Elisabeth Badinter kitaplarından Kadınlık mı? Annelik mi? kitap alıntıları sizlerle…
Kadınlık mı? Annelik mi? Kitap Alıntıları
Sanki bütün annelerin sorunları ya da kaygı uyandıran psikolojik profilleri olmazmış gibi, anne olmayanın sürekli olarak kendisini aklaması istenir.
Kaç çocuk annelerinin ikame aracı, oyuncağı ya da aksesuarı olma rolünü oynamak için dünyaya getirilmiştir? Kötü muamele görmüş veya kendi başına bırakılmış kaç çocuk harcanıp gitmiştir?
Annelik yetişkinliğe hakiki anlamda girişi temsil ediyordu; anne olmaksızın mutluluk ve kendini gerçekleştirme söz konusu olamazdı. Annelikten kaçan kadınlara şüphe ve küçümsemeyle bakılıyordu. Onlardan meyvesiz ağaç , früstre ya da kendini tamamlamamış kadınlar olarak söz ediliyordu. Üzgün ve yalnız (mutlu bekar imgesinin aksine) oldukları düşünülüyordu; zira evlenmeden birlikte yaşama ve çocuksuz evlilik mümkün değildi. .. Beraber yaşamanın ve· kadınların mesleki tutkularının yaygınlaşmasıyla birlikte bu tablo paramparça oldu. Bazı çiftler ilişkilerini, evlenme gereği duymadan büyük bir zevkle sürdürüyorlar ve çocuğun varlığının bir dengesizlik yaratması ihtimalinden korkuyorlar. Özgürlüklerine, zevklerine, tutkularına ve baş-başalıklarına öncelik veriyorlar.
Milet’li Tales’in neden çocuk yapmaktan kaçındığı sorulduğunda Tamamen çocuklara duyduğum sevgi nedeniyle’ yanıtını verir.
Çocuk için en iyi baba, anneyi seven ve koruyan babadır!
Hepimiz biliriz: Gönüllü kölelikten daha değerlisi yoktur!
Aslında kadın mutlak doğurabilme yeteneğini elinde bulundurduğu ve maddi bağımsızlığını sağlayabildiği takdirde, babanın iktidarından söz edilebilir mi?
Emziren ve evde kalan annenin saygın bir toplumsal rolü vardır. Onun sayesinde çocuğun gelişimi uyumlu olacak, toplum da bundan yararlanacaktır.
Tıpkı rahibe olan dindar kadın gibi, geleceğin annesi de artık başına buyruk olamaz. Tanrı ve bebek, dünyevi hayata son verdirme gücüne sahip yegane varlıklardır.
anneler onlara her şeyi borçlusunuz!
Doğayı bu denli kötüye kullanarak ağır bir bedel göze alınmaktadır. Tabiat Ana, er ya da geç çocuklarını cezalandıracaktır.
Bir anneye neden anne olduğunu; anneliğin gerektirdiği olgunluktan ve sorumluluk duygusundan nasibini alıp almadığım sormak (ve ondan geçerli nedenler istemek) kimsenin aklına bile gelmezken çocuksuz insanlardan sürekli bunun gerekçelerini açıklamaları istenir.
Dünyaya bir çocuk getirmek, çocuğa öncelik verilmesini kaçınılmaz kılan uzun vadeli bir taahhüttür. Bu, bir insanın, hayatında alacağı en altüst edici karardır.
Sağduyusu kişiye, bu meseleyi iki kere düşünmesini; fedakarlığının sınırlarını ve bu işten alabileceği zevki ciddi bir şekilde sorgulamasını söyler. Peki, gerçekten böyle yapılıyor mu?
Sağduyusu kişiye, bu meseleyi iki kere düşünmesini; fedakarlığının sınırlarını ve bu işten alabileceği zevki ciddi bir şekilde sorgulamasını söyler. Peki, gerçekten böyle yapılıyor mu?
Önce ben in ilke haline geldiği bir uygarlıkta annelik bir meydan okuma hatta bir çelişkidir. Anne olmayan bir kadın için meşru olan şey, çocuk ortaya çıktığında meşruiyetini yitirir. Kendine ilişkin kaygılar yerini kendini unutmaya bırakır ve her şeyi istiyorum şiarı ona her şeyi sunmalıyım a dönüşür. Zevk için dünyaya bir çocuk getirme kararı verildiği andan itibaren, alacaktan çok borç konuşulur.
İnandırılmak istendiğimizin aksine, sevgi asla kendiliğinden gelmez; bu, annenin çocuklarına duyduğu sevgi için de geçerlidir; o çocuklar ki yetişkin olduklarında düşkün ebeveynlerine verecek hiçbir şeyleri yoktur. Aslında ne alındıysa ancak o verilebilir
Annelik sorumluluklarının yükü ne kadar azaltılırsa, annenin ve kadının tercihlerine ne kadar saygı gösterilirse, kadın da bu deneyime girişmeye ve hatta bunu tekrarlamaya o kadar fazla eğilimli olacaktır. Hiçkimsenin yetersiz bulmadığı, dolayısıyla da suçlamadığı yarı zamanlı anneliği desteklemek, bugün üremeyi sağlamanın en şahane yoludur. Buna karşılık anneden, içindeki kadını feda etmesini istemek olsa olsa ancak ilk annelik vaktinin daha da gecikmesine hatta kadının cesaretinin kırılmasına yol açar.
Eğer bu eğilim kabul görürse günün birinde anneliğin kültürel, toplumsal ve mesleki olarak daha az donanımlı kadınların üstüne kaldığını ya da onların tekeline geçtiğini mi göreceğiz? Ya da Amerikalı nüfusbilimci Phillip Longman’ın belirttiği gibi en dindar, en geleneksel ve en muhafazakar kadınlar mı anne olacak?
Oysa ebeveynlik görevi çocukların tasarrufunda olmak için kendini ve kendi arzularını unutmayı gerektirir. Sonuç olarak, annelik (ve babalık) rolünün aşık kadından (ve aşık erkekten) daha keskin bir antitezi olabilir mi? Çocuklar uyuyup da genellikle kan kaybına uğramış haldeki çift yalnız kaldığında, bir anda ebeveynlik alışkanlıklarından sıyrılıp partnerini baştan çıkarmaya çalışmak o kadar kolay olmayabilir. Çocuğun çiftin dayanıklılığını güçlendirdiği fikri biraz uzun sürmüştür. Elbette çocuk baba ile anne arasında çözülmez bir bağ kurar, ama aynı zamanda paradoksal bir şekilde erkekle kadın arasındaki uyumun önündeki hakiki bir engel de olabilir.
Bir çocuk yetiştirmek için eve dönen kaç kadın yanıldığını anlamıştır? Kaç kadın coşku dolu olduğunu sandığı, ama çökertici olduğu ortaya çıkan bir görev için monoton bir işi terk etmiştir? Bazıları bir boşluk ya da yabancılaşma duygusu yaşadıklarını samimiyetle itiraf eder. Ama bu, tecrübe edilmeden nasıl bilinir ki? Ve yanlış tercih yapıldığı alenen nasıl söylenir? Ya da tam aksine, için de bu annelik eğilimini taşırken kısır olma mutsuzluğu nasıl hiç iyileşmez?
Tanrı ve bebek, dünyevi hayata son verdirme gücüne sahip yegane varlıklardır.
Hayatın boyunca, anneleri onlardan nefret ettiği için hayatları mahvolmuş çocuklarla çalıştım. [ ] Bu, annelik içgüdüsünün olmadığının (elbette böyle bir içgüdü yoktur, eğer olsaydı benden destek alma ihtiyacı olanlar bu kadar kalabalık olmazdı) ve çocuklarını reddeden bir sürü anne olduğunun kanıtıdır. Bu kanıt, bu kadınları suçluluk duygularından kurtarmaktan başka bir işe yaramayacaktır ki bazı çocukları yıkımdan, intihardan ve anoreksi gibi şeylerden kurtaran tek fren bu suçluluk duygusudur. Birçok mutsuz çocuğu, yıkımdan koruyan son siperin yok edilişinde payım olmasını istemiyorum.
İlk doğumum korkunçtu: 16 saat süren bir doğum, 7 saat çok şiddetli sancı ve 4,5 kilogramlık bir bebek için 2 saat süren çıkarma gayreti. Bu 2 saat gerçek bir kabustu. Gözün hiçbir şeyi görmediği, bebeğin bile düşünülmediği bir sancı seli. Ama bebeğim muhteşem bir şekilde kayarak karnımdan çıktığında, onu üzerime koydukları vakit, şaşkın küçük suratını gördüğümde; işte bu harika bir andı. Eksiksiz bir mutluluk anı. Karnımın yarısı hissiz bir haldeyken bunu yaşayabilir miydim? [ ] Şimdi doğum anını yeniden yaşamak için, karabasanı da yaşamaya hazırım. Acı dolu saatler geçmişin dalgalarında yok olup giderken doğum anı onu hatırladığımda gözümden yaşlar süzülecek kadar canlı bir halde duruyor. İkinci çocuğum için bana bir Dolosal iğne yaptılar. [ ] Çok cool bir doğum yaptım, iki kasılma arasında uyudum bile, ama bebeğim doğduğunda sersem gibiydim ve olup bitenle alakam yoktu; bu doğum benden çalınmıştı. Epidüral ile doğuran kadınlar ‘dinginlik’ten bahsediyorlar. Yaşlılıkta dinginlik için yeterince vakit olacak. [ ] Doğumları steril hale getirmeye, acıyı ortadan kaldırarak mutluluğu azaltmaya ne hakları var? Kadınlara, tecrübe edemeyecekleri diğer seçenekten bahsetmeden, sancısız doğumu önermek dürüstlük müdür?
Hastane kurallarının katılığından rahatsız olan, kendilerine çocuk gibi davranan tanrı-doktorun otoritesine öfkelenen ve doğumun tıbbi bir mesele değil, doğal bir olay olduğuna ikna olan bazı kadınlar 70’lerden itibaren evlerinde doğurmaya başladı. Evde doktor yerine bir ebe eşliğinde; günümüzde ise yeni bir müdahille birlikte: la doula. Ebe doğumda bulunuyor, doula ise geleceğin annesine bütün hamilelik boyunca eşlik ediyor. Doula’nın rolü tıpla ilgisiz, esas olarak hayatla ilgili ve psikolojiktir. Doulas de France derneğinin eşbaşkanları, anne babaya bütün hamilelik boyunca, doğum sırasında ve doğumdan sonra eşlik ettiklerini açıklıyorlar. Doula anne babalarla bir güven ve güvenlik ortamı yaratıyor, [ ] onlara karar verirken olduğu kadar, bilgi edinirken de yardım ediyor. Doğum sırasında her türlü yardımı yapma rolünü üstleniyor: doğru pozisyonu bulma tavsiyesi, yüreklendirici sözler, masaj. Bebeğin doğumundan sonra, refakatçi rolünü emzirme ve yeni doğan bebeğin günlük bakımı için de sürdürüyor Formasyonu mu? Esas olarak hamileliğin fizyolojisi, doğum, yeni-doğan bebek, emzirme gibi konulardaki bilgilerle desteklediği kendi kişisel annelik deneyimi. Her şeyden önce kadından kadına aktarma ilkesi, deneyimin paylaşılması ve refakat sırasındaki karşılıklı ilişki söz konusudur. Yakın zamanda Amerika’da yapılan bir araştırma da bu yeni mesleği övüyor: daha kolay doğum, sezaryen oranında %50 azalma, doğurma süresinin %25 kısalması, epidüralin %60, forsepsin ise %30 daha az kullanılması.
Anneliğin büyük bir bilinmez olarak kaldığını belirtmek gerekiyor. Önceliklerde radikal bir değişikliğe yol açan bu hayat tercihi kumar gibidir. Kimileri mutlu olur ve kişisel olarak çok şey kazanır. Kimileri çelişkili istekleri iyi kötü uzlaştırmaya çalışır. Kimiyse, amaçlarına ulaşamadığını ve annelik deneyinde başarısızlığa uğradığını itiraf etmekten kaçınır. Sahiden de, toplumumuzda itiraf edilmesi bundan daha zor bir şey yoktur. Yanıldığınızı, anne olmak için yaratılmadığınızı ve bu işten pek de tatmin olmadığınızı itiraf ettiğiniz anda sorumsuz canavarın tekine dönüşürsünüz. Bununla birlikte, toplumun bütün sınıflarında bu gerçeği yaşayan, yeterince sevilmemiş, iyi yetiştirilmemiş ve tek başına bırakılmış bir sürü çocuk vardır!
Günümüzde doğurmamayı kadın açısından bir başarısızlık olarak görme eğilimi hala kuvvetlidir. Çocuğu olmayan kadına ya acınacak ya da suçlanacaktır. Sosyolog Pascale Donati’nin de belirttiği gibi: Döllenmemek normdan bir sapmadır ve bir bedeli vardır: toplumsal olarak onaylanmamak.
Geleneksel aile yandaşları çalışan anneleri suçlar, şirketler ise kadınların birden çok kez anne olmalarına çok sıcak bakmaz. Daha da kötüsü, annelik, kadının toplumsal açıdan tamamen değer kaybetmesi anlamına gelse de, kendisini gerçekleştirmesinin en önemli adımı olarak görülür.
Hormonlar iyi anne olmaya yetmez!
Anne, dölleyecek yumurtayı üreten mi, çocuğu taşıyan mı, yoksa onu yetiştiren midir?
Natüralizmin, bir hayli zayıflamış olan annelik içgüdüsü kavramına yeniden saygınlık kazandırarak ve kadın mazoşizmini ve fedakarlığını överek tekrar güç kazanması, kadın özgürleşmesinin ve cinsiyet eşitliğinin önündeki en büyük tehlikedir.
İstense de istemese de, annelik artık kadın kimliğinin önemli bir özelliğinden başka bir şey değildir ve de kadının kendi bütünlük duygusunu yaşaması için zorunlu bir etken değildir.
Annelik çeşitli fedakarlıklarla kendi kadın kimliklerinin kaybıyla özdeşleştirilmiştir.
Milet’li Tales’in neden çocuk yapmaktan kaçındığı sorulduğunda Tamamen çocuklara duyduğum sevgi nedeniyle yanıtını verir.
Catherine Hakim’in de belirttiği gibi, kamusal ve özel alanda iktidarı erkeklerden almak isteyen kadınlar her zaman mevcuttur; oysa aile alanında, çocukların eğitimi de dahil olmak üzere, aynı şeyi kadınlardan talep eden çok az erkek olmuştur. İskandinav ülkelerindeki cömert babalık izinlerinin erkekleri, aynı ücreti almaya devam ederek bile olsa, kendilerini aile işlerine adamaya ikna edemediğini belirtmiştir.
Tanrı ve bebek, dünyevi hayata son verdirme gücüne sahip yegane varlıklardır.
Zevk düşkünü,egoist ve ahlaksız tüketiciler olmamıza yol açacak aptalca davranışlarımıza acilen son vermemiz gerekmektedir.
Artık insanı baskı altına tutan doğa değildir,aksine ona saldırarak intihara koşan bizzat insanın kendisidir.
Doğayı bu denli kötü kötüye kullanarak ağır bir bedel göze alınmaktadır. Tabiat Ana, er ya da geç çocuklarını cezalandıracaktır.
Özgürleştirici ve ilerici olduğunu düşündüğümüz şeylerin tehlikeli oldukları kadar aldatıcı oldukları da ortaya çıkmıştır.
Tarih boyunca, insanları zorlayan şey her zaman savaşlar ve büyük ekolojik ya da ekonomik krizlerdir.
Değişen annelik ideolojileri ve moda olan iyi anne modeline uyum sağlamaları için kadınlara uygulanan baskılar da aynı derecede önemlidir.
Ev işlerini yapma kararı alan erkekler çok küçük bir azınlığı temsil ediyor.
Anne olmaya karar vermek,daha iyi bir anneliği garanti etmez.
Duygusallığın etkisinden sık sık söz edilse de , en az duygusallık kadar önemli olan ve her birimizi etkileyen aile, arkadaş ve toplum baskısından pek de bahsedilmiyor.
Dünyaya bir çocuk getirmek, çocuğa öncelik verilmesini kaçınılmaz kılan uzun vadeli bir taahhüttür.
Çocuk arzusu ne sabittir ne de evrenseldir. Kimileri çocuk ister,kimileri istemez,kimileri ise aklından bile geçirmez.
Anne döllenecek yumurtayı üreten mi, çocuğu taşıyan mı,yoksa onu yetiştiren midir?
Annelik bugünden yarına kaybedilebilecek düşük ücretli bir işten daha güvenilir ve huzurlu bir kazanç kaynağıdır.
Bilinçli olarak doğurmayanlar, çocuklarını en az çok doğuranlar kadar, hatta onlardan daha fazla seviyorlar. Milet’li Tales’in neden çocuk yapmaktan kaçındığı sorulduğunda ‘Tamamen çocuklara duyduğum sevgi nedeniyle’ yanıtını verir Kim oğluna ya da kızına gerçeği, yani ölümün kaçınılmaz olduğunu, insanlar arasındaki ilişkilerin riyakarlığını, dünyanın çıkar dünyası olduğunu, ücretli emeğin zorunluluğunu, bunun hemen her zaman külfetli ve zorunlu olduğunu, aksinin istikrarsızlık ve işsizlik getirdiğini açıklamayı arzular? Hangi naif, budala ve şaşkın ebeveyn soyuna sunacağı sefaleti, hastalığı, yoksunluğu, yoksulluğu, yaşlılığı, mutsuzluğu sevebilir?.. Sevgi, bu alçaklıkları biricik yavruna aktarma sanatı mıdır?
Bir anneye neden anne olduğunu; anneliğin gerektirdiği olgunluktan ve sorumluluk duygusundan nasibini alıp almadığını sormak (ve ondan geçerli nedenler istemek) kimsenin aklına bile gelmezken çocuksuz insanlardan sürekli bunun gerekçelerini açıklamaları istenir. Buna karşılık isteyerek doğurmayan kadının, ebeveynlerinin yakınmalarından (buyükanne-büyükbaba olmaları engellenmiştir), arkadaşlarının anlayışsızlığından (kendileri gibi davranılmasını isterler) ve tanımları gereği doğumu teşvik eden ve ödevini yapmayanları cezalandıracak çeşitli araçlara sahip olan toplum ve devletin hışmından kaçma şansı çok düşüktür. Bir tür damgalamaya varan tüm bu baskıların üstesinden gelmek için çok sağlam bir iradeye ve karaktere sahip olmak gerekir.
Miletli Tales’in neden çocuk yapmaktan kaçındığı sorulduğunda ‘Tamamen çocuklara duyduğum sevgi nedeniyle’ yanıtını verir. [ ] Kim oğluna ya da kızına gerçeği, yani ölümün kaçınılmaz olduğunu, insanlar arasındaki ilişkilerin riyakârlığını, dünyanın çıkar dünyası olduğunu, ücretli emeğin zorunluluğunu, aksimin istikrarsızlık ve işsizlik getirdiğini açıklamayı arzular? Hangi nahif, budala ve şaşkın ebeveyn soyuna sunacağı sefaleti, hastalığı, yoksunluğu, yoksulluğu, yaşlılığı, mutsuzluğu sevebilir? [ ] Sevgi, bu alçaklıkları biricik yavruna aktarma sanatı mıdır?
“ Batılı kadınların, tam da patriarkal düzenden kurtuldukları sırada evde yeni bir efendilerinin olması tarihsel bir ironidir. Aslında kadın mutlak doğurabilme yeteneğini elinde bulundurduğu ve maddi bağımsızlığını sağlayabildiği takdirde, babanın iktidarından söz edilebilir mi? Yine de, otuz yıl sonra bile erkek hâkimiyetinin sürdüğünü belirtmek gerekir. Erkeklerin eşitlikçi modele gösterdikleri direncin sürdüğü kuşkusuz; fakat bu da, durumu tek başına açıklamamaktadır. Bebek ve küçük çocuğa karşı giderek artan görevlerin, daha fazla değilse bile en azından maçoların evde ya da iş yerinde verdikleri bitmez tükenmez mücadele kadar çetin olduğu görülmektedir. Kapıyı yüzüne kapatabilecekleriniz var, kapatamayacaklarınız var. Annelik görevlerine ilişkin bu tatlı zorbalık eskiden de vardı, ama natüralizmin tekrar güç kazanmasıyla bir hayli artmıştır. Bu kadar göklere çıkarılan maternalizm, şu ana dek ne anaerkil bir düzene geçilmesini sağladı ne de cinsiyet eşitliğini getirdi. Hatta tersine, yaşananlar, kadınların koşullarında bir gerilemeye neden olmuştur: Bu çocuğa verilen sevgi, mükemmel çocuk hayali ve ahlaken daha üstün bir tercih adına razı olunan bir gerilemedir. Dışardan gelen yaptırımlardan çok daha etkili olan bir sürü faktör. Hepimiz biliriz: Gönüllü kölelikten daha değerlisi yoktur! Annelik modelinde yaşanan bu devrim niteliğindeki değişiklik için erkeklerin küçük parmaklarını oynatmaları bile gerekmemiştir. Erkek hakimiyetinin en iyi müttefiki, kendisine rağmen, masum bebek olmuştur. “
“ Annelik görevleri, yaşanan endişe ve nevrozlarla giderek daha hırslı, daha bunaltıcı hale gelmiştir. “
Hayatım boyunca, anneleri onlardan nefret ettiği için hayatları mahvolmuş çocuklarla çalıştım. Bu, annelik içgüdüsünün olmadığının ve çocuklarını reddeden bir sürü anne olduğunun kanıtıdır.
Bir bebeğin, 30 aylık olana dek, tek başına 1 ton atık ürettiği ve bu atığın yok olması için 200 ila 500 yıl geçmesi gerektiği hesaplanmıştır.
Kadınların eğitim düzeyi arttıkça ev işlerini daha az yaptıkları ve profesyonel işlerini artırdıkları, eşlerinin ise evde hiç ev işi yapmadığı doğrudur.
Evlilik yaşantısının her zaman kadınlar için sosyal ve kültürel bir bedeli olmuştur; ev işlerinin paylaşılması, çocukların eğitimi konularında olduğu gibi, mesleki kariyerinin gelişimi ve ücretlendirme konularında da bu böyledir.
Yanıldığınızı, anne olmak için yaratılmadığınızı ve bu işten pek de tatmin olmadığınızı itiraf ettiğiniz anda sorumsuz canavarın tekine dönüşürsünüz.
Müstakbel anne yalnızca sevgi ve mutluluk düşleri kurar. Anneliğin tükenme, früstrasyon, yalnızlık ve hatta bir sürü suçluluk duygusuyla karışık bir yabancılaşmadan meydana gelen öbür yüzünü görmezden gelir.
Bugün kadınların önünde üç olasılık var:
kişisel çıkarlarına mı yoksa annelik işlevlerine mi öncelik vereceklerine bağlı olarak anneliği benimsemek, reddetmek ya da müzakere etmek.
kişisel çıkarlarına mı yoksa annelik işlevlerine mi öncelik vereceklerine bağlı olarak anneliği benimsemek, reddetmek ya da müzakere etmek.
Annelik sorumluluklarının yükü ne kadar azaltılırsa, annenin ve kadının tercihlerine ne kadar saygı gösterilirse, kadın da bu deneyime girişmeye ve hatta bunu tekrarlamaya o kadar fazla eğilimli olacaktır.
Fransız toplumu uzun süreden beri annenin çocuğun tek sorumlusu olmadığını kabul etmiştir.
Çocuğunu bir kuruma ya da bir yabancıya emanet etmek hâlâ kınanacak bir davranış, annelikten kaçış olarak görüşmektedir;
Kadınlar üretmeyi kontrol altına aldıkları andan itibaren okuyorlar, emek piyasasını ele geçiriyorlar ve ekonomik bağımsızlığı ya da kariyer yapmayı hedefliyorlar. Annelik artık doğal bir gerçeklik olmaktan çıkıp, bir mesele haline geldi.
Milet’li Tales’in neden çocuk yapmaktan kaçındığı sorulduğunda `Tamamen çocuklara duyduğum sevgi nedeniyle` yanıtını verir.
Tıpkı rahibe olan dindar bir kadın gibi, geleceğin annesi de artık başına buyruk olamaz. Tanrı ve bebek, dünyevi hayata son verdirme gücüne sahip yegâne varlıklardır.
Çocuğun ihtiyaçlarına karşı kendiliğinden duyarlı olan kadınlar, insanların bağımlılığına ve kırılganlığına karşı özel bir dikkat geliştirecektir. Böylelikle kadınlar erkeklerinkinden farklı bir ahlakın taşıyıcısı olurlar.
Bir anneye neden anne olduğunu; anneliğin gerektirdiği olgunluktan ve sorumluluk duygusundan nasibini alıp almadığını sormak (ve ondan geçerli nedenler istemek) kimsenin aklına bile gelmezken çocuksuz insanlardan sürekli bunun gerekçelerini açıklamaları istenir.
Aklın, doğurma kararında gerçekten çok az bir etkisi vardır. Buna karşılık çocuk doğurmama kararında aklın etkisi muhtemelen çok daha fazladır.
Dünyaya bir çocuk getirmek, çocuğa öncelik verilmesini kaçınılmaz kılan uzun vadeli bir taahhüttür. Bu, bir insanın, hayatında alacağı en alt üst edici karardır. Sağduyusu kişiye, bu meseleyi iki kere düşünmesini; fedakârlığının sınırlarını ve bu işten alabileceği zevki ciddi bir şekilde sorgulamasını söyler.
Duygusallığın etkisinden sık sık söz edilse de, en az duygusallık kadar önemli olan ve her birimizi etkileyen aile, arkadaş ve toplum baskısından pek de bahsedilmiyor. Bir kadının (ondan daha az derecede olmak üzere bir erkeğin) ya da bir çiftin çocuksuz olması, daima sorgulama gerektiren bir anormallik olarak görülür. Çocuk yapmamak ve normlardan kaçmak nasıl bir şeydir! Bir anneye neden anne olduğunu; anneliğin gerektirdiği olgunluktan ve sorumluluk duygusundan nasibini alıp almadığını sormak (ve ondan geçerli nedenler istemek) kimsenin aklına bile gelmezken çocuksuz insanlardan sürekli bunun gerekçelerini açıklamaları istenir. Buna karşılık isteyerek doğurmayan kadının, ebeveynlerinin yakınmalarından (büyükanne-büyükbaba olmaları engellenmiştir), arkadaşlarının anlayışsızlığından (kendileri gibi davranılmasını isterler) ve tanımları gereği doğumu teşvik eden ve ödevini yapmayanları cezalandıracak çeşitli araçlara sahip olan toplum ve devletin hışmından kaçma şansı çok düşüktür. Bir tür damgalamaya varan tüm bu baskıların üstesinden gelmek için çok sağlam bir iradeye ve karaktere sahip olmak gerekir.
Bir kadının (ondan daha az derecede olmak üzere bir erkeğin) ya da bir çiftin çocuksuz olması, daima sorgulama gerektiren bir anormallik olarak görülür. Çocuk yapmamak ve normlardan kaçmak nasıl bir şeydir! Bir anneye neden anne olduğunu; anneliğin gerektirdiği olgunluktan ve sorumluluk duygusundan nasibini alıp almadığını sormak (ve ondan geçerli nedenler istemek) kimsenin aklına bile gelmezken çocuksuz insanlardan sürekli bunun gerekçelerini açıklamaları istenir.
Ekonomik bunalım 1990’ların başında çok sayıda kadının işsiz kalmasına yol açmıştır, özellikle de düşük formasyonlu ve ekonomik açıdan en kırılgan olanların. Fransa’da bu kadınlara evde kalmaları ve üç yıl boyunca küçük çocuklarıyla ilgilenmeleri için bir annelik ödeneği sunulmuştur. Ne de olsa annelik de bir iştir ve hatta genellikle herhangi bir işten daha değerlidir denilse de, bu işe asgari ücretin ancak yarısı uygun görülmüştür. Kadınları erkeklerden daha kötü etkileyen kitlesel işsizliğin, anneliğin tekrar ön plana çıkmasında etkisi olmuştur: Annelik bugünden yarına kaybedilebilecek düşük ücretli bir işten daha güvenilir ve huzurlu bir kazanç kaynağıdır. Babanın işsiz kalmasının aileye, annenin işsiz kalmasından daha fazla zarar vereceği düşünüldüğü ve çocuk psikiyatrları hiç durmadan çocuğa dair, sadece anneye düşen yeni sorumluluklar keşfettiği müddetçe, bu durum etkisini artırarak sürdürecektir.
Annelik özgür erkeğin bireysel, egoist ve zalim dünyasına tek başına karşı koyabilir.
Her şey anneliğe karşı sağır bir direnç yükseliyormuş gibi gelişmektedir. Kadınlar üremeyi kontrol altına aldıkları andan itibaren okuyorlar, emek piyasasını ele geçiriyorlar ve ekonomik bağımsızlığı ya da kariyer yapmayı hedefliyorlar. Annelik artık doğal bir gerçeklik olmaktan çıkıp, bir mesele haline geldi. Çocuk sahibi olmayı reddedenler hala azınlıkta olsa da, yeni bir kadın kimliliğinin ortaya çıkmasını gerektiren hakiki devrim kapıdadır.