İçeriğe geç

Kapılarımı Kapatıyorum Kitap Alıntıları – Joyce Carol Oates

Joyce Carol Oates kitaplarından Kapılarımı Kapatıyorum kitap alıntıları sizlerle…

Kapılarımı Kapatıyorum Kitap Alıntıları

.
Hatırlıyor gibi görünsem de, bilemezdim. Çünkü sadece bir şeyi hatırlamak, onun gerçekten olup olmadığını bilmek değildir.

Bu, içsel yaşamın birincil gerçeğidir, birlikte yaşamamız gereken en zor gerçektir.

biri öldüğünde, bu dünyanın bir parçası da onunla birlikte ölür.
benim hayalini kurduğum dünya böyle bir şey değil.
şayet hakikiyse, hiçbir özlem tam olarak giderilemez.
bir gün aslında öteki gündür, bütün günler aynıdır.
sadece birbirlerine bakıp birbirlerinin gözlerinde kaybolmuşlardı.
Tanrı’nın evlatları her daim beyaz ve masum ve kutsanmış zambaklar olamazlar
buluştular, seviştiler, şiddetle, tek söz söylemeden, birbirlerini incitmek istercesine
Ve sonra artık asla birbirimize ait olmadık
büyük bir sessizlik içinde kendi hayatının işte böyle bir şey olduğunu anladı
Ne yapıyorsam yapıyorum, yapılmasını istediğim şeyi yapıyorum.
Onu ilk görüşüm masumiyet yüklüydü; çünkü onun kim olduğunu nasıl bilebilirdim ki?
Zamanla Tanrı’dan da nefret etmekten korkmaya başlamıştı.
evliliğin beraberinde getirip aynı zamanda talep de ettiği resmiyet ve samimiyetin akıl almaz birleşimi kafasını karıştırıyordu.
Çok geç olmadan! Bir şeyler olmadan, Tanrı sabrını yitirmeden, çok geç olmadan!
Küçük çirkin bir adam – ama karakter sahibi, ayrıksı bir çirkinlik.
Ben utancı ne yapayım: Utanmayı umursamıyorum!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kişi kimdir? Mademki Tanrı’nın nezdinde ölmüyorsunuz.
O yıllarda ‘çocuk istismarı’ diye bir şey yoktu, bunun adı yalnızca ‘disiplin’di.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
bu ad resmi kayıtlara geçmişti ve bir gün yontulmuş taşta, mezar taşında yeniden görünecekti
Çünkü biri öldüğünde, bu dünyanın bir parçası da onunla birlikte ölür.
Benim hayalini kurduğum dünya böyle bir şey değil.
Ve esas olan şuydu ki kadın seçtiği hayatı yaşıyordu; bu hayatta mutluydu ve bunun aksini ileri sürmek kendisi dışında hiç kimsenin haddi değildi.
Hala eskisi gibi mi? Her zamanki gibi mi?
-değişenler bizden başkalarıdır, değil mi?
Şayet hakikiyse, hiçbir özlem tam olarak giderilmez.
Aileler arasında üzerinde çoğunlukla iç kimsenin söz almadığı, bahsini bile anıştırmadığı meseleler olur. Böyle meseleler için kullanılacak hiçbir kelime yoktur.
Şayet bu bir rüyaysa benim gördüğüm bir rüya değil çünkü onu görebilecek kelimeleri nasıl bilebilirim ki.
Ondan nefret ediyor muydum? -hayır, o benim annemdi. Yalnızca günün birinde çekip gideceği korkusuyla yaşıyordum.
Bir kadın nasıl başkalarının gözünde ”iyi ” ya da ”kötü ” bir anne olabiliyordu, nasıl bu kadının yaşamındaki her şey bedeni boyunca bacakları arasından akıyordu.
Ve sonra asla birbirimize ait olmadık.
birtakım belirli duyguların şiddeti gecenin kendisine aitmiş gibi.
Öpüşmelerinde bir çeşit öfke saklı, birbirlerini incitmek ister gibi.
Ne yapıyorsam yapıyorum; Ne istiyorsam onu yapıyorum.
Konuşması müzik olmadan şarkı söylemek gibiydi, aynı zamanda müziğin gizli ritmine uyumluydu.
Hayretle şöyle düşünüyordu ben boğuluyorum ,durum bu ama hiç de korkmuyordu, yalnızca sanki sular çoktan boyunu geçmiş de tek yapması gereken onları bilgilendirmek ve böylece ölmek olduğunu hissediyormuş gibi bir sakinlik ve neredeyse mantıklı bir huzur duyduğuydu.
Sonra zayıfladım ve öldüm.
Ve çocuklarım doğdular.
Uzandı, dizlerini topladı ve kendini uykuya değil ölüme bıraktı.
Zamanla Tanrı’dan da nefret etmekten korkmaya başlamıştı.
Eğer bu bir hayalse benim hayalim değil çünkü bu hayali görmek için gereken dili nasıl bilebilirim ki?
Ne alınmış ne de hayata küsmüştü. Bezgin de değildi.
Genel olarak duygusuzdu. Evlilikle ilgili şunu düşünmek dışında duygu belirtisi yoktu hiç; Bu da tıpkı yalnızlık gibi: böyle.
Ben utancı ne yapayım ; Utanmayı umursamıyorum!
Çünkü eğer Tanrı ve İsa Efendimiz varsa her daim bizim yanımızda değil midirler? -içimizde ve dışımızda?-
belki de hepimiz ölüyüz ve bu bir yeniden diriliştir.
.. bu ad resmi kayıtlarda geçmişti ve bir gün yontulmuş taşta, mezar taşında yeniden görünecekti.
şayet hakikiyse, hiçbir özlem tam olarak giderilemez.
çünkü biz birbirimize kanla bağlıyız ve kan dile ihtiyaç duymayan bir hafızadır
Onu düşünmeye katlanamıyorum, yine de ama sürekli düşünmekten kendimi alamıyorum.
Ne yapıyorsam yapıyorum: Ne istiyorsam onu yapıyorum
Onlar da benim gibi toplumdan dışlanmışlar. Hayır benim gibi değil: onlar gerçek dışlanmışlar.
Ve böylelikle hayat benim çevremde bir hayalin şeklini ve dokusunu aldı; her ne kadar ben bir hayalperest değilsem de
Elinde bir arama çubuğuyla seni çağıranın Ölüm olduğunu biliyor muydun? Yoksa aslında Aşk mıydı? Ve uzun yaşamın bütün günleri her ne kadar acı ve ne kadar amaçsız olsa da sen sadakatle bağlımıydın? Yoksa onu unuttun mu ve bu mevsimler, yıllar ve ev içlerindeki saatlerin tiktakları gibi kaçınılmaz ve çaresiz bir biçimde bizi her şeyi, ama her şeyi, kendimizi bile unutmaya zorlayan bir unutuş mudur aslında?
Ve o bir aynaya bakmaktan neden bu kadar nefret ediyordu?
Ben,gerçekte, boğulmuyorum. Özgürce yaşıyorum
Ve böylelikle hayat benim çevremde bir hayalin şeklini ve dokusunu aldı; her ne kadar ben bir hayalperest değilsem de
Ne alınmış ne de hayata küsmüştü. Bezgin de değildi.

Genel olarak duygusuzdu. Evlilikle ilgili şunu düşünmek dışında duygu belirtisi yoktu hiç; Bu da tıpkı yalnızlık gibi: böyle.

Çünkü biri öldüğünde, bu dünyanın bir parçası da onunla birlikte ölür.
“-değişenler bizden başkalarıdır, değil mi?”
“ fakat o kısacık anda ikimiz arasında tanıma belirtisi de geçmiş gibiydi, çünkü biz birbirimize kanla bağlıyız ve kan dile ihtiyaç duymayan bir hafızadır..”
“ , birini diğerinden ayıran farkı göremese de, bir gün önceki güne ya da bir sonrakine benzemiyor mu, evin üst katındaki odanızda yüksek pencereden ağaçlar arasından tıpkı bir yılanın pulları gibi parıldayan nehre bakarak hayal kuruyorsunuz ama bir gün aslında öteki gündür, bütün günler aynıdır.”
Ve o bir aynaya bakmaktan neden bu kadar nefret ediyordu?
Bir keresinde bu ayna bahsi hakkında ağzı arandığında, Calla gülmüş ve şöyle demişti, “Ama orada hiç kimse yok ki.”
“Senin sonsuz bilgeliğine şükürler olsun.”
“Neden önemli olsun ki?-hiç bir şeyin önemi yokken.” Bunlar onun yüksek sesle söylediği sözlerdi. Birineyse şayet, Tanrı’ya seslenir gibi. Şikayet eder gibi değil, yalnızca bir gerçeği göstermek için çünkü elbetteTanrı zaten biliyor. O yalnızca Kendi bildikleriyle aynı düzeye gelmemizi bekliyor.
“Ve böylelikle hayat benim çevremde bir hayalin şeklini ve dokusunu aldı; her ne kadar ben bir hayalperest değilsem de ”
“Kafayı sıyırmak”: Calla insanların onun arkasından neler konuştuğunu biliyordu, annesinin yakınlarının bile; ve bundan hem öfkeli bir gurur duyuyor hem de tuhaf bir şekilde memnun oluyordu, evet bu düşünceden hoşnuttu, Tanrı tarafından “ dokunulmuş” olmak, kafasının işaret edilmesi fikri: çevresindeki aptal, geri zekalı ve sıradan günahkarların hiçbirinin tahmin edemeyeceği özel bir kaderi yaşamaya zorlanmış olmak.
“Dolayısıyla belki de, yıllar sonra, annemin annesi kendi köşesine çekilmeye başladığında-“köşesine çekilme” ona bakmanın bir yoludur, bir diğeri” sürgünlük” olabilir- aynı evde ellibeş yıl kaldığında Evet bu hayal edilemez bir şey: ama işte bu nedenle ben hayal etmeliyim bu eşi görülmemiş bir olaydı; bu avuntu sadece dinsel inançtan ya da inanma isteğinden öte bir şeydi; gizemli ya da basitçe çılgınca olsun, Tanrı’ nın neticede bizlerin eşit ölçüde hem içinde hem dışında olduğuna, bu yüzden de kişinin bedenen nerede olduğunun önem taşımadığına duyulan bir inançtı- hatta kişinin kim olduğuna bile.”
“Ben kendime yeterim. Size hiç ihtiyacım yok.”
“Disiplinli olmak zorundaydı, kimi zaman aşırı bir biçimde; öyle bir çocuktu, çok enerjik ve tokatlanması, dövülmesi gereken. Babası, büyükannesi, diğerleri tarafından. Avuç içi ve sıkılmış yumruklarla darbeler, saç çekme, hatta öfke ve kızgınlık bağırışmaları, çığlıklar. O yıllarda “ çocuk istismarı” diye bir şey yoktu, bunun adı yalnızca “disiplin” di.
İlişkilerde asla zalimlik yoktu; yalnızca adalet.”
Bayan freilichtbenim sözüm hayatım kadar önemlidir. diye yanıtladı.
Ve calla sessizce haddi bildirilmiş halde durdu.
Çünkü biz birbirimize kanla bağlıyız ve kan dile ihtiyaç duymayan bir hafızadır.
Onlar da benim gibi toplumdan dışlanmışlar. Hayır benim gibi değil: onlar gerçek dışlanmışlar.
Eğer bu bir hayalse benim hayalim değil çünkü bu hayali görmek için gereken dili nasıl bilebilirim ki?
Sanki herhangi fiziksel bir varlığı dahi yoktu artık kendimize bile ait olamayışımız gibi,köpeklerin parçaladığı bir hayvan leşi gibi çünkü Freilicht tüfeği ona doğrultmuştu ve kadın bir şekilde ölmüştü ama..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir