumunda ölüm cezasını kolaylıkla kabul ediyor olsa da, diğer barbar yasaları ölüm cezası kararını özellikle komün ya da kabile karşısında ihanet durumunda ya da kömünün tanrılarına hakaret durumunda veriyorlardı; tanrıları yatıştırmanın tek yolu buydu.
Yemeklerin akrabalar arasında ya da yakınların birarada olduğu daha samimi çevrelerde yenme alışkanlığını klan örgütlenmesinin ilkel evresinde bile görürüz.
Eskimoların yaşamı komünizme dayanmaktadır. Balık avından ya da kara avından elde edilen şey klana aittir. Fakat birçok kabilede, özellikle Danimarkalı yerleşimcilerin etkisi altındaki batıda, özel mülkiyet kurumlara nüfus etmiştir. Bununla birlikte, bir süre sonra kabilenin birliğini zedeleyecek olan kişisel zenginlik birikiminden doğan kusurlara çare bulacak araçları vardır. Bir kişi zengin olduğunda, klanındaki tüm insanları büyük bir şenliğe çağırır ve herkes iyice yemek yedikten sonra tüm servetini onlara dağıtır. Yukon nehri üzerinde, Dall bu şekilde, 10 tüfek, 10 takım kürk giysi, 200 inci kolye, çok sayıda örtü, 10 kurt kürkü, 200 kunduz ve 500 de samur kürkü dağıtan bir Aleut ailesi gördü. Ardından, bağışçılar şenlik giysilerini çıkarmışlar, onları da vermişler ve eski kürklerini paramparça ederek, klanlarına bir şeyler söylemişler, artık onların herhangi biri kadar yoksul olmalarına rağmen, dostluklarını kazandıklarını söylemişler. Bu zenginlik dağıtımı Eskimolarda düzenli bir alışkanlık gibi gözükmektedir ve bazı mevsimlerde, yıl boyunca edinilmiş olan her şey sergilendikten sonra dağıtılır.
Rekabet yok! Rekabet türe her zaman zarar verir, bundan kaçınmanın sayısız yolu vardır! Doğanın eğilimi bu yöndedir, her zaman tam anlamıyla gerçekleşmese de, mevcut eğilim hep budur. Çalının, ormanın, okyanusun bize söylediği parola budur. Birleşin! Karşılıklı yardımlaşın! Herkese ve her birinize en büyük güvenliği; fiziki, entelektüel ve ahlâkî bakımdan varoluşun ve ilerlemenin en iyi garantisini sunan en emin yol budur. İşte doğa bize bunu öğretir; kendi sınıfları içinde en üstün konuma erişmiş hayvanların yaptıkları da budur. İnsanın -en ilkel insanın- yaptığı da budur; insan toplumlarında karşılıklı yardımlaşmaya ayrılmış ileriki bölümlerde göreceğimiz gibi, insan şu anki konumuna bu sayede erişebilmiştir.
Memelilere gelince, hayvanlar âleminin bu geniş bölümünde bizi etkileyen şey, işbirliği içine girmeyen birkaç etobur türüne karşın sosyal türlerin sayısal olarak olağanüstü baskın halidir. Yaylalar, dağlık bölgeler, eski ve yeni kıtanın stepleri geyik, antilop, ceylan, alageyik, bizon, karaca ve yabankoyunu sürüleriyle doludur ve bunların hepsi sosyaldir. Avrupalılar Amerika’ya yerleştiklerinde, orada öyle büyük miktarda bizonla karşılaştılar ki, bu hayvanların göç eden bir sürüsü yollarına çıktığında bu öncü göçmenler durup beklemek zorunda kaldılar. Bizonların kalabalık sürülerinin gecişi kimi zaman iki,üç gün sürüyordu. Ve Ruslar Sibirya’yı mülk edindiklerinde, orayı karaca, antilop, sincap ve diğer sosyal hayvanlarla öylesine dolu buldular ki, Sibirya’nın fethi iki yüz yıl boyunca süren bir av seferinden başka bir şey olmadı. Doğu Afrika’nın çayırlık ovaları hâlâ zebra, Afrika karacası ve diğer antilop sürüleriyle doludur.
Son olarak elimizde, hayvanlar arasında karşılıklı yardımlaşmanın bir başka mükemmel örneği daha var: Kuş göçleri. Bu öyle geniş bir konu ki burada ancak kısmen ele almaya cesaret edebiliyorum. Büyük bir bölgeye dağılmış küçük gruplar halinde aylarca yaşamış olan kuşların binlercesinin bir araya geldiğini; art arda günler boyunca bir yerde toplandıklarını, sonra yola koyulduklarını ve yolculuğun ayrıntılarını açıkça tartıştıklarını söylemek yeterli olacaktır. Birkaç tür, her öğleden sonra, uzun mesafeli hazırlık uçuşları yapar. Gecikenleri hep birlikte beklerler ve nihayet, birikmiş kolektif deneyimin sonucu olarak iyice belirlenmiş bir yöne doğru uçmaya başlarlar, en güçlüler sürünün başında uçar ve bu güç görevde birbirlerinden nöbet devralırlar. Büyük ve küçük kuşların da içinde yer aldığı büyük sürüler halinde denizleri aşarlar; ve ertesi ilkbaharda geri geldiklerinde aynı yere geri dönerler, genellikle her biri önceki yıl yaptığı ya da tamir ettiği yuvayı yeniden sahiplenir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir