Orhan Kemal kitaplarından Kanlı Topraklar kitap alıntıları sizlerle…
Kanlı Topraklar Kitap Alıntıları
O, insanlara kin tutmayı bilmediği, insanları küçümsemediği gibi, insanların kiniyle, onların küçümseyişlerini de gerçekten anlamazdı. Bir yerde çok utanılacak insanlar varmış, çok saygıdeğer kişilermiş bunlar. Yanlarında burunla oynanmaz, yellenilmezmiş. Vız gelirdi. İçinden geldiği gibi yapar, rahatlar, ondan ötesini düşünmezdi. İnsanların toplum hayatından gelen, çeşitli protokolla hemen hiç ilintisi yoktu. Bilmez miydi? Gençliğinde Avrupa’nın memleketlerindeki çeşitli toplantılarda en dikkati çekecek kadar kibar davranmış bir insandı. Sevmiş, sevilmiş, erkek güzeli, centilmen, harika diye anılmıştı ama şimdi artık ellisinin üstündeydi, aldırış etmiyordu böyle şeylere. Aldırış etmediğinin bile farkına varamayacak kadar.
– Çok sonra gelen insanlar bir hukuk çıkardılar evet, pay pay ettiler şen ve esen toprakları, toprakların kardeş sofralığını bozdular, yıllar yılı toprağın çeşitli ürünlerini korkunç bir bencillik ve tükenmez bir açgözlülükle aralarında paylaşıp, kilit altına almaktan çekinip utanmadılar. Birtakım insanların buna ne hakkı vardı? Uydurma hukuklarıyla buna kendilerine hak bulanlar, hak bulamadıkları bir başka insanlar kalabalığını neden, niçin, ne hakla aç bırakabiliyorlardı? Bu hakkı onlara kim vermişti? Oysa topraksızlar yeryüzünde yığın yığındılar. Her an, her ay, her yıl çoğalıp genişleyen bereketli yığınlardı bunlar. Yeryüzünde sınırsız, paylaşılmamış topraklar arayan, yığınlardı. Boş topraklar arıyorlardı ama, yoktu. Her yere hukuk larının duvarları çekilmiş her şey kilit altına alınmıştı. Alınmıştı, doğru ya, onlar da yemek, içmek, doğmak, doğurmak, doğurduğunu yedirip içirmek, mutlu günlere ulaştırmak, yaşatmak, hiç ama hiç öldürmemek amacındaydılar. Asıl hak buydu. Uydurma hukuk , bu asıl hakkın gerçek hukuk unu tanımıyor, gerçek hukukun eli silahsızlarına karşı uydurma hukukun topunu tüfeğini çıkarıyordu.
Zulmün topu var, kal’ası var, güllesi var
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Zulmün topu var, kal’ası var, güllesi var
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Sabır, sabr-ı cemil lazımdı!
Babadan, dededen, dedelerinin babası, dedesinden gelme bir sabırla, inatçı bir sabırla yıllar yılı beklerler, bir yandan da yeni mevsimin turfandalarını ekmekten geri kalmazlardı. Nasıl kalsınlar ki, tutunacakları dal, tek güvençleri turfandalarıydı. Ankara, İstanbul’da ateş pahasına satılan turfandaları, onlar kavsara denilen örme büyük küfelerle komisyoncunun dükkanına döker, çok az bir para, daha çok da üzerlerinde alacakları yazılı küçük makbuzlarla yalın ayak, kan ter içinde dönerlerdi bahçelerindeki turfandalara. Turfandalar bakım ister, emek isterdi. Yağmura, güneşe, ayaza karşı gelinceye dek, çocuk gibi bakılacaktı. Bu bakımı onlar bilirlerdi Çukurova’da en iyi. Ayaza, rüzgara karşı hasırlar, setler kullanırlar, yağmur yağmadı mı taşıdıkları sularla sularlardı. Taa sultan bilmem kim zamanından Mısır’dan getirilip Adana, Mersin, Tarsus’a, tekmil Hatay’a, İskenderun’a yerleştirilen bu Araplara, yerliler Arap uşağı, Fellah diyorlardı ki, Arap uşağı, Türk uşağı, Fellah da çiftçi anlamına geliyordu. Yerlilerden hiç bir farkları yoktu. Onlar da bu yurdun düşmanlarına karşı yerliler gibi, yerliler kadar silah kullanıyor, vergi veriyorlar, ama yerlilerin haklarına kanun önünde sahip olsalar bile, tuhaf bir çekimserlikle yerlilerden kaçınıyorlardı. Oysa, onların da inadına zenginleri, Meclis’te mebusları, okumuş doktor, avukat, mühendisleri vardı ama, her koyun kendi bacağından asılır, mebuslar Meclis’te memleketin genel meseleleri, daha çok da mal mülk sahiplerinin malları mülkleriyle ilgili meseleler üzerinde duruyor, bu meseleler üzerinde konuşup, kanun teklifleri yapıyor, komisyoncu, tefeci,, çeteciler elinde harap olan bahçecileri düşünmüyorlardı bile. Onlar, beydiler, beyefendiydiler. Pırıl pırıl otomobilleri, ağızlarında pahalı sigar ya da puroları, yepyeni elbiseleriyle memnun, mutlu, bugün Ankara, yarın İstanbul, fırsatını buldular mı da Avrupa, hatta Amerikalara gidip dolaşıyorlardı. Elbette dolaşacaklardı. Okumuşlardı, dirsek çürütmüşler. Bahçeciler gibi gözü kapalı yaşamamışlardı ki. Onlar da okusalar, onlar da açsalardı gözlerini. Açmamışlarsa kim sorumluydu!
Tıpkı yerli fakir fukarasına karşı yerli halli mallılarının tutumu!
Memleketin asıl ekmek işlerinde çalışanlar arasında zaten hiç bir fark yoktu. Bu yalnız Türkiye için değil, dünyanın bütün emekçileri bu bakımdan aynı benzin eniydiler.
Babadan, dededen, dedelerinin babası, dedesinden gelme bir sabırla, inatçı bir sabırla yıllar yılı beklerler, bir yandan da yeni mevsimin turfandalarını ekmekten geri kalmazlardı. Nasıl kalsınlar ki, tutunacakları dal, tek güvençleri turfandalarıydı. Ankara, İstanbul’da ateş pahasına satılan turfandaları, onlar kavsara denilen örme büyük küfelerle komisyoncunun dükkanına döker, çok az bir para, daha çok da üzerlerinde alacakları yazılı küçük makbuzlarla yalın ayak, kan ter içinde dönerlerdi bahçelerindeki turfandalara. Turfandalar bakım ister, emek isterdi. Yağmura, güneşe, ayaza karşı gelinceye dek, çocuk gibi bakılacaktı. Bu bakımı onlar bilirlerdi Çukurova’da en iyi. Ayaza, rüzgara karşı hasırlar, setler kullanırlar, yağmur yağmadı mı taşıdıkları sularla sularlardı. Taa sultan bilmem kim zamanından Mısır’dan getirilip Adana, Mersin, Tarsus’a, tekmil Hatay’a, İskenderun’a yerleştirilen bu Araplara, yerliler Arap uşağı, Fellah diyorlardı ki, Arap uşağı, Türk uşağı, Fellah da çiftçi anlamına geliyordu. Yerlilerden hiç bir farkları yoktu. Onlar da bu yurdun düşmanlarına karşı yerliler gibi, yerliler kadar silah kullanıyor, vergi veriyorlar, ama yerlilerin haklarına kanun önünde sahip olsalar bile, tuhaf bir çekimserlikle yerlilerden kaçınıyorlardı. Oysa, onların da inadına zenginleri, Meclis’te mebusları, okumuş doktor, avukat, mühendisleri vardı ama, her koyun kendi bacağından asılır, mebuslar Meclis’te memleketin genel meseleleri, daha çok da mal mülk sahiplerinin malları mülkleriyle ilgili meseleler üzerinde duruyor, bu meseleler üzerinde konuşup, kanun teklifleri yapıyor, komisyoncu, tefeci,, çeteciler elinde harap olan bahçecileri düşünmüyorlardı bile. Onlar, beydiler, beyefendiydiler. Pırıl pırıl otomobilleri, ağızlarında pahalı sigar ya da puroları, yepyeni elbiseleriyle memnun, mutlu, bugün Ankara, yarın İstanbul, fırsatını buldular mı da Avrupa, hatta Amerikalara gidip dolaşıyorlardı. Elbette dolaşacaklardı. Okumuşlardı, dirsek çürütmüşler. Bahçeciler gibi gözü kapalı yaşamamışlardı ki. Onlar da okusalar, onlar da açsalardı gözlerini. Açmamışlarsa kim sorumluydu!
Tıpkı yerli fakir fukarasına karşı yerli halli mallılarının tutumu!
Memleketin asıl ekmek işlerinde çalışanlar arasında zaten hiç bir fark yoktu. Bu yalnız Türkiye için değil, dünyanın bütün emekçileri bu bakımdan aynı benzin eniydiler.
İnsandan önce topraklar vardı,
Sert rüzgarlar,
Tohum.
İnsandan sonra rahatı kaçtı sert rüzgarın, tohumun,
bereketli toprakların!
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü dünya,
Kana bulandı topraklar
Kardeş sofraları bozuldu.
Sert rüzgarlar,
Tohum.
İnsandan sonra rahatı kaçtı sert rüzgarın, tohumun,
bereketli toprakların!
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü dünya,
Kana bulandı topraklar
Kardeş sofraları bozuldu.
Birdenbire, sesli sesli :
– Hayır, dedi, haksızlıktır bu. Hukuk’un hukuksuzluğu yıkılmalıdır!
Ne direksiyondaki uydurma Paşazade, ne de arkadakiler, hiç bir şey anlamadılar. Topal Nuri hele bön bön baktı Sırrı Babayla komisyoncu Haydar’a. Haydar eğildi, kulağına fısıldadı :
– Deliliği tuttu gene
-Ne demek istedi yani? dedi Topal.
Sırrı Baba :
-Hiç, dedi. Felsefe yapıyor
Topal bunu da anlamadı :
– Ne demek o?
– Ne olacak? Sigara dumanlarını ipe dizmek!
– Hayır, dedi, haksızlıktır bu. Hukuk’un hukuksuzluğu yıkılmalıdır!
Ne direksiyondaki uydurma Paşazade, ne de arkadakiler, hiç bir şey anlamadılar. Topal Nuri hele bön bön baktı Sırrı Babayla komisyoncu Haydar’a. Haydar eğildi, kulağına fısıldadı :
– Deliliği tuttu gene
-Ne demek istedi yani? dedi Topal.
Sırrı Baba :
-Hiç, dedi. Felsefe yapıyor
Topal bunu da anlamadı :
– Ne demek o?
– Ne olacak? Sigara dumanlarını ipe dizmek!
Halkın arasına katılıp, halk gibi, cahil halk gibi yaşamının tadını çıkaramamak! Hayat, birçok meçhulleriyle güzeldi.
+Bir insan, başka bir insana bu kadar benzer!
-Beni kime benzettin?
+Yunanistan’da, Atinanın dışında bir Kifisya adası vardır, sayfiye. Bir pezevenk tanıdımdı
-Beni kime benzettin?
+Yunanistan’da, Atinanın dışında bir Kifisya adası vardır, sayfiye. Bir pezevenk tanıdımdı
-Lenin Türkiye’de yaşamadı, Türkiye’de yaşasaydı
+Ne olurdu?
-Otuz yıla mahkum!
+Ne olurdu?
-Otuz yıla mahkum!
Hukukun hukuksuzluğu yıkılmalıdır.
Yüz verdik Ali’ye, geldi kustu halıya.
Allah belanı versin senin Mustafa gibi! Adı batasıca. Lanet!
Mustafa yeni bir sigara yaktı.
Terazi var tartı var, her şeyin bir vakti var.
Düşün düşün, boktur işin.
+Rakıyı sek içerdiniz değil mi amca.
-Evet, harama hile katmak adetim değildir.
-Evet, harama hile katmak adetim değildir.
İç bade güzel sev var ise aklın şuurun!
+sol omzundaki melaikenin kalem cızırtısını işitiyor musun ?
-melaikenizin de, kitabınızın da
-melaikenizin de, kitabınızın da
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanları şuurlandırıp gözlerini açmaya kalkışma. Bunun sana hiç faydası olmaz. Tam tersi, zararı olur.
Bir insanın değeri, gördüğü işle ölçülmez. Ölçülseydi, eşeklerin tanesi bin altına olurdu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanları kötü yapan yine insanlardır.”
İnsandan önce topraklar vardı,
Sert rüzgarlar,
Tohum.
İnsandan sonra rahatı kaçtı sert rüzgarın, tohumun,
Bereketli toprakların!
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü Dünya,
Kana bulandı topraklar,
Kardeş sofraları bozuldu.
Sert rüzgarlar,
Tohum.
İnsandan sonra rahatı kaçtı sert rüzgarın, tohumun,
Bereketli toprakların!
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü Dünya,
Kana bulandı topraklar,
Kardeş sofraları bozuldu.
Kulun kula kulluğu değişmemişti, din bezirganlığı şarlatanlığı değişmemişti, devlet yöneticilerinin kibri azalmamış dokunulmaz oldukları da değişmemişti, zorla göç ettirilen Ermeni, Rum mallarına üşüşen yeni zenginler türemişti, daha önceden var olan toprak ağaları da değişmemişti.
Kısaca her şey yeni, zulüm eskiydi bu bereketli bir o kadar da kanlı topraklar da.
Kısaca her şey yeni, zulüm eskiydi bu bereketli bir o kadar da kanlı topraklar da.
El âlemin iyisinden kendi kötümüz daha iyidir
Gerçekten namuslu, şerefli, haysiyetli olmak değil; namuslu, şerefli, haysiyetli görünmek, görünebilmektir marifet. Bu ise, sanattır!
Öte dünyaya gidip gelen yok. Cennet de cehennem de bu dünyada. El gördülük namazı niyazı sıkı tutacaksın, lakin ardında bir çıkarın olmak şartıyla
Bakıyorum yeniyetişmeler harp marp diye patırdatıyorlar da, hey yavrum hey diyorum içimden. Uzaktan davulun sesi hoş gelir. Harbin içine girin de ondan sonra göreyim sizi Savaş bu, Kaç-kaç bu. Eti tırnaktan, ciğeri bedenden ayırır
Insanları kötü yapan yine insanlardır.
İnsanın kötüsü yoktur. İnsanları kötü yapan gene insanlardır.
İnsan bu dünyada her şeyden önce şerefi ve namusu için yaşar. Şeref ve namussa para ile satılmaz.
Bu zamanda insanlar bir tuhaf olmuşlar. Herkes külah kapmaya, kendi gemisini yürütmeye bakıyor.
Bir insanın değeri, gördüğü işle ölçülmez. Ölçülseydi, eşşeklerin tanesi bin altına olurdu.
İnsanın kötüsü yoktur .İnsanları kötü yapan gene insanlardır.
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü dünya,
Kana bulandı topraklar,
Kardeş sofraları bozuldu.
Ev ev bölündü dünya,
Kana bulandı topraklar,
Kardeş sofraları bozuldu.
İnsanlar çok sonra gelmişti yeryüzüne. Çok sonra gelmişti ama, çok önce gelen toprakların da, tohumun da, hatta sert rüzgarların da canını sıkmış, rahatını kaçırmıştı. Sert rüzgarlar eskiden olduğunca duyarsız bir dünyada yalınayaklarıyla doludizgin koşamıyor, insanların engellerine çarparak parçalanıp ufalanıyor, öfkeyle derlenip toparlansa bile, yeniden yeni yeni engeller Velhasıl rahatı kaçmıştı sert rüzgarların bile.
Dobra dobra insandan zarar gelmez. Sen asıl içinden pazarlıklıdan kork!
Düşmanın karıncaysa bile sakın derler, dedi.
Maksat para kazanıp okumuş yazmışların okumuş yazmışlıklarını emir ve kumanda altına almak, bu dünyada rahat yaşamak değil miydi?
Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa.
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Hukukun hukuksuzluğu yıkılmalıdır!
İnsandan önce topraklar vardı,
Sert rüzgârlar,
Tohum.
İnsandan sonra rahatı kaçtı sert rüzgârın, tohumun,
bereketli toprakların!
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü dünya,
Kana bulandı topraklar,
Kardeş sofraları bozuldu.
Sert rüzgârlar,
Tohum.
İnsandan sonra rahatı kaçtı sert rüzgârın, tohumun,
bereketli toprakların!
Pay pay oldu topraklar,
Ev ev bölündü dünya,
Kana bulandı topraklar,
Kardeş sofraları bozuldu.
Milletvekilleri ya? Seçimlerden önce akın akın gelir, halkı toplar, daha iyi geçimden, haktan, adaletten, dinden, insandan bahseder, oyların kendilerine verilmesini isterlerdi.
Her seçim yeni bir umutla gelmiş, sonra eski tas eski hamam oluvermişti.
Elleri tapulu insanlar,hükümetin jandarmasına dayanarak atacaklardı onları buradan ha?Şaşarlardı böyle düşünenlerin aklına!Bu topraklar Allah’ın yarattığı topraklardı.Tapularsa kulun.Topraklara tapu gerekseydi Allah,toprağı yarattığı gibi,tapusunu da birlikte yaratırdı!
Hayat,birçok meçhulleriyle güzeldi.
Kalktı,kapıya çıktı.Havaya baktı.Parçalı,kirli bulutların ardında pırıl pırıl ay.
İnsanın kötüsü yoktur. İnsanları kötü yapan gene insanlardır.
İnsanlar için bugün vardır, içinde yaşadıkları gün. Her gün yeni bir gündür ve her yeni gün kana kana yaşanmalıdır!
Zulmün topu var,güllesi var,kal’ası varsa.
Hakkın da bükülmez kolu,dönmez yüzü vardır.
Hakkın da bükülmez kolu,dönmez yüzü vardır.
İnsanoğlu kuş misali Nuri Efendi. Bugün buradayız, yarın şurada. Nereden gelip nereye gidiyoruz? Belli değil.
İnsan bu dünyada ne için yaşar?
Bu dünyanın bir de ötesi vardı
İnsanlardan çok önce var olan bu topraklar,insanlardan önce,şimdikinden çok daha şen ve esendiler herhalde.
Yani, başkalarının kuru kuruya inançlarından faydalanıp geçineceğim. Bu suretle ekmeklerin en hası, en rahatına ulaşıyorum. Hem de hiç terlemeden. Sana da tavsiye ederim, insanları şuurlandırıp gözlerini açmaya kalkışma. Bunun sana hiç faydası olmaz. Tam tersi, zararı olur. Körlerin arasında şaşı, badem gözlüdür!
İçinden geldiğini,geldiği gibi yapar,rahatlar,ondan ötesini düşünmezdi.
O,insanlara kin tutmayı bilmediği,insanları küçümsemediği gibi,insanların kiniyle,onların küçümseyişlerini de gerçekten anlamazdı.
Huyu buydu zaten.Bir kadını beğenir,hatta severdi de.Bu,hiçbir şeyi değiştirmezdi onda.Bir,iki,ondan sonra hevesi geçerdi.
Arar mı aramaz mı? Bilmiyordu.Gerçekten seviyor,ona gerçekten bağlıysa arayacaktı.
Onu unutmak mı? Ne demekti o? Onu unutabilir miydi?
Demek,onca diller,tatlı sözler numaradan başka bir şey değildi.Yazık,çok yazık ki,aldanmıştı.
Bu kadın,bu kadın da çekici bir şeyler vardı.
Ne olursa olsun unutacaktı,unutmalıydı!
Gözün insanca yaşamakta değil.İnsanca yaşamaya hakkın olduğunu,senin de insan olduğunu düşünmemişsin.Gözlerimi kaparım,vazifemi yaparım.Senin ki bu.
Çocukluğunda dayaktan kurtulmak,tereyağı sürülmüş bir dilim ekmek,bir parça pastırma,peynir,halka şekeri için karşısındakilere yaltaklanmaların çeşidi,büyüyüp aklı erince de para,mevki,bireysel çıkarı için her kalıba girme biçimine dönmüş,huy halini almıştı.
Bu dünya yalan bir dünya.
Sen hem namuslusun,hem de din iman sahibi.Bununla birlikte,kul kusursuz olmaz.Senin de,benim de,başkalarının da kusurlarımız var.Olacaktır!
Boşasın efendim,boşasın.İstemiyor onu,zorla mı?
Şu ölümlü dünyada birbirimize yardım etmek vazifemiz değil mi?
Evet ama herkes sizin gibi düşünmez.Bu zamanda insanlar bir tuhaf olmuşlar.Herkes külah kapmaya,kendi gemisini yürütmeye bakıyor.
Evet ama herkes sizin gibi düşünmez.Bu zamanda insanlar bir tuhaf olmuşlar.Herkes külah kapmaya,kendi gemisini yürütmeye bakıyor.
Kızmadı,çünkü bu kadın her şeyiydi.
İsterse babası olsun,öz be öz evladı olsun,hırsızlığa,hırsızlara tövbe dayanışı yoktu.
O çalıyor.Hırsız o,hanım!
Sen değilsin de kıymetin biliniyor mu?
Mahluk bilmezse Halik bilir.Yarın kıyamet gününde,iyilik ve kötülüklerin yazıldığı defter açılınca,başlayacak hık mıka!
Sen değilsin de kıymetin biliniyor mu?
Mahluk bilmezse Halik bilir.Yarın kıyamet gününde,iyilik ve kötülüklerin yazıldığı defter açılınca,başlayacak hık mıka!
Bu dünya,haram üzerine kurulu dünya..Bu dünyada hiç mi namuslu insan kalmamıştı? Allah görüyor,duyuyor,herkesin vicdanlarını okuyordu ya,yeterdi ona.Gerekirse hak yolunda tek başına gidecekti.
Hem ekmeğini yiyordu herifin,hem de ardından kuyusunu kazıyordu.Olur muydu,olur muydu be?
Pırıl pırıl bir umut başladı içinde.
Benden ne üstünlüğü varmış onun? O da kul,bende..
Her firavunun bir Musa’sı var.Dur bakalım.Gün ola harman ola..