İçeriğe geç

İnsan Mühendisliği Kitap Alıntıları – Nüvit Osmay

Nüvit Osmay kitaplarından İnsan Mühendisliği kitap alıntıları sizlerle…

İnsan Mühendisliği Kitap Alıntıları

‘ Gerçeği buldum’ deme, ‘Bir gerçek buldum’ de !
Kanun mutluluğu azaltan hareketleri önlemelidir.
Dünya düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir trajedidir.

Walpole

Fakat vatan sevgisi yalnız vatan için ölmek demek değildir. Gelecekteki kuşaklara daha iyi, daha mutlu bir vatan bırakmak için laboratuvarlarında gece gündüz çalışan doktorlar, bilginler, mühendisler ve daha bir çok büyük ve küçük çapta insan da vatan sevgisiyle kalpleri dolu olan kişilerdir.
Birçok insan dostları olmadığından, hayatta yalnız olduklarından, kimsenin kendileriyle ilgilenmediğinden şikayet ederler. Belki hakları da vardır, hayat gittikçe güçleşmekte, insanların kendi dertleriyle uğraşmaktan başkaları ile ilgilenmeye vakitleri kalmamaktadır. Yalnız kendileriyle ilgilenilmesini isteyen bu insanlar herhangi boş vakitlerinde bir parça olsun başkaları ile ilgilenmek, onların hatırını sormak, dertlerini dinlemek lüzumunu hissetmişler midir?
Ne yazık ki dinlemek insanlara güç geliyor çünkü biz çok fazla kendimizle ilgiliyiz
İnsanlar karşıdakileri bir parça daha iyi bir anlayışla dinleyebilirseler emin olun problemlerimizin yarısından fazlası kendiliklerinden çözülürdü
1-Dogmalar sabit fikirler peşin hükümler boş inançlar
2-propaganda ki kafamızı tembelliğe alıştırmak prensibi demektir
3-mantık zincirinin kopması bir şeyin sonucuna kadar düşünmekten yorulmak bu işi oluruna bırakmak alışkanlığı
4-Hislerimiz sevgilerimiz nefretlerimiz sempati ve antipatilerimiz
İnsanlar neden düşünmeyi istemiyorlar neden bu kadar az düşünüyorlar acaba onları düşünmekten alıkoyan engeller var mıdır varsa nelerdir ?
Ünlü İngiliz başvekilli Disraeli “insanlar kelimelerle idare edilir” der
Biz hayatı kendi düşüncelerimize göre görüyoruz tutumumuz ve davranışlarımızda düşüncelerimizin bir sonucu olduğu için üzüntülü düşünceleri kafamızdan atmadıkça rahat ve huzur bulmamıza imkan yoktur
Her şeyin kötü taraflarını görmeye, her şeyi tenkit etmeye alışmış insanlar da kolay kolay mutlu olamazlar. Bu davranışlarını haklı göstermeye çalışan insanlar, her şeyin en iyi şekilde yapılması gerektiğine inandıklarını bir mazeret olarak ileri sürerler.
Eğer karakter sahibi bir insan bir şahsiyet bir lider olmak istiyorsak her meselede menfaatlerimizden fedakarlık etmeyi öğrenmeliyiz
Kendisiyle mücadele eden insan en değerli insandır Browning
Bugünkü dünyanın hızı, yaşama heyecanını, ilerlemeyi ve yeni fikirlere inancını kaybetmiş insanlar için tehlikelidir.
Çok defa sabırla beklemek ve karar vermeyi boyuna ileriye atmak bizi belki biraz avutabilir fakat şunu da unutmamalıdır ki, bekleyenin önüne her şey gelir, yalnız çok geç!
Ressamlar fırçaları ile yazarlar kalemleriyle düşünürler.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hepimiz bir şey severiz, kimimiz tatlı, kimimiz acı fakat balık tutarken biz dondurma seviyoruz diye oltaya çilek dondurması koymayız. Balık oltasına balığın sevdiği şeyi koymak lazımdır.
Bizim iş yerlerimizde işçilerimizin çalışmadıklarından şikayet ediyoruz. Ama Almanlar diyorlar ki, Sizin işçileriniz başka memleketlerin işçilerinden daha kabiliyetli, siz çalıştıramıyorsunuz, kabahat onların başındakilerdedir. Bunun üzerine düşünmek lazımdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Browning diyor ki: Kendisi ile mücadele eden insan en değerli insandır.
Şu insanlar beni tanımıyor. Bende bütün insanlığın iyiliği için çarpan hassas bir kalp var.
Taassup dört nevidir:
1. Cehaletten doğan taassup (bağnazlık)
2. Menfaatten doğan bağnazlık
3. Alışkanlıktan doğan bağnazlık
4. Korkudan doğan bağnazlık
Daha iyi, iyi’nin düşmanıdır.
Hakkıyla bilmek yeni bir fikri uygulamak, ondan faydalanmak, ondan meyve ve sonuç almak demektir.
Eğer istediğin şeyi hakikaten candan istiyorsan, onun hakkındaki bütün bilgileri bıkmadan, yılmadan ve yorulmadan öğrenebilmeyi başarabilirsen ve sonra bunları uygulamak için bütün kuvvet ve cesaretini sarf edebilirsen, senin dünyada yapamayacağın hiçbir şey yoktur.
Ön yargılar insanları birbirinden uzak tutmak için bilgisizlikten yapılmış zincirlerdir.

Countess of Blessington

Ford’un meşhur bir sözü vardır: Ufak parçalarına ayırabildiğiniz takdirde, en güç meseleyi bile kolaylıkla çözebilirsiniz.
Kullanılmayan maddi kaynaklar muhakkak kaybolmuş sayılmazlar fakat kullanılmayan insani kaynaklar daima yok olmuş demektir.

Jerome Wiesner

İçinde sevgi ve anlayış bulunan bir dünya tek bir ailedir .
İnsanlar birbirlerine hiç benzemedikleri halde birbirlerinin tamamiyle aynısıdır . Hepimizin hoşlandığı , kızdığı , sevdiği , nefret ettiği şeyler çok az nüanslarla birbirinin benzeridir.
İnsanları anlamak , anlayışlı olmak değildir .
Diğer taraftan sanat insanın yaşama zevkini artırmakla kalmaz , güzellik hissini terbiye eder .
Böylece adi ve basit olan her şeyi arkanızda bırakmış oldunuz . Asil ve sessiz dostlarınız işte burada , karşınızda sıralanmış , sizi bekliyor .
Bir şairimizin bir vakitler söylediği “dinim kinimdir” sözü aslında siyah beyazdır demek gibi abestir. Çünkü dinlerin esası kin ve nefret değil, sevgidir.
Üzüntü sağlığı ve saadeti kemiren bir kanserdir; başka bir deyimle insan beyninin sapıkça kullanılmasıdır.
“Dünya yuvarlak olamaz, çünkü İsa yeniden dünyaya geldiği zaman hem dünyanın üst kısmına, hem de alt kısmına birden gelemez, onun için dünya düzdür.”
Acaba selam ne demektir? Selam demek, “ben seninle ilgiliyim. Seni görmekten sevinç duyuyorum. Benden sana fenalık gelmez. Senin de benim gibi mutlu olmanı dilerim, sana kıymet veriyorum” demektir.
Dostluk bir günde kurulamaz, fakat ne yazık ki ufak bazı ilgisizliklerle çok çabuk bozulabilir.
Mesele hata yapmamak değil, hatalardan ders alıp onların tekerrür etmesine mani olmaktır.
Önyargılar insanları birbirinden uzak tutmak için bilgisizlikten yapılmış zincirlerdir.
Hükümdarlar tabiatiyle kendi saadetlerini ararlar.
“Düşünmek günah işlemeye benzer, insan onun zevkini bir kere tattı mı, artık ondan bir daha vazgeçemez.”
Japonya’ da ayışığını seyretme toplantısı diye bir toplantı vardır, sizi ona davet ederler, fakat orada hiç konuşulmaz. Güzel ve zevkli bir çevrede oturur, ayın doğmasını seyreder ve bundan zevk almayı öğrenirsiniz. Japon’lar tabiata karşı olan hayranlıklarında bizim anlayamayacağımız kadar ileri giderler. Kışın ilk yağan karını seyretmek ve kutlamak için toplantılar yaparlar. Karın birden çevreyi nasıl değiştirdiğinin, bütün çizgileri nasıl yumuşattığının, ışıkla gölge arasındaki farkları nasıl ortadan kaldırdığının zevkini tadarlar. Beni bir gün birçok kibar hanım mangal gibi bir şeyin etrafında oturdukları bir toplantıya çağırmışlardı. Mangal kömürü yanarken içine değişik birçok odun parçacığı atıyorlar, biraz yanıncaya kadar içinde bırakıyorlar, sonra duman çıkaran bu odun parçalarını özel bir tepsi içinde sırayla herkes koklasın diye gezdiriyorlardı. İnsan ilk defa orada şeftali , kiraz, çam, pelesenk ve daha başka odunların müzik notaları gibi birbirinden ayrı koku nüsansları olabileceğinin farkına varıyor.
Görecek gözleri ve işitecek kulakları olmayanlara gelince, onlar bu saadetten yoksundurlar. Fakat bu bizim kabahatimiz değil, onların talihsizliğidir. Onun için bu gibilerin yaptıklarından memnun ve mutlu zurnaları ile köçek havası çalmalarına ses çıkarmayalım. Fakat tam bu sırada komşularının arasında Beethoven’in senfonisini dinlemekte olanları rahatsız etmelerine de hiçbir zaman müsaade etmeyelim.
Ne yazık ki, dinlemek insanlara güç geliyor, çünkü biz çok fazla kendimizle ilgiliyiz.
Luzumundan fazla okutuyorlar, ezberletiyorlar, luzumundan fazla şey öğretmeye çalışıyorlar. Bu nedenle düşünmeye vakit bulamıyoruz.
Görülüyor ki bir insanın dolması için okuması lazımdır, çünkü dolu olmayan bir insan hiçbir zaman taşamaz. Yeni fikirler, buluşlar ise hep taşabilen insanların eserleridir.
Kelimeler, küçük birer mürekkep damlasıdır, Çığ gibi bir fikrin üstüne düşerler. Ve binlerce, belki milyonlarca insanı düşündürürler.
Önyargılar insanları birbirinden uzak tutmak için bilgisizlikten yapılmış zincirlerdir.
İnsan daima daha iyiyi ümit eder ve bekler
Ufak parçalara ayırdığımız taktirde,en güçlü meseleyi bile kolaylıkla çözebiliriz.
Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz.
Dünyada ilk bakışımda doğruluğuna çok güvendiğim şeylere ikinci kez dikkatle bakmamın gereğini anlayacak kadar çok yaşadım.
İnsanları en çok üzen, onların canlarını sıkan şeyler aslında önemsiz görünen, ilk bakışta değer vermediğimiz küçük, basit şeylerdir.
Konfüçyüs karanlığa küfredeceğine bir mum yak!
der. Yapıcı düşünceyi bundan iyi ifade edebilen bir söz bulmak çok güçtür. Bir şeye kızmak, öfkelenip şikayet ve tenkit etmek sinirleri gerginleştirir, alınacak tedbirleri sağlam bir kafa ile alınmasına mani olur. Çünkü gene Çinli filozofun dediği gibi, öfkeli bir adamın içi zehirle doludur.
Önyargılar insanları birbirinden uzak tutmak için bilgisizlikten yapılmış zincirlerdir.
. Lüzumundan fazla okutuyorlar, ezberletiyorlar, lüzumundan fazla şey öğretmeye çalışıyorlar. Bu nedenle düşünmeye vakit bulamıyoruz.
Düşünmek denilen hakiki çalışmadan kaçınmak için insanoğlunun bulamayacağı hiçbir bahane yoktur.
Hepimiz başkalarının bize ihtiyaç duymalarını bekleriz.
“İnsanları insanlara rağmen sevmeyi,” öğrenmeliyiz.
Bize üzüntü, korku, ümitsizlik veren bu düşüncelerden kurtulmak için ne yapabiliriz?
Düşüncelerimizi nasıl değiştirebiliriz?
Nasıl ki fizikte “iki cisim aynı zamanda aynı yerde bulunamaz“ diye bir kanun varsa, psikolojide de aynı kanun yürürlüktedir. Eğer kafamızı cesaret, sevgi, anlayış, tolerans düşünceleriyle doldurursak, olumsuz düşünceler kaçar giderler. “Kafasının içi cesaret düşüncesi ile dolu olan adam cehennemden bile korkmadan geçer.“
Goethe “İnsan hiçbir şeyi sevmeden anlayamaz“ der. Yani sevmek, anlamak demektir. Bir Fransız atasözüne göre de anlamak, bilmek, bilmek de affetmek demektir. İşte huzurun formülü budur. Kendimizi ve başkalarını affetmek ve dolayısıyla sevmek. Huzura kavuşmak için “İnsanları insanlara rağmen seveceksin
Kusursuz olsaydık, başkalarının kusurlarını bulup çıkarmaya bu kadar meraklı olmazdık.
Çinlilerin bir atasözü var: Gülmesini bilmeyen insan dükkan açmamalıdır.
Şair diyor ki, gülümseme bütün dillerin üstünde bir anlaşma vasıtasıdır. 🙂
İnsanlar her zaman mantıksal düşünemezler. Hislerine ve gururlarına kapılırlar.
İyi bir fikre sahip olmanın en iyi yolu, insanın birçok fikrinin olmasıdır.
Linus Pauling
İnsan daima daha iyiyi ümit eder ve bekler.
Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz.
– Marcus Aurelius
Her insanın kalbine giden yol, alâkalarından geçer.
En iyiyi bulmak sevdasıyla iyiyi elinizden kaçırıyorsunuz! Evet, daha iyi, iyinin düşmanıdır.
İnsanları en çok üzen, onların canlarını sıkan şeyler aslında önemsiz görünen, ilk bakışta değer vermediğimiz küçük, basit şeylerdir.
Amerika’da imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler. İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler. İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş: Fabrika müdürü elinde kahve fincanı, ağzında piposu, ayakları masanın üstünde, etrafa halka dumanlar yaymakla meşgul.
Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kâğıt hiçbir şey yok. Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet azaları bu müddet zarfında müdürün hiçbir işle meşgul olmadığını ve yalnız birkaç basit telefon konuşması yaptığını görmüşler.
Heyet, yönetim kuruluna fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsur saat zarfında hemen hemen hiçbir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nispetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış. Yeni maaşla çalışmayı kabul eden birçok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş.

Üç aydan sonra yönetim kuruluna gelen imalat istatistiklerinde az, fakat dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, Fabrika müdürü yenidir, tabii bu kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi bir hayli düşmüş. Eski heyet üyeleri yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkân olmamış.
Fakat heyetin kanaati şu olmuş: Böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim. Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca yönetim kurulu üyeleri birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeğe başka bir heyeti memur etmişler.
Yeni heyet müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında bekleyen insanlar görmüş… Sebebini sormuş aldıkları cevap şu: Özel bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz. Herhâlde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı. O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı bir kenara çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş olacak ki:
-Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık. İçinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, piposunu içer, bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde piposu, ileriyi görmeğe çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok.
Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen yönetim kurulu, bir senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak gelmeye razı etmiş. İdarecilik öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz mümkün olabilir.

Bir şiir, bir müzik parçası da böyledir. Hisleri terbiye eder. İnsanları inceltir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir