Lev Tolstoy kitaplarından İvan İlyiç`in Ölümü kitap alıntıları sizlerle…
İvan İlyiç`in Ölümü Kitap Alıntıları
Ölümün kıyısında, onu anlayacak, ona acıyacak hiç kime olmadan böyle tek başına yaşayacaktı.
Herkesin kendisini terk ettiğini hissediyordu İvan İlyiç
Yükseldiğimi sanırken bayır aşağı yuvarlanıyormuşum meğer. Evet, olan gerçekten de bu. Başkalarının gözünde yükselirken hayat ayaklarımın altından akıp gidiyormuş.
Ne mi istiyorum? Yaşamak, acı çekmemek…
Yaşam ve ölüm! İşte o kadar! Yaşıyordum. Bir yaşamım vardı, ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyordum.
Aslında her şey, gerçekte o kadar zengin olmadıkları halde zenginlere benzemek isteyen, bu yüzden de ancak birbirlerine benzeyebilen insanlarınki gibiydi.
Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti.
İvan İlyiç’in hayat hikayesi basit ve herkesin yaşadığı gibi en fecilerden biriydi.
Üç gün üç gece ıstırap çektikten sonra ölüm! Bunlar şimdi, her an benim de başıma gelebilir diye düşündü, korku bir anda bütün benliğini sardı. Ama hemen, kendisi de nasıl olduğunu bilmeden, her zamanki düşünceleri yardıma yetişti. Bu onun değil, İvan İlyiç’in başına gelmişti. Piotr İvanoviç’in başına böyle şeyler gelmemeliydi, gelemzdi de!
Pek de boylu olmayan, semiz ve tersini istediği halde enine doğru giden Praskovya Fedorovna siyahlar giyinmişti.
Herkesin kendisini terk ettiğini düşünüyordu..
Hayat, çoğalan bir yığın ıstırap, daima artan bir hızla sona, en korkunç ıstıraba doğru tepetaklak inmektir: Ben de iniyorum.
Her zaman gerekeni tam gerektiği gibi yapmış biri benim gibi biri nasıl olur da sürdürmesi gereken yaşamı sürdüremez?
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?
Böylesine anlamsız ve iğrenç olabilir mi hayat? Hayat bu kadar anlamsız ve iğrençse, o zaman niye ölünüyor; hem de acılar çekerek?..
Hayat gitgide büyüyen bir dizi azaptı.
Bu kadar anlamsız,iğrenç olması hayatın mümkün mü?
Çaresizliğine ağladı,korkunç yalnızlığına, insanların acımasızlığına, Tanrı’nın acımasızlığına, Tanrı’nın yokluğuna ağladı.
Belli ki aşıktı.
Odaya girdi, soyundu ve Zola’nın bir romanını aldı ama okumadı,düşünmeye koyuldu.
yakında hepinizi kendimden kurtaracağım.
belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir.
böylesine anlamsız ve iğrenç olabilir mi hayat?
Duyduğum acı gündelik işlerle uğraşmama engel oluyor demek bana ikiyüzlüce geliyor. Hatta tam tersine bu işler acımı dindirmiyor belki, ama zihnimi dağıtıyor,beni oyalıyor.
Gözlerine bir bak, içinde hayat kalmamış. ”
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir.
Ölüm uçurumunun kenarında yalnız başına, yanında bir anlayıp acıyanı olmadan böyle yaşamaktı kaderi
Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti.
Bir yanlışlık vardı bu işte,
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?
Acıların zaman içinde gitgide artması gibi, hayat da bütün olarak hep daha kötüye gidiyor.
Sokaklardaki her şey İvan İlyiç’e hüzünlüymüş gibi geliyordu.
İçinde umut diye bir şey kalmıyor, umut adına ne varsa paramparça oluyordu.
Çeşitli misafir ve akrabalardan kendilerini uzak tutmuş ve kurtarmışlardı.
Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum.
Herkesin kendisini terk ettiğini hissediyordu.
Özellikle, her şeye soylu bir karekter veren eski eşyaları ucuza bulup almayı başarmıştı.
Kadın ona aşık olmuştu.
Sanki ölüm öyle bir maceraymış,sadece İvan İlyiç’e özgüymüş,ama hiç de ona özgü bir şey değilmiş gibi.
Yaşıyordum bir yaşamım vardı,ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyorum.
Durumu kötüydü ve onun durumunun kötü olması doktorun da, başka herhangi birinin de umrunda değildi, çünkü durumu kötü olan oydu.
Bizim için kapımızı çalanın kim olduğu hiç önemli değildir, biz işimizin gereği neyse onu yaparız, kim olursa olsun herkese aynı şekilde davranırız, uygulamamız kişilere göre değişmez
..yüzü bütün ölülerde olduğu gibi güzel, daha da önemlisi yaşarken olduğundan daha anlamlıydı.
Niye açıklama yapıyorum ki, sanki anlayacak.
Yaşıyordum bir yaşamım vardı, ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyorum.
Gözlerine bakmadın mı? Işık yok gözlerinde.
Belki de sürdürdüğüm yaşam,sürdürmem gereken yaşam değildir?
Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti.
Ve İvan İlyiç güzel yaşamının en iyi anlarını seçip ayırmaya başladı zihninde. Fakat tuhaftır bir zamanlar çok güzel bulduğu anların hiçbiri artık öyle gelmiyordu.
Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum.
Böylesine anlamsız ve iğrenç olabilir mi hayat?
Niye açıklama yapıyorum ki, sanki anlayacak!
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?
Aslında her şey, gerçekte o kadar zengin olmadıkları halde zenginlere benzemek isteyen, bu yüzden de ancak birbirlerine benzeyebilen insanlarınki gibiydi
Başkalarının gözünde iyi yaşıyor görünürken, hayat ayaklarımın altından akıp gidiyormuş
İşın aslı, zengin olmayan ama zenginlere benzemek isteyen ve bu yüzden de sadece birbirlerine benzeyen insanlardı.
Bu ölümün işlerinde terfi ve muhtemel değişikliklere neden olacağını düşünmelerinin dışında, yakın bir tanıdıklarının ölümününü duymak her zaman ölenin kendisi değil de bir başkası olması insanın içinde bir tür sevinç de uyandırırdı.
Sanki tırmandığını sanarak sürekli bayır aşağı iniyor gibiydi.
İş ne körbağırsakta ne de böbrekte; hayat ve ölümde Öyle ya. Bir hayat vardı; şimdi de gidiyor. Gidiyor ve onu tutmak elimde değil Evet. Ne diye kendimi aldatayım? Ölmekte olduğumu, benden başka herkes bilmiyor mu? Hafta, gün meselesi Hatta belki de şimdi Az önce ortalık aydınlıktı, şu anda karanlık Buradayım. Birazdan oraya gideceğim. Nereye?
Ben yok olacağım. O zaman ne olacak acaba?.. Hiçbir şey olmayacak. Yok olunca, nerede olacağım? Yoksa ölüm Hayır istemem!
Hiçbir şeyin önemi kalmadı Ölüm! Evet, ölüm oradakilerin hiçbiri bilmiyor, bilmek istemiyor, acımıyorlar. Eğleniyorlar. Vız geliyor onlara, ama kendileri de ölecekler. Aptallar!.. Ben biraz önce, onla biraz sonra Ama onların da başına gelecek. Oysa orada coşup duruyorlar. Hayvanlar!..
Acı ve ölüm İyi ama niçin ?
Tüm bunlar belli bir sınıftan insanlara benzemek isteyen bütün o belli sınıftan insanların eşyalarına benziyordu.
İvan İlyiç’i kıvrandıran manevi acının nedeni, o gece uyumakta olan Gerasim’in elmacık kemikleri çıkık, kötülük nedir bilmeyen, tertemiz yüzene bakarken apansız aklına geliveren bir düşünceydi: “Ya gerçekten de yaşamam gerektiği gibi yaşamadıysam, bilinçli seçtiğim yaşamım yanlışsa?..”
Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti. “İşte ben de uçuyorum.”
Ne bu şimdi? Ne için bütün bunlar? Olacak şey mi? Böylesine anlamsız ve iğrenç olabilir mi hayat? Hayat bu kadar anlamsız ve iğrençse, o zaman niye ölünüyor; hem de acılar çekerek?..
Yanıt beklediği falan yoktu elbette, sorularının yanıtı olmamasına, olamayacağına ağlıyordu.
Camaata görə yüksəlirdim, amma cəmiyyətin hesabına görə, hansı sürətlə yüksəlirdimsə, həmin sürətlə də həyat uzaqlaşırdı məndən.
İvan İliç görürdü ki, bu dəhşətli ,müdhiş hadisə- onun ölümü ətrafındakılar tərəfindən ən adi bir xoşagəlməz hadisə, qismən də ədəbsizlik səviyyəsinə endirilib; görürdü ki, heç kimin ona yazığı gəlməyəcək, çünki heç kim onun nə vəziyyətdə olduğunu başa düşmək istəmir.
Mademki öyle, hayattan elimde ne varsa hepsini mahvederek ayrılıyorum.
Ya bütün hayatım, yaşadığım bilinçli hayat gerçekten gerektiği gibi değilse?
Gereken şekilde yaşamamış olmam kabul edilemez bir şey, diyor, gülümsüyordu.
Geri geri giden trende insanın ileri gıttıgıni sanması neden sonra asıl yönunun farkına varması gıbıydı durumu.