İçeriğe geç

Karanlık Orman Kitap Alıntıları – Cixin Liu

Cixin Liu kitaplarından Karanlık Orman kitap alıntıları sizlerle…

Karanlık Orman Kitap Alıntıları

Basitliği hafife alma. Basit, sağlam demektir. Matematiğin tüm yapısı basit aksiyomlara oturtulmuştur.
Doğal bir biyolojik evrimin sonucunun kendini göstermesi için en azından yirmi bin yıl gerekir ama insan medeniyeti beş bin yıllık bir tarihe ve modern teknolojiye ise iki yüzyıldır sahip. Bu da demek oluyor ki modern bilimin çalışmaları bugün ilkel insanların beyinleri ile yapılmakta.
Bakın insanların çoğu hayallerindeki varlığa aşık olurlar. Aşık oldukları gerçek bir kadın ya da erkek değildir. Hayallerindeki kadın ya da erkektir. Gelecekteki kişi hayalini kurduğu sevgili için kullandığı bir şablondur. En sonunda da onlar hayalini kurdukları sevgili ile şablon arasındaki farkı görürler. Eğer bu farklılıklara alışabilirlerse birlikte olabilrler ama yok, alışamazlarsa birbirlerinden koparlar. Bu kadar basittir.
Hayır, hayır. Nerede olduğumuzu söyleme! Eğer nerede olduğumuzu bilirsek, o zaman dünya bir harita gibi daralır. Nerede olduğumuzu bilmezsek, o zaman dünyayı sınırsız hissederiz.
-En sevdiğin mevsim ne?
-Sonbahar.
-Neden ilkbahar değil?
-İlkbahar ilkbaharda bir sürü duyu bir arada. İnsan yoruluyor. Sonbahar daha iyi.
Nereye gittiğimiz fark etmez. Önemli olan yolculukta olmanın verdiği o harika his.
İnsan haklarının ve eşitliğinin kökleri çok derine iner. Hayatta kalma eşitsizliği en büyük adaletsizliktir.
O, bir yaz akşamındaki mum gibiydi. Kelimeler böcekler gibi alev etrafında toplanıyor, devamlı beyninin içini matkap gibi deliyordu.
Hayatta kalma eşitsizliği en büyük adaletsizliktir.
Usta Ding, eski günlerde kızların çoğu size aşık olmuş olmalı, dedi Xizi.
Genelde sevdiğim kızları rahatsız etmem. Goethe’nin dediğine inanıyorum:’Eğer seni seviyorsam, bu seni ne ilgilendirir?
Yakında güneş batacak. Çocuğunuz korkmuyor mu?
Tabi ki korkmuyor. O güneşin yarın yeniden doğacağını biliyor.
Luo Ji yavaşça ayağa kalktı. Ye Wenjie ve Yang Dong’un mezar taşlarına son bir kez baktıktan sonra, tökezleyerek yavaş yavaş geldiği yoldan döndü.
Karınca mezarın zirvesine ulaşmıştı ve gururla güneşe duyargalarını sallıyordu. Dünya üzerindeki tüm canlıların dışında sadece o buna tanıklık etmişti.
Evren karanlık bir ormandır. Her medeniyet ağaçların arasında gezinip takip eden silahlı bir avcıdır, tıpkı hayalet gibi, yolunu engelleyen dalları kenara iterek sessizce yürümeye çalışır. Nefesini bile itinayla alıp verir, avcı dikkatli olmak zorundadır. Çünkü ormanın her yerinde gizli avcılar vardır. Eğer başka bir avcı, bir melek veya şeytan, bir bebek veya sendeleyen yaşlı bir adam, peri veya yarı tanrı gibi başka bir hayat bulursa yapabileceği tek şey vardır: ateş açmak ve ortadan kaldırmak. Bu ormanda, cehennem diğer medeniyetlerdir. Kendini gösteren diğer canlı varlıkları hemen ortadan kaldırmaya çalışan sonsuz bir tehdittir her medeniyet. Bu, kozmik medeniyetin resmidir işte. Fermi Paradoksu için açıklamadır.
Luo Ji önemli değildi. Önemli olan Güneş’ti. Şu andan itibaren, insanlık artık evrene mesaj göndermek için güçlü bir anten olarak güneşi kullanamazdı.
Damlacık Güneş’i mühürlemişti.
Yine de hala iki yüzyıl önce donmuş göl üzerindeki o soğuk gecedeki gibi bir duygu kabarmıştı: Luo Ji’nin sıradan kişiliği kayboldu ve bir kez daha Duvarabakan oldu.
İnsanlığın uzay kuvvetinin tamamı sadece bir Üç Cisim mekiği tarafından yok edilmişti ve bunun gibi dokuz tanesi Güneş Sistemi’nden 3 yıl uzaktaydı.
Sanki milyonlarca ruh Güneş Sistemi’nin soğukluğunda yüzüyordu.
Clarke bunu, Geometrik mükemmelliğin azametli görüntüsü neredeyse dayanıklıdır, olarak nitelendirmişti.
Şimdi insanlık çok daha azametli bir görüntüyle karşı karşıyaydı.
Ama Keiko Yamasuki’nin söylediği son cümle onları durdurdu. Keiko, Hines’a döndü: Duvarabakan Bill Hines, ben senin Duvarıyıkan’ınım.
Luo Ji resepsiyonda yalnız kaldı ve sessizce düşündü. Bir kurtarıcı olarak iki yüzyıl geçirmişti. Şimdi bir kez daha sıradan bir insandı. Yeni bir yaşam onu bekliyordu.
Göz yaşları, bu cesur yeni dünyanın manzarasında, Luo Ji’nin yüzünden aşağıya doğru süzülüyordu ve yeni doğan yaşam hissi her hücresine nüfuz etmişti. Geçmiş gerçekten de bir rüyaydı.
Duvarıyıkan bu soruyu onun yerine sordu. Farz edelim ki doğru, o zaman ne olacak?
Rey Diaz purosuna baktı ve başını salladı.
Benim cevabım da Tyler’ın Duvarıyıkan’ı ile aynı. Efendi umursamıyor.
Sigarasından bir nefes çekip dumanını üfledikten sonra ayağa kalktı.
Duvarabakan Manuel Rey Diaz, ben sizin Duvarıyıkan’ınızım.
-Son soru: Yüzyıl veya daha fazla zaman boyunca ne yapmayı planlıyorsunuz?
-Özgür olacağım. Hibernasyon. 187J3X1 üzerindeki büyünün etkisi tespit edildiğinde beni uyandırın.
Yıldız, güneşten elli ışık yılı uzakta. Bu yüzden büyü en erken elli yıl içinde tamamlanacak. Ama bizim etkisini yüz yıl süresince gözlemlememiz mümkün olmayacak.
Uzun zamandır düşünüyorum, ben Efendi’nin Luo Ji’den korkuyor olmasının tek bir olası nedeninin olduğununa inanıyorum: O malum gücün sözcüsüdür.
Çünkü tüm insanlıkta Üç Cisim’in öldürmek istediği tek kişi sizsiniz.
Duvarıyıkan kapıyı açtığında Tyler sert bir sesle, Söylediklerin doğruysa, ne olacak yani? dedi.
Duvarıyıkan, Tyler’a döndü. Hiçbir şey. Bay Tyler, senin planını bozsam da bozmasam da Efendi umursamıyor.
Acınacak adamın zayıf bir sesle çıkan ilk cümlesi Tyler’ı şimşek gibi çarptı ve hemen olduğu yere sersemlemiş bir şekilde oturdu. Her kelimesi bir gök gürültüsü gibi oldu.
Duvarabakan Frederick Tyler, ben senin Duvarıyıkan’ınım.
Duvarabakanlar yine sessizliğe büründü, her biri kafasında kendi Duvarıyıkan’ının görüntüsünü hayal ediyordu. Günün birinde Duvarıyıkan’ın ortaya çıkıp Duvarabakan’ın sonunu getireceğini sayısız kez kabuslarında göreceklerdi.
-Tüm Duvarabakanlar arasında en tehlikelisi Luo Ji mi? diye sordu birisi duraksayarak.
– Bunu da bilmiyoruz. Tek bir şey çok açık, diyen Qin Shi Huang, maviden siyaha dönen gökyüzüne baktı. Bu dört Duvarabakan’dan sadece o Efendi ile çatışabilir.
Luo Ji kendisinin Duvarıyıkan’ıdır. Onun Efendi’ye karşı olan tehdidi bulması gerekiyor.
Her Duvarabakan için bir tane Duvarıyıkan atayacağız. Tıpkı Duvarabakanlar gibi Duvarıyıkanlarda örgütün tüm kaynakları kullanımında yetkili olacak.
İnatçı mantığı tıpkı Prometheus’u bağlayan zincirler gibi soğuk ve çarpıktı.
Luo Ji adamın bakışlarına hayran oldu, tıpkı şeytan ve melek ya da atom bombası ve aynı büyüklükteki değerli bir taş gibiydi
Onlar güneşin batışını izlerken, kızın saçları hafif bir akşam esintisiyle dalgalanmıştı ve sanki gün batımının son altın ışıklarını yakalamaya çalışıyor gibiydi.
-Alacakaranlıktan sonra yıldızlar gelir ama şafaktan sonra geri sadece
-Sadece gerçekliğin sert ışığı kalır.
Kutsal kitabınız İncil, yılan denen bir hayvandan bahsediyor. Bir yılan sürünerek gelip size hizmet etmek istediğini söylese, korkunuz ve tiksintiniz azalır mı?
Hile ve yalan kelimelerine gelecek olursak, bu ikisi de anlamakta zorluk çektiğimiz kelimelerden.
Demek istediğim, düşünceleriniz ve anılarınız dış dünyaya karşı şeffaf, tıpkı herkesin okuyabileceği bir kitap gibi ya da bir binaya yansıtılan bir film gibi ya da şeffaf bir akvaryumdaki balık gibi.
Birincisi: Hayatta kalmak uygarlığın en temel ihtiyacıdır. İkincisi: Uygarlık sürekli büyür ve genişler ancak evrendeki toplam madde miktarı sabit kalır.
Dünyada hiç mükemmel insan olmadığını, çok az mükemmel kadın olduğunu gördüm.”
Zhuang Yan çaresizce gülümsedi. Bay Luo, hayat benim için kolay olmadı. Mezun olduktan sonra topluma karıştığımda denize ilk kez yüzen bir balık gibiydim. Su çok çamurluydu ve ben de hiçbir şey göremiyordum. Her zaman daha temiz sularda yüzmek istedim. Ancak yüzmek yorucu olmaya başladı
-Uzaylılar gelmeyecek mi?
-Onların güzelliğin değerini bildiğini düşünmüyorum.
-Neden?
-Babam demişti ki, güzelliğe karşı hassas olan insanlar doğayla barışık ve iyidir ve iyi değillerse, güzelliğin değerini bilmezler.
“Şimdi sadece yıldız ve mezar taşlarını görüyordu. Sonsuzluğun en büyük iki sembolleri.”
“Objektif bir gerçeğin üzerine kurulu olmayan hiçbir inanç güçlü değildir.”
“Gerçek her zaman toz tutar”
“Dünyada hiç mükemmel insan olmadığını, çok az mükemmel kadın olduğunu gördüm.”
“Alacakaranlıktan sonra yıldızlar gelir ama şafaktan sonra geri sadece gerçekliğin sert ışığı kalır.”
“Siz politikacılar insanlık hakkında bir çırpıda atıp tutabiliyorsunuz ama ben insanlık göremiyorum. Ben sadece bireyleri görebiliyorum. Ben sadece bir bireyim, sıradan bir insanım ve insanlığın kurtarılması sorumluluğunu üzerime alamam. Ben sadece hayatımı yaşamak istiyorum.”
“Düşünmek” ve “söylemek”, bunların eş anlamlı olmadığını daha yeni öğrendik ve çok şaşırdık.”
“Deneyimlerime göre, her düşünce yoldan çıkmakla yükümlüdür.”
“Muazzam bir değişimin yaşandığı dünyada değişmeyen tek şey zamanın sabit hızda geçişidir.”
“Belki sadece eski mutlak monarşide hükümdarların her istediklerini yapmaları mümkün olmuştu ama onlar bile en sonunda yaptıklarının hesabını vermek zorunda kalmıştı.”
“İnsan uygarlığı sadece beş bin yıllık bir geçmişe sahip. Şu anda kullanmakta olduğumuz insan beyni ilkel bir beyindir.”
“Her şeyin bir sonu vardır. Güneş ve evren de bir gün ölecek. Peki, o zaman neden insanlığın ölümsüz olması gerektiğine inanıyoruz?”
“Evren karanlık bir ormandır. Her medeniyet ağaçların arasında gezinip takip eden silahlı bir avcıdır, tıpkı bir hayalet gibi, yolunu engelleyen dalları kenara iterek sessizce yürümeye çalışır. Nefesini bile itinayla alıp verir, avcı dikkatli olmak zorundadır. Çünkü ormanın her yerinde onun gibi gizli avcılar vardır. Eğer başka bir avcı, bir melek veya şeytan, bir bebek veya sendeleyen yaşlı bir adam, peri veya yarı tanrı gibi başka bir hayat bulursa yapabileceği tek şey vardır: ateş açmak ve ortadan kaldırmak. Bu ormanda cehennem diğer medeniyetlerdir. Kendini gösteren diğer canlı varlıkları hemen ortadan kaldırmaya çalışan sonsuz bir tehdittir her medeniyet. Bu, kozmik medeniyetin resmidir işte. Fermi Paradoksu için açıklamadır”

Ve bu karanlık ormanda, şenlik ateşini yakıp, “İşte buradayım! İşte buradayım !” siye bağıran ve tüm ilgiyi üzerine çekmeye çalışan insanlık denen aptal bir çocuk var”

Sen başka bir yol bulana kadar bizim yaşamamıza izin verdin.
Uygarlık için zaman ayır, uygarlık zaman ayıramayacağı için.
“Deneyimlerime göre, her düşünce yoldan çıkmakla yükümlüdür.”
Yaşam için zaman yaratın, yaşam zaman ayırmayacağı için.
İnsanlık bir ölüm kalım meselesiyle karşı karşıya. Bu koşullarda nasıl olur da birkaç şeyden vazgeçemiyoruz?
İnsan uygarlığı sadece beş bin yıllık bir geçmişe sahip. Şu anda kullanmakta olduğumuz insan beyni ilkel bir beyindir.
Her şeyin bir sonu vardır. Güneş ve evren de bir gün ölecek. Peki, o zaman neden insanlığın ölümsüz olması gerektiğine inanıyoruz?
Eğer seni seviyorsam, bu seni ne ilgilendirir. Goethe

Eğer biz yasaları keşfediyorsak, bundan yasalara ne? Belki bir gün insanlık veya başka birileri bu yasaları inceleyecek ve sadece kendi gerçekliklerini değil tüm evreni değiştirmeleri mümkün olacak.

Sonra çok önemli teknolojiler ortaya çıktı: Hava bağımlı gıda dönemi bitirilip genetik mühendisliği ve füzyon teknolojisi, büyük ölçekli gıda üretimiyle ilişkilendirildi.
Bir hayat ile 8,2 milyon hayat arasındaki fark nedir? Ölen kişi tek bir kişiyse o zaman bir saygınız olmayacak mı?
Ve bir milyon yıldız hidrojen bombası Merkür’ü Güneş’e doğru yavaşlatmakta yeterli olmaktan çok fazla uzak.
Merkür’ün testini naklen izliyordu. Aslında tam olarak canlı yayın denemezdi buna, yedi dakikalık bir zaman farkıyla geliyordu görüntüler.
, Merkür’ü insan yapımı ilk halkalı gezegene çevirmişlerdi. Halka inceydi ve güneşin şiddetli ışığında ışıldıyor gibiydi. Sanki birisi gezegeni fosforlu kalemle işaretliyordu.
Yıldız sınıfı hidrojen bombaları sadece uzayda test edilebilirdi. Mesafeden dolayı, bombadan açığa çıkacak olan elektromanyetik darbe Dünya’nın telekomünikasyon ve enerji sistemleri üzerinde bir felaket etkisi yaratırdı.
ilk bombada öngörülen verim, 350 megaton TNT patlayıcısına ya da insanlık tarafından üretilmiş en büyük hisrojen bombasının yedi kat fazla güçlü haline eşdeğerdi.
İnsan beyninin evriminde fark edilebilir değişiklikleri gerçekleştirebilmek için yirmi bin ila iki yüz bin yıla ihtiyaç var. Ama insan uygarlığı sadece beş bin yıllık bir geçmişe sahip. Şu anda kullanmakta olduğumuz insan beyni ilkel bir beyindir.
Uzay araçlarının geleceği için radyasyonla çalışan radyoaktif iticiler galip gelmişti. Bu tip iticilerde gerekli olan yüksek güçlü rektörler sadece uzayda test edilebiliyordu. Uzayın otuz bin kilometre içinde parlayan bu reaktörler, nükleer yıldız olarak da biliniyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir