İçeriğe geç

İnfaza Çağrı Kitap Alıntıları – Vladimir Nabokov

Vladimir Nabokov kitaplarından İnfaza Çağrı kitap alıntıları sizlerle…

İnfaza Çağrı Kitap Alıntıları

“Bir ancık daha. Ellerimin böyle titremelerine çok gülünç ve utanç verici buluyorum ama bunu ne durdurabilir ne de gizleyebilirim, hem n’apalım, titrerse titresinler. Kağıtlarımı yok edeceksiniz, ıvır zıvırı süpüreceksiniz, pervane geceleyin kırık camdan dışarı uçup gidecek, böylece yerle bir olmak üzere olan bu dört duvar arasında benden geriye hiçbir şey kalmayacak. Ama artık unutulup gitmek umrumda değil; bir tek şey duyumsuyorum, korku, korku, utanılası abes bir korku ”
Yaşamın incecik çatlağını buldum, kırıldığı noktayı, ( )
Bu yaşamın çıkmazı bu ve onun sınırları içinde kurtuluş yolu aramamalıydım. Kurtuluş yolu aramış olmam ne garip. Tıpkı düşlerinde gerçekte hiç sahip olmadığı bir şeyi yitirdiği için üzülen ya da ertesi gün düşünde onu bulacağını uman biri gibi
Buluşmamızın çok farklı olacağını sanmıştım. Bunca çabanın karşılığında elde ettiğime bak!
Düşünce yazıya geçirildiğinde daha az ezici oluyor, ama kimi düşünceler kanserli bir ura benzerler: Açığa vurursunuz, kesip atarsınız ve eskisinden beter büyürler.
Çünkü ölüm korkusunun gerçekte zararsız -belki de ruh açısından sağlıklı– bir kıvranıştan başka bir şey olmadığını biliyorum –yeni doğan bebeğin boğulurcasına haykırması, bir oyuncağı bırakmanın öfkeyle reddedilişi gibi–
Utanıyorum, ruhum rezil etti kendini – çünkü böyle olmamalıydı,
“Boşver, ruhum bu açığı kapatır.
“Bir iki zararlı gerçeği kökleyip ayıklamak isterdim. Biraz zamanın var mı? Kesin bilgi sahibi olduğum şu anda şunu söylemek isterim Beni öylesine bunaltan o bilmezlik ne hoşmuş Kitaplara paydos ”
“ve şu anda, hepimizin pek yakında idam sehpasına çıkacağı bu günlerde, böyle bir bahar gününün unutulmaz anısı karşısında insanın, ‘Ah, geri gel, geri gel, bırak seni bir kez daha yaşayayım!’ diye haykırası geliyor.”
– bütün bunlara dönüyorsam içimden söküp atmak, kendimi arıtmak içindir – bir de sen bilesin diye, sen bilesin
Söylesene, şu senin katı, acı, küçük ruhunun çevresine böylesine cömertçe oluşmuş yumuşak ete kaç el dokundu?
( ) Marthe, beni pek az sevsen de anlamalısın, hiç değilse bir an anla, sonra dilersen yine unut. Sana nasıl ulaşabilirim?
düşündüm ki, hiç değilse bu anda, hiç değilse yalnızlık, böylesine değerli olduğu yerde, önceden yaptığı gibi çoğalacağına yalnızca iki parçaya bölünebilir, biri sana, biri bana İşte bunun için yazıyorum Bu olanları sana açıklamak için son çırpınışm,
Bir kandırmaca olduklarını itirafa hazırım ama şu anda öylesine inanıyorum ki onlara gerçeklik aşılıyorum.
( ) bana öyle geliyor ki olağanüstü bir masal tekrar tekrar anlatılmaktadır ve onu anlamaya ya zamanım yoktur ya da yeteneğim, yine de biri, hem de ne sabırla, masalı bana anlatıp durur!
Çünkü başka herkes ve her şey gibi kötü bir kopya olduğunu gayet iyi biliyorum.
Dinledi – bütün başı duyma organına dönüştü, bütün bedeni gergin bir yüreğe;
“Söylesenize, sizi de karanlıkta bırakıyorlar mı?”
Ah, sinirli olduğunun, cinsel açlık içinde bulunduğunun ayırdındayım –
Ama kusurları ne olursa olsun, yalansız dolansız, dürüst, iyi yürekli bir adam.
Seni bilmem, ama benim ağlayasım geliyor. Bu, yararlı bir duygudur. Ağla, o sağlıklı gözyaşlarını tutma.
“Demek beni kurtarmak istediniz, ha?” dedi Cincinnatus, düşünceli düşünceli.
“İsteyip istemediğim beni ilgilendirir gönlümün çiçeği, hamam böceği.”
“Gerçekten iyiliğimi düşünüyor olsaydınız,” dedi Cincinnatus, “beni rahat bırakırdınız. Lütfen gidin.
( ) çünkü hayat beni yıprattı: Sürekli tedirginlik, bilgimi gizlemek, yalan içinde yaşamak, korku, düşkırıklığı yaratmamak, avaz avaz ilan etmemek için bütünü sinirlerimin acılı zorlanışı
( ) ama sen ben değilsin ve işte onarılmaz yıkım da burada yatıyor.
( ) belki de yalnız umarsızca şenlikli, sırıtkan bir dünyada bir karnaval maskarası olarak acı dolu bir yaşantı sürdürdüm–
( ) — övünmek gibi olmasın ama sevgili mesai arkadaşım, bende dışa dönük sevimlilikle içsel inceliğin, yarenlik etme sanatıyla suskun durabilme yeteneğinin, şakacılıkla ağırbaşlılığın ender rastlanan bir bileşimini bulacaksın
( ) hiç umut olmadığını bildiği halde bu anda o tanıdık canlı sokaklarda bulunmak özlemiyle yanıp tutuşuyordu
Otuz yıl boyunca yaşayan gerçek biri olduğum gerçeğini saklayarak, dokunulduğunda gerçekmiş gibi görünen hayaletler arasında yaşadım –
“Ama bir şey sormak istiyorum, şu sizin sözüm ona dünyanızda oluşturan sözümona nesnelerin sözümona düzeninde sözünüzü tutacağınızın güvencesi sayılabilecek tek bir şey var mı?”
Yine de seni seviyorum.Kaçınılmazca, ölesiye, umarsızca
bu tür anıları insan belleğinden söküp atmalı, yoksa kahredip ezerler adamı.
Derken aynı resim yineleniyordu, ancak bu kez demir kafesin ardında dudaklarını sarkıtıp somurtan bir dolunay eklenmişti.
Biliyor musunuz, şu ağır cilt safraymışçasına zamanın dibine çöktürdü beni. Harika bir duygu.
Üstelik korkumun üstündeki son ince zarı henüz kaldırmadığımın bal gibi farkındayım.
– Hayır, giz henüz açıklanmadı —daha bu yalnızca bir kıvılcım– henüz alevlerden, ateşin kendisinden söz etmeye başlamadım.
ama hayır, ille her sabah beni tekrar tekrar öldüreceksiniz
Ah şu acım – kendimle nasıl baş edeceğim?
Evet, madde yaşlanıp yıprandı ve o efsanevi günlerden geriye pek az şey kaldı
Bir kütüğe tünemiş karga yavrusu gibi uzun süre iskemlenin üstünde dikilip hiç kımıldamadan payına düşen ufacık gök parçasına baktı.
Madde yıpranmıştı. Zaman usulca uyukluyordu.
Kuramsal olarak insan uyanmak ister, değil mi? Oysa ben dışarıdan yardım görmeksizin uyanamıyorum, ancak bu yardımdan müthiş korkuyorum, öyle ki ruhum iyice miskinleşmiş, sıcacık kundaklarına fena halde alışmış durumda.
Çevremi insanlar değil bir takım sefil hayaletler sarmış.
“Henüz yaşarken ölçün beni – sonra çok geç olacak.”
Oysa ben, ancak özgür yaşayanların kabul edebilecekleri bir karanlıkta bırakılıyorum.
Bilmek istememin nedeni şu, ölüm cezasını telafi eden, kişinin ne zaman öleceğini bilebilmesidir.
Kafasının içinde bir bilardo topu ensesinden şakağına doğru yanlamasına yuvarlandı; bir an durup geriye kaydı.
Meğer gün batımı çirkin küçük pencereden içeri girebilirmiş: Yan duvarda alev alev bir paralel kenar belirdi.
1. Hapishane binasından ayrılmak kesinlikle yasaktır.
2. Tutuklunun uysallığı hapishanenin övünç kaynağıdır.
3. Her gün öğleden sonra bir ile üç arasında gürültü yapmamanız rica olunur.
4. İçeri kadın getirilmesi yasaktır.
5. Gardiyanlarla şarkı söylemek, dans etmek ve şakalaşmak, ancak karşılıklı isteğe bağlı olarak ve belirli günlerde serbesttir.
6. Hapishane sakinlerinin görkemli kır manzaraları, dostlarla gezintiler, aile sofraları ve gerçek yaşamda ya da uyanıklık durumunda sözü geçen kişinin yanlarına yanaşmasına bile katlanamayacak kişilerle cinsel ilişki gibi -ki bu durumda sözü geçen kişi yasa önünde ırza geçmekten suçlu sayılacaktır- içerikleri tutukluluk durumu ve statüsüyle bağdaşmayan gece düşleri görmeleri durumunda bunları anında bastırmaları rica edilir.
7. Tutuklu hapishanenin konukseverliğinden yararlandığına göre, kendisine önerildiği ölçüde hapishane personelinin temizlik ve benzeri görevlerine katılmaktan kaçınmamalıdır.
8. Yönetim, tutuklunun eşyalarının ya da kendisinin kaybolmasından hiçbir biçimde sorumlu tutulamaz.
Bir geleceğin olasılığı kendi kuramsal erişilmezliğine ters orantılı olarak azalır.
Neydi o -korkunç, gecesel, heyula gibi bunca şeyin arasında- neydi o?
Ama ölmeyi öylesine istemiyorum ki! Ruhum korkusundan yastığın altına sindi. İstemiyorum işte! Sıcacık bedenimden çıkarken üşüyeceğim. İstemiyorum dur biraz az daha kestireyim.
Düşünce yazıya geçirildiğinde daha az ezici olur, ama kimi düşünceler kanserli bir ura benzerler. Açığa vurursunuz, kesip atarsınız ve eskisinden beter büyürler.
Elbet, yalnızca insan kalıbına girmiş olduğunu biliyorum, ama, yine de azla yetinebilirim.
Senden çok şey istemiyorum, yalnız bir an döngünün dışına çık ve beni öldüreceklerini, çevremizin kuklalar tarafından sarıldığını, kendinin de bir kukla olduğunu anla.
Tüm dünyanın dilsizliğine meydan okuyarak kendimi anlatmaktan başka bir tutkum yok.
Ve insan kendi kendine, Dün zamanım yeterli olacaktı dediğinde ve yine Keşke dün başlasaydım diye düşündüğünde başlar işkence.
Korkakların hep meraklı oldukları doğrudur.
Kimileri kalemlerini patates soyar gibi kendilerine doğru yontarlar, kimileri de bir sopayı sivriltircesine kalemi kendilerinden öteye açarlar
Henüz yaşarken ölçün beni- sonra çok geç olacak.
Şikayette bulunmak niyetinde değilim, dedi Cincinnatus, Ama bir şey sormak istiyorum, şu sizin sözümona dünyanızı oluşturan sözümona nesnelerin sözümona düzeninde sözünüzünü tutacağınızın güvencesi sayılabilecek tek bir şey var mıdır?
Yukarıda ne yıldızlar, ne düşünce, ne keder, aşağıdaysa ne büyük bir cahillik vardı.
Bu dünyada herhangi bir şeyin herhangi bir inancası, bir güvencesi var mı ya da olabilir mi, yoksa güvencenin ne anlama geldiği bile bilinmez mi buralarda?
.. olağanüstü bir masal tekrar tekrar anlatılmaktadır ve onu anlamaya ya zamanım yoktur ya da yeteneğim..
Belki de beni anlayacağını düşünürken seni bir başkasıyla karıştırıyorumdur.
.. olağanüstü bir masal tekrar tekrar anlatılmaktadır ve onu anlamaya ya zamanım yoktur ya da yeteneğim..
Yukarıda ne yıldızlar, ne düşünce, ne keder, aşağıdaysa ne büyük bir cahillik vardı.
Şikâyette bulunmak niyetinde değilim, dedi Cincinnatus, Ama bir şey sormak istiyorum, şu sizin sözüm ona dünyanızı oluşturan sözüm ona nesnelerin sözüm ona düzeninde sözünüzü tutacağınızın güvencesi sayılabilecek tek bir şey var mı?
Senden çok şey istemiyorum,yalnız bir an döngünün dışına çık ve beni öldüreceklerini,çevremizin kuklalar tarafından sarıldığını,kendinin de bir kukla olduğunu anla.Senin ihanetlerin yüzünden neden böylesine acı çektim,bilmiyorum,daha doğrusu nedenini biliyorum,ama neden böylesine acı çektiğimi sana anlatabilmek için seçmem gereken sözcukleri bilemiyorum.Bu tür sözcükler senin günlük gereksinimini karşılayan küçük çaplarda bulunmazlar.Yine de bir kez daha deneyeceğim: Beni öldürüyorlar! -pekala hep beraber, bir kez daha: Beni öldürüyorlar! -ve yine: Öldürüyorlar!
Ah hayır,kendimle uğraşmaktan zevk almıyorum,kararmış bir odada ruhumla çekişip kan ter içinde kalmıyorum;tüm dünyanın dilsizliğine meydan okuyarak kendimi anlatmaktan başka bir tutkum yok.Nasıl da korkuyorum.Nasıl ölesiye korkuyorum.Ama kimse beni benden alamayacak.Korkuyorum ve şimdi daha demin son derece somut bir biçimde elimde tuttuğum ipin ucunu yitirmekteyim.Nerede? Avucumun içinden kaçıvermiş!
Çevremi insanlar değil birtakım sefil hayaletler sarmış.Ancak boş kuruntuların,kötü düşlerin,çılgınlık tortularının,karabasan saçmalıklarının ve burada gerçek yaşamın yerini tutan başka her türlü şeyin çektirebileceği kadar işkence çektiriyorlar bana.Kuramsal olarak insan uyanmak ister,değil mi? Oysa ben dışarıdan yardım görmeksizin uyanamıyorum,ancak bu yardımdan müthiş korkuyorum,öyle ki ruhum iyice miskinleşmiş,sıcacık kundaklarına fena halde alışmış durumda.
ölmek istemiyorum, dedi, sımsıcak bedenimden çıkarken üşüyeceğim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir