İçeriğe geç

Kara Prens Kitap Alıntıları – Iris Murdoch

Iris Murdoch kitaplarından Kara Prens kitap alıntıları sizlerle…

Kara Prens Kitap Alıntıları

Onun yaşamı olduğunu düşündüğüm her şeye hayran olmuştum. O bir örnekti: yaşam boyu gösterilen çaba ve başarısızlık. Denemeye devam etmek çok etkileyici bir şey. Bazen de aptalca.
Sanat gizlidir. Ama bir sesi de olmalı, yoksa kendisi de olmazdı. Sanat herkesindir. (Ama yalnızca iyi olduğu zaman) Sanat kısadır. (Zamansal açıdan değil) Sanat ne bilim, ne aşk, ne güç ne de hizmettir. Fakat tüm bunların gerçek sesidir. Bunların doğrusudur. Araştırır, çene yapmaz.
Yaşamaktan ümidi kesen ruh, çok derin keşiflerde bulunuyor.
Hayatımda hiç bu kadar tetik ve canlı olmamıştım ve yeni bilincimin bu avantajından faydalanarak geri döndüm, eskiden nasıl bir adam olduğuma baktım: çekingen, tamamlanmamış, kırgın bir adam.
İnsan yaptığı şeylerden sorumludur, geçmişi kendisine aittir. Bir düş dünyasına girerek onu silip atamazsın, hayatının dün başladığını söyleyemezsin. Kendini ne kadar aşık hissedersen hisset bir gecede yepyeni bir insan olamazsın. Bu tür bir aşk yanılsamadır.
Sonunda, dünya belki de yalnızca cefa çekmek için gelinen bir yer olarak tanımlanabilir. İnsan acı çeken bir hayvandır; durmak bilmeyen kaygılara, acılara, korkulara bağımlıdır. Bununla birlikte elem ırmağı herkes için farklı akar. Hepimiz acı çekeriz, ama her birimiz şaşılacak kadar farklı çekeriz acılarımızı.
İnsan yüreğinin aşka ve bilgiye duyduğu özlem sınırsızdır. Fakat insanların çoğu bunu ancak aşık olduğunda fark eder, bu arzu kavramı varlık kazanıp karşılarına çıktığı zaman.
Bizi hangi mucize biraraya getirdiyse yine aynı mucize bizi otomatik olarak birbirimizden ayıracak, mesele bu. Biz kopmak üzere biraraya geldik, birlikteliğimizin nedeni bu.
Kıskançlık, günahların en gönülsüzce yapılanıdır. Hem en çirkini hem de en kolay affedilebilir olanıdır.
Henüz kıskanmadığımı söylemiştim. Kıskançlık ne de olsa aklın bir pratiği ya da oyunu. Benim aşk durumum öyle muazzam bir bütünlük içindeydi ki henüz aklı içeri alamazdı. Akıl bu muazzam yapının hemen yanı başında duruyor, geçecek bir delik arıyordu. Henüz yolunu bulamamıştı.
Bir kez açığa vurulduktan sonra aşk strateji ister: ne yaparsanız yapın bunun sonun başlangıcı olduğunu engelleyemezsiniz.
Değiştiremeyecek kadar geç olana kadar ne yapmakta olduğumuzun farkına varmıyoruz. Kendimizi asla, zaten arasak bile zor bulacağımız karar anlarına odaklanacak şekilde ayarlamıyoruz.
Etrafa bakacak olursak korkunç bir irade gücüne sahip kadınlar tarafından teslim alınmış, idare edilen bir sürü mutlu adam görebiliriz.
Haksızlığı ve suçu işleyenlerin ödüllendirildiğini görmüş ve dehşete düşmüştüm. İnsan perişanlığının bu yüzünü görmek ne acı ve bunu ne kadar çok görüyoruz…. Kötüler, gözlerimizin önünde güçleniyor ve bu her gün daha da artıyor.
İyinin zaferi diye bir şey yoktur, zafer varsa bu iyinin zaferi değildir. Gözyaşlarının kurutulması, masumların ve haksızlığa uğrayanların acılarının silinmesi diye bir şey yok.
Birini aramak algısal açıdan son derece tuhaf bir olaydır: bütün dünya birdenbire, aranan şeyin yokluğunun bir hayalet gibi vücut bulacağı bir temel üzerine kurulacak şekilde organize edilir.
Hepimiz, doğal bir dürtüyle, dostlarımızın başına gelen felaketlerden bir tür keyif alırız; ama bu onlarla dost olmamızı engelleyen bir şey değildir. Bu duygu, tümüyle olmasa da kısmen, yardım edebilecek kadar güçlü bir pozisyona getirilmemizden kaynaklanır. Beklenmeyen ya da zamansız bir felaket özellikle daha da çekicidir.
Önceleri onun insana hayat veren biri olduğunu düşünmüştüm. Sonradan da ölüm getiren biri olduğuna karar verdim. Bazı kadınlar böyledir. Bütün dünyayı gözlerinin önüne seriverecekmiş gibi bir enerjiye sahip sanırsınız ama bir de bakarsınız ki bütün enerjisiyle seni yalayıp yutmakla meşgul.
Özgürlük olmadan ne sanat, ne de doğrular var olur. Zorbalara hayır diyen insanların ve büyük sanatçıların önünde eğiliyorum.
Yalnızca var olma görevimden başka bir din tanımıyorum. Geleneksel dinler düş ürünlerinden ibaret. Korku ve dehşet yalnızca bir milimetre uzağında kalıyor.
Yazmak evlenmek gibi bir şey. İnsan şansına sonuna kadar güvenmedikçe düşüncelerini açığa vurmamalı. Her ne kadar moda düşüncelere ters düşse de, olumsuz, olumludan ve onu kullanandan daha güçlüdür.
Hem vergi memurları hem de diş hekimleri insan doğasında yer alan derin korkuları kolayca ortaya çıkartabiliyor: bizlere, alınan her keyfin, yıkıcı da olsa, bir karşılığı olduğunu, bu keyiflerin bize karşılıksız değil, ödünç olarak verildiğini, en vazgeçilmez melekelerimizin bile gelişir gelişmez çürümeye başladığını hatırlatıyor.
Beyaz bir sayfanın saflığını, uygunluk ve güzelliğin en kusursuz halinden daha azıyla, yani doğru olandan daha azıyla doldurup suistimal etmektense, yaşamları boyunca sessizce beklemeyi tercih eden sanat azizleri de var.
Bütün sanatlar uyumsuzlukları ele alır ve sadeliği amaçlar. Sanatın iyisi gerçeği anlatır, daha doğrusu gerçeğin ta kendisidir, belki de tek gerçektir.
Sanatın korkunç şeylere bir çekicilik kazandırması, onun zaferi de olabilir, laneti de. Sanat bir yok oluştur.
Kayıtsız bir dünyaya karşı gerçeği haykıran insanlar genellikle bir süre sonra yorgun düşer, sesi çıkamaz olur ya da kendi akıllarından kuşku duymaya başlarlar. Benim yardımım olmasaydı onun başına gelecek olan da buydu. Onun kendisine inanacağı, inanç duyacağı birine ihtiyacı vardı. Tam ihtiyacı olduğu sırada beni, öteki ben’ini buldu.
Yaşamın sanata benzemediğini gösteren şeylerden biri de aziz dostum, sanattaki karakterlerde tecavüz edilemez bir vakar olması. Oysa yaşamdaki karakterlerin böyle bir özelliği yok. Ama yaşam, acıklı ve sürekli bir biçimde sanatın bu özelliğine öykünür; tıpkı diğer özelliklerine öykündüğü gibi.
Ruh kimi zaman öyle viran oluyor ki yalnız adı kalıyor.
Dostlukların çoğu donmuş ilişkilerden ve gelişemeyen yarı düşmanlıklardan oluşur.
İnsan mutluluğu en mükemmel koşullarda bile gölgelenmeden kalmaz, hatta neredeyse saf mutluluk dediğimiz şeyin kendisi bir dehşet yaratabilir.
Sonunda hassasiyet, her zaman olduğu gibi, gerçeğin yerini gasp etmişti.
Kayıtsız bir dünyaya karşı gerçeği haykıran insanlar genellikle bir süre sonra yorgun düşer, sesi çıkmaz olur ya da kendi akıllarından kuşku duymaya başlarlar.
Hepimiz, pamukla takviye edilmiş özel hücrelerimizde çığlıklar atıyoruz.
Hayat bir işkence sahip olduğumuz bilinç bir işkence aracı. Elimizdeki küçük araçlarımız yalnızca çığlık atmamızı durdurmaya yarayan uyuşturucular gibi.
Mutlu bir evliliği olan herkes kendini kandırıyor demektir ya da gerçekten yalan söylüyordur. İnsan ruhu sürekli yakınlaşmak üzere düzenlenmemiştir. Zorla kurulan bu komşuluk ilişkisi genellikle şaşırtıcı bir yalnızlıktır. Ve oyunun kurallarına göre azalması da yasaktır. Aynı yerde kafese kapatılanların çektiği yalnızlık kadar gereksiz bir yalnızlık yoktur. Kafesin dışında kalanlar ise, kendi zevklerine uygun olarak, öteki insanların bulundukları yöne doğru yaptıkları iyi kötü organize koşuşturmalarla topluma duydukları ihtiyacı tatmin ederler.
Yaşam aynı zamanda korkunçtur da. Metafizik açısından bakmasak bile yaşam, tesadüflerle acılarla ve ölüme yakınlığıyla yıkılmaya mahkumdur. İşte bizim tehlikeli ve gerekli aracımız olan ironi de buradan doğar.
Insan ruhu..dinde ender de olsa görülen o mucizeler bir yana..yalnızca aşk ve sanat tarafından işareti verilebilen bir sonsuzluğa hasrettir.
Insana ait şeylerin onarılmasına yarayan ışıktır sanat.
Insan ruhu sürprizlerle dolu.
Sanatçının efendisi olmaz. Hayır,yoktur.
Belki de insanın aklını yitirmesi daha iyi,hiç olmazsa mutlu değilken bile mutlu olduğunu sanabiliyor.
Insan öyle durup dururken, romanlardaki gibi,birdenbire aşık olmaz.
Bilinçsiz zihinler için zamanın önemi yoktur.
Yaşamaktan ümidini kesen ruh,çok derin keşiflerde bulunuyor.
Affetmek,hep bir duygu gibi düşünülür. Aslında duyguların sona ermesi demektir.
Bazen insanlar duygularını söyleyince onlardan kurtulurlar.
Belki de gerçeklik,acı çekişin içindedir.
Aşk bilgidir,filozofların bize söylediği.
Yaşamımızda kapkara bir mutlaklık olarak kalacak ve silinip atılamayacak acılar da vardır.
Hepimiz acı çekeriz ama her birimiz şaşılacak kadar farklı çekeriz acılarımızı.
Ölümü isteyen birini kurtaramazsın.
Bazen çok acı verse de susmak zorunda kalır insan.
Insan yüreğinin aşka ve bilgiye duyduğu özlem sınırsızdır. Fakat insanların çoğu bunu ancak aşık olduğunda fark eder,bu arzu kavramı varlık kazanıp karşılarına çıktığı zaman.
Yüzünde çıplaklık, yalnızlık ve bir maskenin belirsiz bakışları vardı.
Kusursuzluk anlık bir ıstıraptır.Anlık ıstırap. Zamanla bir ilgisi yok.
Gelecek,bir kılıç gibi şimdiki zamanın içinden geçmişti.
Ben de kendimi anlamak istiyorum.
Ruh kimi zaman öyle viran oluyor ki yalnız adı kalıyor.
Neden insanın dağıtabileceği sevgi sınırlı olsun?
Artık sınırlarda olduğuma seni nasıl ikna edebilirim?
Belki de insanın aklını yitirmesi daha iyi, hiç olmazsa mutlu değilken bile mutlu olduğunu sanabiliyor.
Seviyorum, tapıyorum ve ödüllendirileceğim
. duygular beni yiyip bitiriyor, bağıramıyorum bile.
Onun bana olan aşkı mutlak bir yemindi. Sonsuzluğa ait. O yeminden kuşku duyamam, kâinattaki varoluşun kuralı o, o beni sevmezse yine kaos olacak. Aşk bilgidir, filozofların bize söylediği. Onu sezgisel olarak biliyorum, sanki kafamın içindeymiş gibi.
Sessiz kalmanın bir onuru ve gücü var.
Kıskançlık bir kanserdir ,beslendiği şeyi öldüren ama bu işi korkunç bir yavaşlıkla yapan bir katil. (Bu yüzden kendisi de ölür. )
Kıskançlık ne de olsa aklın bir pratiği ya da oyunu.
Aşk tarihtir,diyalektiktir, harek etmek zorundadır.
Sevme duygusunun kendisi, sevilen kişinin varoluşunu düşünmek kendi içinde bir sondur.
Bir şeyi uzatmak da zaten işkenceye dönüşebilirdi.
İhtirasla yazılmış bir mektubun okunmadan geri gelmesi, hayal gücünün uzak bölgelerinde ıstırap uyandırıyor.
Mutluluk veren kişi yalan söyleyen kişi olmak zorunda ve gerçeği gören ruh ondan söz edemez mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir