İmam Gazali kitaplarından İhyâu Ulûmid’d-Dîn Tercümesi – Cilt 1 kitap alıntıları sizlerle…
İhyâu Ulûmid’d-Dîn Tercümesi – Cilt 1 Kitap Alıntıları
Bir gün adaletle hükmetmek, yetmiş senelik ibadetten hayırlıdır.
Gördüm ki, dünya meşgalelerine dalmışım. Bu meşgaleler beni tamamen sarmış haldedir. Yaptığım işleri düşündüm. En güzel işim, ders vermek ve talebe yetiştirmekti. Bu işte de ahirete pek faydası olmayan, mühim olmayan birtakım ilimlerle meşgul olduğumu gördüm. Ders vermekteki niyetimi araştırdım. Onun da Allah rızası için olmadığını, şan ve şöhret kazanmak, makam ve mevki sahibi olmak arzusundan ileri geldiğini anladım. Uçurumun kenarında olduğuma, halimi düzeltmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim. Bir müddet bunu düşündüm.
anladım ki, ahirette saadete kavuşmak için takva üzere yaşamak, haramlardan sakınmak, nefsi heva ve hevesinden menetmek tek çaredir. Bu işin başı da, bir gurur ve aldanış yeri olan dünyadan uzaklaşıp, ahirete yönelmek, bütün varlığı ile tamamen Allah Teâlâ’ya bağlanmak, kalbin dünyadan alakasını kesmektir.
Hâsılı; bir terbiye yolu ki, o yolun ilk şartı olan temizlik, kalpten mâsivayı, yani Allah Teâlâ’dan başka her şeyi çıkarmaktır. Bunun anahtarı, kalbin daima Allah Teâlâ’yı anmakla meşgul olmasıdır.
Kalbine bak, yerleri ve gökleri yaratan Allah’a mı yöneldi? Yoksa nefsinin arzuları peşinde evde ve sokaktaki işleriyle mi ilgili? Sakın daha münâcât kapısını ilk açışın yalan ile olmasın.
Eğer kendi arzu ve isteklerin, Allahu Teâlâ’nın emirleri üzerine galebe çalmışsa, sen Allah’tan çok nefsine itaat ediyor ve nefsini Allah ittihaz ederek onu büyütmüş oluyorsun. O zaman senin “Allahu Ekber” sözünün kuru bir laftan ibaret kalmasından korkulur.
“Allahu Ekber” dediğin zaman, kalbin dilini yalanlamasın. Eğer gönlünde Allah-u Teâlâ’dan büyük bir şey kabul ediyorsan, her ne kadar sözün doğru olsa bile Allah-u Teâlâ senin yalancılığına şehadet eder.
Çok yazıklar olsun ki, kötü alimlerin kötü davranışları yüzünden din ilmi ortadan kalkmıştır. Bu hususta Müslümanların yardımcısı ancak Allah Tealâ Hazretleridir, ona sığınıyoruz.
“Sen kaybetmiş olduğun kayıba razı ol,
Çünkü bu bir kayıp ki, cezası içindedir…”
Çünkü bu bir kayıp ki, cezası içindedir…”
İlmin şerefi, kendisiyle amel edilendedir.
Peygamber Efendimiz kılıç ve iktidar sahibi idarecileri, kalbe müdahale etmekten men etmiştir.
Ashab-ı kiram, fetva vermekten kaçınırlardı, öyle ki, bunlardan birine soru sorulduğu zaman, ona cevap vermezdi de, soru soranı diğer bir arkadaşına gönderirdi. Böylece herkes fetva vermekten kaçınırdı.
Peygamber efendimiz ;
“Niçin sararmış dişlerle huzuruma giriyorsunuz? Misvak kullanınız”
“Niçin sararmış dişlerle huzuruma giriyorsunuz? Misvak kullanınız”
İbn Abbas;
“Peygamberimiz misvak için bize öyle emirler verirdi ki, bu hususta bir ayet nazil olacağını zannederdik”
Sizden hiçbir kimse hamam ettiği yerde su döküp de sonra orada abdest almasın, vesvesenin çoğu bundandır.
Alimler, halkı bir işe mecbur tutmak, onları kötü işlerden yasaklamak ve kanunlara uymaya zorlamak yetkisine sahip değillerdir.
Ben mü’minim diyen kâfir, ben âlimim diyen câhildir.
İbni Abdi’l-Hakem:
“Bir gün İmam Mâlik’den ders okurken öğle ezanı okunmuştu. Nafile namaz kılmak için kitaplarımı topladım. Bunu gören hocam İmam Mâlik, bana hitaben şöyle buyurdu:
– Eğer iyi bir niyetle ilim okuyorsan, kılacağın namaz, okumaktan daha faziletli değildir.”
“Bir gün İmam Mâlik’den ders okurken öğle ezanı okunmuştu. Nafile namaz kılmak için kitaplarımı topladım. Bunu gören hocam İmam Mâlik, bana hitaben şöyle buyurdu:
– Eğer iyi bir niyetle ilim okuyorsan, kılacağın namaz, okumaktan daha faziletli değildir.”
“Hayatta en ziyade acınacak iki zümre vardır: Okumak istediği halde okuma bilmeyenler ve okuma bildiği halde, okumak istemeyenlerdir.”
İnsan, kendisine şeref veren bir vasıfla ancak insan sayılabilir. İnsanın şerefi kuvvetinden dolayı değildir. Eğer şeref kuvvetle olsaydı, develerin daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü develer insanlardan kat kat daha kuvvetlidir. Şeref, beden büyüklüğünden de olmaz. Çünkü fil, insandan çok daha iri gövdelidir. Cesaretten de ileri gelmez; zira ormanlardaki yırtıcı hayvanların cesareti insanların cesaretinden daha fazladır. Fazla yemekten de şeref olmaz. Çünkü bu takdirde öküzlerin daha şerefli olması gerekirdi. Zira öküzlerin karnı büyüktür. Yine şeref cinsel kudret sebebiyle de değildir; çünkü en küçük kuş bile, bu hususta insanoğlundan daha güçlüdür. Bütün bu sayılanlar insana şeref vermez. Ancak insana şeref veren şey, ilimdir.
Kendinizi tezkiye etmeyin, övmeyin.
Herhangi bir işi İnşâallah demeden yarın yapacağım deme.
“Sevgilinin kılığına bürünen, onun rengi ile boyanan, sevgilinin tâ kendisidir.”
Gazâlî hazretleri, halkın bozulmasını idarecilerin bozukluğuna, idarecilerin bozukluğunu da alimlerin fesadına bağlar.
Her iman İslam’dır fakat her İslam iman değildir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
perdenin kaldırılıp tüm gerçeklerin açıklanacağı günün dehşetinden allah’a sığınırız. evet; insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.
Münazarada Gerçeği Bulmak İçin Yardımlaşmanın Sekiz Şartı
1. Bir kimse, kendisine farz olan şeyleri yerine getirmeden, kendisine farz olmayan işe girmemelidir.
2. Eğer münazarada daha önemli bir farz-ı kifaye yerine getirmek mecburiyeti yoksa, bu takdirde insan münazara yapabilir.
3. Münazara eden bir alim, müctehid olmalı.
4. Çok rastlanan veya her an ortaya çıkması muhtemel olan meseleler üzerinde münazara etmelidir.
5. Münazara büyük topluluklar içinde yapılmamalı, tenha yerlerde ve az kimseler yanında yapılmalıdır.
6. Münazara, sırf gerçeği ortaya çıkarmak maksadıyla yapılmalıdır.
7. Bir kimse münazara ettiği ve sözde hak için yardımcı kabul ettiği hasmını münakaşa da serbest bırakmalıdır.
8. Münazara, kendinden daha üstün olan ve şahsiyetinden faydalanılabilen bir alimle yapılmalıdır.
1. Bir kimse, kendisine farz olan şeyleri yerine getirmeden, kendisine farz olmayan işe girmemelidir.
2. Eğer münazarada daha önemli bir farz-ı kifaye yerine getirmek mecburiyeti yoksa, bu takdirde insan münazara yapabilir.
3. Münazara eden bir alim, müctehid olmalı.
4. Çok rastlanan veya her an ortaya çıkması muhtemel olan meseleler üzerinde münazara etmelidir.
5. Münazara büyük topluluklar içinde yapılmamalı, tenha yerlerde ve az kimseler yanında yapılmalıdır.
6. Münazara, sırf gerçeği ortaya çıkarmak maksadıyla yapılmalıdır.
7. Bir kimse münazara ettiği ve sözde hak için yardımcı kabul ettiği hasmını münakaşa da serbest bırakmalıdır.
8. Münazara, kendinden daha üstün olan ve şahsiyetinden faydalanılabilen bir alimle yapılmalıdır.
Ey hak yolcusu! Sen, görünmeyen cin şeytanlardan ziyade, insan şeytanlarından kendini koru. Çünkü insandan olan şeytanlar, insanları bozma işini şeytanlardan devre almışlar ve onları bu zahmetten kurtarmışlardır.
Ey hak yolcusu! Sen, görünmeyen cin şeytanlardan ziyade, insan şeytanlarından kendini koru. Çünkü insandan olan şeytanlar, insanları bozma işini şeytanlardan devralmışlar ve onları bu zahmetten kurtarmışlardır.
Şiddetli bir taassub, halkı helak eden bir felakettir; Çünkü Bir dertleri Kalbe yerleştiren en büyük illet taassubdur
Hidayetin anahtarı çalışmaya bağlıdır ve bu hidayet kapısını ancak mücahede (çalışma) anahtarı açar
Eğer Âlemi yaratanın cisim olduğuna inanmak câiz olsaydı, Ay, Güneş ve benzeri diğer cisimlerin de ilâh olduğuna inanmak câiz olurdu.
İnsanlara kızmak veya onlara meyletmek, Tevhid anlayışına aykırı düşer. Çünkü her şeyi Allah’tan bilen, bir insana asla kızmaz. Her şeyin gerçek müsebbibi Allah olduğuna inanan bir insan, nasıl olur da başkasına kızlar? Işte ashab devri mü’minlerinin Tevhid den anladıklarım mana bu idi. Bu yüksek makam Sıddık makamıdır
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Çok söz var ki, onu uzatmak mânâsını güçleştirir.
Her memlekette o muhitteki bid’atçilerin ortaya attıkları bid’atleri önleyecek bir kelamcının bulunması lazımdır. Şüphesiz bu da okutmakla devam eder. Ancak fıkıh ve tefsir gibi, bu ilmi herkese okutmak doğru olmaz. Çünkü fıkıh gıda, kelam ilaç gibidir. Gıdanın zararı düşünülemez, herkes gıdayı kullanır. Fakat ilacın zararı vardır. Ona herkesin ihtiyacı yoktur, o muayyen zaman ve miktarda, muayyen hastalıklar için kullanılır.
Feth-i Musıli: Yemek içmekten kesilen hasta gibi ilim ve hikmetten mahrum olan kalp de ölüme mahkumdur.
kalbin gıdası da ilim ve hikmettir. Kalp de bunlarla yaşar. İlimsiz kalp ölüme mahkumdur. Fakat aşırı korku, yaranın acısını duyurmadığı gibi, aşırı dünya sevgisi de bu hissi iptal etmiştir.
kalbin gıdası da ilim ve hikmettir. Kalp de bunlarla yaşar. İlimsiz kalp ölüme mahkumdur. Fakat aşırı korku, yaranın acısını duyurmadığı gibi, aşırı dünya sevgisi de bu hissi iptal etmiştir.
Âlim, Allâhu Teâlâ’nın en değerli cevherlerinin hazînedârı gibidir.
ِإَذاأََتى َعَلي َيْوُملاَأَْزَداُدفيهعْلًمايَُقِرُبني ِإَلىا ّٰلل َعَّز َو َجَّل
َِِِِِّّ
َفلاَُبوِرَكليفيطُُلوِعَشْمسٰذلَكاْلَيْوم
َِِِِِّّ
َفلاَُبوِرَكليفيطُُلوِعَشْمسٰذلَكاْلَيْوم
“Benim üzerime bir gün doğar da, beni Allah’a yaklaştıracak olan bir ilmi o günde biraz daha çoğaltamazsam, o günün güneşinin doğmasında benim için bereket yoktur.”
Sen kaybetmiş olduğun kayıba razı ol,
Çünkü bu bir kayıp ki, cezası içindedir
Çünkü bu bir kayıp ki, cezası içindedir
Allahu Teala’nın kullarına giydirdiği elbisenin en güzeli, ağır başlılık içinde tevazu elbisesidir.
Allahu Teala kime ilim verirse ilmin yanında hilmi, tezavuyu ve güzel huyu da ona verir.
İnsanların en cahili, kendini bilmeyendir.
İlim, göktedir, kim indirecek onu? Yerin altındadır, kim çıkaracak onu? Denizlerin ardındadır, kim getirecek onu? demeyin. İlim sizin kalbinizdedir.
Sükut, ilim sahiplerinin hususiyetidir.
İnsanların her sualini cevaplandıran, ahmaktır.
Bilmem demek, ilmin yarısıdır. Zira nefsine en ağır gelen cehaleti kabul etmektir.
İnsanların en cahili, kendini bilmeyendir.