İçeriğe geç

İki Gözüm Ayşe Kitap Alıntıları – Doğan Akın

Doğan Akın kitaplarından İki Gözüm Ayşe kitap alıntıları sizlerle…

İki Gözüm Ayşe Kitap Alıntıları

Bir arkadaş istiyorum. Benimle konuşmadan beni tamamen anlayacak, benimle karşı karşıya saatlerce hiç konuşmadan oturabilecek bir arkadaş..
“Ama unutma; taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.”
Mesela burada kolumda sevgili bir arkadaşla dolaşıyorum, o hararetle anlatıyor, ben hararetle dinliyorum, aramızda bir santim mesafe bile yok, fakat ben birbirimiz­den kilometrelerle uzak olduğumuzu, başka diyarların, adeta başka seyyarelerin evladı olduğumuzu seziyorum.
Benim şikayetim bugünkü felaketlerim değildir, ben ileride bu felaketleri zevkle anımsayacak mesut günlere erişemeyeceğimi bildiğim için bu kadar müteessirim!
Benim şikayetim bugünkü felaketlerim değildir, ben ileride bu felaketleri zevkle anımsayacak mesut günlere erişemeyeceğimi bildiğim için bu kadar müteessirim!..
Benim şikayetim bugünkü felaketlerim değildir, ben ileride bu felaketleri zevkle anımsayacak mesut günlere erişemeyeceğimi bildiğim için bu kadar müteessirim.
Sabahattin Ali hakkındaki genel izlenimim, çok zeki ve iyi bir insan olmasıydı. Yani çevresine karşı devamlı iyilik dü­şünebilen bir kimse olarak görüyordum. Kendi kanaatleri uğruna her türlü eziyete katlanabilecek bir kişi olarak sördüm. Sabahattin Ali benim için bir nevi ideal bir insandı.
Son sözü Sabahattin Ali söylesin: Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da ken­di cefakeş milletimizdir. Meğer ne büyük günah işlemişiz? Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
İnsan olabilmek için uzun bir merhale geçirmeye hacet yok, burnunun dibindeki hakikatleri görüp icabınca amel etmek kafi.
İzmir’i sevmiyorsun, pekala, ama hâlâ daha anlayamadın ki dünyanın her yeri aynı boktur En akıllıca iş bulunduğu yere tahammül etmek, orayı katlanılır hale sokmaya çalışmaktır. İnsan bunu romantik hayallere dalarak, veya, dünyayı bu hale sokan insanlar olduğuna göre, onların değişmelerine yarayacak şeyler düşünerek yapar
Adımla­rım hiç kimseninkine uymuyor. Herkes beni yolun ortasında bırakıveriyor Yolun ortasında Herkes
Gitgide inanmak saadetinden uzaklaşıyorum. Gitgide yalnız kalıyorum. Ama ne kadar yalnız!.. Ne tarafa dönsem, içimde kaynayan şey­leri dökmek için ne tarafa koşsam bir duvarla karşılaşıyorum. Günden güne hiç anlaşılmadığımı anlıyorum. Hiç anlaşılmadığımı, hiç
O zaman dünyada hiç kimsenin beni annem kadar sevemeyeceğini ve hiç kimsenin beni senin kadar anlayamayacağını düşünüyordum.
Benim gönlüm doğuşundan deliydi,
Başka dünyaların şaşkın seliydi;
Bunun böyle olacağı belliydi
Her şey biter sel yerine döndümü
Zaten benim ka­fam bir dünya gibi, her an içimde bir adam, bir başka adam doğu­yor, yaşıyor, ölüyor ve bir başkası doğuyor. Ve ben, asıl ben, bu doğup ölen adamların kafalarındaki silik bir hatıra gibiyim, hep­sinde aynı olan bir hatıra
Mütemadiyen kendime soruyorum: Niçin? Peki niçin bütün bunlara göğüs germek?.. Anladık hayat güzel, ha­yat tatlı, fakat bu kadar acıları tatlı yapacak neresi var?..
Her şeyimi bağladığımı zannettiğim şeyleri bile, tıpkı bilmediği bir şeye elini uzatan fakat annesinin bırak! diye bağırması üzerine birdenbire ve korkuyla bırakan bir çocuk gibi ufak bir vesile ile bırakacağımı zannediyorum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Asıl aradığımı, o mükemmel ıve hiç noksansız şeyi, o tam güzel şeyi bulamı­yorum, hatta bunun ne olduğunu bile kestiremiyorum. Bildiğim bir şey, her istediğim ve koşup atıldığım şeyi elime alınca: Hayır, bu değildi dediğimdir
Bir arkadaş istiyorum. Benimle hiç konuşmadan beni tamamen anlayacak, benimle karşı karşıya saatlerce hiç konuşmadan oturabilecek bir arkadaş.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çünkü içimde hâlâ ihtiyarlamayan, ihtiyarlamak şöyle dursun, hâlâ çocuk kalan yerler var
İnsanın muhakemesi daima arzularına ve ani temayüllerine esirdir ve dimağ, istediğimiz mantık silsilelerini ve hükümleri imale mahsus bir uşaktır.
Sakın darılma iki gözüm Ayşe’ciğim, ben hatun kişilerinin hatta senin kadar akıllı olanların bile, aklından şüphe ederim. Yarın öbürgün kalkar bir serseme varırsınız, insanın yüreği yanar.
Fakat benim gibi (insanlarla) oturup gülüşürken, konuşup dinlerken duyulan yalnızlık hissi en yürek yakan cinsinden. Bu yalnızlık insana sadece bir yeis ve üzüntü veriyor
Ama artık çok yorgun gibiyim. Çabalamak iktidarını kendimde yeniden bulamayacakmışım sanıyorum. Ma­mafih benim de her insan gibi tahammülümün bir haddi var. Şahsiyetimden yapabileceğim fedakârlığın sonlarına geldim. Bir mide için daha çok küçülmeyeceğimi tahmin ediyorum.
Halbuki dünyada bana ne istiyorsun? di­ye sorsalar hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur: Anlaşılmak istiyorum!
Nazım’la (Hikmet) arasıra mektuplaşıyorum. Ayağı fena imiş. Bursa meselesinden dört sene yersem cezam beş buçuk sene olacak, yatarım ama bizim bacak efendi yatabilecek mi bilmem? diyor ve sonra hapishaneye iki ayaklı girdim tek ayaklı çıkarım. Topallık kötü şey, fakat kafanın ve yüreğin topallığı daha kötüdür. Kafa ile yürek sağlam bende diye ilave ediyor.
Bazen çok şiddetli bir yalnızlık hissiyle içimin ezildiği oluyor. Eskiden yalnızlık bana bir nevi gurur verirdi, bir sürü insanın arasında yalnız olduğumu bilmek onlardan başka yaradılmış olduğumun bir burhanı (kanıtı) idi. Fakat şimdi yalnız adamın ne kadar zavallı ve aciz olduğunu anlıyorum. Bir sürü insanın lüzumu yok, fakat hayatta hakiki birkaç dostu olmayan adam pek bedbahttır.
Felaketler insana tevazuu öğretiyor ve ne kadar aciz olduğu­muzu kafamıza vurarak gösteriyor.
Bir frene muhtacım. Yarım taraflarımı örtecek veya tamamlayacak birisine muhtacım. Bittabi (doğal olarak) böyle bir şey bulamayacağım Her şey şimdiye kadar olduğu gi­bi devam edecek. Belki seneler bu arkadaşın vazifesini yapacak­lar.
Hiçbir şey yapmak istemiyo­rum, yegane arzum kendi alemimde yaşamak, ve bana benzeyen­leri benim alemimde bir an olsun yaşatmaya vesile olacak şeyler yazmaktır.
Hatıralara bu kadar kıymet veren onların geçmiş olması ve bir daha gelmesi­ne imkan bulunmamasıdır. Ben eski günlerin geri geleceğini bil­sem bu kadar yanar mıyım, onların hatırasını bu kadar ihtimamla saklar mıyım?
Bana ‘bütün ömrün senin iradenin haricinde geçip gidiyor’ diyorsun. Zaten ha­yat irademizin haricinde geçip gider, irademizin kudreti o kadar sınırlıdır ki bununla hayatımıza bir istikamet vermeye kalkmak hızlı akan bir suya değnek tutmaya benzer: Ya değnek bükülür, ya su bulanır
“Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.”
”ama unutma! taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.”
Gözlerin uzağa bakar
Kimden ne beklediğin var?
Yar semtinden gelen rüzgar
Seni unuttu! der gelir.
Ekmeğim bahtımdan katı
Bahtım düşmanımdan kötü
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.
zaten benim kafam bir dünya gibi, her an içimde bir adam, bir başka adam doğuyor, yaşıyor, ölüyor ve bir başkası doğuyor Ve ben, asıl ben, bu doğup ölen adamların kafalarındaki silik bir hatıra gibiyim, hepsinde aynı olan bir hatıra
Daimi ıstıraplarda zevk olmadığını sen de itiraf edersin, bir Amerikalı mizah muharririnin dediği gibi: Uzun müddet diş ağrısı çekmek, insanın buna alışarak lakayıt (kayıtsız) kalmasını icap ettirmez.
Halbuki aradan zaman geçince yalnız güzel günlerimizi hatır­lar ve fena günlerimizi çabucak unuturuz. Maziyi düşündüğümüz zaman gözümüzün önüne gelen felaket anları az ve münferit (tek), saadetli anlar ise çok ve şümullüdür (kapsamlıdır).
Demek ki muhakememiz felakete karşı hassas, hafızamız ise saadeti saklamakta mahir
Halbuki insan felakete, saadete alıştığı gibi, çabuk alışamıyor. Fe­laket zamanları ne kadar uzun sürerse sürsün, her sabah uyandı­ğımızda, sanki daha bir akşam evvel başımıza bu işler gelmiş gibi içimiz dar ve kalbimiz ezilmiştir.
Bir arkadaş istiyorum. Benimle hiç konuşmadan beni tamamen anlayacak, benimle karşı karşıya saatlerce hiç konuşmadan oturabilecek bir arkadaş.
Yarın nasıl yok oluvereceğimizi adamakıllı, külahımızı önümüze koyarak bir düşünsek bugün sadece nefes almanın bile ne büyük saadet olduğunu idrak ederiz.
Çünkü hayatı benim kadar istemeyerek terk edecek bir adam tasavvur edemiyorum.
~Sabahattin Ali
Hür olanlar hür olmayanların neler duyabileceklerini tasavvur bile edemezler. Hads (sezgi) ile yapılan bütün izahlar ve tahmin­ler yanlıştır.
Bazen insanın kendini unutur gibi olduğu saatler de oluyor. Ama çok kısa
Ne yazayım, sen sorsan ben cevap verirdim, fakat şimdi ken­diliğimden yazacağım şeylerin hepsi soğuk ve manasız olacak. Bilhassa benim içim bugünlerde sizlerin pek de aşina olmadığınız birtakım hislerle dolu Günlerce ölüm düşüncesiyle başbaşa oturmak nedir bilir misin
Yeis (keder), tereddüt, imkansızlık karşısında gebermeyi na­sıl istediğimi tasavvur edebilir misin?
Cümleniz anlaşılmaz mahluklarsınız vesselam. Ma­mafih ben bu anlaşılmazlığı derinliğinizden ziyade karmakarışıklı­gınıza veriyorum. Allah cümlenize bir parça akıl fikir, bir hayli de insaf ihsan buyursun.
Ben nedense namuslu kadınlara yalnız arkadaş gözüyle bakmaya, onlarla konuşup şakalaşmaktan başka bir şey yapmamaya alıştığım için genç bir kızın manalı ba­kışlarından, fazla mahrem tavırlarından hicap (utanç) duyuyor ve sıkılıyorum. Halbuki kızcağızın hiç kabahati yok, bunlar gayet ta­bii şeyler, bütün kabahat bende.
Her insanın içinde namütenahi (sonsuz) teller var, ve herkeste başka başka. Bazen iki kişide aynı sesi veren bazı teller bulunuyor, o zaman: Birbirimizi bulduk diyorlar. Fakat yalnız bu teller çalındığı müddetçe Diğer tellere geçildiği zaman arada! ne dehşetli bir ayrılık olduğu meydana çıkıyor.
Benim içimdeki tellerde acaip bir sihir var: Herkesin teliyle beraber ihtizaz edebiliyorlar (titreşebiliyorlar), ben herkesi anlı­yorum. Fakat buna mukabil benim tellerimin ihtizazı esnasında samut (sessiz) kalanlara karşı bir gayz (kin, düşmanlık) değilse bile şiddetli bir istihfaf (küçümseme) duymaktan kendimi alamıyo­rum. Ve şimdiye kadar tellerinin adedi ihtizazı (titreşim sayısı) benimkilerin aynı olan, yani benim tellerime vurulduğu zaman kendisinde de aynı sesler duyulan (tıpkı bir piyanoya dokunulduğu zaman odada bulunan kemanın o sese tetabuk eden tellerinde görülen ihtizaz gibi) benimle beraber ses çıkaran ve beraber susan birisine rastlamadım. Yanımda götüreceğim kimsenin benden ayrı telleri olmasına tahammül edemem. Her teli bana uyan birisini bulamam, şu halde yalnız kalmakta kabahatli ben miyim?
Ama unutma! Taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.
İnsanı asıl öldüren kılıcı yemek değil, Sen de mi Brutus demek mecburiyetinde kalmaktır.
Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır,
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.

Anlayamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi
Gönlüm dağlarda bunalır.

Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.

Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir.

Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli.
Kafamın içersi ölür.

Ayşe, bir fikrin kıymeti sabit oluşunda değil, samimi oluşundadır. Ben onları yazarken samimi idim ama onlar bana uymazlarmış da ben yarın değişebilirmişim, bu da olabilir ve gayet tabiidir, kör değneğini beller gibi bir fikre saplanacak deği­lim ya. Dediğim gibi insan bir fikre samimiyetle sarılmalı ve onun için ölebilmelidir, fakat bu yarın o fikre hücum için mani teşkil et­memelidir. Dedim ya, hiçbir şeyi ciddiye almamalı, hatta ölümü bile
Sevip sevip yari ele kaptırmak
Kara bahtın bana eski işidir.
Ömrümdeki yıllar kadar yar sevdim,
Her biri bir başkasının eşidir.

Canlar verdim her birinin yoluna
Hepsi girdi bir y*ğ*d*n koluna
Bülbül bile kondu bir gül dalına
Boşta gezen bizim gönül kuşudur.

Baktığım yok üzüntüye, sevince
Feryat etmem yar başından savunca Benim gibi sevmelidir sevince:
Ne göz görür, ne kulağım işitir

Kara saçım dik başımda kar oldu.
Ak saçımla yar sevmesi ar oldu.
Bana vuran eller değil, yar oldu,
Bu dert benim dertlerimin başıdır.

Kimi aşık dileğine ulaşır,
Sevdiğiyle cümbüş eder, gülüşür.
Kimi benim gibi garip dolaşır,
Asıl aşık kam almayan kişidir .

Mesela burada kolumda sevgili bir arkadaşla dolaşıyorum, o hararetle anlatıyor, ben hararetle dinliyo­rum, aramızda bir santim mesafe bile yok, fakat ben birbirimiz­den kilometrelerle uzak olduğumuzu, başka diyarların, adeta başka seyyarelerin (gezegenlerin) evladı olduğumuzu seziyorum. Bu düşünceler esnasında o sözünü bitiriyor ve bu sefer aynı hararet­le ben başlıyorum. Aramız yine bir santim, fakat kilometrelerle uzağız, yanımdaki ihtimal bunu anlıyor, ihtimal farkında bile değil; bu komedi bazen beni kudurtuyor, bazen de miskinane bir te­vekkülle tahammül ediyorum. Sen orada ararsan belki dilinden anlayacak bir iki kişi bulursun, fakat burada bir tane, bir tane bi­le adam yok. Ben nasıl bibliyoman(kitap delisi, düşkünü) olmam sonra
Dünyada hiç kimsenin; hiç kimsenin dilinden anladığı yoktur, birbirleriyle en iyi geçinenler hiç konuşmayanlar, bu ihtiyacı duymayanlardır.
İnsan içinde bazen karışık şeyler hisseder, bunlar bir düşünülse gayet basit şekle irca edilebilirler (indirgenebilirler), fakat bu türlü bırakmak da bazen hoşa gider
Bilmiyor ki hayat bizim dimağları­mızın mantığına hiç de uymayan bir seyir takip eder ve onun kafa­sındaki mantıki neticeler takip eden hayatı ancak iyi yazılmış ro­manların kahramanları sürerler.
Bilmiyor ki hayat bizim dimağlarımızın mantığına hiç de uymayan bir seyir takip eder ve onun kafasındaki mantıki neticeler takip eden hayatı ancak iyi yazılmış romanların kahramanları sürerler.
Bugünkü itibarlı kişiler gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, apartıman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti ka­sıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda, ken­dimiz için bir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine der­man olacak yolları araştırmak istedik.
Ne af edilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçer­ken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar ‘Görüyor musunuz şu haini! İlle de· namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozu­yor ‘
Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
Sabahattin Ali, Türk yazınının, binbir türlü çileden geçmiş soy­lu yazarlarından biridir.
Sabahattin Ali’nin bugün mezarının nerede olduğu bile bilinmiyor. Bu gibi kitaplar, mezarının yeri bile bilinmeyen, geçmiş hükümetlerin bir mezar yerini bile çok gördükleri Sabahattin Ali için, dikilen gerçek mezar taşlarıdır

UĞUR MUMCU

Yolda mütemadiyen kızcağızın yüzüne dalar, önümü görmezdim, o da hafif bir tebessümle başını bana doğru çevirerek bu salaklığımı mazur gördüğünü anlatmak isterdi. Âşık olduğum kimseler arasında bana bu kadın kadar iyi muamele edeni olmamıştır.
(Sabahattin Ali)
Gitgide inanmak saadetinden uzaklaşıyorum. Gitgide yalnız kalıyorum. Ama ne kadar yalnız!.. Ne tarafa dönsem, içimde kaynayan şeyleri dökmek için ne tarafa koşsam bir duvarla karşılaşıyorum. Günden güne hiç anlaşılmadığımı anlıyorum. Hiç anlaşılmadığımı, hiç
İnsan marmara çırası gibi yanıp tutuşmadıktan sonra aşıklık mı derim ben ona
Halbuki dünyada bana “ne istiyorsun?” diye sorsalar hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur: “Anlaşılmak istiyorum.“
Kafamın içinde binbir manzara. Binbir düşünce dolaşıyor. Hepsi benden uzak devirlere, benden uzak yerlere ait.
Bana hiçbir yerde rahat ve sükun yok, bana kafamı dinlendirecek bir yeri göstermeye kimse kadir değil. Gönlümün aradığı huzur ve sükunu bulabilmek için ömrümü en karışık ömürlerden biri yaptım. Hiçbir yerden memnun değildim ve yerimi her değiştirişimde memnuniyetsizliğim birkaç misli oldu. Bu sonuna kadar böyle devam edecek. Ve ben ruhumu dinlendirecek bir köşe aramak için dört tarafa koşup çırpınırken, günün birinde, herkesten daha yorgun, herkesten daha perişan bir kenara yıkılıp kalacağım. Yaptı­ğım bu cehennemi koşuda her karşılaştığım ile gülerek konuşaca­ğım, şimdiye kadar benim kaşımı çattığımı gören yoktur, beni gö­zü yaşlı gören yoktur, bundan sonra da olmayacaktır. Beni kim hatırlarsa gülümseyecektir.
Felaketler insana tevazuu öğretiyor ve ne kadar aciz olduğu­muzu kafamıza vurarak gösteriyor.
Bir arkadaş istiyorum. Benimle konuşmadan beni tamamen anlayacak, benimle karşı karşıya saatlerce hiç konuşmadan oturabilecek bir arkadaş.
Mesela her tarafı ormanla sarılı yüksek bir dağda ufak bir kulübede ömrümün sonuna kadar kimseyle görüşmeden yaşamak, taşlar,yapraklarla konuşmak ve düşünmek istiyorum.
Ben felaketi kendim arıyorum. Bu doğru, fakat ben aramadığım zaman da o beni arıyor.
Cümleniz anlaşılmaz mahluklarsınız vesselam.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir