İçeriğe geç

İçindeki Bana Dokun Kitap Alıntıları – Hüseyin Cengiz

Hüseyin Cengiz kitaplarından İçindeki Bana Dokun kitap alıntıları sizlerle…

İçindeki Bana Dokun Kitap Alıntıları

&“&”

İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.
Hatirlamak için bir hafizamiz varken , unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması , hayatın bize attığı en büyük kaziktir.
Ertelemek erken ölümdür biraz da. Ya akıntının yönünü degistireceksin ya da akıntıya kapılacaksin . Bir şey yapmalısın , bir şey tam da şimdi , şu anda , adı ne olursa
Kurbağanın prense dönüşmesi kadar yalanmış meğerse külkedisinden prenses olma ihtimali .
Güldüğün kadar yaşarsın .
Kahkahayla gulmeliyiz daima , yaşıyoruz diyebilmek için.
Apansız gidebilmelisin , yeri gelince kendinden bile.
Sevmeli , saymali ait olmalı ama bağlanmamalisin hiç bir şeye hiç bir yere .
Özlemek; görememenin yoğunluğunda, çılgın bir sağanağın ıslatmasıdır ayrı yönlere gidenleri..
Neredesin?
Özledim gülüşlerini…
Marquez, kanser olduğunu öğrendiğinde ,”insan aşktan vazgeçerse yaşlanır “ demişti dostlarına .Kendinden vazgeçmemelisin, dostlarından da aşktan da.
Usulca boynunu eğip, gözlerinin derinliğinde kaybolan birine rastlarsan aklına başaklar gelsin.Bilirsin dolu başak dik duramaz.
Zamanın birinde, zenginliği tüm dünyaca bilinen bir hükümdar varmış. Servetinden bahsedilmesinden ve onu sergilemekten büyük onur duyarmış. Günlerden bir gün hükümdar, çok sevdiği bir bilge kişiyle otururken sormuş:” Sen ki bilime yön vermiş, göğün gizemine ermiş, hayatı derinliğine çözmüş bir adamsın. Senin fikrin benim için değerlidir. Benim hükümdarlığım ve servetim için ne düşünüyorsun?”
Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:”Diyelim ki hükümdarım,kızgın ve uçsuz bucaksız bir çöldesiniz. Ölmemek için size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?”
“ Verirdim tabi.”
“ Zaman geçti, diyelim susuzluğunuz arttı, artık dayanamayacak kadar susadınız, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını verir miydiniz?”
Hükümdar biraz düşünür ve “ Ölmemek için evet.”der. Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söyler:” Madem öyle, o zaman övünmeyin servetinizin çokluğuyla; çünkü haşmetlim sizin servetiniz, yalnızca iki bardak sudur.”
“Yüzünü asıp yerçekimine teslim etmemelisin çehrendeki pırıltıları. Gülmek, yerçekiminin aşağıya zorladığı başını dik tutman için de devrimci bir eylemdir…”
“ Mutluluktan kahkahaya boğulmanın tek zararı göz çevrende oluşturacağı kırışıklıklardır. İçindeki çatlakları onardıktan sonra dışarda bıraktığı çizgilerin ne hükmü kalır ki!”
Bilginin efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmak gerekir. ( Balzac )
Bize su lazım. Balçık yapıp birilerini dibe çekmek için değil, sevgi çiçeklerini yeniden yeşertmek için.
Nefrete karşı en etkili silahın sevgi olduğunu Buddha iki bin beş yıl önce şöyle saptamış ve bu saptama geçerliliğini hala korumaktadır: Nefret, hiçbir zaman nefretle yok edilemez. Nefret, sevgiyle yok edilir. Bu, ölümsüz kanundur."
Mevlana, Unutma! Nefret ve kinin ertesi pişmanlıktır. Her canlıya ölüm vardır. Ölmeyen tek şey insanlıktır." derken, nefretin bizi insanlıktan uzaklaştırdığını da hatırlatıyor.
Nefret, beynin kemirgenidir!
Mesele şu: Hayatla bir derdin olmalı mutlaka; ama kendi derdine düşüp heder de olmamalısın. Kendi derdine düştükçe, dert şımarıp çoğalırken başkasının dertlerini paylaştığın zaman, dertler eriyip gider.
Düşüncelerinin temiz kalması hayatının kirlenmemesinin de teminatıdır.
Dünyayı yerinden oynatacak manivelayı uzaklarda arama. Kafatasının içinde kullanmanı bekliyor. Kul olmaman için bu dünyada başkasına ve kendi kendisinin efendisi olman için.
Düşünen adam heykelinin akıl hastanesinde aksesuar olarak kullanıldığı bir ülkede, düşünenlerin deli" olarak adlandırılması insanlığımızın tragedyasıdır aslında.
Biyolojik bir organ olan beynin kıvrımlarından fikir fışkırmadıkçafışkırmadıkça, biz insanların diğer canlılardan ne farkı kalır ki?
Düşünmek, varlık sebebimizdir.
Açan her çiçeğin, özünü haykırmak için tomurcuğunu patlattığını hissetmelisin. Yumurtadan çıkan civcivin, kabuğunu parçalamak zorunda olduğunu bildiğin gibi.
Acılarında hıçkırarak ağlayabilmeli, mutluluğu yakaladığında en yüksek perdeden kahkahayla gülebilmelisin.
Korku, vazgeçemediklerindir.
Yaşlanmayı, yaş almakla karıştırmamak için birkaç yaşsıza göz atalım istersen:
*Pasteur, kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı.
*Mimar Sinan, kalfalık dönemi olarak nitelendirdiği Süleymaniye Camii’ni bitirdiğinde *70 yaşını geçmişti. Ustalık eseri olarak saydığı Selimiye Camii’ni tamamladığında ise yaşı 86 olmuştu…
* Michelangelo, en ünlü eseri Pietra’yı ( İsa peygamberi annesi Meryem’in kollarında gösteren resim ) bitirdiğinde 87 yaşındaydı…
* Galileo Galilei, ay’ın günlük ve aylık hareketlerinin çizimini yaparken 73 yaşındaydı…
* Goethe, en büyük eseri Faust’u 82 yaşında bitirmişti…
İçinde saklayarak, sağır ve dilsiz bıraktığın doğrularını yaşayamayasın diye sana bir bardak verilir, taşıracağın son damlaya kadar da müsamaha. Bardağın taştığı son nokta sana bardağı verenler için yanlışlarının başladığı yerdir.
Mutlak bilgi yoktur. Her bilgi sonradan değişebilir, yenilenebilir. Hatta kimi bilgiler bizi alıkoyar, yanlışa götürür. Çünkü bizim doğru bildiklerimizin yanlış olduğunu yaşayınca öğrendik. Yaşadıkça öğreniyor insan, doğru bildiklerinin aslında doğruluk maskesi takmış yanlışlar olduğunu. Doğru bildiğimiz ne çok yanlış bizi uzağa düşürmüştü sevdiklerimizden.
Her veda elveda değildir.
Bütün imkansızlıkları aşabilirim sanırım. Ama iki şey hala imkansız görünüyor. Biri yaşamın sürekliliği, diğeri güzelliğinin tarifi.
İmkansızlık elinde kartopudur, büyütmek de ufalamak da senin elinde. Yapamayacağını düşünüyorsan baştan kaybettin demektir. İnanmalısın. İnanmadığın yolda yolculuk yorar ve sıkar insanı. Ah işte sıkılmaya başladın mı ilk istasyonda inmelisin. Yolculuk başlamadan bitmiştir senin için. Buna itiraz etmelisin!
İmkansızlığın sınırı istemenin sahiciliğine bağlıdır. Gerçekten inandığın şey imkansız olmaktan çıkmıştır artık. Che’nin çok bilindik Gerçekçi ol imkansızı gerçekleştir" sözü, başarı yolculuğunda şiarın olmalı.
Aidiyet, sahip olmanın" değil "sahip çıkmanın" ve "ait olmanın" erdemini taşır.
Sevdiğini söylemeyi erteleme, özür dilemeyi de. Yarın seni duyabilecek sevdiğin, onarılacak kırık kalp beklediğin yerde olmayabilir.
Aidiyet kazanılmaz, ait olunur.
Çocukluğuma dokunma, büyümesin istiyorum.
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın… (Nazım Hikmet)
Ölüm mü? O doğduğunda biz olmayacağız ki?
Yürekten sevdiklerini aklından çıkaramazsın.
Hatırladıkların, boşveremediklerindir.
Yaşamak için hava ve su, aşk için sağlam bir kalp gereklidir. İnsan olmak için yürek" gereklidir. Güzel kadın olmak için "özen" ve "zarafet", yakışıklı erkek olmak için "özgüven" ve "nezaket" gereklidir.
Zamanı geçmiş bir gülücükten, derin bir gamze çıkmaz.
Cümlesini yazamadığın, kendini yaşayamadığın hayatının öznesi de olamazsın.
Kabiliyet, farkında oldukça ortaya çıkar.
Sadece kömür yıllarca beklerse elmasa dönüşür, içinde sakladıklarını havayla buluşturarak kabiliyetlerine nefes aldırmalısın belki de.
Altı yaşına kadar konuşmayı doğru dürüst becerememiş, okul hayatında başarısız olmuş büyük dahi Einstein biraz d kendi deneyimleriyle, Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı ağaca çıkma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını bir aptal olduğuna inanarak geçirecektir." cümlesiyle doğru yeteneği bulup çıkarmanın yolunu ne güzel tarif etmiş değil mi?
Karşılaştırmak, kıskançlığın tohumudur.
Kabuk ve dış görünüş, çoğu zaman yanıltabilir bizleri. Maskelerle donatılmış dünyanın bütün maskeleri, gerçeğin peşine düşenlerin sezgisel merakıyla düşecektir. Bu yüzden şüphe etmeden, merak et! Ayırt et!
Bir varmış bir yokmuş…" Bütün güzel masallar böyle başlardı çocukluğumuzda. Olmayan varlıkları olmuş gibi anlatan büyüklerimizin hayal dünyalarında. Bizler de bir var olurduk onlarla, bir yok olurduk bu dünyada. Sonra çocukluk bitti. Ve hayat, var olduğumuzu bütün gerçekliğiyle yüzümüze vurmaya başladı. Kurbağanın prense dönüşmesi kadar yalanmış meğerse külkedisinden prenses olma ihtimali.
Kalp önce kanı sahibine pompalar. Aynı sıcaklıkla iade edebilirsen aldığın kanı dış dünyaya, sevgi damarlarını daha yüksek basınçla dolduracak gücü de vermiş olursun.
-Sence dünyanın en mutlu insanları kimlerdir?
– Ölüler ve deliler.
– Ama ölüler bu dünyada değiller ki!
– Sen delileri bu dünyada mı sanıyorsun?
Delilik, aklın kirliliğine karşıdır. Delirdim ve kendim oldum !
Vicdandır, kirlenen dünyanın gri ve günahkar yüzünü temize çekecek olan.
Vicdanımız, yanılmaz bir yargıçtır. Biz onu öldürmedikçe."
Vicdan sustuğunda, akıl en tehlikeli oyunlarını oynamaya başlar. Hakemsiz ve kuralsız ölüm arenasında öldürmeye kodlanmış gladyatör aymazlığında.
Eldeki para hürriyetin aletidir. Fakat peşinden kovalanan para, tam tersine kölelik aletidir."
Para ile satın alınan mutluluk, daha fazla para karşısında yenilir." ( Seneca )
Karakterin olmadığı yerde geride kalanlar, dalından kopmuş yaprak gibi fırtınaya kapılmış bir gemide, kaptanını kaybetmiş şaşkın kamarotlardır sadece.
İnsanlar karakterlerini ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, yakından tanıyan için, onların karakterleri cam kürenin içerisinde dans eden balerinin etek kıvrımları kadar net görünür.
Herşey değiştirilebilir,karakter hariç.
Karakterin kaderindir.
Feda ettiklerinle, veda etmeyi de bilmelisin. Ardını düşünmeden vermektir aslolan.
Feda ederken kar beklenmez. Hatta hiçbir şey beklenmez. Beklenti, fedakarlığı daha ölmeden gömmeye hazır mezar kazıyıcısıdır.
Yaptıklarını dile getirdiğinde, o güzellikler dile pelesenk olmaktan utanıp boynunu bükmeye başlar, çirkinliğinden utanıp boynunu büken kuğu yavrusu gibi.
Vazgeçerek değil, farkında olmanın bilinciyle verdiklerin gerçekten feda ettiklerindir. Bilinçli vermeler zenginleştirir insanları. Toprağa saçılan bir avuç buğday tanesinden yüzlerce başağın boy vermesi gibi bereketlidir, bilgini ve emeğini verdiklerinin sana geri dönüşümü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir