Michael Shermer kitaplarından İnanan Beyin kitap alıntıları sizlerle…
İnanan Beyin Kitap Alıntıları
“İçimizdeki ahlak duyusu tamamen evrim baskısının sonucuysa ve bizi ahlakın önem taşıdığına inandıran bir göz boyamaysa, sonuçta doğru ve yanlış ayrımı da bir yanılsamadır. İyi ve kötünün bir anlam taşımadığını söylemek, katı bir ateist için varılması çok zor bir noktadır.”s.53
“Eğer Tanrı kendi varlığını herkese tamamen açık etseydi, hepimiz tek bir evrensel imana uyan robotlara dönerdik.”s.52
Bilimcilerin sözgelimi ışığın dalga mı yoksa parçacık mı olduğunu açıklamak için kullandıkları farklı fizik ve kozmoloji modelleri de birer inançtır. Bunlar fizik, matematik, kozmoloji üzerine daha üst düzey teorilerle birleştiğinde doğaya ilişkin toplu bir dünya görüşünü oluşturur; dolayısı ile inanca bağlı gerçekçilik modele bağlı gerçekçiliğin daha üst düzeyde bir biçimidir.
Beyin bir inanç motorudur. Duyular aracılığıyla beyne akan duyusal veriler doğal olarak kalıplar aramaya ve ardından bulduğu kalıplara anlam katmaya başlar.
Bir kuşkucu olmamın sebebi inanmak istememem değil, bilmek istememdir.
İnanmak istiyorum ve bilmek de istiyorum. Gerçek orada bir yerde ve bulunması zor olsa bile, bilim onu ortaya çıkarmak için elimizdeki en iyi araçtır.
İnsanların olmuş gibi hatırladığı şeyler, gerçekten olan şeylere nadiren denk düşerler.
İnsanlar niçin inanır? Cevabım basit ve açıktır: İnançlarımızı aile dostlarının, meslektaşların, geniş anlamda kültür ve toplumun yarattığı ortamlar bağlamında çeşitli öznel, kişisel, duygusal ve psikolojik sebeplerle ediniriz; daha sonra da bir sürü düşünsel gerekçe, inandırıcı ve rasyonel açıklama temelinde inançlarımızı savunmaya, haklı göstermeye ve rasyonelleştirmeye yöneliriz. Önce inançlar oluşur, bunu inançlara dönük açıklamalar izler. Gerçekliğe ilişkin algılarımızın savunduğumuz inançlara bağlı olduğu bu süreci inanca bağlı gerçeklik olarak adlandırıyorum. Gerçeklik insan zihninden bağımsız olarak vardır; ama buna ilişkin anlayışımız belirli bir zamanda savunduğumuz inançlara bağlıdır.
İnandığınız şey, gördüğünüz şeydir. Etiket davranıştır. Teori, verileri kalıba döker. Kavramlar, algıları belirler. İnanca bağlı gerçekçilik budur.
Çünkü kontrol duygusu esenliğimiz için zorunludur -kontrolün elimizde olduğunu hissettiğimizde, daha berrak düşünürüz ve daha iyi kararlar alırız. Kontrolden yoksunluk son derece tatsızdır ve kontrol duygumuzu güçlendirmenin temel yollarından biri olup bitenleri anlamaktır. Bu yüzden kontrolü yeniden sağlamak için içgüdüyle kalıplar ararız, bu kalıplar yanıltıcı olsa bile.
Birine âşık olduğumda ilk baştaki şehevi duygularımın testesteron salgılamayı tetikleyen hipotalamusun ürettiği bir sinir hormonu olan dopaminle, yani cinsel arzuya yön veren hormonla arttığını ve daha köklü bağlanma duygularımın hipotalamusta sentezlenen ve hipofiz tarafından kana salgılanan oksitosin adlı bir hormonla pekiştiğini bilmek bana son derece ilginç geliyor.
Yitirmenin acısından sakınmak bizi kazanmanın hazzına varmaya oranla iki misli güdüler. Evrim bizi elimizde olan şeyi elde edebileceğimiz şeyden daha fazla gözetme duygusuyla donatmıştır.
Evlât, duvarların olduğu bir dünyada yaşıyoruz,.
Beyin bir inanç motorudur.
Varılacak tek sonuç her şeyi bilmediğimizdir. Böyle bir belirsizlik bizzat bilimin özünde vardır be bilimi bu kadar ilginç bir uğraş kılan şey de budur .
Bir gizemi doğal yollarla tam açıklayamamamız , onun doğa-üstü bir açıklamayı gerektirdiği anlamına gelemz .
Fizik kıskançtır.
Elbette herkes ölülerle konuşabilir, isin zor kısmı ölülerin de bu konuşmaya karşılık vermesini sağlamaktır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Insanların olmuş gibi hatırladığı şeyler, gerçekten olan şeylere nadiren denk düşer .
Mecazi anlamda içimi okurdu .
Bilgi , kontrolün başka bir biçimidir .
Teori ile pratik arasında bir farklılık toeride yoktur , pratikte vardır.
Bireyin seçme yetkisinin müdahalecilikle gasp edilmediği yerde özgürlük vardır.
Her şey bir sebeple olur ve Tanrının her birimiz için bir tasarısı vardır.
Hayat sonsuz olsun ya da olmasın, umut hiç tükenmez.
Inandığınız şey , gördüğünüz şeydir. Etiket davranıştır. Teori verileri kalıba döker. Kavramlar ,algıları belirler . Inanca bağlı gerçekçilik budur .
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Her insan yaşadığı cağın eseridir ; çok az kimse kendi dönemindeki fikirlerin yukarısına çıkabilir.
Dolasıyla boş inançları ve doğa-üstü şeylere inançları zayıflatmanın anahtarı belki de sadece bilimin neleri bulduğunu değil ,bilimin nas çalıştığını da öğretmektir.
Öğrencilere nasıl düşünecekleri değil, ne düşünecekleri öğretilmektedir.
İnanmak istiyorum ve bilmek de istiyorum. Gerçek orada bir yerde duruyor ve bulunması zor olsa bile, bilim onu ortaya çıkarmak için elimizdeki en iyi araçtır.
Bay Spock bilimkurgu kahramandır. Bu da iyi bir şeydir; Çünkü beyinlerinin duygusal şebekeleri özellikle limbik sistemleri hasara uğramış insanlar hayattaki en sıradan tercihlere sözgelimi satın alınacak diş macununa ilişkin en basit kararlara bile varmayı olanaksız bulurlar
Analiz felci. Hayattaki mühim kararlar şöyle dursun, sırf günü kurtarmak için bile çoğu kez ötesinde bir duygusal inanç titreşime gerek vardır
Analiz felci. Hayattaki mühim kararlar şöyle dursun, sırf günü kurtarmak için bile çoğu kez ötesinde bir duygusal inanç titreşime gerek vardır
Beynimizin sonlu ve sınırlı olması nedeniyle sonsuzluk , hiçlik ya da ölümsüzlük kavramlarının aslında ne anlama geldiğini gerçek anlamda kavrayamayız.
Başkalarında bilişsel eğilimlerin gücünü görürken, bu eğilimlerin kendi inançlarına etkilerine karşı kör olma eğilimi anlamına gelir.
Maymun ve yunus gibi dünyalı zekalarla bile daha iletişime girmediğimize göre, bizden milyonlarca yıl üstün bir Dünya Dışı Zeka’nın iletilerini çözebileceğimizi sanmak ne kadar da kibirli bir tutum.
Bilimin keşfedebileceği yegâne Tanrı mekan ve zaman içinde yer alan ve doğa yasaları ile kısıtlı olan bir doğal varlıktır. Mekan ve zaman dışında yer alan bir doğaüstü Tanrı, bilim için bilinebilir bir şey değildir., Çünkü bilim doğal dünyanın parçası olmayan bir tanrıyı bilemez.
Kültür, kişinin hangi tanrıya inanacağını ve hangi dine uyacağını dayatabilir; ama bir sosyal grubun vazgeçilmez unsuru olarak doğada işlev gören bir doğaüstü özneye inanç beyne döşendiği için bütün kültürler açısından evrenseldir.
Bir gizemi doğal yollarla tam açıklayamamamız, onun doğaüstü bir açıklamayı gerektirdiği anlamına gelmez.
Beyin olmayınca zihin olmaz; beden olmayınca ruh olmaz. Kalıplarımızı karbon esaslı proteinlerimizin oluşturduğu elektrik etinden daha dayanıklı bir araca yükleyecek bir teknoloji geliştirene kadar, bilimsel bulguların bize söylediği şey, bilgi kalıbınızın, yani ruhumuzun da bizimle birlikte öldüğüdür.
İnsan beynindeki nöron sayısı Samanyolu Galaksisi’ ndeki yıldız sayısıyla aşağı yukarı aynıdır.( Yüz milyar nöron)
Beyindeki sinaps bağlantılarının sayısı, 30 milyon yıldaki saniye sayısına denktir.
Beyindeki sinaps bağlantılarının sayısı, 30 milyon yıldaki saniye sayısına denktir.
Beyinde sadece birer beden ve zihin şeması, yani tek bir benlik olduğu için, ikinci bir benlik ancak bedenin dışındaki başka bir varlık, yakındaki bir duyumsanan varlık olarak algılanabilir.
Özgül olarak belirtmek gerekirse, fiziksel uzamda bedeninize yön vermek yan lobun arka- üst bölümünün görevidir. Bu bölüm kulaklarınızın yukarısındaki şakak lobunun arka tarafında yer alır. Benliğinizin bedeniniz dışında kalan her şeyden farklılığı burada algılanır. Derin meditasyon ve ibadet sırasında beynin bu kısmı hareketsiz olduğunda denekler dünya ile tek varlıkmış gibi bütünleşme ya da aşkın güçle derin bağlantıya girme duygusunu yaşadıklarını bildirirler. Meditasyon ve ibadet bir anlamda beden şeması ile dünya arasında bir uyumsuzluk yaratmıştır. Aşırı ve olağandışı koşullar altında buna benzer bir durumun ortaya çıkması mümkündür.
Bizler, anlamlı kalıplar bulma ve onlara amaçlı özne yükleme eğiliminin doğuştan yön verdiği doğaüstücü varlıklarız. Peki, bunu niçin yaparız?
Bilgi, kontrolün başka bir biçimidir.
Araştırmalar insanların gözlemledikleri bir olayın sebebi olarak düşündükleri şeyi belirledikten, bir başka deyişle A ve B arasında bir bağ kurduktan sonra, diğer olasılıklara karşı bu nedensel bağı destekleyici bilgi toplamayı sürdürdüklerini tutarlı biçimde gösteriyor. İlk nedensel bağı saptadıktan sonra akıllarına başka seçenekler gelse bile böyle davranırlar; kaldı ki , genellikle başka seçenek düşünmezler.
Bizler doğuştan ölümsüzlük savunucularıyız.
Endişem o ki.. uydurma bilim ve boş inanç her geçen yıl daha baştan çıkarıcı görünecek, akıldışılığın siren şarkısı kulaklara daha tumturaklı ve çekici gelecek. Bunu daha önce ne zaman duyduk? Etnik ya da ulusal önyargılarımız kabardığında, kıtlık zamanlarında, ulusal özsaygımız ya da metanetimize meydan okunduğunda, kozmik konumumuzun ve amacımızın küçülmesine karşı var gücümüzle uğraş verdiğimizde veya çevremizde bağnazlık fokurdadığında, geçmiş çağlardan tanıdık düşünce alışkanlıkları imdada yetişir. Mum alevi eriyip akar. Küçük ışık havuza titreşir. Karanlık çöker. Şeytanlar ortalığı karıştırmaya başlar.
İnanç çabuk ve doğal biçimde edinilirken kuşkuculuk yavaş ve doğal olmayan bir süreç izler;çoğu insanın belirsizliğe karşı düşük dayanma gücü vardır.
Belki beynin dışında zihin vardır, belki Tanrı zihindir ya da onun bir dışavurumudur; bu durumda belki bedenden aşkın zihin ölümden sonra varlığını sürdürüyordur ve böylece sonunda ilahi güçle bağlantıya giriyoruzdur. İlk başta bizzat zihnin evreni var etmediği ne malum? Bu senaryoda belki Tanrı, evrensel zihindir ve öbür dünya, beyinlerden sıyrılan zihinlerin gittiği yerdir.
Evrim psikologları ve antropologları, insanların bencil, rekabetçi ve açgözlü olmanın yanı sıra özgecil, iş birliğine açık ve iyiliksever olmaya dayanan ikili bir doğa taşıdığını tartışmasız bir şekilde ortaya koymuş bulunuyor.
Akıllı insanlar saçma şeylere inanırlar çünkü akıldışı sebeplerle vardıkları inançları savunmada hünerli olurlar.
Her insan yaşadığı çağın eseridir; çok az kimse kendi dönemindeki fikirlerin yukarısına çıkabilir.
İnsan aklı şeylerden yayılan ışınların gerçek etkilerine göre
yansımasını saglayan pürüzsüz ve dengeli bir cam nitelğini taşımaktan uzaktır; hayır, elden geçirilip arındılmadığı sürece boş inancın ve düzenbazlığın kaynaştığı tılsımlı bir cam gibidir daha çok.
Bacon
yansımasını saglayan pürüzsüz ve dengeli bir cam nitelğini taşımaktan uzaktır; hayır, elden geçirilip arındılmadığı sürece boş inancın ve düzenbazlığın kaynaştığı tılsımlı bir cam gibidir daha çok.
Bacon
Akıllı insanlar saçma şeylere inanırlar, çünkü akıl dışı sebeplerle vardıkları inançları savunmada hünerli olurlar.
Böylesine temel bir belirsizlikte hayatın anlamı nerededir? İster inançlı isterse kuşkucu olun, hayatın anlamı bulunulan yerdedir. Yaşanan andadır. İçimizde ve dışımızdadır. Düşüncelerimizde ve davranışlarımızdadır. Yaşantılarımızda ve sevgilerimizdedir. Ailemizde ve dostlarımızdadır. Toplumumuzda ve dünyamızdadır. İnançlarımızın yürekliliğinde ve verdiğimiz sözlerin niteliğindedir. Hayat sonsuz olsun ya da olmasın, umut hiç tükenmez.
İnandığınız şey, gördüğünüz şeydir. Etiket davranıştır. Teori verileri kalıba döker. Kavramlar, algıları belirler. İnanca bağlı gerçeklik budur.
Tanrı yaratılmasına gerek olmayan varlık olarak tanımlandığına göre, çoklu-evren de niçin yaratılmasına gerek olmayan şey diye tanımlanmasın?
Kozmik şovenizmi reddettiğimizde, evrenin bize göre incelikle ayarlanmadığını, bizim ona göre incelikle ayarlandığımızı görürüz.
Maymun ve yunus gibi dünyalı zekalarla bile daha iletişime girmediğimize göre, bizden milyonlarca yıl üstün bir dünya dışı zekanın iletilerini çözebileceğimizi sanmak ne kadar da kibirli bir tutum.
Onuncu yaş gününüzü mü hatırlarsınız, yoksa on beş yaşına geldiğinizde annenizin onuncu yaş gününüzle ilgili olarak size aktardığı anıyı veya onuncu yaş gününüzle ilgili fotoğraflara yirmi yaşındayken göz atmanın uyandırdığı çağrışımı mı hatırlarsınız?
Çocuklar bize ihtiyaç duyduğu için âşık oluruz!
Tanrıcılar, yaratılışçılar ve akıllı tasarım teorisyenleri mucizeleri ve yokluktan yaratma eylemlerini ortaya attıklarında, arayışın sonu gelir; oysa bilimciler için böyle gizemlerin belirlenmesi sadece işin başlangıcıdır.
Agnostisizm bir düşünsel tutum, ilahın varlığına ya da yokluğuna ve bunu kesin olarak bilme yeteneğimize ilişkin bir belirlemedir; ateizm ise bir davranış tutumu, içinde hareket ettiğimiz dünyayla ilgili hangi varsayımlarda bulunduğumuza ilişkin bir belirlemedir.
Bir gizemi doğal yollarla tam açıklayamamamız, onun doğaüstü bir açıklamayı gerektirdiği anlamına gelmez.
Görünmez şeyler ve var olmayan şeyler aynı görünür.
Ölümden sonra yaşam kavramı kendimizi geleceğe doğru varlığını hep sürdüren birer amaçlı özne saymamızın bir uzantısıdır.
Normal-ötesinin yazgısı budur; zamanla bilime dönüşür, normalleşir.
Kontrolden yoksunluk son derece tatsızdır ve kontrol duygumuzu güçlendirmenin temel yollarından biri olup bitenleri anlamaktır. Bu yüzden kontrolü yeniden sağlamak için içgüdüyle kalıplar ararız, bu kalıplar yanıltıcı olsalar bile.
Insanı öldürebilecek (ama öldürmeyen) gıdalar ikinci sefer asla denenmemelidir, bu yüzden tek denemeli öğrenme evrim sürecinde önemli bir uyarlanma olarak yerleşmiştir.
Sosyal bilimler zor disiplinlerdir; çünkü denetleme ve öngörme bakımından özgürlük derecelerinin çok daha fazla olmasından dolayı, işlenen konu kat be kat daha karmaşık ve çok yönlüdür.
Su nasıl doğduğu ilk kaynağın yükseklik düzeyinden daha yukarıya çıkamazsa, Aristoteles’ten türetilmiş ve sorgulama özgürlüğünden bağışık tutulmuş olan bilgiler de Aristotelesin bilgilerinden daha yükseğe çıkamaz. -Francis Bacon, Novum Organum (1620)
Belirsiz ve kuşkucu bir zihin zinde dünya görüşlerine, yeni ve sürekli değişen gerçeklikler olasılığına yol açar.
demokrasinin sorunlu tarafı çoğunluk tiranlığına yol açabilmesidir: Ağır basan görüş ve duygunun tiranlığına karşı, toplumun kendi fikirlerini ve adetlerini muhalif olanlara medeni cezalar dışındaki araçlarla davranış kuralları olarak dayatma, gelişim sürecine zincir vurma, kendi anlayışı ile uyumlu olmayan her türlü bireyselliğin ortaya çıkışını mümkün mertebe önleme ve kendine özgü model bütün kişiliklerin ayak uydurmasını zorla sağlama eğilimine karşı koruma gereklidir. (Tırnak içindeki kısım John Stuart Mill’e ait.)
bir önermenin doğruluğu, ona inanan insanların sayısından bağımsızdır.