İçeriğe geç

İnsanın Hikayesi Kitap Alıntıları – James C. Davis

James C. Davis kitaplarından İnsanın Hikayesi kitap alıntıları sizlerle…

İnsanın Hikayesi Kitap Alıntıları

Herhangi bir tür bizi yok edecekse, bu hiç kuşkusuz kendi türümüz olacak.
Daha da önemlisi, büyük ABD eyaletlerinde seçim sonuçlarını etkileyebilen ABD Yahudilerinin (çoğunluğu İsrail’i destekliyordu) oylarını almak istiyorlardı. Bütün bu nedenlerle ABD İsrail’e savunması için silah, varlığını sürdürmesi için de para yardımı yapıyordu.
Ortadoğu’nun tanımlanması gerekiyor ama Ortadoğu ne o, ne bu. Sınırları üzerinde kolayca anlaşılan bir bölge değil.
Bazen bir köyün üzerinden uçakla geçiyorlar, bazı armağanlar atıyorlar ve yerliler bu armağanları toplarken onları bombardımana tutuyorlardı.
Aileler çok fazla çocuk yapıyordu, ama bunun bir nedeni vardı. Dünyanın her yerindeki yoksul kırsal bölgelerde çocuklar bir değerdir. Aileye çiftçilik işlerinde yardım ederler ve yaşlandıklarında anne ve babalarına bakarlar, bu nedenle çok sayıda çocuk sahibi olmak bir çeşit sosyal güvencedir. Yoksullar, en azından belli bir noktaya kadar, çok çocukları olduğu için yoksul değillerdir; yoksul oldukları için çok çocukları vardır.
Hükümet yetkilileri, hem kamuya ait kuruluşlarla, hem de özel şirketlerle yakın ilişki içindeydi ve rüşvet almakta bir sakınca görmüyorlardı.
Bir yol bulduk. Adı demokrasi.
İktidarda olduğu süre boyunca Stalin 230.000 kişinin idamını onayladı; daha alt düzeydeki yetkililerin onayladığı idam sayısı çok daha fazlaydı. 1937 Aralık ayında tek gecede Stalin 3.167 idam onaylamış, sonra da sinemaya gitmişti.
En iyi uyum sağlayan hayatta kalır.
Marx kibirli biriydi ve görüşlerinde ısrarcıydı; sürekli tartışan Marksistlerden usanmıştı. Onlara namussuzlar , yontulmamışlar ve tahtakuruları diyordu; öfkeyle şöyle söylüyordu: Tek bildiğim Marksist olmadığım.
Piskoposlar siyasetle meşguldüler, öyle ki sık sık savaşlara katılıyorlardı. Savaşlarda kılıç yerine gürz taşıyorlardı, çünkü din adamı olarak, kan dökmelerine izin yoktu ama kafataslarını özgürce parçalayabiliyorlardı.
Ne kadar sık söylenir, ne kadar doğrudur: Büyük dinlerin kurucuları kıyıda köşede kalmış yerlerde yaşayan alçakgönüllü insanlardı. Ama en önemli soruları soranlar da onlardı. Bu sorulara öyle güçlü yanıtlar vermişlerdi ki kendilerinden sonraki kuşakların da zihinlerinde yer ettiler.
Yaratan rabbinin adıyla oku.
O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
O Rabbin ki kalem ile yazmayı öğretti.
İnsana bilmediğini öğretti.
Istırabımızın ve umutsuzluğumuzun nedenleri hırsımız ve bencilliğimizdi. Kafamızın karışıklığından kaynaklanan bu ölümcül hatalardan kurtulabilirdik.
Artık bütün dünyevi kaygılardan arınmıştı, çevresindeki dünyayı düpedüz görmezden gelebilirdi. Neden geri kalan bizler için kendini üzecekti ki?
Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın.
Daha fazla demokrasi zamanıydı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Demokrasiyi seviyordu ama 150 kölesi vardı.
İlk insanların sanat yapıtlarının, kültürleri hakkında tam olarak ne anlattığı konusunda kesin bir şey anlatmak güç. Hayvan resimleri, avcılıkla ve belki de büyüyle bir hayli haşır neşir olduklarını gösteriyor. Mamut ve bizon resimleri yaparak bu vahşi hayvanlara hükmetmeyi ve öldürme olasılığını arttırmayı ummuş olabilirler. Bazı resimlerde mızrakla vurulmuş hayvanlar çizilmiş; bir resimde de bir mamut tuzağa yakalanmış olarak gösteriliyor.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Genel olarak Haçlı seferleri gülünç ve pahalıya mal olmuş birer başarısızlıktı. Avrupalıların başkalarına özellikle de Türkler gibi savaşçı bir halka hükmedecek güçte ve yetenekte olmadığını ortaya koymuştu.
Ne kadar sık söylenir, ne kadar doğrudur: Büyük dinlerin kurucuları kıyıda köşede kalmış yerlerde yaşayan alçakgönüllü insanlardı. Ama en önemli soruları soranlarda onlardı. Bu sorulara öyle güçlü yanıtlar vermişlerdi ki kendilerinden sonraki kuşakların da zihinlerinde yer ettiler.
Arapların fethettiği ülkelerde milyonlarca insan dinlerini değiştirdi, Müslüman oldu. Belki, bu kadar çok savaş kazandıklarına göre Müslümanların Tanrısı gerçekten de güçlü olmalı, diye düşünmüşlerdi. Belki de inananların görevleri son derece açık bir biçimde ortaya koyan bir din onlara çekici gelmişti.
Çölde yaşayan bu cahil Araplar nasıl olmuş da bu kadar kısa zamanda bu kadar şey kazanmıştı? Belki akla gelen ilk yanıt doğru yanıttı: Muhammed onları birleştirmiş ve onlara bir hedef vermişti. Allah Müslümanlardan vahyini dünyaya yaymalarını istemişti.
İslam dininin kurucusu Hz. Muhammed’den önce Araplar tek bir halk değildi.
Son gününü görmeden, kimseye mutluluğa ermiş demeyin. Yalnızca ölüler azadedir acıdan.
Pavlus’un , İsa’nın yaşamını bilerek feda ettiğine dair öğretisi onun Hıristiyanlığa en önemli katkısıdır. İsa hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmamıştır.
Geride ölüler için ağlayacak kimse kalmamıştı
Kendisine fethedecek bir yer bırakmadığı için İskender’in babasına kızdığı söylenir.
Gök ve Yer engindir; tek bir hükümdar onlara tümüyle sahip olamaz.
Son gününü görmeden, kimseye mutluluğa ermiş demeyin. Yalnızca ölüler azadedir acıdan.
Vergiler, donanma ve dış ilişkiler gibi can alıcı konularla ilgili işlerde bir avuç zengin insan tekrar tekrar görev alıyordu.
Olimpiyatların birinde, oyunlara katılan bir Spartalıya bir güreş karşılaşmasını kaybetmesi için rüşvet önerilmiş ama Spartalı kabul etmemişti.
Aristoteles, ideal kent devletinin herkesin birbirini tanımasına olanak sağlayacak kadar küçük olması gerektiğini belirtmişti.
Tamam, Tanrı bizden dini törenler ve ibadet bekliyor, diyordu peygamberler, ama bunları riyakarlardan ve yoksullara haksız yere acı çektirenlerden beklemiyor. O, dini törenlerden çok insanların nasıl yaşadığıyla ve birbirlerine nasıl davrandıklarıyla ilgilidir.
İbraniler, şimdiki Türkiye’nin güney sınırındaki Harran’a vardıklarında bir süre yerleşik bir yaşam sürmüş, ardından tekrar yollara koyulmuşlardı.
Hükümdar bir tanrı olduğundan öldükten sonra da yaşayacaktı ve piramidi sonsuza kadar evi ve mezarı olacaktı. MÖ. 2680 yılında, Firavun Coser, bir Sümer zigguratına benzeyen basamaklı bir piramit yaparak sonraki firavunlar için örnek oluşturdu.
Bir Sümer sözü şöyle der: Yoksulun gücü yoktur.
Mezopotamya , Yunancada Irmaklar Arasındaki Ülke anlamına geliyor. Bölge o kadar düz ki, söylenenlere göre, kalın bir kitabın üzerine çıktığınızda her yeri görebiliyorsunuz.
Kısacası, tarımın neden dünyanın büyük bir bölümünde neredeyse aynı zamanda ortaya çıktığı bir sır olmaya devam ediyor.
1800’lerin başlarında, Britanyalı göçmenler, Kara Savaş olarak adlandırılan bir savaşta neredeyse bütün Tasmanları yok etti.
Şunu sormak gerek: Gitgide artan egemenliğimiz düşünüldüğünde, türümüz başka bir türün bizi ortadan kaldırmasına izin verir mi? Herhangi bir tür bizi yok edecekse, bu hiç kuşkusuz kendi türümüz olacak.
Son gününü görmeden, kimseye mutluluğa ermiş demeyin. Yalnızca ölüler azadedir acıdan.
hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi.
Ne kadar sık söylenir, ne kadar da doğrudur: Büyük dinlerin kurucuları kıyıda köşede kalmış yerlerde yaşayan alçakgönüllü insanlardı. Ama en önemli soruları soranlar da onlardı. Bu sorulara öyle güçlü yanıtlar vermişlerdi ki kendilerinden sonraki kuşakların da zihinlerinde yer ettiler.
( )Aztekler her yıl, yönetimleri altındaki kentleri altın yüklü hamallar yollamaya, ayrıca mısır, domates, fasulye, kabak, hindi, geyik ve köpek vermeye ve ilahlarını hoşnut etmek için öldürebilecekleri insanlar göndermeye zorluyordu.
Pavlus açısından en önemlisi, İsa’nın ne öğrettiği değil, kim olduğu, öldürülmesinin ve mezardan çıkışının ne anlama geldiğiydi.( )
( )İnsanın tarihi, Shakespeare döneminde sahnelenen bir oyun gibi: Bütün rolleri erkekler oynuyor.( )
Fransa’daki tarihöncesi araştırmacıları, sarp bir kayalığın dibinde, 10.000 ile 100.000 arasında atın kemiklerinden oluşan dev bir yığın buldular. Belli ki, uzun yıllar boyunca avcılar atları korkutup kovalayarak kayalıklardan aşağı düşürmüş ya da kayaların aşağısındaki dargeçitte tuzak kurmuşlar.( )
Yaklaşık 2.500 yıl önce Yunanistan’daki iki kent devleti yıldız gibi parlamıştı. Bu iki devlet farklı biçimlerde gelişmişlerdi. 150 yıl boyunca insanoğluna yapabileceği şeylerin kapsamının ne kadar geniş olduğunu görme olanağı verdiler.
2000’e gelindiğinde sıradan insanlar ceplerinde Ay modülü Eagle’daki bilgisayarın belleğinden milyonlarca kat daha büyük bir belleğe sahip dijital ajandalar taşıyorlardı. Yongalar artık bir posta pulundan birazcık daha büyük bir alanda bir milyon transistor barındırıyordu( )
1981-1984 arasında PC yazılımlarının pazar hacmi 140 milyon dolardan 1,6 milyar dolara çıktı, on kattan daha fazla bir artış.( )
( )nüfuslarının en azından dörtte birini 1600’lerde iç savaşlara kurban veren Çinliler( )
( )Tutsaklarını hadım eden ve kazığa geçiren Asurlar.( )
Savaşların en büyüğü yenilgilerin en büyüğüne dönüşse de Saddam halkına şöyle seslendi: “Zaferinizi kutlayın… Bütün dünyaya meydan okudunuz, büyük Iraklılar. Siz kazandınız. Garip sizsiniz. Zafer ne güzel şey!”
( )Müslüman ülkelerin tersine, İsrail Yahudi’ydi ve despotik bir ülke değil, ateşli bir biçimde yönetilen demokratik bir ülkeydi. Arapların gözünde İsrailli Yahudiler, Arap, Müslüman toprağında davetsiz misafirlerdi. Evet, İbraniler-İsrailoğulları-Yahudiler bir zamanlar Filistin’de hüküm sürmüşlerdi, fakat bu 2.000 yıl önceydi.( )
( )Çin, kısmen demokrasiye doğru ilerliyordu, Latin Amerika da öyle. Bütün bunlar nedeniyle 1989 ve 1990’da her yeri sevinçli bir heyecan kaplamıştı.( )
1989 ve 1990’da dünya şaşkın bakışlarla izlerken, Rusya’nın Avrupa’daki bütün uydu devletleri Rus egemenliğinden çıktı. Komutanlarına müdahale etmemelerini söyleyen Gorbaçov’un üstü kapalı yardımıyla bu ülkeler parti başkanlarını görevden uzaklaştırdılar ve demokratik bir yönetime, açık pazar ekonomisine geçtiler.( )
Tam dibe vurdukları bir dönemde Ruslar sorunlarıyla yüzleşmeye başladılar. Anlaşıldığı kadarıyla Politbüro (partinin karar organı), arka arkaya gelen bir ayağı çukurda üç önderin yettiğine karar vermişti. 1985’te genel sekreter olarak en genç ve en etkin üyeleri olan elli dört yaşındaki Mihail Gorbaçov’u seçtiler.( )
( )Japonya’nın savaş sonrası yıllardaki başarılarının öyküsü soluk kesicidir.
( )2000’li yılların başında dünya nüfusunun yalnızca altıda birini oluşturan ülkeler, mal ve hizmetlerin beşte dördünü üretiyordu.( )
Bu uzun mücadeleye kendisi de askeri bir önder olan zengin Augustus (adı Kutsanmış anlamına geliyordu) son verdi. Yalnızca rakiplerini uzaklaştırarak veya yenilgiye uğratarak diğer komutanların bir zamanlar sahip olduğu iktidara ulaşmakla kalmadı, aynı zamanda bu iktidarı korudu, çünkü Augustus güçlü bir asker olmasının yanı sıra güçlü bir siyasetçiydi. Senato’yu, kolaylıkla yapabileceği gibi kapatmaktansa, yönlendirmeyi seçti. Eski makamları ortadan kaldırarak Romalıları rahatsız etmek yerine, bu makamlara kendi adamlarını getirdi. Augustus aynı zamanda hem orduların komutanı, hem konsül, hem toplum ahlakından sorumlu yönetici, hem tribunus (hak ve çıkarları koruması için halk tarafından seçilen görevli, tribün), hem de baş din görevlisiydi. Fakat herhangi birinin ona boyun eğmesini istemek şöyle dursun, kolayca yaklaşılan biriydi ve basitçe İlk Yurttaş, Baş Yurttaş olarak bilinmekten hoşlanıyordu.
Firavunlar (mezarların duvarlarındaki yazıtlarda) halklarına adalet getirdiklerini iddia etmekten hoşlanıyorlardı.
( )Aşağı yukarı 1000 yılından sonra Avrupa’daki yaşam belirgin bir biçimde iyileşti. Krallar, büyük toprak sahipleri ve bazı kentler karışıklık yaratanları uzaklaştırmaya başladılar.( )
Avrupa’nın üzerinde durduğu temelleri unutmamalıyız. Ortaçağ’da on Avrupalı’dan dokuzu toprağı işliyor ve toprağı işlemeyen “onda bir”in yaşamasını olanaklı kılıyordu.( )
( )Büyük dinlerin kurucuları kıyıda köşede kalmış yerlerde yaşayan alçakgönüllü insanlardı. Ama en önemlisi soruları soranlar da onlardı. Bu sorulara öyle güçlü yanıtlar vermişlerdi ki kendilerinden sonraki kuşakların da zihinlerinde yer ettiler.
Roma’nın benzeri ne daha önce olmuştu, ne de daha sonra olacaktı. Genişliğiyle, olanaklarıyla, yasalarıyla ve uzun ömrüyle Roma İmparatorluğu insanlığın büyük başarılarından biridir.
( )Cengiz Han’ın hükümdarlığı sırasında bir İranlı, herhangi birinin İran’dan Orta Asya’ya kadar başının üstünde altın bir tepsi olduğu halde güven içinde yürüyebileceğini yazmıştı.
Cengiz Han 1222’de Çin’de savaşırken öldü. Askerleri, ölüm haberinin düşmanlara ulaşmasını engellemek için karşılarına çıkan herkesi öldürerek reislerin maaşını kuzeye, anavatanına götürdü. Onu, kutsal tepelerin olduğu bir bölgeye iç içe tabutlarla gömdüler, kimsenin de bölgeye yaklaşmasına izin vermediler. Bugün de kimse Cengiz Han’ın o tepelerden hangisine gömülü olduğunu bilmez.
( )bir keresinde Cengiz Han sonu olmayan mücadelesini farklı bir biçimde açıklamıştı. Mengü Tengri‘yi memnun etmek için savaştığını söylememişti. Hemcinslerimiz insanlara hükmetmekten hoşlanmak aslında bizim doğamızda vardı. “İnsanın en büyük sevinç kaynağı,” demişti, “zaferdir: Düşmanlarını yenmek, onları kovalamak, onların olan şeyleri almak, sevdiklerini ağlatmak, atlarına binmek ve [aynen kendi ifadesiyle] karılarını ve kızlarını kucaklamak.”
Hükümdarlar yeteneksiz olduğunda bile Roma sonraki 200 yıl boyunca halkına istediği şeyleri vermeye devam etti: Nizam ve uygarlık. Herkes açık ve değişmez olan Roma yasalarından yararlanıyordu. “Gökkubbe başımıza yıkılsa bile,” der Romalıların bir sözü, “adalet yerini bulmalıdır.”( )
Aralarından biri öldüğünde ilk insanlar genellikle, dişlerden ve kabuklardan yapılma kolyelerini ölünün üzerinde bırakıyor, yanına da yiyecekler ve aletler koyuyorlardı. Aşıboyası adı verilen gevrek, kırmızı kilden bir toz yapıyor, bu tozu ölünün bedenine serpiyorlardı.( )
( )Mağaralarda o zamanın çocuklarının günümüz çocuklarına çok benzediğini ortaya koyan kanıtlar var.( )
( )Araştırmacılar bazen mağaraların derinliklerinde, su birikintilerinden geçerken etrafa su sıçratmak için özel bir çaba harcayan çıplak ayakla çocukların ayak izlerini buluyorlar.
( )Çek Cumhuriyeti’ndeki bir köyde araştırmacılar yüzden fazla mamuta ait bir kemik yığını buldu; Rusya’da bir yerde de iki yüzden fazla mamutun kalıntıları bulundu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir