İçeriğe geç

İyi Geceler Öpücüğü Kitap Alıntıları – Nurdan Beşergil

Nurdan Beşergil kitaplarından İyi Geceler Öpücüğü kitap alıntıları sizlerle…

İyi Geceler Öpücüğü Kitap Alıntıları

“ne zaman küçük parmağıma baksam içim burkulur. o kadar küçüktür ki bana canımın ne kolay yanacağını düşündürür. canımın ne kolay yanacağı aklıma gelince, herkesin küçük parmağı olduğunu hatırlarım. herkesin canı yanar. herkesin canı aynı şekilde yanar.”
Babamız bilgili bir adamdı ve hayatın işine yarayan her şeyi kullandığını, yaramayanları işine yarayacak şekle getirmek için dönüştürdüğünü, dönüştüremediklerini yok ettiğini söylerdi.
Hikayeler, içinden neye ihtiyacınız varsa onu çekebileceğiniz kuyulara benzer.
Çünkü herkes, kendi içindekilere karşılık gelen hikayeler duymak ister.
İnsan, diğer herkesten önce kendine katlanmayı öğrenmeliydi
Herkes başka türlü sevinir. Başka türlü yas tutar ve başka türlü öfkelenir. Herkes sevinç, yas, öfke sözcüklerinin anlamını, hangi duygu ve davranışları içerdiğini, hangilerini dışarıda bıraktığını bilir. Kavramlar ve anlam hakkında herkesin bildiği aşağı yukarı aynıdır. Fakat kavramlar içimize girdikten sonra sözcüklerde durduğu gibi durmaz. Sevinç, sözcük halindeyken ve herkese aitken, bir şeydir. Ve içimize girip bizim olduktan sonra, artık başka bir şeydir. Sevinmenin ne olduğunu bilsek de iş sevinmeye geldiğinde bildiklerimizin hükmü kalmaz. Bilmek, bir şeydir; bildiğimizin başımıza gelmesi başka bir şey. Herkesin zaafları başkadır. Herkesin yapabileceği ve yapamayacağı şeyler, feda edebilecekleri ve göze alabilecekleri başkadır. Herkesin sahip oldukları ve olamadıklarıyla kurduğu ilişki başkadır. Çünkü kimsenin bencilliği başkasınınkine benzemez. Ama herkesin canı aynı şekilde yanar. Kan, herkesin içinde kırmızı akar.
Çünkü herkes, kendi içindekilere karşılık gelen hikayeler duymak ister.
Zaman, kucağında ne salladığına bakar ve hızını ona göre ayarlar.
İyi bir başlangıç,en baştan başlamayacağını bilen başlangıçtır.
Hikayeler, içinden neye ihtiyacınız varsa onu çekebileceğiniz kuyulara benzer.
Algıda seçicilik, zamanda geçicilik esastır.
“derin bir acı be üzüntü çekmeden ne gidenleri uğurlayabiliriz ne de onların dönmeyeceğine ve yapacak bir şey olmadığına aklımız yatar.”
Ne oluyordu da insan kendi olmaktan çıkıp yaptıklarını dışarıdan gizleyen biri haline geliyordu? Düşünce neye dayanamıyordu ve donuyordu? Her türlü eziyete katlanan benlik, neyi kaldıramıyordu da tahtını terk ediyordu?
İnsan, diğer herkesten önce kendine katlanmayı öğrenmeliydi
“İnsanın sınırları yoktur” dediğinde herkesin gözleri parlardı. Onlar umut dolu bakışlarla kendi geleceklerine gülümserken, ben insanların kötü düşünme ve zarar verme eğilimlerinde de sınır tanımadıkları sonucuna vararak ateşlerde yanmaya çoktan başlamış olurdum.
anlamıştım ki, ben yalnız kalmaktan korkuyordum.
Yalnız ölmekten korkuyordum.
Birbirimize benzemek bizi birbirimize yakınlaştırmaz. Her şeyi birbirimizden farklı yapıyorken ve farklı şekilde hissediyorken, birbirimize benzememizdeki imkansızlık içimize işler, yakınlaşmamızı engeller.
Bilgili bir adam olan babamız, ölümün insanları eşitlediğini söyler. Burada adını andığı ölün, aslında öleceğini bilme duygusuyla yaşatmaktır; zira ölümün fiilen insanları eşitlemesi, öldükten sonra kimsenin işine yaramayacağından, faydasızdır.
Ne zaman küçük parmağıma baksam içim burkulur. O kadar küçüktür ki bana canımın yanacağını düşündürür.
ben onun gözlerinde bütün iyi gecelerin beni beklediği derin bir uyku gördüm.
Babamız, ölümü bilmeyen biri olarak ölümsüzlük hakkında kafa yormamda bir çelişki olduğunu söylemişti.
“Öldükten sonra ölümsüzlük hakkında kafa yormak için çok geç olacak ama” dedim babamıza.
“Öldükten sonra ölümsüzlüğü merak etmeyeceğin ve özlemeyeceğim hiç aklına gelmiyor mu?” dedi babamız.
Çok düşündüm düşündüğümün ne olduğunu anlayamayacak kadar çok düşündüm Genellikle kafamın içinde gürültülü bir kargaşadan başka bir şey olmuyordu ama bazen bir fikir kendini kurtarıp sivrilmeyi başarıyordu.
Babamız başkalarının bizim hakkımızda düşündüğünü sandığımız her şeyin, aslında bizim kendimizle ilgili kendi düşüncelerimiz olduğunu söylerdi.
Bir seçim yaptığımızda, zaman kırılır.
Bilgili bir adam olan babamız, yaşamanın insanları değiştirdiğini, ama ne kadar değişirse değişsin insanın içinde hep aynı kalan bir yer olduğunu söyler.
.. nasıl çocuk olmak insanları birbirine yaklaştırıyorsa, yetişkinliğin de tam aksine insanların arasına kemikleşmiş karakterlerden kalın duvarlar ördüğünü gördüm.
onda kedere benzettiğimiz şey, aslında dünyada olmaktan, yaşamla ödüllendirilmekten, dünyadaki hayatın sırlarına ve olanaklarına tanık olmaktan duyduğu heyecandır. Kederin, eşit olmayan ama dengede durması gereken duyguların çekişmesi olduğunu söyler.
Babamız, bir şeyi saklamak için en uygun yerin, herkesin gözünün önü olduğunu söylerdi.
Bir inanca göre, dünyada her şeyden sınırlı sayıda vardı; gökyüzüne sinen ve toprağın emdiği duygular, düşünceler, felaketler ve iyi şans, artmaz, azalmaz, ama dolaşırdı. Bazen çağırana, bazen hazır olana, bazen arayıp bulana gelirdi ve bazen de gelmesi için arayıp bulmaya hazır olanın çağırması gerekirdi.
Güneş sabahın bu saatinde insanı kaderiyle, kaderi şansla ve hepsini dünyadaki hayatla barıştırmak ister gibi yumuşak başlı görünürdü.
Ne zaman içimdeki kıpkırmızı gergin tel keskin bir çınlamayla koptu ve bir arada tuttukları ne zaman dağıldı?
İnsan, diğer herkesten önce kendine katlanmayı öğrenmeliydi
Ben daha ihtiyaç duymaya başlamadan ihtiyaçlarımı karşıladığı sürece, onun verdiklerini kendi ihtiyaçlarım sanacaktım.
Çirkin olduğumu nasıl anladım, hatırlamıyorum; çirkinliğim nezaket kurallarını nasıl aştı ve birbirimizin gönlünde kurduğumuz hatır denen sırça saraydan nasıl kaçtı?
Kız kardeşler olarak biz kendimize bir uğraş seçmek zorunda değildik. Hayatta kalmak için yapmaya mecbur olduğumuz işlerin çoğu zaten kız çocuklar olarak bizim sorumluluğumuzdaydı.
Başka türlü söylemek gerekirse, seçmemizi beklemeden uğraşlarımız bizi sahiplenirdi. Seçim yapmak zorunda olanlar erkek kardeşlerimizdi.
hayat mı isteklerimizi ayartıyor, yoksa tam tersi mi, istekler mi hayatımızı baştan çıkarıyor
Çok akıllı olmaya gerek yoktu, en büyük aptallıklar en akıllı olanların elinden çıkmıyor muydu?
İşaret edilmeden, hedef gösterilmeden yaşamak mümkün değil miydi? Usul usul? Tereyağından kıl çeker gibi? Kimseyi kızdırmadan, üzmeden; kimsenin ahını almadan, hayır duasına muhtaç olmadan? Olamaz mıydı?
Hepimiz birbirimizi tanıyorduk ve bir yandan da hepimiz birbirimizin içinde kopan fırtınaların yabancısıydık.
İnsanlar yüzümden ne okuyordu, bilmiyordum.
İçimdeki kargaşayı ve o kargaşanın omuzlarımı nasıl çökerttiğini görüyorlar mıydı?
Dertler bir kere içimize yerleşmeyegörsün, orada çoğalıyor, yayılıyor, güç ve önem kazanıp kendi iktidarını kuruyordu.
Herkesin sınırları başka yere çizilmiştir.
Derin bir üzüntü ve acı çekmeden gidenleri uğurlayamayız.
İyi kötüye ne kadar yakışıyor ve kötü iyiye ne kadar benziyor. Sevinmek ne kadar acıklı.
Çok akıllı olmaya gerek yoktu,en büyük aptallıklar en akıllı olanların elinden çıkmıyor muydu?
Herkesin sahip oldukları ve olamadıkları ile kurduğu ilişki başkadır.Çünkü kimsenin bencilliği başkasınınkine benzemez.
Birbirine yaklaşması mümkün olmayan insanlar vardı ve biz de onlardandık.
Başkalarının bizim hakkımızda düşündüğünü sandığımız şeyler, aslında bizim kendimizle ilgili düşüncelerimiz olabilirdi.
Zaman, kucağında ne salladığına bakar ve hızını ona göre ayarlar.
Birbirimizin gözü önünde birer yetişkine dönüştük ve onları bilmem ama ben, nasıl çocuk olmak insanları birbirine yaklaştırıyorsa, yetişkinliğin de tam aksine insanların arasına kemikleşmiş karakterlerden kalın duvarlar ördüğünü gördüm.
“Bilgili bir adam olan babamız, ölümün insanları eşitlediğini söyler. Burada adını andığını ölüm, aslında öleceğini bilme duygusuyla yaşamaktır; zira ölümün fiilen insanları eşitlemesi, öldükten sonra eşit olmak kimsenin işine yaramayacağından, faydasızdır.”
“Babamız başkalarının bizim hakkımızda düşündüğünü sandığımız her şeyin, aslında bizim kendimizle ilgili düşüncelerimiz olduğunu söylerdi.”
Oysa ağabey, hayatın boşluklara tahammülü olmadığını biliyordu.
Bazen anlamak istediğimizi sandıklarımızla aslında anlamak istediklerimiz arasında sarp bir uçurum olabiliyordu.
Kimseye yetişmek için uğraşmaz, kimseyle uzlaşmaya gerek görmezdi. Ortak payda kendisiydi; bu yüzden kendini çarparak ve bölerek zaman kaybetmezdi. Kimseyle biz olmaya yanaşmadığı için, kimseye kendinden siz diye söz etme fırsatı vermemiş olurdu.
Babaları herkesin kendi kendine düşünürken rahatsızlık duyabileceğini, insanın kendine de ait olsa, düşünceler arasında yolunu kaybedebileceğini söylerdi. Bu ahlakla ilgilidir, derdi. Ahlak, insana kendi kafasının içinde olup bitenlerden bile rahatsızlık duyabileceğini hatırlatan zalim bir hesap uzmanıydı.
Nasıl bir mercek bütün dünyayı ona ayak uydurmak zorundaymış gibi gösteriyordu?
Çünkü varlık, ancak varolmayan da varken tamamlanır.
Tutunamadım, basamadım. Ama aşağı da yuvarlanmadım.
Dört kişi olarak başlamıştık.
İki kişi olarak devam ettik.
Ve tek başıma dönüyordum.
Zaman kimsenin isteğini ciddiye almaz.
İnsan, diğer herkesten önce kendine katlanmayı öğrenmeliydi
Önce sözcük, sonra anlam ve sonra da düşünce eridi.
Zaman, kucağında ne salladığına bakar ve hızını ona göre ayarlar.
Anlamanın yolu anlamayı istemekten geçse de, bazen istekler anlayışa yol gösteremeyecek kadar dağınık olabiliyordu.
Bana saldıran hayat; ölüm değil.
“Keşke bu iktidar savaşını benliğinizi dağlayarak ben kazanmış olmasaydım. Anlıyorsunuz değil mi; kaybeden olmaya razıydım. Çünkü bu şekilde kazanmak demek, gözden çıkarıldığımı, vazgeçildiğimi, feda edildiğimi bilmek demek.”
Konuşmamak gereken şeyler olduğunu biliyordum.Yalnız yasak,tehlikeli,mahrem olduğu için değil,söze döküldüğü zaman,bir kulağın duyacağı hale geldiğinde anlamını da değerini de yitireceği için söylenmemesi gereken şeyler vardır.
Nasıl çocuk olmak insanları birbirine yaklaştırıyorsa,yetişkinliğin de tam aksine insanların arasına kemikleşmiş karakterlerden kalın duvarlar ördüğünü gördüm.İnsanlara yabancılaşan insanın kendine de yabancılaştığını gördüm.
Çünkü herkes,kendi içindekilere karşılık gelem hikayeler duymak ister.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir