İçeriğe geç

İki Şehrin Hikayesi Kitap Alıntıları – Charles Dickens

Charles Dickens kitaplarından İki Şehrin Hikayesi kitap alıntıları sizlerle…

İki Şehrin Hikayesi Kitap Alıntıları

Ne var ki oduncu ile çiftçi, durmamacasına çalıştıkları halde, işlerini hiç ses çıkarmadan yaptıkları için, usluca dolaşırlarken ayak seslerini kimsecikler duymadı. Hoş, onların uyanık oldukları kuşkusunu duymak bile dinsizlikti, ihanet sayılırdı ya.
” Ben çok hayal kırıklığına uğramış bir köleyim. Dünyadaki hiç kimse umrumda değil benim, kimsenin de beni salladığı yok. ”
Gereğinden fazla yük taşıyan kalplerimiz, gelmiş geçmiş en hızlı atların dörtnala koşuşunu bile geride bırakacak bir hızla çarpıyor.
Son derece haksız bir biçimde götürüleceğim bu hapishanede dış dünyayla iletişim kurabilecek miyim?
Oraya gidince görürsün.
Kendimi savunma hakkı bile verilmeden,yargısız infazla ömür boyu orada takılıp kalmayacağım,öyle değil mi?
Onu da oraya gidince görürsün. Hem velev ki öyle; insanlar geçmişte çok daha kötü hapishanelere ömür boyu tıkılıp kaldilar
Onu bulamıyorum, ama bulmam gerekiyor. Nerede?
Rüzgâra ve ateşe nerede duracağını söyleyin, ama bana söylemeyin.
Kederin ve ümitsizliğin muazzam bir gücü vardır.
Özgürlük, Eşitlik Kardeşlik ya da Ölüm! En kolay hayata geçirileni sonuncusuydu.
O küçük cesur yüreğinde bu ümitsizliğin ne işi var?
Hiçbir devlet görevlisi hiçbir matematik hesabıyla tam olarak hesap edemiyordu kurulan darağaçlarının sayısını ve bu yangını söndürebilecek suyun miktarını.
Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.
Eskiyi bırak artık, bugünü yaşa
Geçti o günler
Bana bakın, insanın düşüncesi olması için her şeyden önce düşünmesi gerekir.
Öldüğümde çok sevdiğim şu kitabın sayfalarını artık çeviremez olacağım, bu yüzden de ölmeden önce hepsini okumuş olmaya dair nafile bir umut besliyorum.
Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.
Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete
Hiçbir devlet görevlisi,hiçbir matematik hesabıyla tam olarak hesap edemiyordu kurulan daragaclarinin sayısını ve bu yangını sürdürebilecek suyun miktarını
İnsanın bedenini örten ne olursa olsun, duygular onu deler geçer.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete -özetle; şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki dönemin, sesi en çok çıkan otoriteleri bu günler hakkında -olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da- ancak ve
ancak en sözcüğü kullanılarak konuşulabileceğini iddia ediyorlardı.
En büyük arzum bu düzene ait olduğumu unutmak.
Bakın Charles Darnay, tıpkı birbiriyle çok mesafeli iki insanın ilişkisinde olduğu gibi, birbirini çok seven iki insanın ilişkisi de pek çok bilinmezlik barındırabilir…
Gökler şahidimdir ki onu seviyorum!
Dünyada sevgi diye bir şey varsa, bu benim ona duyduğum şeydir.
Sevgili Doktor Manette, kızınızı tüm kalbimle, derinden, hiçbir menfaat gütmeden ve büyük bir adanmışlıkla seviyorum. Dünyada sevgi diye bir şey varsa, bu benim ona duyduğum şeydir.
Ne çok insan ve ne büyük ıssızlık.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben. Hayatım boyunca böyleydi.
Zaten bunca kötülükten iyi bir şeyin çıkması mümkün değildi; böylesine mutsuz bir başlangıca mutlu son yakışmazdı.”
“Bunlar bende kalsın. Buradan bedenen kaçamama yardım edemezler belki ama ruhen firar etmeme yardım edebilirler.”
Umutsuz menfaatler için umutsuz oyunların döndüğü umutsuz bir zaman bu.
Soyluluk başını kırmızı takkelerin altına saklamış, ayağına hantal ayakkabılar geçirmiş ağır aksak ilerlemekteydi.
Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben.
Yüksek tabakadan nefret etmek, aşağı tabakanın istemsizce gösterdiği bir çeşit hürmettir.
Tıpkı okyanusun ölüleri karaya atması gibi ayna da üzerine yansıyan o görüntüleri geri gönderebilseydi bu iğrenç yer iğrenç hayaletlerden geçilmezdi.
Aşağıdakilerin yukarıdakilere duyduğu nefret , istemsizce gösterdikleri saygıdır.
Yalnızlığın avantajlarıyla çevrelenmiş olmak, derin derin düşünmek için bulunmaz nimettir ve kaderini, senin etkileyebileceğinden çok daha olumlu etkileyebilir.
”Ne çok insan ve ne büyük ıssızlık! ”
Eğer bu dünyada sevgi denen bir şey varsa, ben onu seviyorum.
Bu ayık,aklı başında halinize güvenmeyin çok,günlerin ne getireceğini bilemiyor insan.
Ölüm her konuda doğanın çaresiyken neden kanunlar için olmasındı ?
Güneş hüzünlü hüzünlü yükseldi; güneşin üzerine vurduğu hiçbir şey, sahip olduğu yetenekleri ve güzel duyguları kullanma becerisinden yoksun, kendi yararı ve mutluluğu için bir şeyler yapmayı beceremeyen, dahası bu feci halinin farkında olan ve bu feci halin onu tüketmesi pahasına kendinden vazgeçen bu adamdan daha hüzünlü değildi.
Zulüm ve zorbalık tohumlarını bir kez ekecek olsanız, sonunda ektiğiniz tohuma uygun bir meyve almanız işten değildir.
Ciğerini, nefesini anlamadığın şeylerle ilgili konuşarak tüketme sevgili dostum
Aslında yüzler hep aynı yüz, hayaller hep aynı hayaldi.
En büyük arzum bu düzene ait olduğumu unutmak.
Kendinle ilgili neyi değiştirdin şu hayatta?
Bir an iyi sonra kötü; bir gün keyifli ertesi gün bunalımda!
İnsanın kendi geçmişinden bahsetmesi can sıkıcı bir durum.
İnsan kendine benzeyen bir adamı neden sever ki?
Bu dünyaya ait olduğumu hissetmiyorum.
Bir zamanlar, üzerinde ışık parladıkça dibe çökmüş hazinenin ve diğer batıkların göründüğü suyun dipsiz derinliklerine bakamam artık. Tek bir hareketle kitabın sonsuza dek kapanmasına karar verilmişti çünkü, oysa yalnızca bir sayfasını okumuştum daha.
Sırlar yalnızca büyük uyuşmazlıklardan değil,derin sevgilerden de kaynaklanır..
” Hepimiz geçimimizi şu veya bu şekilde kazanıyoruz. Kimimizinki rutubetli yollardan okuyor, kimimizinki de kuru ”
Fikirlerim, beni ben yapan özelliğimdir.
Tıpkı birbiriyle çok mesafeli iki insanın ilişkisinde olduğu gibi, birbirini çok seven iki insanın ilişkisi de içinde pek çok bilinmezlik barındırabilir; üstelik ikinci ilişki şeklinde bu bilinmezlikler hemen göze çarpmayan, kırılgan ve nüfuz etmesi zor türdendir.
Yalnızlığın avantajlarıyla çevrelenmiş olmak, derin derin düşünmek için bulunmaz nimettir ve kaderini, senin etkileyebileceğinden çok daha olumlu etkileyebilir.
“Rüzgara ve ateşe nerede duracağını söyleyebilirsiniz, ama bana söyleyemezsiniz.”
Askeri bilgiden yoksun subaylar; geminin ne olduğunu bile bilmeyen denizciler; devletin gidişatından bihaber devlet memurları; şehvetli bakışları, gevşek dilleri ve gayriahlaki yaşamlarıyla, olabilecek en dünyevi din adamları oradaydı; hiçbiri liyakat sahibi değildi fakat hepsi rezilce öyleymiş taklidi yapıyordu; hepsi bir şekilde Monsenyör’ün tarikatının bir parçasıydı; bu yüzden de herhangi bir maddi getirisi olan tüm devlet pozisyonlarında bunlar görev alıyor, paraya para demiyorlardı.
Ne çok insan ve ne büyük ıssızlık!
Öldüğümde çok sevdiğim şu kitabın sayfalarını artık çeviremez olacağım, bu yüzden de ölmeden önce hepsini okumuş olmaya dair nafile bir umut besliyorum.
Çocukluğunuz çok geride kalmış gibi mi geliyor size?
Aşağıdakilerin yukarıdakilere duydukları nefret, istemsizce duyulan saygıdır .
Hayatımızı boşa harcadığımızda hiçbir değeri olmaz, oysa bu çabaya değer hayat.
Yorgunum, yorgunum, çok yorgun –bu acılar bitirdi beni.
Açlık. Açlık her yerdeydi. Yüksek yüksek binalardan fırlatılmış, sıra sıra asılmış olan sefil kıyafetlerden sarkıyordu; Açlık samanla, paçavrayla, tahta parçaları ve kâğıtla yamanmıştı bunlara; adamın testereyle kestiği her bir odun parçasında gösteriyordu kendini. Açlık tütmeyen bacalardan gözünü dikmiş bakıyor, çöplerinin içinde tek bir yiyecek kırıntısı olmayan, pislik içindeki sokakta kocaman dikiliyordu. Fırınların raflarında, tek tük kalmış kuru ekmeklerin üzerine yazılı bir kitabeydi açlık; kokmuş etlerden yapılan sosislerin satıldığı dükkândaydı. Açlık, silindir ocakta pişen kestanelerin arasında takırdatıyordu kuru kemiklerini; gönülsüz birkaç damla yağla kızaran her bir patates dilimine yayılmıştı.
Şimdi St. Antoine’ın üzerini koca bir bulut kaplamıştı, o kutsal cüssesinden bir an için bir ışık sızsa da esas olan yoğun bir karanlıktı –ve bu aziz varlığa refakat eden soğuk, pislik, hastalık, cahillik ve açlık– hepsi birer güç sahibi soyluydu adeta; özellikle de sonuncusu. Bir değirmende, feci şekilde tekrar tekrar öğütülen insan örnekleri her köşe başında titriyor, her kapıdan girip çıkıyor, her pencereden bakıyor, rüzgârın oynattığı her bir kıyafetin altında çırpınıyordu. Onları öğüten değirmen gençleri yaşlandıran değirmendi; çocukların yüzleri yaşlı gibiydi, sesleriyse ciddi. Ve bu yetişkin yüzlerde, saban izi gibi ilerleyen her bir çizgide görünen şey aynıydı, Açlık. Açlık her yerdeydi.
Bir gün burası benim olursa,onu yavaş yavaş aşağı çeken yüklerinden kurtaracak -böyle bir şey mümkünse tabii-benden daha becerikli ellere teslim edeceğim; böylece, dayanma gücünün sonuna geldiği halde buraları terk edemeyen perişan insanların bir kaç kuşak sonraki çocukları daha az acı çeker hale gelebilir.Fakat bu işler hiç bana göre değil.Burada ve genel olarak bu topraklarda bir tür lanet var.
Kederli kederli yükseldi güneş; güneş ışıklarının vurduğu hiçbir şey, yüreğindeki iyi niyeti ve sahip olduğu yetenekleri doğru kullanma becerisinden yoksun, kendi iyiliği ve mutluluğuna zerre kadar hayrı olmayan, kendi çürüyüşünün farkında olduğu halde bu çürümenin onu yiyip bitirmesine izin veren bu adam kadar kederli olamazdı.
Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu , üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.
Dayanamadığım bir şey varsa o da şu belirsizlik.
yani, dönem bugüne o kadar benziyordu ki, en ortada olan sorumluluklardan kimisi onun iyi, ya da kötü olma derecesinin ancak en iyi , ya da en kötü olarak kabul görebileceğine ısrar ediyorlardı
Kadınlar her zaman nazlanmasını severler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir