İçeriğe geç

İçeriden – Kıyıdan Konuşmalar Kitap Alıntıları – Ece Temelkuran

Ece Temelkuran kitaplarından İçeriden – Kıyıdan Konuşmalar kitap alıntıları sizlerle…

İçeriden – Kıyıdan Konuşmalar Kitap Alıntıları

Bazen her hayat, sahibine büyük geliyor.
Niyeyse bu hayat, abuk sabuk meseleleriyle gelir peşinden. İzin vermez şöyle boylu boyunca, enli enince düşünmene, yavarlanmana kendi içinde. Oysa orada kalsan biraz, dursan, dizlerini burnuna kadar çekip içinin sesleri arasında yuvarlansan… Hatta hastalıklı gibi bile gelse kulağa, kendini bir dolaba kilitlesen, biraz mola alsan, görünmez olsan… Akacaksa zaman aksa, dönecekse dünya… Öyle…
Tuhaf bir şey aslında, kendisiyle kavgası bittiğinde başlıyor insan yaşamaya.
Eğer hakikaten kendin gibi, insan gibi, sınırsız, deneyerek, burnunu sürterek, düşüp kalkarak yaşadıysan otuz herhalde birçok şeyde sınanmış olduğun bir yaş oluyor. Bir kere işten atılmış, bir kere parasız kalmış, bir kere dünyanın kaç bucak olduğunu görmüş, bir kere kendini tam “sıfır” olarak bulmuş, sonra da kimseye yaslanmadan ayağa kalkmış, malum kurumların tezgahından geçmiş, nice kazıklar yemiş, başka ülkeler görmüş, çok fena aşık olmuş, çok fena sarhoş olmuş, çok fena rezil olmuş, kendinin o kadar iyi veya kötü olmadığını anlamış, sonra çok para, çok başarı ile de sınav edilmiş olarak vardığında otuzuna… Hakikaten artık demek ki tartışmasız otuz yaşında bir kadınsın sen. Bitmiş yirmiler, gözün aydın, hayatın geri kalanını zaten artık üç aşağı beş yukarı biliyorsun. Otuzsun, artık düz yola girdin.
Hayat, canınıza kast edecek kadar başka birine dönüştürmeye çalışıyorsa sizi, siz de kendinizi korumayı öğrenmelisiniz aslında. Çünkü bir hayatınız var ve ne olacaksa burada olacak. Sanki çoğumuz “ deneme 1” tadında yaşıyoruz hayatı. Öyle değil işte, ne yapıyorsan o; hayal edip ertelenenler için ayrıca bir ek süre verilmeyecek yarışmacılarımıza!
“Amaan, en büyük derdim bu olsun!” diyenler bir kez daha düşünsün. Çünkü bu kötü kıvamlı hayatın acıya karşı insanda geliştirdiği bağışıklık iyi şeylere karşı oluşmamış durumda. Ve iyi şeyler, bizim yaşadığımız hayatları yaşayanları kötü şeylerden daha çok korkutabilir aslında!
Kıyıdaki, yani yerleşmeye değil, sözünü söylemeye gelmiş olan. Kıyıdan… Sesinin duyulacağı kadar yakından. Baktı ki kıymeti yok, gittiğinde durdurulamayacak kadar uzaktan…
Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durdurur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir. Taştan çıkan çiçeğin göze aldığı asıl budur!..
Yağmur yağdığında bir şey olur bu kadınlara, güneş açtı­ğında başka bir şey olur. Bazen hiçbir şey olmasa da bu ka­dınlara yine bir şey olur.
Bütün fotoğraflarda somurtan güzel kızımız bendim.
“Bende böyleyim arkadaş,” diye ne zaman söyler insan? Kendinden memnun olduğun o an nerede başlar? İnsan ne zaman “tamamlanır”? Ne zaman düşünmeyeceğiz “O konuşmada niye öyle dedim şöyle diyemedim?” diye. “Öyle dedim, gerisini de diyemedim. Ne yapalım ben de buyum arkadaş!” cümlesi ne zaman kurulur bir insanın hayatında?
“ Durmak isteyince ‘Aslan geliyor! Kaplan geliyor! Tıp!’ desen o eski çocuk oyunundaki gibi. Konuşan yansa. Sana ilişen yansa bu oyunda. Sen hiç yanmasan. Bir değişiklik olarak sen yanmasan bu sefer!”
“Anladım ki insan yanında götürüyor kaçtığını. Üstelik ne kadar uzağa kaçsa da. Hatta artık şöyle düşünüyorum; Tuhaf bir dairesel hareketle tam da kaçtığına doğru koşuyor insan kaçarken..”
Ne zamandan beri bir daha asla yaralanmaması gerekecek kadar cılızlaştı içimiz? Oysa geçer hepsi. Bugüne kadar geçmiştir.
Daha kaç bahar kaldı göreceğin?
Daha kaç yıl bayır aşağı koşabilirsin ağzına rüzgar doldurarak?
Bugün, şu anda hiçbir şeyden korkmasan, sürdürür müydün şimdi sürdürmekte olduğun hayatı? Yalnızlıktan, düşmemekten, sevilmemekten, yenilmekten ve onca şeyden işte, korkmasaydın, yine de seçer miydin bğtğn bu şimdi ki hallerini?
“Bende böyleyim arkadaş,” diye ne zaman söyler insan? Kendinden memnun olduğun o an nerede başlar? İnsan ne zaman “tamamlanır”? Ne zaman düşünmeyeceğiz “O konuşmada niye öyle dedim şöyle diyemedim?” diye. “Öyle dedim, gerisini de diyemedim. Ne yapalım ben de buyum arkadaş!” cümlesi ne zaman kurulur bir insanın hayatında?
Bütün söylenmemiş cümlelerimiz içimizde birikmeye devam edecektiyse eğer, niye büyüdük biz?
Hepimizin aynı yerlerden geçmesi, aynı yerlerde düşmesi, hatta kimi kez aynı sözcüklerle ağlamamız kötü bir şaka gibi gelmiyor mu size? İnsanlığın bu ilerlemeyişi yani, enteresan değil mi? Herkesin, eninde sonunda tek başına büyümesi… Merhametsiz bir gerçek gibi.
Hayatı hep aynı bedenle, aynı kafayla sürdürmek mecburiyetinin sıkıcılığı yetmiyormuş gibi bir de dublör kullanma hakkı vermiyorlar insana.
Belki de yaralarından tanırlar insanlar birbirlerini. Belki de sırf bu yüzden diyorum, kıymetlidir vaktiyle canımızın acımış olması.
Sen kendini hırpalayan birisin belki. Belki bu dünya ne yapsa yapamaz senin kendine ettiğini. “Kaçma kendinden” diyenler bunu nereden bilecek ki? Sen gözlerini versen onlara, bakalım bir gün bile o gözlerle yaşamaya dayanabilecekler mi? Sen olarak yaşamanın ne olduğunu onlar nereden bilecek ki?
“Seni seviyorum cümlesi mümkün değildir sanki. Mümkün olan, seni sevmiştim, demektir. Çünkü sevmek şimdiki zamanla, dünya zamanıyla ilgili bir şey değildir. Kalbinin meridyenleri yeryüzü meridyenleri kadar düzgün değildir.”
“Yaşamak hakikaten böyle bir şey midir? Yürümek değil de ağır ağır sağdan sıvışmak mıdır?”
“Serçe telaşıyla yaşayan kadınlar, zamanın ağırlığıyla uçabilen büyük kanatlı adamları seçerler.”
“İnsan kalabalık bir şeydir oysa. Bazı kalpler ana baba günü.”
Tango kalıcı olanların değil, hep gidecek olanların dansıdır.
biri sıradanlığın kalabalık otobanından çıkıp denenmemiş yollara sapmaya kalktığında?
Enteresan olan ve nice sosyoloğu ruhen çökerten mesele ise şudur:
Bu kadar kapalı bir ülke nasıl olup da sıra televizyon ekranına gelince bağırsaklarına kadar kendini açabilmektedir ? Sinemaya gitti diye kızlarını öldüren insanlar nasıl Seda Sayan’ı dekoltesine rağmen komşu kızı yakınlığında bulur? Oğullarını mümkün olan en erkek biçimde yetiştiren bu insanlar nasıl Huysuz Virjin’i en sevilen gösteri dünyası kahramanı yapabilir? Nihayetinde Hülya Avşar en okumuş yazmış kadınlar da dahil nasıl bir ülkenin kadın modeli haline gelebilir?
Yüzlerimiz, sözlerimiz, benliklerimiz yaralardan mı bina edilir aslında? Acaba hiç şekilsiz mi olurdu ağzımız, seslerimiz, ellerimiz, yaralarımız hiç olmasa? Belki de yaralarından tanırlar insanlar birbirlerini. Belki de sırf bu yüzden diyorum, kıymetlidir vaktiyle canımızın acımış olması. Bizi, biz yapan izlerin, görünen ve görünmeyen izlerin yüzümüze, gözümüze, içimize, kalbimize kaydolması, gövdelerimizi adlandırması
Sus şimdi, konuşma, dilin kanıyor yine
Peki neden mutlu değilim ben? Diyorum ki bazen, durayım öyle, hiç çabalamayayım artık. Geçsin gitsin bitsin. Ne olur ki?
“Devletler, ordular, dinler Bütün bunlar, herkes, hep birlikte inandığı için gerçekmiş sanılan dev yalanlar değil mi mesela?”
“İnsan kalabalık bir şeydir oysa. Bazı kalpler ana baba günü.”
Biriktirdiklerini sürüklerken insan; hareket edemeyecek kadar ağırlaşıyor.
“Belki de bütün yıllar içinde,yavaş yavaş değil de tam yaşını düşündüğü anda,aniden yaşlanır insan ”
“Gerginliğe o kadar alıştın ki,gergin olmamak geriyor seni.”
“ Durmak isteyince ‘Aslan geliyor! Kaplan geliyor! Tıp!’ desen o eski çocuk oyunundaki gibi. Konuşan yansa. Sana ilişen yansa bu oyunda. Sen hiç yanmasan. Bir değişiklik olarak sen yanmasan bu sefer!”
“ Çünkü hayat,onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen,çok sonra,seni rezil etme pahasına,sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü.”
Çocuklar gülerse, hayat iyileşir.”
Sevmek sürekli bir şey değildir belki; bir anın yarılması ve bütün zamanın o anın içine akmasıdır.
Çünkü birbirine girmiş iki ruh birbirinden sökülürken, kendileri de yerlerinden sökülürler.
Ve adamlar, ekseriyetle, kadınları eğitebilecek kuşlar sanırlar. Bilir misiniz? Eğiticiler, eve dönsünler, uzaklara uçmasın diye önce kuşların kanatlarını biraz kırarlar Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü kadar uçmayacaklarsa ölüvermeyi tercih ederler
Her darbe yeni bir korku inşa eder insanın içinde.
Bugün, şu anda hiçbir şeyden korkmasan, sürdürür müydün şimdi sürdürmekte olduğun hayatı? Yalnızlıktan, düşmekten, sevilmemekten, yenilmekten ve onca şeyden işte, korkmasaydın, yine de seçer miydin bütün bu şimdiki hallerini?
Hayat canınıza kast edecek kadar başka birine dönüştürmeye çalışıyorsa sizi, siz de kendinizi korumayı öğrenmelisiniz aslında. Çünkü bir hayatınız var ve ne olacaksa burada olacak. Sanki çoğumuz deneme tadında yaşıyoruz hayatı. Öyle değil işte, ne yapıyorsan o; hayal edip ertelenenler için ayrıca bir ek süre verilmeyecek yarışmacılarımıza! Her gün de böyle düşünülerek yaşanmaz ya, neyse.
Öfkeleneceğin yerde gülümseyerek geçiştirmeye çalışıyorsun durumları. Kafayı mı yediniz kardeşim? diyeceğin yerde, Demek dünya böyle. Ne yapalım? Yapayalnız kalacak değiliz herhalde, deyip susmaya başlıyorsun. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geliyor. Kendine ettiğin minnacık ihanetle başlıyorsun işe. Zamanla bakıyorsun ki, başlangıçta öfkelendiğin, nefret ettiğin, tiksindiğin ne varsa tam ortasında buluyorsun kendini.
Aslında insan dertlenmeyi bırakıp, otuzuna gelmeden evvel ne yapıp edip zayıf yerlerini koruyarak yaşamayı öğrenmeli. Böyle olmuyor çünkü. Olmuyor.
Bütün söylenmemiş cümlelerimin içimizde birikmeye devam edecektiyse eğer, niye büyüdük ki biz?
Oysa zaman, harcanmadığında biriken bir şey değil yazık ki!
Aslında insan dertlenmeyi bırakıp otuzuna gelmeden evvel ne yapıp edip zayıf yerlerini koruyarak yaşamayı öğrenmeli. Böyle olmuyor çünkü. Olmuyor
Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir.
Hayatlar evler gibi olsa keşke. Kapısına kilidi vurup biraz dışarı çıkabilseniz..
En çok neyi özlüyor insan? Beyaz peyniri değil, rakıyı değil, şunu bunu değil. En çok Türkçe’yi özlüyor giden. O yüzden muhtemelen her giden, er ya da geç geri dönüyor. Efkar, Türkçe bir duygu çünkü ve bu ülkede doğanlar efkarlanmadan yapamıyor
Sen kendine bir bedel biçmeyince seni değersiz kılıyorlar
Ve adamlar, ekseriyetle, kadınları eğitilebilecek kuşlar sanırlar. Bilir misiniz? Eğiticiler, eve dönsünler, uzaklara uçmasın diye önce kuşların kanatlarını biraz kırarlar Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü kadar uçmayacaklarsa ölüvermeyi tercih ederler
Kadınlık ve kadınlar çok uzun bir hikaye nasılsa. Onlar hep yazılsa bile bitmeyecek
Bir kadının en güzel hali, onu izleyen bir erkek gözü olmayınca ortaya çıkar aslında
Çünkü serçe telaşıyla yaşayan kadınlar, zamanın ağırlığıyla uçabilen büyük kanatlı adamları seçerler.
Bahar her seferinde ilk kez baharmış gibi yapıp insanı komik durumlara düşürüyor
Ne zamandan beri bir daha asla yaralanmaması gerekecek kadar cılızlaştı içimiz? Oysa geçer hepsi. Bugüne kadar geçmiştir. Ve kurduğumuz cümlelerin hepsi yaralarımızdandır. Yara yoksa bir hayat cümlesi de yoktur aslında.
Oysa zaman, harcanmadığında biriken bir şey değil ne yazık ki!
Ama işte bu hayat da eşekten bir kere düşmeyince öğrenilmiyor
O çocuklar nasıl olup da böyle adamlara ve kadınlara dönüşüyorlar daha sonra?
Kaybolmuş, adlandırılmadığı için unutulmuş hisler vardır geçmişte. Zamanın, hareketin içine sıkışıp gittiği için kıymeti yeterince bilinmemiş
Niye bazı konuşmalar sonradan dert olur insanın içine?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir