Ahmet Arslan kitaplarından İslam, Demokrasi ve Türkiye kitap alıntıları sizlerle…
İslam, Demokrasi ve Türkiye Kitap Alıntıları
Farklı ve birbirine zıt düşüncelerin düşünülmesi, ifade edilmesi, propagandasının yapılması mümkündür. Çünkü bir düşünce için talep edilen bütün bu işlemler, bir başka düşünce için talep edilecek işlemlere zarar vermez, veremez. Onlardan birinin varlığı, diğerinin varlığını ortadan kaldırmaz. O halde eyleme dönüşünceye kadarki süreçte bütün safhalarda düşünce özgürlüğü ve onun türevlerinin sınırsız bir şekilde gerçekleşmesinde hiçbir engel veya tehlike yoktur.
Ancak birbirine aykırı, birbirine zıt eylemlerin bir arada var olması fiziksel olarak mümkün değildir. Çünkü onlardan birinin varlığı, diğerinin varlık imkanını ortadan kaldıracaktır. O halde eylem özgürlüğü, düşünce özgürlüğü gibi sınırsız olamaz.
Ancak birbirine aykırı, birbirine zıt eylemlerin bir arada var olması fiziksel olarak mümkün değildir. Çünkü onlardan birinin varlığı, diğerinin varlık imkanını ortadan kaldıracaktır. O halde eylem özgürlüğü, düşünce özgürlüğü gibi sınırsız olamaz.
Çağdaş toplumların esas olarak iki amaç peşinde koşan bireylerden meydana geldiği, genel bir doğru olarak kabul edilebilir: Maddi planda rahatlık, konfor ve refah; manevi planda emniyet, huzur ve barış. Bunları daha basit olarak refah ve barış diye iki temel ihtiyaç veya arzu olarak belirleyebiliriz.
Yine çağdaş toplumlarda bu iki temel arzunun gerçekleştirilme mekanizmaları olarak da sanayileşme ile demokratikleşmeyi verebiliriz: Kaba taslak olarak refah sanayi ile barış ise demokrasi ile sağlanmaktadır.
Bütün dinler aynı ölçüde iyidirler, yeter ki onları uygulayan insanlar, namuslu insanlar olsunlar.
Düşünce özgürlüğünün sınırsız olması talebi, sorumsuz olması hakkını içermez. Eyleme dönüşmek isteyen düşünce, eyleme dönüşme imkanına ve hakkına sahip düşünce olmalıdır.
Hoşgörü, hoş görmeye hazır olmak demektir. Hoşgörü ancak hoş görmeme imkanının olduğu yerde bir erdemdir. Hoşgörü kural olarak güçlü olanın, yönetenin zayıf olana veya hakim olan çoğunluğun azınlığa karşı olan tutumudur.
İslam tarihinde bir İslam Devleti olmadığı gibi, İslami dini devlet veya siyaset kuramı da yoktur. Çünkü siyaset kuramları devletin varlığını, hükümdarlığın zorunluluğunu, egemenliğin meşruluğunu açıklamak için dinsel nedenlere veya gerekçelere değil, insani doğal ihtiyaç ve arzular dayanmışlardır.
Sokrates’in felsefesinin gerekliliğini tesis için ileri sürdüğü iddia edilen ilginç bir akıl yürütmesi vardı. Felsefenin, yani insanın doğal tecrübeleri ve aklına dayanarak herhangi bir konuda tutarlı, sistemli ve gerekçeli akıl yürütmesinin, düşünmesinin, kanıt getirmesinin gerekliliğine inanmayan birine Sokrates’in itirazı şudur: Sen ya felsefenin, (yani yukarıda kısaca özelliğine temas ettiğimiz bir düşünme biçiminin) gerekliliğini kabul edersin; o zaman mesele yoktur. Veya böyle bir düşünme biçiminin gerekli olmadığını iddia edersin; o zaman ben sana bunun neden ötürü gerekli olmadığını bana anlatmanı, görüşünü kanıtlamanı, makul gerekçelerle beni ikna etmeni isterim. Beni ikna etmek için ileri süreceğin düşünceler, getireceğin kanıtlar ise işte benim felsefe yapmak dediğim şeyin ta kendisi olacaktır.
Farabi çizgisini takip eden İslam bilginleri ve entellektüelleri Aristoteles’i bir bütün olarak insanlığın ilk öğretmeni olarak almakta, onun ardından ve izinden gelen Farabi’yi ise arada tam bir devamlılık olduğunu vurgulayan bir ifadeyle İkinci Öğretmen adıyla adlandırmak ve onurlandırmakta hiçbir sakınca görmezler.
İslam dünyası koyu bir cahilliğin, bağnazlığın, yoksulluğun içinde yüzmektedir. Bunun nedeni de esasta ilkel, tutucu, gelişmeye elverişli olmayan İslam dinidir.
Düşünce özgürlüğünün sınırsız olması talebi, sorumsuz olması hakkını içermez. Eyleme dönüşmek isteyen düşünce, eyleme dönüşme imkanına ve hakkına sahip düşünce olmalıdır.