Fuzuli Bayat kitaplarından Kadim Türklerin Mitolojik Hikayeleri kitap alıntıları sizlerle…
Kadim Türklerin Mitolojik Hikayeleri Kitap Alıntıları
&“&”
Olan şeye yok deme.Eğer yoktur dersen,o zaman var olan şey de yok olur.
Halklar bozulduğunda
Nesiller,akrabalar ayrı düşer
Sahte rüzgarlar eser
İnsanlar canlanır
Doğanın düzeni bozulur…
arpa gibi köklü ol,ardıç ağacı gibi dallı ol.
Kitapta Yara Çeçen/ Kaderin Yargıcı olarak tanımlanan kişi yeryüzüne iniyor ve ölüm ne olduğunu bilmeyen insanlara ölümü ve ölünün nasıl gömüleceğini öğretiyor. Yeryüzüne indiğinde kızların kalabalık olduğu bir eve giriyor ama kızlar onun dış görüşüyle alay ediyor. Bunu üzerine Kara-Çeçen yeryüzündeki bütün kızlara ve gelecek olan kızlar bir beddua ediyor. Burada dikkatimi çeken evlenen kızlarla ilgili.
* Yara- Çeçenin bu bedduasından sonra kızların akılları ve yürekleri değişti. Önceleri evlendikten sonra kendi baba evinde oturan kızlar, baba evini terk ederek koca evine vardılar."
O dönemler evlenen kızın baba evini terk etmesi kötü karşılanıyor olmalı ki beddua konusu oluyor.
"Altay rivayetine göre, insanlara ölümün ne olduğunu ilk Yara- Çeçen’in kendisi gösterdi. O bir kargayı öldürdü, toprağı kazarak onu gömdü veya Yara- Çeçen’in talimatı ile bir kuş, diğer ölü kuşu gagası ile kazdığı toprağa gömdü. İnsanlar ölümü anladılar ve ölüyü nasıl gömeceklerini öğrendiler. Yara- Çeçen, nikahı da kanunileştirdi. Yara- Çeçen’e kadar kızlar resmi olarak evlenmez, kocaya varmazlardı."
" * Çeçen/ Çiçen / Şeşen akıllı, bilgin manasındadır."
Eski Türkler şöyle derlerdi ki, iyiliğin ve yaratmanın kaynağı olan Tengri insanlardan uzaklaştıkça kötü ruhlar ve onların hakimi Erlik Han da insanlara yaklaşacak.
…
Gelenekler bir tarafa atılarak unutulacak, örf ve adetler terk edilecek, ahlaksızlık gündelik norma çevrilecek, doğa da fırtına kopacak, kara şu kanka karışarak akacak, yerden garip ve korkutucu sesler duyulacak, dağlar yaprak gibi yellenecek, yerin altı üstüne gelecek. Dünya, hızla sona doğru yaklaşacak, ancak insanlar kötülükten, pislikten, zalimlikten, ahlaksızlıktan el çekmeyecekler. Aksine kıyametin alametleri onları daha da saptıracak. Doğa da susmayacak, toplumun kötülüklerine kötülükle cevap verecek.
Bar nemenı yok dep aytana bardı yok tegen yok bolar.
( Olan şeye yok deme; eğer yoktur dersen, var olan şey de yok olur.)
Kadim Türkler, bir gün dünyanın sona ereceğine inanıyorlardı. Türkler o güne Kalgançı Çağ, yani dünyanın sonu derlerdi.
…
…kıyametin kopacağı zamanın gelmesi için şartları şöyle sıralıyorlardı :
Kalgançı çak kelerde
Tengere tanıp bolup-padar
Yer tes bolup-kadar
Kaan-kaanga kapçigar
Kılak kılaka sana jar
Katı taş odular
Katu agaş kakşalar
Kalık el puzular
Kıji karıça bolar
Ergekçezı er bolar
Er tıskıni kısha bolar
Ajaktan paşha, biy turar
Ata balazın tanıbas
Bala atazın tanıbas
Pagır başha çigar
At başınça altın
Ayaktu aşha turbas
Ayak aldınan altın çigar
Anı alar kıji yok bolar.
( Kalgançı çağ geldiği zaman
Gök demir gibi sert
Yer bakır gibi berk olup kalır
Hanlar birbirine hücum eder
Halklar birbiri hakkında kötülük eder
Sert taş ufalar
Katı ağaç parçalanır
Bütün halklar bozulur
İnsan bir dirsek boyunda olur
Adam beş parmak kadar olur
İnsanların dizini kısa olur
Ayakdan başka herşey bey olur
Baba evladın tanımaz
Evlâd babasını tanımaz
Çöl soğanı insan başı fiyatında olur
At başı kadar altın
Bir kap yemeğe değmez
Ayak altında altın yatar
Onu yerden kaldıracak insan bulunmaz.)
Yakutların, gök tabakasını 7,9,12,17 kat olarak tasavvur ettikleri bilinmektedir. Katmanların sayısında yediye dayalı rakamların ağırlık bastığı görülmektedir ki, bu da daha çok sonraki şaman inancının etkisiyle oluşmuştur.
Nitekim Yakıtlara göre , 7 kat sema aleminin en üst katında en büyük Tanrı ve onun emrinde 7 tanrısal ruh vardır. Bazı inançlara göre bu 7 tengri veya ruh, aynı zamanda 7 kardeştir. Bunların işlevi ; çok gürültüsü, şimşek, aydınlık ve savaşı kontrol eden, göğün kızgınlığını bildiren, kaderi belirleyen şeklinde tanımlanır.
Kadim Türklerin mitlerine göre evren birbirinin üzerinde duran birkaç katmandan oluşmaktadır. Ecdadlarımızın mito-felsefi tasavvurlarına göre evrenin dikey düzeyi bir ok ekseni boyunca yukarı (gök), orta (yerüstü) ve aşağı (yeraltı) katlara ayrılır.
Yakutlar yukarı dünyaya üüheegi daydı, orta dünyaya orto daydı ve aşağı aleme allaraa daydı derler.
Kırgızlar ise aşağı dünyaya adam kayra çıkısız or (insanın geri dönemeyeceği karanlık alem) derler."
Carkanat, yeraltı dünyasında -Erlik’in meskeninde- kömürün üzerine dayanmış bir at gördü. Bunun sebebini ruhlara sorduğunda ona &‘bu at ayakları ile ekmeği teptiği için böyle bir cezaya çarptırıldı’ cevabı verildi. Sonra Carkanat hayatta iken devleti ile övünen, insanları hor gören bir adamın dilinden asıldığını gördü. Şaman Carkanat anladı ki bu dünyada hem insanlar hem de hayvanlar yaptıkları amellerin cezasını Erlik Han’ın meskeninde ödüyorlar.
Kaynağı ezoterik bir bilgiye dayanan mitlerin benzerliği, kutsalın tezahür şeklinin bütün insanlık için hemen hemen aynı olması; evrenin bütünlüğünün, dünyanınsa küçüklüğünün kanıtıdır."
Türkler eski zamanlarda göğü erkek, yeri de kadın başlangıç olarak görürlerdi. O nedenle de yıldırımın çakmasından sonra yağmur gökten indiği için yeri hamile bırakır ve yer de mahsul vermeye başlar.
Mitolojik hikâyelerde orman koruyucusu Ayı, ormandan hunharcasına yararlananları, av hayvanlarını öldürüp tüketenleri, ağaçları kesenleri, yangın çıkaranları cezalandırmaktan geri durmaz. Çünkü Türklerde ağaç kesmenin tabu olmasına göre, ormanın en eski ve kalıcı sakini olan Ayı hem de onu korumakla yükümlüdür. Mitolojik inançlarda Tayga Adazı (Tayganın Atası) veya Tayga İyesi (Tayganın Sahibi) olan Ayı’nın ruhu ormanda dolaşır ve denetim yapar.
İlk insanın, ilk şamanın ecdadı olan berkut (kartal) gökten inerek bir kadınla yaşamış, ondan türeyen insan da ilk şaman olmuştur. O nedenle şamanların ilk atası kartal, Türkler arasında kutsal kuştur.
Kadim Türkler, ilk şamanlara görev verenin Bay Ülgen, onlara kamlık yapmayı öğretenin ise Erlik Han olduğuna inanıyorlardı.
Şamanlar yalnız hastayı iyileştirmez, aynı zamanda hayvanların çoğalması, çocukların ölmemesi için de ayin yaparlar. Şaman ayinleri yeraltı dünyasındaki kötü ruhlarla alakalı olduğundan, onların Erlik’ten el almaları daha çok anlatılanlar arasındadır. Hatta güçlü şamanlar, ölümü de aldatmayı bilenlerdir.
Kazan Tatarlarında Börket Baba adıyla bilinen bu mitolojik varlık yağmurun sahibidir ve bulutları bir yere toplamakla yağmur yağdırır. Tıpkı Türkmenlerde olduğu gibi Börket Baba, kamçısını şakırtıda şakırtıda bulutları kovarak yağmur yağdırır.
Kadim Türkler, yaşadıkları dünyanın bir gün sonra ereceğine inanıyorlardı. İnanıyorlardı ki Tanrı’nın yarattığı evren Tanrı’nın emriyle de son bulacaktır. Türkler o güne Kalgançı Çağ, yani dünyanın sonu derlerdi."
Ülgen biri ak, biri kara taşla gelerek ateşin nasıl yakılacağını insanlara öğretmiştir."
… gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odunla kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odunla kömürü ateşlediler, körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu. Sonra nereden geldiği bilinmeyen gök yeleli bir bozkurt ortaya çıktı. Bozkurt geldi, Türklerin önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk boyları. Ve Türkler, bozkurdun önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal Mart ayının, kutsal 21. gününde Ergenekon’dan çıktılar. Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün geldiğinde büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Temir Şuno gibi Tas-Kara, Hasar da, Çingis Han da Tanrıoğullarıdır. Hasar, babası tarafından duvara zincirlenmişti, Tas-Kara ise yarıya kadar toprağa gömülmüştü. Şuno’nun ise derin kuyuya atıldığını biliyoruz. Hasar, bir saksağan öldürdüğü için cezalandırılmıştı, Tas-Kara yasağı bozarak kartalı öldürdüğüne göre, Şuno ise kardeşlerinin kıskançlığı yüzünden iftiraya uğramış, zindana atılmış veya kuyuda zincirle bağlanmıştı. İyi bir okçu olan Tas-Kara’nın idamı, mahir ok atan Erke-Mergen’in kaderini hatırlatır.
Eski efsanelerde Kala-Mambır, Hasar, Geser de büyücü kadını öldürerek zafer kazanırlar. Ancak hem Temir Şuno hem Kala-Mambır hem Hasar hem de Geser, öldürdükleri büyücünün cezası olarak kendileri de taşa çevrilirler. Efsanelere bakılırsa savaşın sebebi aslında hükümdarın düşman padişahının kızı veya karısını kaçırmasına veya kaçırmak istemesine göredir.
Tıpkı şamanlar gibi yadacılar da hiçbir zaman zengin, gururlu, kendini diğerlerinden üstün tutan insanlar olmamışlardır.
&‘Ne zaman ki duman sürekli doğudan batıya doğru hareket edecek, ne zaman ki gök de doğudan batıya doğru gürleyecek bilin ki o zaman dünyanın sonu olacak.’
Kadim Türkler ilk şamanlara görev verenin Bay Ülgen, onlara kamlık yapmayı öğretenin ise Ermiş Han olduğuna inanıyorlardı.
&‘Güneş bayrağımız olsun, gök çadırımız.’
İnsanlara yeryüzünde yaşamak mümkün değildi.
Bir zamanlar Demir Dağ’da bir kavim yaşarmış. Tanrı yakınlarında yaşayan bir Han’a denizi geçip Demir Dağ’daki insanlarla savaşmayı emretmiş. Han da Tanrı’nın emrini yerine getirmek için asker göndermiş. Askerler çok büyük zorluklardan sonra denizi geçerek Demir Dağ’a ulaşmışlar. Bakmışlar ki burası iri yapılı, kalabalık insanların yaşadığı bir yerdir. Hanın askerleri:
-Biz sizinle savaşa geldik, demişler.
Ancak Demir Dağ’daki insanlar:
-Savaş nedir? diye sormuşlar.
Askerler, savaşın ne olduğunu, nasıl dövüşüldüğünü anlatsalar da Demir Dağ’dakiler oralı olmamışlar. Sonunda askerler geri dönmek zorunda kalmış. Geri dönerken Demir Dağ’ın Hanı, onlara çok sayıda hediye vermiş, Hanlarına da bir kürk göndermiş. Askerler kendi memleketlerine geri dönüp, durumu hanlarına anlatmışlar. Han bu işe şaşırmış, getirin bakalım ne hediyelerdir, demiş. Getirmişler, bakmışlar ki bu kürk kendilerine çok büyüktür. Kürkü parçalayıp, sekiz kürk yapmışlar. O zaman Han meseleyi anlamış:
-Onların bir tanesi bizim sekizimize eşittir. Bu kürkle onlar bize; bizimle savaşmayın, kaybedersiniz mesajını vermişler. Biz onlarla nasıl savaşabiliriz ki?
Aslında gerçek yaratıcı Tanrı, Oçurman’dır. Ülgen ise Tanrı değil, şamanların uydurduğu bir ruhtur ve Oçurman’ın yaptıkları sonradan ona mâl edilmiştir.
İnsanın ölüm vakti geldiğinde körmes, onun daha ölmemiş canını alarak cehennemin yedinci katına, Erlik’in mahşerine götürür. Burada her iki gözlemci, yayuçi ve körmes, ölen kişinin işleri ve amelleri hakkında bilgi verirler. Eğer ölen kişinin iyi ve güzel işleri, kötü ve pis işlerinden çok ise Erlik Han onun üzerinde hâkim olamaz. Körmes, ondan el çeker ve yayuçi ölenin ruhunu cehennemden çıkarır. Bunun aksi olan durumlarda yayuçi, Erlik’in yanından eli boş geri döner ve insanın ruhu cehennemde kalarak Erlik’in hizmetçisine, yani körmese dönüşür.
Ülgen karanlıkta, suyun üzerinde asılı kalmıştı. Ne tarafa uçsa sudan kurtulamıyordu. Suyun üstünde tutunacak sert bir şey de yoktu. Ülgen, içinde bir sesin Aldında tut" (Önündekini yakala) dediğini duydu. Sözleri tekrarlayarak ellerini öne uzattı ve önünde, sudan dışarı çıkan bir taşı yakaladı. Taşın üzerine oturup, "aldında tut" diye tekrarlamaya başladı. Ag Ene (Ak Ana) ansızın yarıya kadar sudan dışarı çıktı. Ülgen’e aklına bir şey yaratmak gibi bir düşünce gelirse o zaman şöyle de:
-Ettım pyuttı, dep. (Yap, o zaman yaptıklarım olacak de.) Yoksa etkenim pyutneri, dep, deme. (Onda yaptığım olmadı, söyleme.)
Bunları söyledikten sonra Ag Ene suda kayboldu ve bir daha görünmedi. Buna göre de Ülgen insanları yarattıktan sonra onlara şöyle bir talimat verdi:
– Bar nemenı yok dep aytana bardı yok tegen yok bolar. (Olan şeye yok deme, Eğer yoktur dersen, o zaman var olan şey de yok olur.)
Her ne kadar kadim Türkler tengere, tengri terimlerini çeşitli anlamlarda kullansalar da bu karmaşa içinde asıl olanı tek kudret kaynağı, tek güç, tek tapınma objesi olan Gök Tengri’dir.
Türk mitolojik hikâyelerinde Erlik Han’ın başlıca işlevlerinden biri yeraltı dünyasında ölülere mahkeme kurmasıdır. Ölen ruhları kendi meskenine, yani altını orona götüren Erlik, burada suçluların cezasını söylemekle onları kendine hizmetçi olarak görevlendirir. Erlik piding elçizi" (Erlik Han’ın elçisi) olarak bilinen bu ruhlar, bazen insanlara zarar vermek için tekrar yeryüzüne gönderilirler.
Bay Ülgen, oğlu Yayık’a emir verir. Yayık da babasının emrini yerine getirerek yayuçilerden birine Süt Ak Göl’den yeni doğan çocuğa can getirmesini önerir. Mite göre canı getiren yayuçi, yeni doğan çocuğu ölümüne kadar korumakla görevlidir. Erlik de çocuğun doğacağını öğrenir öğrenmez körmeslerden birini doğuma engel olması için görevlendirir. Bu mümkün olmadığı takdirde körmes, doğumu ağırlaştırmakla doğum yapan kadına eziyet verir. Buna rağmen doğum gerçekleşirse körmes, yeni doğan çocuğu terk etmez ve Erlik’in emrine uyarak onu ömrünün sonuna kadar izler. Her insanın iki ebedi yolcusu var:Bunlardan biri insanın sağ omuzunda oturan yayuçi, diğeri insanın sol omuzunda oturan körmestir.
Erlik insanlara kötü ruh üfledi. Ülgen bu durumdan kurtulmak için önce onları mahvetmek istedi, ancak sonra bu kötü kokan insanların dışını içine, içini dışına çevirmekle meseleyi çözmüş oldu. O nedenle insanın alacası içindedir, dışı ise aldatıcıdır, denilir.
İlk insanın, ilk şamanın ecdadı olan berkut(kartal) gökten inerek bir kadınla yaşamış, ondan türeyen insan da ilk şaman olmuştur. O nedenle şamanların ilk atası kartal, Türkler arasında kutsal kuştur.
Cerenşe Şeşen gittiği her yerde oğlunu dövüyordu. Oğlunu neden dövdüğü sorulduğunda şöyle cevap verdi:
-Söylediğim şeyleri yaptığına göre dövüyorum.
Herkes bunamış babaya şaşırarak bakmaya başladı. Yalnız Aldar Kose dedi:
-Onu döv. O kendi aklı ile hareket edinceye kadar onu dövmek lazımdır.
Türk mitolojisinin babasız doğulan kahramanları zamanla Ortadoğu’ya, Batıya kadar gelip ulaşmış, Asya kökenli bu anlatı Hristiyan efsanelerinin temelini oluşturmuştur ki, bunun da en parlak örneği Yahudilerin Yehova dedikleri İsa’nın hikayesine dönüşmesidir.
Sonra nereden geldiği bilinmeyen gök yeleli bir Bozkurt ortaya çıktı. Bozkurt geldi, Türklerin önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk boyları. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal Mart ayının, kutsal 21. gününde Ergenekon‘dan çıktılar. Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu.
Doğru yaşamayı seven savaşçı Türkler kitap ehli olmasalar da Hakka ikrarları vardı.
Çünkü ne tufan ne deprem ne salgınlar insanları kötülük yapmaktan alıkoyamadı. Kadim Türkler her şeyden önce ahlaka, doğruluğa, adalete, hakkaniyete çok büyük önem veriyorlardı.
Kadim Türkler ölümden sonraki hayatı, ölümden önceki hayatın devamı olarak görürlerdi.
Arpa gibi köklü ol, ardıç ağacı gibi dallı ol.
İnsanın içi tükürüklü ve kirlidir. O nedenle kadim Türkler insanın kötülüğü içindedir derler
İnsanın alacası içindedir, dışı ise aldatıcıdır.
Korkut Ata’nın kitabında Kazan Bey’in dilinden Su hak didarını görmüştür." denilecektir ve yine çok sonra eski Türkler suya tükürmeyi, kötü söz söylemeyi; onu kirletmeyi yasaklayacaklardı
Her ne kadar kadim Türkler tengere, tengri terimlerini çeşitli anlamlarda kullansalar da bu karmaşa içinde asıl olanı tek kudret kaynağı, tek güç, tek tapınma objesi olan Gök Tengri’dir
“İnanca göre Oçurman olmasaydı hayat olmazdı, hayat olmasaydı biz olmazdık.”
“Kadim Türklerin mitolojik hikayeleri, efsaneleri milli şuurumuzun, dünya görüşümüzün, kültürümüzün ve nihayet kimliğimizin ana kaynağıdır.”
Türk mitolojisinin en bilinen ve meşhur konusu ecdadımız Bozkurt’ la bağlı olan mitoslardır. Konar-göçer Türklerde bozkurt mitinin kozmik doğumda önemli bir rol üstlenmesi Türklerin türeyiş mitlerini benzersiz kılmıştır. Türklerin türeyiş miti hiçbir halkın türeyiş mitine benzemez.
Altay rivayetine göre insanlara ölümün ne olduğunu ilk olarak Yara-Çeçen’i kendisi gösterdi. O bir kargayı öldürdü, toprağı kazarak onu gömdü. Başka bir varyanta göre Yara-Çeçen’in talimatı ile bir kuş diğer ölü kuşu gagası ile kazdığı toprağa gömdü. İnsanlar ölümün ne olduğunu anladılar ve ölüyü nasıl gömeceklerini öğrendiler.
Ülgen’in Yara-Çeçen adlı bilgili, akıllı bir yardımcısı vardı. Hayatı rayına oturtmak için Ülgen, yardımcısı Yara-Çeçen’i insanların yanına gönderdi ki onları bir araya toplayıp göklerin yargısını, insan ömrünün sınırlı oluşunu ilan etsin.
Kadim Türklerin mitoslarında Umay kelimesi meme emen çocukların ruhu veya hayat gücü anlamına geliyordu. Çocuk dünyaya geldiğinde onunla aynı zamanda Umay da gelir ve çocuğun süt emme süresi dolduğunda, yani iki üç yaşlarına geldiği zaman, Umay artık onun canı, ya da yaşam enerjisi olur.
İnanca göre üç kıymetli eşyayı: altını, gümüşü ve kızıl renkli bakırı Kurbu Erdeni, Altın Mengu Udes ve Burhan Bakşi kötü yaratıklardan alıp, yere, insanların ihtiyarına bıraktılar. Bu üç ruhtan en büyüğü Burhan Bakşi idi.
İnsanları olta ile yakalayan zalim ruh
Sen dolu kadehi içmeyi seversin
Senin yüzün kömür gibi kara
Senin kara saçların dimdik
Boyun çok uzun
Sen korkunç yolunu korursun, yalnız ay ışığında
Kimse senin ellerini tutamaz
En güçlü kimse bile senin ayaklarını yerden kesemez
Senin gözlerin dünyaya gölge salar
Dişlerin yaba gibi sarkar
Senin kemiklerinle deri bile yüzülür
Senin yanaklarından demir sesli musiki çıkarılabilir
Sen her şeyi görür, sen her şeyi bilirsin.
Üstyügünin üç sürgek
Üç ocoktu Bay Ülgen
Kögö Mönkö jarılgan
Kök syürgekten yekelgen
(Üstte üç ateşli gök
Üç kutsal ocaklı Bay Ülgen
Kögö Mönkö tarafından yaratılan
Mavi gök tarafından oluşturulan)
Ülgen ışıklı beyaz bir ruhtur.
Sonra nereden geldiği bilinmeyen gök yeleli bir Bozkurt ortaya çıktı. Bozkurt geldi, Türklerin önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk boyları.
Mittte denilir ki Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir halk, bir yer yoktu.
“Kadim Türkler, ‘insanın kötülüğü içindedir’ derler.”
“İnsanın alacası içindedir, dışı ise aldatıcıdır.”
“Olan şeye yok deme; eğer yoktur dersen, var olan şey de yok olur.”
Bar nemenı yok dep aytana bardı yok tegen yok bolat.( Olan şeye yok deme.Eğer yoktur dersen, o zaman var olan şey de yok olur.)
Ecdadımızın bizlere aktardığına göre, ne semanın ne de yerin olmadığı bir zamanda yalnız Ülgen vardı.
Bin yılları aşıp gelen anlatıya göre, Ag Ene, yaratma düşüncesinin ilham kaynağı, Bay Ülgen ise icracısı olmuştur. Ag Ene, üzerine durulacak bir kara parçasının dahi olmadığı bir zamanda sudan çıkar ve Ülgen’e yaratma emrini verir.
Her ne kadar kadim Türkler tengere, tengri terimlerini çeşitli anlamlarda kullansalar da bu karmaşa içinde asıl olanı tek kudret kaynağı, ek güç, tek tapınma objesi olan Gök tengridir. Hikayelerini anlatacağımız diğer varlıklar ise birer ruhlardır , ibrahimi dinlerdeki melekler,peygamberler gibi.
Mitoloji, tarih öncesi şuurumuzun bugünkü çağa, buradan da geleceğe taşınmasıdır.
Aç san bile tokum de ,Teksen bile çoğum de ,
Herşeyi herkesin bilmesine gerek yok..
Kalgançı çak kelerde
Tengere tanıp bolup-padar
Yer tes bolup-kadar
Kaann-kaanga kapçigar
Kılak kılaka sana jar
Katı taş odular
Katu agaş kakşalar
Kalık el puzular
Kıji karıça karıça bolar
Ergekçezı er bolar
Er tıskıni kısha bolar
Ajakta paşha, biy turar
Ata balazın tanıbas
Bala atazın tanıbas
Pagır başha çigar
At başınça altın
Ayaktu aşha turbas
Ayak aldınan altın çigar
Anı alar kıji yok bolar
.Kalgançı çağ geldiği zaman
.Gök demir gibi sert
.Yer bakır gibi berk olup kalır
.Hanlar birbirine hücum eder
.Halklar birbiri hakkında kötülük eder
.Sert taş ufalar
.Katı ağaç parçalanır
.Bütün halklar bozulur
.İnsan bir dirsek boyunda olur
.Adam baş parmak kadar olur
.İnsanların dizini kısa olur
.Ayaktan başka her şey bey olur
.Baba evladını tanımaz
.Evlat babasını tanımaz
.Çöl soğanı insan başı fiyatında olur
.At başı kadar altın
.Bir kap yemeğe değmez
.Ayak altında altın yatar
.Onu yerden kaldıracak ilsan bulunmaz
Kadim Türkler, bir gün yaşadıkları dünyanın sona edeceğine inanıyorlardı. Türklerindir o güne Kalgançı Çağ, yani dünyanın sonu derlerdi. Dünyanın sonu her zaman insanları düşündürmüştür; kıyamet ne zaman, hangi hangi şartlarda olacak, işaretleri hangileridir?
Altay-Sayan Türkleri şamanın manyakına (plaşına) eren/iren derlerdi. Bu da ilk şaman olarak bilinen Eren Şeşen adı ile alakalıdır.
Oğuz, kendisinin yanında yer alanlara, ona uyanlara, onun arkasından gidenlere Uygur adını verdi.
Bozkurt yürüdü; ardından da Türk boyları… Ve Türkler, bozkurdun önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal Mart ayının, kutsal 21. gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Kaoçi veya Tölisler diye adlandırılan bu kalabalık topluluktan, 552 senesinde, sonradan Göktürk diye adlanacak Aşina soyu çıkarak büyük bir devlet kurdu.
Dünya’yı sel/su basmasından koruyan, kadim Türklere göre de Kutup Yıldızı’dır.