Jules Verne kitaplarından İnatçı Keraban kitap alıntıları sizlerle…
İnatçı Keraban Kitap Alıntıları
Birleri çok güzel yeni bir vergi daha diye bağırdı.
Geleneklerimizi yok etmeye çalışıyorlar. Tek başıma kalsam bile bunlara karşı duracağım.
Ceza keserlerse öderim. Hapse atarlarsa da girerim. Ama bu talimatlara uymayacağım.
İstanbul Ramazan boyunca daha bir ilginç! Gündüzler ne kadar bir matem günü gibi, hüzünlü, kasvetli, acıklıysa, geceler bir karnaval kadar neşeli, gürültülü, hareketli!
Ve devlet buna göz yumuyordu.
Yakında Rus -Türk sınırına ulaşanız . Lazistan ve Anadolu’nun ücra köslerinde yiyecek bulak kolay değil.
Ekşili tavuk çorbası ve safranlı ekşi süte yatırılmış yahniden oluşan gürcü yemeği ..
Kafkas bölgesinin tam ortasındaki Abhazya : Bu güzel bölge , Kafkasya’nın en zengin eyaletlerinden biridir, ama yönetim burayı değerlendirememektedir.
Bölgenin hala yarı vahşi yaşayan ahalisinin, doğru dürüst zaman kavaramı ve yazı dili yoktur. Komşularını anlayamadığı , en basit düşüneyi dahi ifadeden aciz , fakir bir yerel lehçe konuşurlar.
Bölgenin hala yarı vahşi yaşayan ahalisinin, doğru dürüst zaman kavaramı ve yazı dili yoktur. Komşularını anlayamadığı , en basit düşüneyi dahi ifadeden aciz , fakir bir yerel lehçe konuşurlar.
Şabek denilen bir balıktı. Morina balığı gibi ikiye ayrılıp güneşte kurutularak, ocakta tütsülendikten sonra neredeyse çiğ olarak yeniyordu.
Kırım ;Doğu roma İmparatorluğu’yla mücadele eden bütün halkların göz diktiği toprak parçası ; milattan altı yüzyıl önce Herakleid’lerin ,sonra birbirinin ardı sıra Mithridat’ların , Gotların ,Hunları, Macarların, Tatarların , Cenevizlerin hakim olduğu eski Bosporos Krallığı ; II. Mehmed’in imparatorluğuna bağladığı , II. Katerina’nın da 1791’de kati surette Rusya’ya kattığı zengin eyalet.
Ah siz ,Avrupa tarzı giyinen modern Osmanlılar ! Ah, siz şişman olmayı bile beceremeyen yeni kuşak Türkler.
Dev sivri sineklere verilen ad HUMUS bunların sadece dişileri insana saldırır. Bu sineklerle başa çıkmak için Nezle otu kullanılır.
Bogdan’ın en önemli şehirlerinden biri Tulça’da durdular. Çerkezlerin, Nogayların, acemelerin, Kürtlerin, Bulgarların, Romenlerin ,Türklerin ve Yahudilerin bir arada yaşadığı kırk bin nüfuslu bir kent.
Avrupa Türkiye’si idari açıdan , Sultan tarafından tayin olunan ve bir tür genel idareci olan valiler ile yönetilen vilayetlere bölünmüştür.
Vilayetler ,mutasarrıf tarafından idare edilen sancaklara kaymakamlar tarafından idare edilen kazalara, kazalar müdür ya da seçilmiş belediye başkanı tarafından idare edilen nahiyeler ayrılır . Bu idari teşkilat hemen hemen Fransa’dakini aynısıdır.
Vilayetler ,mutasarrıf tarafından idare edilen sancaklara kaymakamlar tarafından idare edilen kazalara, kazalar müdür ya da seçilmiş belediye başkanı tarafından idare edilen nahiyeler ayrılır . Bu idari teşkilat hemen hemen Fransa’dakini aynısıdır.
Avrupa Türkiye’si halihazırda üç ana bölgeye ayrılır .
Rumeli ( Trakya ve Makedonya ) Arnavutluk, Teselya, bir de cizye veren bir eyalet olan Bulgaristan .
Boğdan, Eflak ve Dobruca ‘dan oluşan Romaya Krallığı, Sırbistan ve Karadağ prensilikleri 1878 Antalaşmasıyla bağımsızlıklarını kazanmış ,Avusturya ise Yenipazar Sancağı hariç Bosna’yı işgal etmiştir.
Rumeli ( Trakya ve Makedonya ) Arnavutluk, Teselya, bir de cizye veren bir eyalet olan Bulgaristan .
Boğdan, Eflak ve Dobruca ‘dan oluşan Romaya Krallığı, Sırbistan ve Karadağ prensilikleri 1878 Antalaşmasıyla bağımsızlıklarını kazanmış ,Avusturya ise Yenipazar Sancağı hariç Bosna’yı işgal etmiştir.
Kayıkçılar genellikle bürümcük denen ipekten bir gömlek ,altın yaldızlı şeritlerle süslü canlı renklerde bir yelek, beyaz pamukludan bir dizlik, başlarına fes ve bacaklarını ise çıplak bırakan güzel adamlardı.
Tophane meydanın şık insanları neredeydi ? Başlarına şık astragan kalpaklarını geçirmiş şu İranlılar bin pilili fistanlarını sağlayan Rumlar, neredeyse her zaman askeri kıyafetli olan şu Çerkezler , kendi sınırları dışında bile elbiseleriyle Rus kalmış olan şu Gürcüler , nakışlı ceketleriyle Arnavutlar ve nihayet Türkler şu eski Bizans’ın ve yaşlı İstanbul’un çocukları şu Türkler neredeydiler.
Bütün fırtınalar geçer dostum, uzun yada kısa sürerler ama biterler.
tef darbuka rebap kaval sesleri dualara karışıyor minarelerin tepesindeki müezzinler üç kıtaya yayılan sesleriyle şenlik içindeki şehre akşam namazının Arapça çağrısını okuyorlardı Allahu ekber
Kuranın emirleri gökyüzünde yıldız gibi parlıyordu Allahu ekber
Ayasofya Sultan Ahmed Süleymaniye camileri Bir minareden diğerine karanlık gökyüzünde kuranın emirleri gökkubeden düşmüş yıldızlar gibi parlıyordu
Türkiyeden çıkıp kırımı geçeceğim kafkasyayı aşacağım anadoluya ayak basacağım ve üsküdara ulaşacağım hem de sizin haksız verginiz için tek bir para bile vermeden
Dostum bu vergi adaletsiz ve aşağılayıcı buna boyun eğmek zorunda değiliz asla hayır eski türklerin hükümeti asla boğaziçinin kayıklarına vergi koymaya cesaret edemezdi
Benim haremim tütün çubuğum ve nargilemdir bunlara sadığım bir tömbeki değerinde kadın yoktur kadınlar asla işe gelince ne kadar çok olsa azdır bana
Ama lütfen söylermisiniz nedir bu ramazan oruç tutulan aydır güneşin doğuşuyla batışı arasında yemek içmek sigara tüttürmek yasaktır
Şu aptalca sızlanmalarınla kulaklarımı yormasan olmazmı yoksa senin kulaklarını öyle bir uzatacağım ki eşeklerde eşekçilerde kıskanacak
Cesaret ve para olduktan sonra hiç bir şey imkânsız değildir
La ilahe illallah Muhammedün resullulah sadık müminleri namaza çağıran ve semaya yayılan kutsal cümle
Saat altıydı müezzinler camilerde minarelerin şerefelerine çıkmışlardı sadık müminleri namaza çağıran semaya yayılan sesleri şehrin üzerinde duyulmaya başlandı
Ziyâret ettiğin ülkenin adetlerine karşı çıkmamak gerekir
İşte yine kuran ‘ın yasağına karşı gelmeye cüret eden o melun ecnebiler
Ben doğanın bize yalnızca bir ağız vermiş olmasına bile hayıflanıyorum bunun varlık sebebi de enfiye çekmektir
Keraban eski kuşak türklerden tam bir osmanlı fikirlerinin zerre değiştiğini görmedim modern sanayinin tüm icatlarını reddeder demir yolu yerine posra arabasını buharlı vapur yerine yelkenliyi tercih eder
Bu adam tam bir osmanlıdır eski kuşak türklerdendir yeni fikirleri kabul etmez yeni alışkanlıkları ve modern sanayinin bütün icatlarını reddeder
İtiraf edeyim benim hayal ettiğim istanbul bu değildi insan tam anlamıyla doğuda bin bir gece hülyasına dalacağını hayal ediyor fakat kendini hapsedilmiş hissediyor
Bana öyle geliyor ki istanbul ramazan boyunca daha bir ilginç gündüzler matem günü gibi hüzünlü kasvetli acıklı geceler ise bir karnaval kadar neşeli gürültülü hareketli evet tam bir tezat
Türkler bütün gün oruç tutuyorlar ama gece boyunca acısını çıkarıyorlar güneşin batışını bildiren top patlar patlamaz kızarmış et kokuları içecek rayihaları sigaraların dumanıyla sokaklar her zamanki alışılmış görüntüsüne kavuşacak
Bunca övülen istanbul konstantinin ve sultan mehmedin iradesiyle gerçeğe dönüşen şark rüyası burasımıydı
Tophane meydanı fidan gibi minareleriyle arap sitili güzel çeşmesiyle bin çeşit şerbet ve şekerlemenin satıldığı dükkânlarıyla her zaman bir resim kadar güzeldir
Tophane meydanı sessiz mahzun neredeyse ıssızdı yalnızca insanlar eksikti
Bükülmeyecek demir yoktur ya da duruma göre,kırılmayacak!
Midesi sağlam ve vicdanı rahat bir Türkün uykusu başka hiçbir şeye benzemez.
-Hangi münasebetsiz beni uyandırıyorsa cehennem olsun!
– İnsanları cehenneme havale etmenin hiç sırası değil,hele de cehennem yakınımızdayken!
– İnsanları cehenneme havale etmenin hiç sırası değil,hele de cehennem yakınımızdayken!
Ah,insanların anlaşılmaz gariplikleri!
Ayın yirmi birinde, şafakla beraber Fatsa’dan ayrıldılar. Öğlene doğru, eki Oenus Nehri ağzındaki, gemi inşa şantiyeleriyle Ünye limanını sağ tarafta bıraktılar. Daha sonra yol, Çarşamba’ya kadar kenevir tarlalarının içinden geçiyordu. Bu ilginç tarihi kıyıların her tarafında olduğu gibi, harabelerle kaplı burunların etrafında, efsaneye göre bir Amazon kabilesi yaşamıştı. Öğleden sonra Terme kasabasından geçtiler ve akşam, eski bir Atina kolonisi olan Samsun’da, geceyi geçirmek üzere mola verdiler.
Tanrıların takdis ettiği, ölümlülerin paylaşamadığı bu bölgenin, mitolojik efsanelerden uzak kalması mümkün olur muydu hiç? Atlantis kavminin muazzam çalışmalarına ait izler Sıvaş bataklıklarında aranmak istenmemiş midir? Eski çağların şairleri, cehennemin bir girişini, üç dalgakıranı Kerberos’un üç başını andıran Kerberian Burnu’nun yakınlarına yerleştirmek istememişler midir? Agamemnon ile Klytaimnestra’nın Diana rahibesi olan kızları İphigenia, rüzgarların Parthenium Burnu kıyılarına savurduğu kardeşi Orestes’i Tavrida’da iffetli tanrıçaya neredeyse kurban edecek değil miydi?
Bir Türk atasözü şöyle der: “Zenginlik Hindistan’da, akıl Avrupa’da, debdebe Osmanlı’dadır.”
Türkler bütün gün oruç tutuyorlar, ama gece boyunca da acısını çıkarıyorlar.
Kırım! İtalya’nın en büyülü sahillerinden koparılıp getirilmiş gibi duran, dörtgen, daha dogrusu düzgün olmayan bir eşkenar dörtgen şeklindeki, eskilerin ‘Tavrida Horsono Ferdinand de Lesseps’in ( Süveys Kanalının açılmasını sağlayan Fransız Diplomat ve girişimci) iki çakı darbesiyle adaya dönüştürebileceği yarımada; Doğu Roma İmparatorluğu’yla mücadele eden tüm halkların göz diktiği toprak parçasj; milattan altı yüzyıl önce Herakleialiların, sonra birbirlerinin ardı sıra Mithridat’ın, Alanların, Gotların, Huarın, Macarların, Tatarların, Cenevizlilerin hâkim olduğu eski Bosporos Krallığı; 2.Mehmed’in imparatorluğuna bağladığı, 2.Katerina’nın da 1791’de kati suretle Rusya’ya kattığı zengin eyalet!
Tütün tüccarı! Sabahtan akşama, hatta akşamdan sabaha herkesin tütün içtiği bir şehirde nasıl servet sahibi olmasın?
“Aslında bütün hükümetler birbirinin aynı ve hiçbirinin bir karpuz kabuğu kadar değeri yok!”
Lokum kelimesi Türkçeye Arapçadaki ” rahat-ul hulküm ” boğazı rahatlatan anlamına gelen tamlamadan geçmiştir. Bosna’ da rahat lokum olarak bilinmektedir.
Sıhhatim Allah’a şükür iyidir.Vergileriniz kadar iyi!..
Unutmak istediğiniz mazi sizi,bir dağ gibi ezecektir
Aslında bütün hükümetler birbirinin aynı ve hiçbirinin bir karpuz kabuğu kadar değeri yok!
Onu görmek için gözlerinizi kapatıyorsunuz hanımcığım Halbuki burada olsa açmanız yetecekti.
Hava pek hoş görünmüyordu. Batıda fırtına bulutları toplanmaktaydı. Ufkun ötesinde bora tehlikesi olduğu hissediliyordu. Sahilin bu açıktan gelen atmosfer akımlarına maruz kalan bölümünden geçmek kolay değildi. Ama havaya hükmedilemezdi ve Muhammed’in kaderci ümmeti Allah’tan gelene eyvallah demeyi başka herkesten daha iyi bilirdi. Bununla beraber, Yunanca adı Pontos Euksenios yani konuksever den ziyade, onun kadar uğurlu olduğu söylenmeyecek Türkçe adı Karadeniz’i haklı çıkartan bu denizden sakınmak gerekirdi.
Ve her şeyde Tanrı’nın büyüklüğünü gören iyi bir Müslüman gibi, güneşe döndü ve şöyle dedi:
La İlahe İllallah!
La İlahe İllallah!
Doğa olayı daha da güçlenmiş ve şimdi, amfitiyatro şeklinde kurulmuş bütün bir şehrin silueti, ufkun ötelerinde görünmeye başlamıştı.
Aslında tam o sırada, basit bir ışık kırılmasıyla meydana gelen doğal bir olay, onca arzulanan kıyıların uzaklarda görunmesini sağlamıştı. Gün ağardıkça, bir serabın etkisiyle ufkun altında bulunan her şey yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Ovanın etrafını çevreleyen tepeler bir dekor gibi toprağa gömülüyordu.
İnatçının inatçıya karşı sempatisi olacak, Keraban Ağa’nın eşeklere karşı zaafı vardı, hele bu Kerpe Burnu’ndan aldıkları çok hoşuna gitmişti.
Van Mitten burada da büyuk bir meraka kapıldı. Mitolojiye göre cehenneme açılan kapılardan birinin bulunduğu Akherusia yarımadası Herakleia’nın hemen yakınlarında değil miydi? Sicilyali Diodoroso’nun anlattığına göre, karanlıklar krallığından gelen Herkül, Kerberos’u bu kapıdan çıkarıp götürmemiş miydi? Van Mitten bir kere daha arzularını kalbinin derinliklerine görmüyordu.
Milattan iki yüz doksan yıl önce, bu şehrin kurucusu, İskenderin kaptanlarından Lysimakhos’un karısı Kraliçe Amastris, deriden bir çuvalın içinde tıkılmış ve erkek kardeşleri tarafından, kendi kurmuş olduğu limandan sulara atılmıştı. Elindeki rehberin izinden giderek bu meşhur tarihi çuvalı bulmayı başarabilse, Van Mitten için ne büyük bir şeref olurdu bu! Ama söylediğimiz gibi ne zamanı vardı ne parası ve hayalinden hiç kimseye söz etmeden arkeolojik teessürlerine dalıp gitti.
Yolun bu kısmı, tepelere doğru kat kat yükselen enfes ormanların kıyısından geçiyordu. Buralarda çeşit çeşit ağaçlar, meşeler, gürgenler, karaağaçlar, çınarlar, erik ve yabani zeytin ağaçları, ardıçlar, akkavaklar, nar ağaçları, beyaz dut ve kara dut ağaçları, ceviz ağaçları bol miktarda bulunuyordu.
Yemeğin ardından keyfi yerine gelen yolcular yeniden neşelerini bulmuşlardı. Bu dünyadaki her şeyin en güzel çeşnisi bu neşe degil miydi?
Fırtınanın etkisiyle parçalanmış olan bulutlar gökyüzünün yüksek katmanlarında neredeyse hareketsizce dinleniyorlardı. Bulutların arasından sızan güneş ışınları butün manzarayı canlandırıyordu. Yalnızca, uğultuyla çalkalanan denizin dalgaları, falezlerin dibindeki kayalıklara gürültüyle çarpıyordu.
Üst kısımları gaz, alt kısımları sıvıdan oluşan kese şeklinde iki sütun konik bir noktada birleşiyor, çok hızlı bir dairesel hareketle rüzgara karşı geniş bir içbükey şekil oluşturuyor, geçerken suların üzerinde anafor yaratarak hareket ediyordu. Rüzgarın kesildiği sırada, geniş bir alana yayılmış olmasi gereken yoğun, keskin bir ıslık sesi duyulmuşdu. Hızlı şimşekler, bulutların içinde kaybolan bu sütunların dev sorguçları üzerinde zikzak şeklinde izler bırakıyordu.
Birden Ahmet’in eli ufka doğru uzandı. Gözleri onu yanıltıyor olamazdı. Denizin yüzeyinden bulutlara doğru korkunç bir ağma vardı.
Hiç konuşmuyorlardı, zaten birbirlerini duyamazlardı, ama bulundukları yerde oldukça geniş bir görüş alanına sahiptiler. Ekren işlevi gören reflektörün içine hapsedilmiş olan fener ışığı gözlerini kamaştırmıyor, uzak mesafelere kadar ulaşan ışık huzmesi yayıyordu.
Ahmet ve bekçi, kulenin kaidesini oluşturan çatı seviyesindeki platforma hızla ulaştılar. Bundan sonra, yapının bütününü oluşturan, pervazlara tutturulmuş kirişlerin arasında, aydınlatma aletinin bulunduğu fenerin üst kısmına altmış basamakla döne döne ulaşan, etrafı açık bir merdiven bulunuyordu.
Bu şartlar altında yolculuğa devam mı edeceklerdi? Bu saçma yolu, bu mantıksız güzergâhı, yük arabasında, at sırtında, yaya ve daha kim bilir ne şekilde gitmeleri mi gerekecekti? Ve bütün bunlar, efendisinin karşısında tir tir titrediği inatçı bir Osmanlının keyfi içindi!
Eğer alçak Saffar benim yoluma çıkarsa, vallahi de billahi de tallahi de, bu onun felaketi olacak! dedi Keraban.