Arthur Schopenhauer kitaplarından İnsan Doğası Üzerine kitap alıntıları sizlerle…
İnsan Doğası Üzerine Kitap Alıntıları
_Alçaklığın gördüğü değer, erdemlerin uğradığı ihanet, hep aynı mesleğin mensuplarının ellerinden gelir. Gerçeğe ve büyük yeteneklere karşı duyulan nefret, bilim insanlarının kendi sahalarındaki cehaleti; gerçek mamullerin neredeyse her zaman aşağılanması ve sahtelerinin rağbet görmesi böyle bir şeydir. Bu yüzden bırakalım da gençler, bu maskeli baloda elmaların balmumundan, çiçeklerin ipekten, balıkların mukavvadan yapıldığını ve her şeyin ama her şeyin birer oyuncak ve ufak zırvadan ibaret olduğunu öğrensinler. Sonra birbirleriyle ciddiyetle iş yapma kararlılığında olduklarını zannedebileceği iki insandan birinin sahte mallar tedarik ettiğini ve diğerinin de sahte parayla ödeme yaptığını görsünler.
_Hiç kimse, kendi seviyesinden fazlasını göremez. Herkes, başkasında kendisi olabildiği kadarını görür çünkü onu ancak kendi zekası ölçüsünde anlayabilir. Bu zeka düşük türden ise, tüm zihinsel yetenekler, en büyükleri bile, onun üzerinde etkide bulunamayacaklar ve o da bu yeteneklerin sahibini algılayamayacak, sadece onun bireyselliğindeki en düşük olanları, kendisiyle ortak olan zayıflıkları, mizaç ve karakter eksiklikleri algılayacaktır. Kendisi için o kişi bunlardan ibaret olacaktır. Aynı adamın daha yüksek zihinsel yetenekleri, onun gözünde, bir körün gözünde renklerin olabileceği kadar vardırlar. Çünkü zihin sahibi olmayanın gözünde hiçbir zihin görünmez. İnsanın her konuştuğu kişinin düzeyine inmesinin, daha önceki her üstünlüğünün ortadan kalkmasının ve hatta bunun için gerekli yadsımanın bile farkında olmamasının nedeni budur. İnsanların çoğunun düpedüz düşük zekalı ve düşük yetenekli yani kesinlikle seviyesiz olduğunu düşünüldüğünde, insan kendisi de zaman içinde(elektrik dağıtımına benzer şekilde) seviyeyi düşürmeden onlarla konuşmanın olanaksız olduğunu görecektir ve o zaman seviye düşürmek deyiminin asıl anlamı ve isabetliliğini iyice anlayacaktır. Salaklara ve delilere karşı aklını kullanmaktan başka bir yolu olmadığını, bunun onlarla konuşmamak olduğu görülecektir. İşte o zaman kimi insanlar toplumun içinde bir baloya gelip de sırf kötürümlerle karşılaşan bir dansçının urumuna düşeceklerdir. Kiminle dans edebilirler ki?
_Gerçekte vahşi ve korkunç bir hayvandan başka bir şey değildir insan. Biz, onu evcilleştirilmiş ve dizginlenmiş haliyle tanıyoruz ki uygarlık dediğimiz şey de budur. Bu yüzden de arada bir gerçek tabiatı ortaya çıkarsa dehşete kapılıyoruz. Hukukun ve düzenin prangaları ve zincirleri ne zaman ve nerede çözülüp yerini anarşiye bırakacak olsa kendi kendisini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar o.
_Pek çok insan bir başkasını gerçekte olduğu gibi görebilseydi eğer dehşete kapılırdı. Dışarıdan erdemli görünen bütün işlerin arkasında ve derinliklerde günahkârlık ve ahlaksızlık pusuda bekler. Sadece bu nedenden ötürü daha iyi türden pek çok insan kendilerine dört ayaklı dostlar edinmiştir. Zira dürüst yüzlerine en küçük bir güvensizlik duymaksızın bakabilecekleri köpekler olmasaydı eğer, bitmek tükenmek bilmez ikiyüzlülükler, sahtekârlıklar ve kötülükler karşısında nasıl kendini rahatlatabilirdi insanoğlu?
_Her insanın kalbinde sadece esip gürlemek için bir fırsat bekleyen, başkalarına acı verme arzusu duyan hatta şayet yoluna çıkacak olurlarsa onları hiç gözünü kırpmaksızın öldüren vahşi bir hayvanın yattığı kesin bir gerçektir. Ben yine de bunun, varoluşun daimi acılarıyla gittikçe daha çok acılaşmış bir yaşama isteminin kendi acılarını, başkalarına acı çektirerek hafifletme arayışı olduğunu düşünüyorum. Başkalarının başına gelen talihsizliklerden duyulan haince bir zevk, insan tabiatındaki en kötü özellik olma niteliğini korur. Başkasının felaketinden alınan zevk, şeytani bir şeydir ve onun alayları cehennemde atılan bir kahkahaya denktir.
_İnsan, zalimliğiyle bir kaplan ve bir sırtlandan hiç de aşağı kalır bir yaratık değildir. Buna yönelik en güçlü örnek, abd’deki köleliktir. İnsan kılığına bürünmüş bu iblislerin, bu dar kafalı, kilise tutkunu alçakların ve özellikle bunların arasındaki güç ve şiddetle şeytani pençelerini geçirdikleri masum siyahi kardeşlerine uygun gördükleri davranış okudukları zaman düşündükleri bu şeylerin bir hiç seviyesinde kaldığını göreceklerdir.
_1848 yılında, İngiltere’de yüzlerce olayda; bir kocanın karısını ya da karısının kocasını ya da her ikisinin birleşerek çocuklarını öldürdükleri veya aç bırakarak veya kötü muamele ederek onları işkenceler içinde ağır ağır ölüme terk ettikleri ve bunları da sadece sigortasının parasını alabilmekten başka hiçbir amaç gütmeksizin yaptıklarına tanık olundu.
_Her insan içinde muazzam bir bencillik barındırır ki hak ve adaletin sınırlarını ihlal eder. İnsanın, yanında kendisinden daha zayıf bir insanı görür görmez şaşmaz bir biçimde üzerine çullanan bir av hayvanından farkı olmadığını ortaya koymuyor mu? Ve günlük hayatın ilişkileri içinde de aynı şey geçerli değil midir?
_Tek bir ölçütüm var ki o da “Hakikattir”.
_Teorik fizyonomi_ Zihinsel karakter, deha sahibi insanın dış görünüşünü de belirlemektedir. Teorik fizyonomi budur ki kişiye, bilhassa gözlerde ve alında görülebilecek olan o seçkin ifadeyi vermektedir.
_Aşağı türlere mensup hayvanlara kesinlikle ahiaki özgürlüğün verilmemesi gerekmektedir. Bunun nedeni de bilinçsizlikleridir.
_Cesaret, kadınlar için karşı konulmazdır. Cesaretin en soylu türü, büyük bir nezaket ve sabırla birlikte anılmakta olandır.
_Kendine yapılmasından hoşlanmayacağın şeyi başkalarına yapma. Bir mahkûm, bir yargıca böyle hitap edebilir
_Politika, ters çevrilmiş ahlaktır _Sadece mantık, kin besleyebilmemizi sağlar. Bu yüzden Goethe, «Bir insan, mantığını sadece herhangi bir hayvandan daha hayvansı olmak için kullanabilir,» demiştir.
_Alçakgönüllülük, ikiyüzlülüklerin bir parçasıdır. Çünkü ayaktakımı sadece bu koşulla erdeme tahammül etmeye razı olmuştur. İşte bu gereklilikten de bir erdem doğmuştur ve onun da adı alçakgönüllülüktür.
_Herkesin arkadaşı olan bir insan, aslında hiç kimsenin arkadaşı değildir.
_Napolyon katildir. Yaşama istemine güçlü bir örnektir sadece. Hayli sıradan bir bencilliğe sahipti. Onu diğerlerinden ayıran şey, sahip olduğu, istemini tatmin eden, diğer insanlarınkinden daha büyük gücü, zekâsı, mantığı ve cesaretiydi.
_Hak, kendi başına güçsüzdür. Tabiatta hüküm süren şey ise güçtür.
_Kölelik, işçilik, yoksulluk aynı şeyin ayrı biçiminden başka bir şey değildir. Bir insan, sahip olduğu fiziksel güçleri büyük ölçüde kendisinin değil başkalarının yararına kullanır.
_Üstün zekâlar nadiren üstün ruhlara sahip olurlar. Zekâsı ruhundan daha üstün olan Lord Bacon, hiç şüphe yok ki şarlatanın tekiydi.
_Platon’a göre içgüdü, bir insanın tecrübe etmediği bir şeyin anısıdır.
_Ne yaptığımız aracılığıyla kim olduğumuzu öğreniriz ve çektiğimiz acıyla da neyi hak ettiğimizi. Dünya, insanların hak ettikleri ödülleri cennette alacakları bir savaş alanı değildir. Hayır! Dünyanın kendisi bizzat bir son mahkemedir. Her insan, oraya, hak ettiği ödül ve utançları beraberinde getiiir
_İnsan toplumunun yapısı tıpkı iki itki, birbirine zıt kutuplardaki iki kötülük arasında gidip gelmekte olan bir sarkaç gibidir, zorbalık ve anarşi. Birinden ne kadar uzaklaşılırsa diğerine de o kadar yaklaşılmış olunur. İlki, diğerine oranla kıyas kabul etmeyecek kadar az korku vericidir. Her oluşum, zorbalığa, anarşiden daha yakın durmalıdır ve dahası içinde zorbalığa dair küçük bir olasılık da barındırmazdır.
_Erdemli bir yaşam yerine uzun ve parlak bir yaşam sürmek isteyenler tıpkı gösterişli roller oynamak isteyen budala aktörler gibidir. Zira asıl önemli olan şeyin neyi oynadıkları değil nasıl oynadıkları olduğunu göremezler.
_Nasıl ki bir bitki bilimci, tek bir yapraktan bitkinin tamamını anlayabiliyor ve tek bir kemikten bütün bir hayvanı inşa ediyorsa o insanın tek bir karakteristik eyleminden yola çıkarak bütün karakterine yönelik doğru bir bilgiye ulaşabiliriz. Bir kimse ufak şeylerde bile adaletsiz davranıyorsa ve bencillik ediyorsa ona tek bir kuruş dahi emanet edilmemelidir. Önemsiz meselelerde bilinçsiz olan bir insan büyükleri söz konusu olduğunda bir şarlatan olacaktır. Adalet güdüsünün dışında başka herhangi bir dürtü olmaksızın onurlu bir biçimde hareket edeceğine kim inanacaktır ki? Bu sözde dostlarla olan bağlarımızı derhal koparmalıyız ki onların, sadece bir fırsat kollayan büyük ölçekli hilelerinden kaçınabilelim. Hainler arasında bulunmaktansa yapayalnız olmak daha iyidir.
_Kıskançlık_
_Başkasının felaketinden duyulan zevkin tam zıddı olan bir sebepten dolayı meydana gelir. Kendisinden daha mutlu olan insana karşı bir nefret uyandırmamalıdır.
_Kıskanan kişi, sanki gizli günahmış gibi özenle saklar duygularını. Böylelikle de kendisi farkına varmaksızın kıskançlık objesi olan kişiyi yaralayabilmek için kullandığı yöntemleri gizleyip maskelemek uğruna hilelerin, oyunların ve sahteliklerin iflah olmaz bir mucidi haline gelir. Örneğin, sanki onun kalbini yiyip bitirmekte olan kişisel üstünlüklerine hiç aldırış etmiyormuş gibi ilgisiz bir biçimde davranır. Bunları ne görecek ne bilecek ne gözlemleyecek ve hatta ne de duymuş olacaktır. Böylelikle de kendisini iki yüzlülük sanatında tam bir usta kılacaktır. Büyük bir kurnazlıkla parlak nitelikleri yüreğini kemirmekte olan insanı görmezden gelecek, o sanki son derece önemsiz bir kişiymiş gibi davranacak. Onu dikkate bile almayacak ve hatta ara sıra da onun varlığını tamamıyla unutmuş gibi yaşayacaktır. Fakat aynı zamanda da her şeyden önce gizli bir tertip ile bütün bu üstünlükler, kendini gösterme ve açığa çıkarma fırsatından yoksun bırakmaya çalışacaktır. Sonra da kendi karanlık köşesinden bütün bu üstünlüklere tıpkı bir delikten zehrini fışkırtan bir kara kurbağası gibi eleştiriyle, alayla, eğlenme ve yalan ile saldıracaktır. Öte yandan da aynı alanda önemsiz kişileri, hatta vasat ve kötü performansları büyük bir hararetle övgü yağmuruna tutacaktır. Bilgili kişiler onu derhal tanıyacaktır? Kıskançlığından ürkek bir biçimde uzak duruşu ve kaçışıyla kendi kendisini ele verecektir ki kıskançlık objesi olan o kişi, ne denli tamamıyla yalnız kalırsa parlaklığı da o derecede artacaktır. Güzel kızların kendi cinslerinden fazla arkadaşlarının bulunmasının nedeni de budur. Ayrıca ne kadar önemsiz olursa olsun sergilemiş olduğu hiç sebepsiz nefret ile de açığa vuracaktır.
_Kıskançlığın olduğu yerde kinin de bulunduğunu asla unutmasın hiç kimse. Ne merhameti ne de sempatiyi hak ederler. Onunla hiçbir şekilde uzlaşamayacağımız için davranış kuralımız onu iyi niyetle hor görmek olsun ve bizim mutluluğumuz ve zafer(ler)imiz ona azap çektirdiği için biz de onun acılarında neşe bulalım.
_Kişiliğin ya kıskançlık ya da duygudaşlık özelliği taşıdığını varsayarsak, bu ahlak ile kötülüklerin ilk defa olarak birbirinden ayrıldığı noktadır. Bu birbirine tamamıyla zıt iki nitelik, her bireyde mevcuttur; zira bireyin kendi kaderi ile başkalarınınki arasında yaptığı o kaçınılmaz kıyastan doğar. Bu kıyasın sonucu onun kendi bireysel karakterini etkiler, bu niteliklerden birini veya ötekini onun bütün eylemlerinin kaynağı ve prensibi kılar. Kıskançlık, sen ile ben arasında daha kalın ve daha güçlü bir duvar inşa ederken duygudaşlık
bu duvarı inceltir ve şeffaflaştırır. Daha doğrusu, kimi zaman duvarı bütünüyle kaldırır ve o zaman da ben ile ben olmayan arasındaki ayrım kaybolur.
_Nefret_
_Bütün zevklerin acık ara en büyüğüdür. İnsanlar, aceleyle sever fakat boş zamanlarında nefret ederler. Kin ve nefretle de insan kendini en büyük zevklere kaptırabilir. Birine kinini kusmak adı altındaki patlamalar hiçbir muhalefetle karşılaşmadığı takdirde patlamayı yapan kişinin sonradan kendini belirgin derecede daha iyi hissettiği de gözlenmiş olmalıdır. Beraberinde zevk de getirmeyen hiçbir öfkenin olmayacağı Aristoteles tarafından dahi kaydedilmiş bir gerçektir. Yeri geldiği zaman Homeros’tan öfkenin baldan daha tatlı olduğunu belirten bir bölümü de alıntılamıştır.
_İnsanın yüreğinde tıpkı bir yılanın dişi üzerinde toplanmış zehir gibi nefret, öfke, kıskançlık, kin ve kötülük toplanmıştır. Tüm
bunlar, zehirlerini akıtmak ve sonra da tıpkı zincirlerinden boşanmış bir şeytan gibi esip gürlemek için sadece bir fırsat beklemektedir. Şayet bir insan, patlamak için büyük bir fırsat bulamayacak olursa en küçüğünden bile yararlanmak için tereddüt etmeyecek ve hayal gücünün de büyük yardımıyla onu büyüttükçe büyütecektir. Bu fırsat ne kadar küçük olursa olsun onun öfkesini ayaklandırmak için yeterli gelecektir: «Birine kinini kusmak» adı altında bilinen böylesi patlamaları günlük hayatımızda hayli sık görmekteyiz.
_Eski – Yeni_
_Eski zamanlarda, bir insanın zorlukla alabileceği şeyler şimdi düşük bir fiyata ve bol miktarda elde edilebilmekte ve alt tabaka bile bugün konfor açısından çok daha iyi bir noktadadır. Orta Çağ’da, Kraliçe Elizabeth bile yeni yıl hediyesi olarak bir çift ipek çorap aldığı zaman bir hayli memnun olmuştur. Bugün ise her tezgâhtar bu türden şeylere sahiptir. Elli yıl önce hanımefendilerin giydiği türden basma elbiseleri şimdi hizmetkârlar giymektedir. Teknoloji, günümüzde makineleri daha önce asla hayal bile edilmemiş bir noktaya götürmüş ve özellikle motor ve elektrikle, eski çağlarda şeytan işi olarak görülebilecek işler başarılmıştır.
_Cahil ve sıradan kimseler, bilge insanlara karşı içgüdüsel olarak birleşip bir ittifak oluşturur ve onlara tabii düşmanları gözüyle bakar. Cumhuriyetlerde, hilekâr ve adaletsiz kişler, yüksek konumlara ulaşabilir ve dolayısıyla doğrudan siyasi güce sahip, monarşiden daha güçlü olabilirler. Bu insanları bir araya getirip böylesine sıkı sıkıya kenetleyen şey de üstün zekâ sahibi insanlara karşı duydukları ortak kindir. Çok sayıda budala ve zayıf insan bulunur ve bir cumhuriyet idaresinde onları gölgede bırakmasınlar diye yetenek sahibi insanları bastırıp saf dışı etmek onlar için bir hayli kolaydır.
_Seçilmiş Diktatörler ya da meşruti krallar, insanların hayatlarına pek karışmayan, kendi göklerinde rahatsız edilmeksizin huzur ve barış içindeki Epikür’ün kendi alemlerindeki tanrılarına bir hayli benzeyerek yaşar.
_Vasıfsızların, olasılık ile kesinlik arasındaki farka dair net bir fikirleri kesinlikle yoktur. İşlerin iç yüzünü bir bakışta sezme becerisi edinmiş tecrübeli yargıçların yerine jüri koltuğunda oturan bu kaba, bayağı, tecrübesiz ve dedikoducu terzi ve kunduracıların durumu böyledir. Bomboş kafalarında bir tür olasılık hesabı yaparak bir insanın idam fermanını kendilerinden emin bir biçimde imzalarlar. Terzilerin ve kunduracıların tarafsız yargıçlar olabileceğini düşünebilen bir tek kişi var mıdır? İşte bu kelimenin tam anlamıyla kuzuyu kurda emanet etmekten farksızdır.
_Eskiden tahtın başta gelen desteği inançtı; günümüzde ise bu, güvendir. Eski zamanlarda, dünyanın günah yüküne üzülünürken şimdilerde insanlarda üzüntü uyandıran şey dünyânın borç yüküdür. Eskiden gaipten haber verilen şey, kıyamet günü iken günümüzde bu büyük iflaslar hakkında kehanette bulunulmaktadır.
_Ahlaki bayağılık ve zihinsel yetersizlik, birbiriyie yakın bir ilişki içindedir, sanki doğrudan tek bir kökten fışkırıyormuş gibidirler. Pek çok insanın sergilediği o tatsız manzarayı ortaya çıkaran ve dünyanın ne şekilde devam ediyorsa o şekilde dönüp durmasını sağlayan şey de budur. Akıldan yoksun bir adam, çok muhtemeldir ki kendi hainliğini, alçaklığını ve kötülüğünü ortaya koyacaktır; halbuki zekî bir insan, bu nitelikleri daha iyi nasıl saklayabileceğini bilecektir. Ve diğer yandan kalbinin sapkınlığı, bir insanı, aklının rahatlıkla kavrayabileceği gerçekleri görmesini kim bilir ne kadar sık engellemektedir._(Bunun doğru olmadığını başyapıtımda ayrıntılarıyla ortaya koymuştum. Bunların, böylesine yakından bir ilişki içindeymiş gibi görünmeleri, ikisinin de hayli sık olarak birlikte bulunmalarından kaynaklanır.)
_Hiç kimse övünmesin. En büyük dehalardan birine sahip olsa bile kesin sınırlamalarla karşı karşıyadır ve huysuz insan yığınlarıyla müşterek bir kökene sahip olduğunu ortaya koyar. En soylu karakter bile zayıflıkla malul bağımsız hareketleriyle şaşırtır bizi. Böylece sanki bir dereceye kadar kötülüğün, daha doğrusu zalimliğin her bireyinde bir dereceye kadar mevcut olduğu insan ırkıyla olan akrabalığını bildirir. Çünkü tam da içindeki bu kötülüğün gücü, bu kötü prensibin gerekliliği aracılığıyla bir insan olmuştur.
_İnsanın ahlakı onun ağırbaşlılığına, ağırbaşlılığı da ahlakına dayanmaktadır. Ahlakın çeşitli biçimleri arasında günümüzde en fazla kabul görmekte olanı -insan vakarı- ağırbaşlılığı’dır._Kavrayışı bir suç, doğumu bir ceza, yaşamı bir iş ve ölümü de bir gereklilik olan bir insan, kendisiyle nasıl gurur duyabilir ki? Ağırbaşlılık fikri, istemi bu derece günahkâr, zekâsı bu derece sınırlı, bedensel açıdan bu derece zayıf ve dayanıksız olan bir varlığa ancak ironik bir anlamda uygulanabilir.
_Erdemler, istemin nitelikleri olmak zorundadır fakat bilgelik daha ziyade zekâya atfedilebilecek bir şeydir.
_Cesaret ise kesinlikle bir erdem değildir: cesaret, sadece bir karakter özelliğidir. Bir tür sabırdır cesaret ve sabır da bizi hoşgörülü ve özdenetimli kıldığı için bir sabır aracı olarak cesaret en azından erdeme yakındır.
_Eskilerin ahlaki düzeninde erdem olarak bahsedilen şeylerin bizim ahlaki düzenimizde kendine yer bulamamasını açıklamayan örnekler: vücudunun her organının zindeliğinin bir erdem kabul edilmesi gerektiğini ileri süren Pisagorcu filozof Meîopos’a ait olduğu ortadadır. Diğerleri ise erdemi iyi ayakkabılar yapan bir ayakkabıcı olarak tanımlamaktadır. Eskilerin erdemden anladıkları kendi içinde övgüye değer her türden mükemmellik veya nitelik olmuştur. Fakat Hıristiyanlar, ahlaki üstünlüğün erdem kavramıyla bağdaştırılabileceğini ortaya koymuştur.
_Sefalet, savurganlığın satın aldığı boş zevklerin bedelidir. Savurganlığın ardı sıra getirdiği şey de bolluktur ve bolluk da ne zaman kötü karşılanan bir şey olmuştur ki? O halde iyi sonuç veren iyi bir kötülük olmalıdır bu.
_Tıpkı savurganlığın gençliğe ait bir kötülük olması gibi açgözlülük de yaşlılığa ait bir kötülüktür.
_Bir insan hakkında bir hata yaparsak, bunun nedeni, onun kusurlarını ilgili oldukları mükemmelliyet türleriyle karıştırmamız olacaktır. İhtiyatlı adam, bize bir korkakmış gibi gelecektir; tutumlu insan bir cimri, savurgan insan ise cömert biri olarak görünecektir; kaba bir dost sanki dürüst ve içten, gözünü budaktan sakınmayan birisi ise soylu bir özgüvenle hareket ediyormuş gibidir ve bu örnekler böylece sürer gider.
_Bir insanla, temas kurduğunuz zaman onun değeri ve ağırbaşlılığına yönelik nesnel bir değerlendirme yapmaya kalkmayın. Onun dar anlayış yetisini veya sapkın fikirlerini dikkate almayın. Birincisini yapmak, kolaylıkla ondan nefret etmenize, İkincisini yapmak ise onu hakir görmenize yoi açabilir. Bunun yerine dikkatinizi, onun çektiği eziyetler, gereksinimleri, endişeleri ve acıları üzerine yoğunlaştırın. Bunu yaptığınız zaman daima ona karşı bir yakınlık hissedeceksiniz
_Budistler, temel erdemleri değil temel kötülükleri başlangıç kabul ederler. Çünkü erdemler kendilerini ancak kötülüklerin karşıtları veya yadsımaları olarak görünür kılabilir. Budist düzende dört tane temel kötülük vardır: Şehvet, tembellik, öfke ve açgözlülük. Fakat tembelliğin yerine gururu koymamız belki de daha yerinde olacaktır. Bunların karşıtı olan dört temel erdem: İffet ile cömertlik ve nezaket ile alçakgönüllülük.
_Açgözlülük ahlaken bir kötülük değildir. Onun kuralı katlan ve tahammül et olur. Öte yandan, açgözlülüğün, bütün kötülüklerin en mükemmel örneği olduğu da söylenebilir. O, zevklerin cezbedici yanları tarafından ayartılır; içinde bulunduğu anın etkisine teslim olmuştur ve neticelerini düşünmeksizin hareket etmektedir. Öte yandan, eğer o, yaş veya bedensel zayıflık yüzünden hiçbir zaman terk edemediği kusurların onu terk etmesi ve fiziksel zevkler için takati kalmaması nedeniyle bu noktaya ulaşmışsa ve bu yüzden açgözlülüğe sarılıyorsa o zaman zihinse! arzu maddi arzunun yerini almış demektir.
_Fiziksel düzene ilişkin gerçekler çok büyük dışsal öneme sahip olabilirler ama içsel hiçbir önemleri yoktur. Örneğin, Güneş ekvatorda termoelektrik üretir ve üretilen bu mıknatıslık da aurora oluşmasına sebep olur. İçsel öneme ait örnekler ise büyük felsefi sistemler tarafından sunulmaktadır. Her başarılı insan davranışlarının gözlemlenmesinde dahi onun iyi ve kötücül karakteri, en yüksek seviyelerde ortaya konur.
_Ahlakın asıl gerçekleri, öylesine korku verici bir şeydir ki teorimin yerini her an bir başkası alabilir.
_Hiçbir hayvan, bir diğerine sadece işkence etmiş olmak amacıyla işkence etmez ama insan yapar bunu. Ve işte onun karakterindeki safi hayvani olandan çok daha kötü olan şeytani özelliği de bu oluşturur.
_Bu o kadar kesin bir şeydir ki insanın en önemsiz kötülük veya uygunsuzluklar karşısında dahi rahatsızlığını dile getirmemeye özen göstermesi gerekir. Bir mahkûm zahmetli çabalar neticesinde bir örümceği evcilleştirmeyi başarıp da onu seyretmeyi kendine bir zevk haline getirecek olduğunda nasıi ki bunu gören gardiyanlar, örümceği derhal ayaklarının altında eziverecek olursa diğer insanlar da tıpkı bu şekilde davranacaktır:
_Zekâ hatta deha her nerede gurur ve cesaretle dünyayı değersiz görebilecek bir pozisyonda değilse o zaman kendi var oluşu için özür dilemeksizin dünya üzerinde varlığını devam ettiremez.
_Budistlerin verdiği adla bu Samsara’da insanların sefaleti, insanların ahlak bozuklukları ve insanların budalalıkları birbirleriyle kusursuz bir uyum içindedir ve birbirleriyle aynı büyüklüğe sahiptir. Aynı bakış açısıyla insanlığın büyük çoğunluğunun hayattan bizi çoğu kez tiksindiren zihinsel yetersizliğine duyduğumuz öfkeyi de kaybedeceğiz.
_Karşılıksız iyilik_
_Saf ve gerçek bir iyi niyetle yapılan her hayır, onu yapan kişinin görünen dünya ile doğrudan bir çatışma içinde olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla çıkar gözetmeksizin yapılan bütün iyilikler açıklanamayacak şeylerdir. Bu, mistisizmin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
_Hiçbir kurtuluş umudu kalmamış ölümü kaçınılmaz olan bir insanın kendisini büyük bir azimle onların mutluluğuna adadığı, örnek olarak gece yarısı, avluda kuduz bir köpek tarafından ısırılan bir hizmetçinin hiçbir kurtuluş umudu kalmadığı ve kimseyi ısırmaması için köpek yakalanarak bir ahıra kilitlenmiştir._2-Napoli’de yaşanmış ve lavların önünden kaçan bir oğul, yaşlı babasını sırtına almış taşımaktadır. Sadece daracık bir kara parçası kaldığı zaman baba, oğluna, kaçıp kendisini kurtarabilsin diye onu sırtından indirmesini emreder. Aksi takdirde her ikisi de ölecektir. Oğlu itaat eder ve akıntıya kapılmış giderken babasına son bir veda için bakar.
_Kendinde şey, yaşama istemi, her varlıkta hatta en küçüklerinde bile, var olmuş ya da var olacak her şeyin toplamında olduğu kadar eksiksiz biçimde bütün ve bölünmemiş olarak mevcuttur. Her varlığın, kendi kendisine ben güvende olduğum sürece varsın batsın bu dünya (dum ego salvus sim, pereat mundus) demesinin nedeni de budur.
_Hak_
_Hak kavramını tanımlamaya kalkışan kişi, başarıya ulaşamaz. Çünkü o, bir gölgeyi ele geçirmeye çalışmakta, bir hayaletin peşinde koşmakta ve gerçekte var olmayan bir şeyi aramaktadır. Tıpkı özgürlük gibi, hak da olumsuz bir kavramdır, içeriği tümüyle değillemedir. Yanlış kavramı ise olumludur. Eğer orada hak bulunsaydı hiç kimse bir devletin gerekli olduğunu düşünmeyecektir. Çünkü hiç kimse kendi haklarının ihlal edilmesine yönelik herhangi bir korku duymayacak. Süslü sözlerle devleti insan varoluşunun en yüksek noktası ve çiçeği olarak sunan filozof taslaklarının ne kadar budala ve sığ olduğunu görmek son derece kolaydır. Böyle bir görüş, dar kafalılığının ilahlaştırılmasıdır. Spinoza: Her insan, gücü nispetinde hakka sahiptir. Tanrı’nın her şeyin üzerindeki hakkının sadece onun sonsuz güce dayandığı biçiminde tuhaf bir yorum da ilave etmiştir.
_Hak, kendi başına güçsüzdür. Tabiatta hüküm süren şey ise güçtür. Gücü, onun vasıtasıyla Tanrı’nın hüküm sürebileceği şekilde hak ile bir araya getirmek de bir devlet adamının çözmesi gereken temel problemdir.
_Hakkın tabiatının, saf ve çözünür bir durumda değil de alkol gibi maddenin küçük bir karışımıyla birtakım kimyasal maddelerinkine benzer bir tabiata sahip olduğu ilieri sürülebilir. Gerçeklik dünyasında ayak basacak bir hak, zorunlu olarak göksel tabiatına karşın buharlaşıp havaya karışmaksızın var olup işlerliğini sürdürebilsin diye zorunlu olarak küçük miktarda bir keyfi güç tarafından takviye edilmeye gereksinim duyar.
_Dünyada hüküm süren, hak değil güçtür. Voltaire, kral olacak ilk kişinin başarılı bir asker olduğuna dikkat çekmiştir. Prensler halka tıpkı kendilerine yün, süt ve tedarik edebilmesi için güdülecek bir koyun sürüsü olarak muamele ettiler.
_Köle – Efendi_
_Kölelik, işçilik, yoksulluk aynı şeyin ayrı biçiminden başka bir şey değildir. Bir insan, sahip olduğu fiziksel güçleri büyük ölçüde kendisinin değil başkalarının yararına kullanır. Bunun daha uzaktan bir başka nedeni de lükstür.Toplum gereksiz malları temin edebilmek için gerekli şeylerin üretiminden alıkonulmuş olur. Toplumun bütün bu doğal olmayan hali yani sefaletten kurtulmak için her yerde karşımıza çıkan mücadele, onları hasta ve kötü karakterli yapar.
_Menandros bile sefalet içinde hür bir insan olarak yaşamaktansa iyi bir efendinin kölesi olmanın daha iyi olacağını söylemiştir. Kötü hasat veya hastalık, yaşlılık veya güçsüzlük, onu çaresiz kıldığında efendisi ona bakmak zorundadır. Rahatça uyuyabilir. Efendisi ise, serileri için yiyeceği nasıl temin edeceğini düşünerek yatağında bir o yana bir bu yana dönüp duracaktır. Tıpkı eski Roma’da, tamircilerin, usîabaşlarının, mimarların dahası doktorların bile genellikle köle olmaları gibi.
_Boş eller, işleyen kafaları yaratır. Bilim ve sanat, bizzat lüksün çocuklarıdır ve ona olan borçlar milletçe ödenir.
_Devlet_
_Devletin içindeki hoşnutsuzluğu zamanında teşhis edip ortadan kaldırmanın tartışılmaz bir avantajı vardır. Çünkü bu yapılmazsa o, için için kaynayacak, mayalanacak ve nihayet bir patlamaya yol açana kadar yayılıp genişleyecektir.
_Dünyanın genel olarak nasıl olup da bizim olduğunu gördüğümüz biçimde barışçıl, sakin, hukuk ve düzen içinde yolunu takip
edebildiğine şaşırmaktan kendimizi alamayız. İşte bunu başaran sadece devlet aygıtıdır. Çünkü herhangi bir duygu veya saygı uyandıran sadece fiziksel güçtür. Fakat bu güç de genellikle cehalet, budalalık ve adaletsizlik ile ilişkilendirilen kitlelerde bulunur. Devlet adamının temel amacı fiziksel gücü zihinsel güce entelektüel üstünlüğe boyun eğdirmek ve onu bunların hizmetine sokmaktır. Bu amaca, aynı zamanda adalet ve iyi niyetler eşlik etmiyorsa eğer ve eğer başarıya ulaşacak olursa o zaman bu işin sonunda ortaya çıkan sonuç şu olacak: Bu şekilde kurulan devlet düzenbaz ve budalalardan, aldatan ve aldanan kişilerden oluşacaktır.
_İnsanların, son derece bencil, adaletsiz, düşüncesiz, hilekâr, kötücül ve düşük bir zekâya sahip olduğu için, buradan tek bir insanda toplanacak, her türlü kanun ve hakkın üzerinde olacak. Buradan tamamıyla sorumsuz, dahası her şeyin kendisine boyun eğeceği, daha yüksek türde bir varlık olarak görülen bir gücün, Tanrı’nın inayetiyle orada bulunan bir hükümdarın gerekliliği ortaya çıkar. İnsanlar, ancak bu şekilde sürekti olarak kontrol edilebilir ve yönetilebilir.
_Monarşik yönetimlerde zekâ ve yetenek, yukarıdan destek görür. Çünkü kralın kendisi, bu türden bir rekabete karşı korku duymayacak kadar yüksekte ve sağlamdır. Dolayısıyla da her zaman, diğer insanların zekâsından yararlanmaya mecburdur. Monarşik yönetim biçimi, insanlar için en tabii yönetimdir. Hatta canlıların organizmaları bile monarşi prensibine göre kurulmuştur: Tek başına üstünlüğü elinde bulunduran beyindir. Ayak takımının önder ve yönetici olmasına izin verilemez. Güneş sistemi bile monarşik bir yapıya sahiptir. Cumhuriyet idaresi ise daha yüksek bir düşünsel hayata, sanata ve bilimlere elverişsiz olduğu ölçüde insanlar için de doğal değildir. Krallar, adeta kendilerini milliyetierinin bedenleşmiş hali olarak görür. Devlet benim. Fransa kralı XIV. Louİs tarafından soylenmiştir.
_Problemin tek çözümü, akıllı ve soyluların müşterek bir yönetimi, kuşaklar boyunca meydana getirilen yani en soylu erkeklerle en zeki ve entelektüel kadınların birleşmesinden meydana gelen gerçek aristokrasi ve hakiki asalet olduğudur. «Benim Ütopya» m, «Platon Cumhuriyeti »m işte budur.
_Her devlet komşularına, fırsatını ele geçirir geçirmez üzerine çullanacağı bir çapulcular sürüsü gözüyle bakmaktadır. Bu fırsatı değerlendirmekteki başarısızlığınızı, bundan sorumlu olan kuşak değilse bile muhtemeien bir sonraki kuşak ödeyecektir. O zaman da düşmanınız sizi kendi boyunduruğu altına alacaktır.
_Devletin amacı da bir budalalar cenneti üretmektir ve bu da yaşamın gerçek amacıyla yani istemin, onun korkunç tabiatının gerçekte ne olduğunun bilgisine erişmekle doğrudan bir çatışma içindedir. Devlet ile Tanrı’nın krallığı arasında bulunan büyük fark hayli belirgindir. Herkese adil bir şekilde davranıldığını görmek, devletin işidir. O, insanları pasif varlıklar olarak görür ve bu yüzden de onların eylemleri dışında hiçbir şeyi dikkate almaz. Öte yandan ahlaki kanun herkesin adil bir biçimde davranmasıyla ilgilidir. O, insanlara, aktif varlıklar gözüyle bakar ve eylemden ziyade isteme bel bağlar.
_Tabiat ile insanlarınkiler arasında karakteristik bir benzeşim mevcuttur. Bitkilerle beslenen hayvanlar içinde ve onlarla beslenen yırtıcı hayvanlar ortaya çıktı. Şimdi de alın terleriyle aynı şekilde toplumlarının ayakta durması için gerekli olan şeyleri çıkaran insanlardan sonra, servetlere sahip olanların üzerine çullanacak ve onların emeklerinin meyveleri üzerine konacak çok sayıda kişinin çıkacağı kesindir. İşte bunlar, insan ırkının yırtıcı hayvanlan; fatih halklardır. Voltaire, bütün savaşların tek amacının hırsızlık olduğunu söylerken tamamıyla haklıydı.
_Kesinlikle uygulanması gereken prensip, «Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma.» Ancak uluslararasındaki ilişkilerde ve politikada bunun tam tersi olan prensibe uyulması uygun düşecektir. «Kendine yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yap.»
_Sanat dallarının karakter üzerinde yumuşatıcı bir etkisi olduğu için bu sayede büyük ve küçük ölçekte kavgaların, savaşların ve düelloların dünya yüzünden kalkması da mümkündür.
_Egemen olan halk, bu kabul edilmelidir fakat daima küçük olan bir egemendir. Bu yüzden de her zaman bir gözetim veya vesayet altında olması gerekir ve asla hiç kimsenin sonucunu öngöremeyeceği tehlikeler yaratmaksızın kendi haklarını kendi başlarına kullanamazlar.
_İnsan soyu, ele alınabilecek bütün maddeler içinde en güç olanıdır. Neredeyse bir patlayıcı kadar tehlikelidir.
_Basın özgürlüğüne, kalpler ve zihin için bir zehir ticareti gözüyle de bakılabilir. Çünkü bilgi ve yargı gücünden yoksun kitlelerin kafalarına bir fikri sokmaktan bilhassa da o fikir, kendileri için herhangi bir kazanç veya avantaj içeriyorsa bundan kolay ne vardır? Ve böyle bir şey, birinin kafasına sokulduğu zaman o uğurda yapmayacağı bir şey var mıdır?
_İstem ve Boyun Eğme_
_Var olan tek gerçek özgürlük, metafizik bir karaktere sahiptir. Ve fiziksel dünyada da özgürlük imkânsız bir şeydir. Dolayısıyla kişisel eylemlerimiz hiçbir şekilde özgür değildir. Her insanın karakteri, onun özgür eylemi olarak kabul edilmelidir. O şöyle şöyle bir insandır çünkü her şeyden önce onun iradesi böyle bir insan olmak yönündedir gibi. Bir insanın yaşamının, büyük ve küçük olayları da dahil olmak üzere bütün akışı tıpkı bir saatin hareketi gibi zorunlu olarak önceden belirlenmiştir
_Nasıl ki doğal bir ürün söz konusu olduğunda hiçbir işlenmiştik orijinal materyalin yerini alamıyorsa aynı şey, zekâ için de geçerlidir. Bu sebepten ötürü, sadece edinilmiş, öğretilmiş bütün nitelikler, gerçek değil sadece yüzeyseldir ve hiçbir değeri de yoktur. Yüzeysel insanlar günün birinde kendilerine geleceğini düşünerek kendilerini avutabilmek için tam aksi görüşte olacaktır.
_Issızlıklarda tek başına yaşamış ve birbiriyle ilk defa karşılaşan iki insan ne yapar? Pufendorf, birbirlerini sevgiyle karşılayacaklarına inanıyordu; Hobbes ise bilakis iki düşman olarak; öte yandan Rousseau da sessizce birbirlerinin yanından geçip gideceklerine inanıyordu. _İki birey arasındaki doğuştan sahip oldukları ahlaki mizacın farklılığı kendisini görünür kılar.
_DanimarkalI bir yazar Bastholm: Ulusların: zihinsel kültürü ile ahlaki mükemmeliyetinin, kendilerini birbirlerinden tamamen bağımsız olarak ortaya koymalarını karşılaştırır. Bunun nedeni, anlayacağımız üzere, sadece ahlaki mükemmeliyetin kesinlikle zihinse! kültürün geliştirdiği düşünceden kaynaklanmaz. Doğrudan, mizacı doğuştan gelen ve eğitim vasıtasıyla herhangi bir ilerleme kaydetme yetisine
sahip olmayan istemin kendisidir. Ahlaki nitelikler kalıtsaldır ve atadan gelmekte ve sonra saflığını muhafaza etmektedir.
_Bir insanın davranışı, mantığı tarafından yönlendirilmez. Hiç kimse, sadece öyle olmayı arzu ettiği için şu veya bu kişi değildir. Eylemleri, onun içsel ve değişmez karakterinden kaynaklanır ve güdülerle daha yakın bir biçimde belirlenir. Yani davranışı, onun hem karakteri hem de güdüsünün zorunlu sonucudur. Kişi ilk seferinde ne yaptıysa ikinci seferde de kaçınılmaz bir biçimde yine aynı şeyi yapacaktır. Bu kusursuz bir kesinlikle önceden öngörülebilir. Karakterin bu değişmez tabiatı ve onun sonucu olan eylemin zorunluluğu; damgasını, kararlılık, sağlamlık, cesaret veya o anın talep ettiği nitelik her ne ise ondan yoksun olduğu için kimi durumlarda davranması gerektiği şekilde davranamamış olan kişinin üzerine görülmemiş bir açıklıkla vurur. Daha sonra yanlış davranışından ötürü samimi bir pişmanlık duyar. Bilinç yani vicdan, kişinin her eylemine şu yorumla eşlik eder «Şayet bana tekrar bir fırsat sunulsaydı tamamen farklı davranırdım.» Aynı fırsat bir kez daha sunulduğunda ise yine aynı şey olur; Her ne kadar bunun gerçek anlamı «Olduğundan farklı bir kişi olabilirdin,» olsa da.
_II. Richard oyununda: «İblis, cehenneme gitmeden cehennem azabını yaşattın bana!»
_Ve kesin bir dille konuşursak hayatın bütün olayları da tıpkı bir saatin hareketleriyle aynı gereklilikle gerçekleşir. Her insanın hayatının akışı, A’dan Z’ye kadar tam bir kesinlik içinde belirlenir. Kaderde olaylar birbirine zincirine sıkı sıkıya bağlı. Olması gereken şey olur. «İstemin Özgürlüğü denememi öneririm.
_Bir insan, nasılsa o şekilde hareket etmek zorundadır ve övgüler veya kınamalar da onun birbirinden ayrı eylemlerine değil tabiatına ve varlığına atfedilir.
_Özgür olan şey, aynı zamanda özgün de olmak zorundadır.
_Özgürlük, var olsaydı ve bu katı bir gerekliliğin sonucu oluşmamış olsaydı, eylemlerindeki zorunluluk bunu istemenin karşısına yerleştirecekti. İstem, kendiliğinden var olmak zorundadır. Karşıt varsayıma göre göstermiş olduğum gibi her türlü sorumluluk ortadan kalkacak ve dünya, üreticisinin kendi eğlencesi için harekete geçirdiği bir makineden ibaret hale gelecektir.
_Gerçeklerin her biri, diğeriyle bağlantılıdır, karşılıklı olarak diğerini tamamlar ve ilerlemesini sağlar. Oysaki yanlış her köşede birbirinin ayağına takılır ve onu yere devirir.
_Öykünme ve alışkanlıklar neredeyse bütün insan eylemlerinin kaynağıdır. Bunun nedeni de kendi yargılarına karşı duydukları o hayli derin güvensizliğe mücadele vermeleridir. Öykünme içgüdüsü, onun, maymunlarla olan akrabalığının da bir kanıtıdır. Etkinin türü, onun karakterine bağlıdır. -Ne ayıp! Bunu nasıl yapabilir. Ya da -Ah! Eğer o, bunu yapıyorsa ben de yapabilirim!
_Karakter_
_Karakteri, zamanın ötesine uzanan istemin, zaman içinde ise hayatın bir eylemi olarak tarif ettim ve eylem halinde bulunan karakterde gelişim demektir. Zamanın ötesinde ve üstünde olduğu için yaşamsal etkilerin altında herhangi bir değişikliğe uğraması da mümkün görünmemektedir. Geriye dönüp de geçmişe baktığımız zaman hayatımızın aynı melodinin yani karakterimizin çeşitli hallerinden oluştuğunu ve aynı temel ölçünün melodinin her yerinde hâkim bulunduğunu görürüz.
_Kişi bir an, acı çekene karşı sonsuz bir merhamet duyarken bir başka seferde de belli bir tatmin hissi yaşayabilir. Her insanın karakterinde iyi ve insani bir şeyin ama aynı zamanda da kötücül ve uğursuz bir şeyin de bulunur.
_İstem kendisini tek bir eylemde ortaya koyabilseydi bu takdirde kişi özgür bir eylemde bulunabilirdi. Fakat istem, kendisini yaşamın bütün akışı boyunca ortaya koyan bir eylemler serisidir. Dolayısıyla da bu eylemlerin her biri, eksiksiz bir bütünün parçası olarak belirlenir.
_Benzer nesnelerin çok türlülüğünü bir olasılık haline sokan sadece uzay ve zamandır. Zihinsel çeşitliliğin başta gelen nedeni kaynağını beyinden ve sinir sisteminden alır. Bu sebeple, beynin ihtiyaca ve amaca uygunluğunda biraz aşırıya kaçılmışsa dehalar ortaya çıkmaktadır. İstem zamanın üstünde ve ötesinde olamayacaktı. İstem, zamanın üstünde ve ötesindedir ve sonsuzdur. Karakter ise içseldir yani aynı sonsuzluktan doğar ve bu yüzden de metafizik bir açıklamadan başkasına imkân vermez.
_Ahlaki İçgüdü_
_İyi bilinç ile mantık arasında birey, tercihini mantıktan yana kullanırsa, bu, o kişinin, seçtiği teorik mantık ise sığ ve ukala bir cahil, pratik mantık ise bir serseri olduğunu ortaya koyar. Seçimini iyi bilinçten yana kullanırsa bu durumda onun hakkında kesin daha fazla şey söylememiz mümkün olmaz. Çünkü kendimizi mantık diyarında buluruz ve herhangi bir fikir yürütemeyeceğimiz için olumsuz sözcükler dışında herhangi bir söz söylememiz mümkün olmaz. Teorik mantık deha uğruna, pratik mantık ise erdem uğruna bastırılmaktadır. Ancak iyi bilinç ne teorik ne de pratiktir, çünkü bu ayrımlar sadece mantığa uygulanabilir. Bilinç, teorik mantığı bastırır ve hizmetkârı haline getirir. Dehanın niçin hiçbir zaman kendi eserlerinin açıklamasını yapamıyor oluşunun nedeni de budur.
_Daha iyi bilincin benliğinde sürekli olarak aktif olup hiçbir zaman susmadığı ve tutkularının onu tamamıyla ele geçirmesine hiçbir zaman izin vermediği son derece erdemli bir adamı hayal etmek pekâlâ da mümkündür. Bir İnsanın gayet zayıf mantıki melekelere ve yetersiz bir zekâya sahip olduğu halde yine de yüksek bir ahlak anlayışına sahip son derece iyi bir insan olabilmesinin nedeni de budur.
_Her insan, kendi isteminde, tıpkı anne rahmindeki bir çocuk gibi sessizce yatar ve şayet kendisinin de kaynağı olan içsel prensibin kılavuzluğu ve yol göstericiliğine kendini bırakırsa o, dünya üzerindeki en soylu ve en zengin kişi demektir. Jacob Bohme
_Ahlaki Düşünceler_
_Şeref prensibi, özgürlüğe karşı edilmiş bir hakarettir. Şeref, erdemle hayli sık karıştırılır.
_Teorik filozof, hayatı fikirlere dönüştürür. Mantığın egemenlik alanını, ona yeni ilavelerde bulunarak zenginleştirir. Pratik filozof ise fikirleri hayata; dolayısıyla o, mantığa tamamıyla uygun bir biçimde eylemlerde bulunur.
_Kant’a göre, deneyin gerçekliği sadece varsayımsal bir gerçekliktir. Deney sadece bir olgu, kendinde şeye yönelik bir bilgidir.
_Masumiyet, tabiatı itibarıyla budalalıktır. Budalalıktır çünkü yaşamın amacı kendi kötücül istemimize yönelik bilgi edinmektir. Yaptığımız bütün eylemler bize istemimizdeki doğuştan gelen kötülüğü gösterir. Yaşam da tıpkı sözde gerçek dünya gibi boş ve anlamsızdır ve sadece bir eylem, bir bilgi, bir hata, istemin bir ihtiyacı ile bir anlam edinebildiği için de sıkıcı bir budalalığın karakterini takınır. Masumiyetin altın çağı, bir budalalar cennetinden, budalaca ve anlamsız bir kavramdan başka bir şey değildir
_İnsan sefaleti, ikiye ayrılır. 1.İnsan, başkalarında görebileceği bütün zenginliklere kıskançlıkla bakar ve onların herhangi bir acısına karşı da hiçbir merhamet duymaz. 2. Başkalarının acılarına bakmakla meşgulüzdür. Merhametle dolarız ve bu ruh halinin sonucu da hayırseverliktir. Kıskançlık duymak yerine acı çeken birinin herhangi bir zevk duygusunu yaşadığını gördüğümüz zaman seviniriz. _Aynı şekle uyarak insanın soysuzluğu ve ahlaksızlığına da birbirine zıt bu iki ruh halinden biriyle bakabiliriz. Bir tanesinde bu soysuzluğu başka insanlarda algılarız. Bu ruh halinden öfke, nefret ve insanlığı küçümseme duygusu doğar. Diğerinden ise pişmanlık duygusu… Bir insana ahlaki yönden değer biçebilmek için onda bu dört ruh halinden hangisinin hâkim olduğunu gözlemlemek son derece önemlidir. En mükemmel karakterlerde her iki bölümün de ikinci ruh hali baskındır.
_Kesin buyruk ya da mutlak emir bir çelişkidir. Her emir, koşulludur. Koşulsuz ve gerekli dian şey ise bir olmazsa olmazıdır, tıpkı tabiat kanunları tarafından sunulanlar gibi.
_Bir insanın, A ve B gibi birbirine zıt iki güdünün etkisi altındaysa büyük olasılıkla önce gelmesi nedeniyle A’yı seçme olasılığı hayli yüksektir. Bir süre sonra fikrini değiştireceğinden korkarım. Çünkü o zaman onun kararını değerlendirmem hiçbir zaman mümkün olamayacaktır. Yapmam gereken, her iki güdüyü de onun önüne mümkün olduğunca eşit bir biçimde aynı zamanda koymaktır. İçgörü ve bilgi elde edilebilir, sonra tekrar yitirilebilir; değişebilirler, gelişebilirler veya ortadan kaldırılabilir; fakat istem değişemez. Yapacağım’m ise tabiatın kendisi kadar sağlam olmasının nedeni de budur.
_Dostluk, kısıtlama ve yanlılıktan başka bir şey değildir aslında. Tek bir bireyi, bütün insanlığın hakkı olan şeyden mahrum etmektir.
_Bir yalan, kaynağını daima bir kişinin kendi isteminin egemenlik alanını diğer bireylere uzanacak şekilde genişletmek istemesinden ve kendisininkini daha güçlü bir biçimde onaylatabilmek için onların istemini inkâr etme arzusundan alır. Dolayısıyla yalan, tabiatı itibarıyla adaletsizliğin, kötücüllüğün ve kötü niyetin bir ürünüdür. Bu yüzden gerçek, içtenlik, açıksözlüiük ve doğruluk soyludur.
_Bütün genel kurallar ve ilkeler hatalıdır. Çünkü insanların bütünüyle benzer yaratıldıkları gibi hatalı bir varsayımdan yola çıkar.
_Sadece istemin zamanın ötesinde ve üzerinde olmasından dolayıdır ki vicdanın iğneleri bunca derine batar ve acıları, diğer acılar gibi yavaş yavaş geçmez. Yıllar sonra bile sanki daha dün işlenmiş gibi ağırlık yapar. .
_Budala insanlar, genellikle kötücüldür, tam da aynı nedenden dolayı çirkin ve biçimsiz oldukları gibi. Benzer şekilde, deha ve kutsallık da birbirine hayli yakın duran şeylerdir.
_Tüm bilgiler, bizim dünyada edindiğimiz tecrübelerden kaynaklanır fakat bizim tecrübelerimiz, esas olarak sübjektiftir ve kendi zihnimiz tarafından şekillendirilmiştir, taraflı ve önyargılıdır. Bu sebeple gerçek, bizim istemimizin uzantısından başka bir şey değildir.
_Arzunun insanı acıya götürdüğünü ve geçici de olsa bir rahatlamaya giden tek yolun arzularımızdan vazgeçmekle olacağını savunan bir Budistin gözleriyle bakıyor yaşama.
_____________.