İçeriğe geç

İtalyan Kızı Kitap Alıntıları – Iris Murdoch

Iris Murdoch kitaplarından İtalyan Kızı kitap alıntıları sizlerle…

İtalyan Kızı Kitap Alıntıları

&“&”

Yalınlık karmaşıklıktan iyidir.
Bilinmez,insanlar da onarılır."
"Ben çatlakken daha iyiyim galiba."
Isabel’i hiç öfkelenmeden salıverirken,onu özgür bırakırken elimden ağır bir şey düşürüyorum sandım.
Bilir misin,doğru davrandığımız zaman her şey birden kolaylaşıverir.
Hiç kimse mutlu olmak için başkalarının hayatını ayaklar altına alma hakkına sahip değildir.
Bütün bu düşünceler onu umutsuzluktan da öte bir yerlere vardırmıştı. Artık ne suçluluk duygusunu yatıştırabilir ne de pişmanlık duyabilirdi. Gönlü kırılmıştı, ölümlülüğün ne demek olduğunu anlayarak yalınlaşmıştı.
‘Yanlış nedenlerle doğru iş yapmaktansa, doğru nedenlerle yanlış bir iş yapmak iyidir. Ah, nasıl anlatayım…’
Anlıyordum oysa. Bizi dönüşü olmayan alacakaranlık yollara sürükleyen o doğru ile yanlış belirsizliğini, yani yazgılarımızın bataklığını kavrayacak durumdaydım.
Önemli olan, en güzel hayatın nasıl olduğu değil, hayatın senin için nasıl güzel olduğu!
Yüreğin derinlikleriyle pazarlık edilmez. Zaten senin o sözünü ettiğin özgürlüğü herkes ele geçiremez ki, o özgürlüğün getirdiği yıkımlar karşısında kaç kişi kalır ayakta?
Onsuz edemediğimiz tek şey özgürlüktür.
İnsan doğru dürüst acı bile çekemiyor, acı çekmekten tat almaya başlıyor. Kendi kendini cezalandıramaz oluyor insan, çünkü bütün acılar bir süre sonra bir avunma haline geliyor. Acıların değil, gerçeğin ardında koşuyor insan; oysa gerçek akıllara sığmaz bir acı.
Önemli olan, en güzel hayatın nasıl olduğu değil, hayatın senin için nasıl güzel olduğu!
“Böğründe bir okla yürümek zordur, ama olduğun yerde durmak daha çok acı verir. “
Güzellik insana kendi varlığını bile unutturur. 
Mutsuz kadınları, bilmedikleri bir belanın ardından koşmaktansa, bildikleri bir belaya katlanmaya zorlayan bir çok neden vardır herhalde.
Yanlış nedenlerle doğru bir iş yapmaktansa,
doğru nedenlerle yanlış bir iş yapmak iyidir.
Önemli olan, en güzel hayatın nasıl olduğu değil;
hayatın senin için nasıl güzel olduğu!
Onsuz edemediğimiz tek şey, özgürlüktür.
Çünkü ruhu değiştiren cezalandırma değil, ölümü kabullenmedir. Tanrı, ölümü kabullenmedir. Tabii bunu hoş görecek bir din yoktur.
Acıların değil, gerçeğin ardında koşuyor insan;
oysa gerçek, akıllara sığmaz bir acı.
İnsan kendi aklının tutsağı da olabilir.
İyi olmak, bu saflığı hiçbir zaman kaybetmemek demektir. Kötülük nasıl bulaşır insanın hayatına, nasıl bulaşabilir? Bir zamanlar biz de oralardaydık…
Mutsuz kadınları, bilmedikleri bir belanın ardından koşturmaktansa, bildikleri bir belaya katlanmaya zorlayan birçok neden vardır herhalde.
Filozofun biri, en büyük suçumuz yeryüzünün bütün güzellikliğine gözlerimizi kapatmamızdır, diyor.
Kabartmalardaki insanlara benziyoruz. Oymalardan,yontmalardan nasıl nefret ediyorum bilemezsin! Kusura bakma ama Edmund, gotik sanatta, Kuzey sanatında, o kargacık burgacık şeylerde insanın içini karartan bir şey var. Oymacılar niye böyle insanın gönlünü daraltan konular seçer acaba? Asılmış erkekler,ağlayan kadınlar. Sanki insanlar hiç sevinçli olamaz, yüzleri hep mahzun olmalıdır.
Günahın ne kadar ağır olduğunu düşünmedin.
Artık nasıl bir sevince, nasıl bir hüzüne kapılırsam kapılayım, bütün bütüne kendimin ve gerçek olacaktı; kendi düzeyimde yaşayacak, kendi ülkemde acı çekecektim. Yeryüzünde beni kusursuz bulacak tek bir insan vardı, işte o insana rastlanmıştım.
Onun yüzü mutluluğun yüzü oluvermişti; uzun zamandır rastlamadığım ve özlemini çekmekten vazgeçtiğim mutluluğun yüzü. Oysa onu mutluluğum olarak gördüğüm sırada bile, aynı zamanda mutsuzluğum olarak da görmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Başka insanların yarasını iyileştirecek güçten yoksundum, fakat bu arada kendi yaralarımı farkına varmıştım. Hep hayatın ötesine geçtiğimi, hayatı aştığımı sanmış, oysa sonunda bütün yaptığımın hayattan kaçmak olduğunu anlamıştım. Hayır; hiçbir şeyi aşmamıştım, bir sözde dindardan, bir korkaktan başka bir şey değildim.
Bir an için öldük sonra olanca varlığımızla çıkıverdik ortaya.
Çılgınca bir boyun eğişle birlikte mutlu ve dingin bir güçlülük duydum. Artık zincirlerimi koparmış, silahlanmıştım. İnsanca yaşayabilir, düşünebilir, isteyebilir, konuşabilirdim artık.
Yüzü bir celladın yüzü kadar boş ve acımasızdı.
Sanki şimdiye kadar hep bölük pörçük varolmuştu. Oysa şu anda olanca katkısızlığıyla kendisiydi.
Öyle anlar vardır ki, bazen her şeyin oluruna bırakılması gerekir.
+ Tanrım batık bir gemiyim ben!
– Bilinmez insanlar da onarılır.
Şimdiki hayatımda ne bir umudum var ne de bir korkum.
Bilir misin, doğru davrandığımız zaman her şey birden kolaylaşıverir.
Sen de biliyorsun ki her zaman en iyisi olmaz.
Bizi dönüşü olmayan alacakaranlık yollara sürükleyen o doğru ile yanlış belirsizliğini, yani yazgılarımızın bataklığını kavrayacak durumdaydım.
Yanlış nedenlerle doğru bir iş yapmaktansa, doğru nedenlerle yanlış bir iş yapmak iyidir.
Karşımda gençliğin olanca umutsuzluğuyla, gençliğin ömür boyu sürecek bir yıkıma sürükleyebilecek o güzelim kaçınılmazlığıyla duruyordu.
Ateşe atılmak ailemizin bir geleneğidir.
Özgürlüğün getirdiği yıkımlar karşısında kaç kişi kalır ayakta?
Yüreğin derinlikleriyle pazarlık edilmez.
Onsuz edemediğimiz tek şey özgürlüktür.
Anlamsız bomboş bir insan olmaktansa, ölmek yeğdir.
Artık gerçeği ele geçirdim. Çılgınlık da olsa gerçeğin peşinden gitmenin tam sırasıdır.
Varlığımı ancak orada gerçekleştirebiliyorum. İnsanlar ancak orada yüreğimin dilini konuşuyor.
Acı çekecekse kendi ülkesinde acı çekmeli insan.
Gerçeği, üstelik böyle bir gerçeği her önüme gelene nasıl anlatırdım?
Ne olursa olsun bir yolunu bulmalıydım. Onu katkısız bir tutkuyla sevmenin bir yolunu bulmalıydım.
… acı duymayacak kadar kendinden geçmişti zaten.
Kovalıyor muydum yoksa kaçıyor muydum?
Aslında hayatın kendisi haksız olan. Hiç değilse benim için hep böyle oldu.
İnsan çılgınlığa er geç bir son vermeli.
Yüzünde çok hoş bir gerçeği düşlercesine, bir hayli dingin bir parlaklık vardı.
Hiç kimseye söylenmemesi, yalnız düşünülmesi gereken şeyler vardır.
Utanılacak bir şeydi belki, ama sevecenliğin, sıcaklığın gerekliğini duyuyordum. Paramparça olmak istemiyordum.
İnsan yüreği acılar içindeyken sessiz kalamaz. Alevler arasında yanarken sessiz kalamaz insan.
Gençleri büyüklerinin karşısında çirkin ve amansız kılan o özgürlük ve mutluluk duygusuyla tepeden tırnağa doluydu. Hiç kimse mutlu olmak için başkalarının hayatını ayaklar altına almak hakkına sahip değildir.
Erkekler sadece akıl öğretmesini bilir! Onların başına bir şey gelmez ki dertleri olsun.
Bazen insan içgüdülerini dinlemek, içinden geldiği gibi davranmak zorunda kalır.
Onun gerek varlığının, gerekse yokluğunun her şeyden daha güçlü olduğu bu evde herhalde yapılacak tek şey Lydia’nın ölümünü düşünmekti. Oysa onun ölümünü unutmuştum sanki, yüreğimde taşıdığım o ölümsüz Lydia’yı düşlemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Çünkü ruhu değiştiren cezalandırma değil, ölümü kabullenmedir. Tanrı, ölümü kabullenmedir. Tabii bunu hoş görecek tek bir din yoktur.
Bana kalırsa insan cennetten kovulmamış bir melek gibi acı çekmeli.
Tepeden tırnağa acıyla yüklü olduğu halde, bu düşünsel varlığı, sonsuzlukta dolanan bu düşünceleri kim yitirmek isterdi ki… Zaten bütün iş sonsuzlukta dolanan bu düşüncelerde değil mi?
Tutku kendi kendini haklı çıkarıyor.
Belki de Hesperos’un bir yıkıntısıyım yalnızca, ama gövdem bir melek kadar pırıl pırıl.
En büyük suçumuz yeryüzünün güzelliğine gözlerimizi kapamamızdır.
Güzellik insana kendi varlığını bile unutturur.
İyi olmak saflığı hiç bir zaman kaybetmemek demektir. Kötülük nasıl bulaşır insanın hayatına, nasıl bulaşabilir? Bir zamanlar biz de oralardaydık…
Güneş şapkasının mavi kurdelasını çenesini altına iri bir fiyonkla bağlamıştı.
Kendime bomboş ve doğru bir gözle bakabilseydim, bugünkü davranışlarımı sürdürsem bile, çok daha iyi bir insan olurdum. Ama ne yapayım elimde değil.
Hem biliyor musun; kötülük de bir makinedir. İnsan doğru dürüst acı bile çekemiyor, acı çekmekten tat almaya başlıyor. Kendi kendini cezalandıramaz oluyor insan. Çünkü bütün acılar bir süre sonra bir avunma haline geliyor. Acıların değil, gerçeğin ardında koşuyor insan; oysa gerçek akıllara sığmaz bir acı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir