İçeriğe geç

İbn Fadlan Seyahatnamesi Kitap Alıntıları – Ramazan Şeşen

Ramazan Şeşen kitaplarından İbn Fadlan Seyahatnamesi kitap alıntıları sizlerle…

İbn Fadlan Seyahatnamesi Kitap Alıntıları

Türkler bütün milletler içinde en iyi ok atandır. Onlardan bir adamın erkek çocuğu doğarsa büluğa erinceye kadar onu bakar, yetiştirir. Büluğa erince ona bir yay ile oklar verir. Evinden çıkarır “Çarene bak” der.”
Onların ülkesinde (Bulgarların) en çok gördüğüm şeylerden biri yıldırımlardır. Bir eve yıldırım düşerse yaklaşmazlar, onu ve içinde bulunan insan ve eşyayı telef oluncaya kadar bırakırlar.
“Bu ev Allah’ın gazabına uğramış” derler.
İbn Fadlan;
Bir gün çok soğuk vardı. Tigin benimle beraber yürüyordu. Bir ara Tigin güldü. “bu Türk sana ‘rabbimiz bizden ne istiyor! Soğuktan bizi öldürecek, ne istediğini bilsek onu kendisine takdim ederdik’ diyor.” dedi. Bende “Ona söyle, Allah sizden ‘Lâ İlâhe İllâ’llah’ demenizi istiyor” dedim. Türk güldü. “Bilsek yerine getirirdik” dedi.
Tokuzoğuzların ülkesine vardık. Onların mabedi yoktur. Ata hürmet ederler, ona gayet iyi bakarlar. Onların ülkesinde, burnu ve başka bir yeri kanayan insan üzerine asılınca kanamayı durduran bir çeşit taş vardır. Onlar gökkuşağını görünce bayram yaparlar. Batıya dönerek namaz kılarlar. Onların ülkesinde 20 gün büyük korku içinde yürüdük.
Türkler bütün milletler içinde en iyi ok atandır. Onlardan bir adamın erkek çocuğu doğarsa büluğa erinceye kadar onu bakar, yetiştirir. Büluğa erince ona bir yay ile oklar verir. Evinden çıkarır Çarene bak der. Bundan sonra çocuğu yabancı sayılır. Çocukları hususundaki adetleri böyledir.
Bulgarlar:
Cevval, bilgili bir insan görürlerse, Bu kişinin rabbimize hizmet etmesi gerekir derler. Onu alırlar, boynuna bir ip geçirirler, bir ağaca asarlar. İp kopup parçalanıncaya kadar orada kalır.
Türklerin hepsi sakallarını tıraş eder (yolar), bıyıklarını bırakırlar. Çoğu defa onlardan sakalını yolmuş, çenesinin altında bir miktarını bırakmış ve üzerine post almış ihtiyar bir adam görürsün. Uzaktan bakınca teke zannedersin.
Oğuzlardan biri hastalanınca cariyeleri, köleleri varsa ona bakarlar. Ev halkından başka bir kimse ona yaklaşamaz. Hasta için evlerden (çadırlardan) uzak bir yerde bir çadır kurarlar. Hasta ölünceye veya iyileşinceye kadar orada kalır. Hasta köle veya fakirse onu kıra atıp bırakırlar.
Zira Türkler hayvanları kesmezler, ölünceye kadar koyun ve keçinin başına vururlar, böyle öldürürler.
Oğuzlar :
İçlerinde, inandıkları için değilde, sadece ülkelerinden geçen Müslümanlara yaranmak için Lâ ilâhe illallah, Muhammed rasulullah diyenler var. Aralarından biri zulme uğrar veya başına kötü bir şey gelirse başını semaya doğru kaldırır, bir Tanrı! der. Bu, Türkçede bir Allah demektir. Türkçede bir Arapçadaki vahid, Tanrı ise Allah karşılığıdır.
Türkler iki kısma ayrılır. Bir kısmının beyleri, hükümdarları vardır. Onlara itaat ederler, emirlerine tabi olurlar. Bir kısmı ise kimseye itaat etmezler. Onlara kimse hâkim olamaz. Bunlar en cesur, en yiğit insanlardır.
Türk ülkelerinin acayip taraflarından biri onların istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırdıkları bir çeşit taşa (çakıla) sahip olmalarıdır.86
Tepenin altında 100.000 süvari toplandı.
Hükümdar (hakan) tercümana dönüp “Bu elçiye söyle, Efendisine söylesin. Bunlar arasında kan alan (tabib), ayakkabıcı, terzi yok. Müslüman olurlarsa nereden ekmek yiyecekler?” dedi.80
80 Mucem el Bûldan, Türkistan maddesi; İslâm Coğrafyacılarına göre Türkler, s. 134-135.
Oğuzlar, Tokuzoğuzlar, Kimekler Türklerin hükümdarları, en köklüleri, en itibarlılarıdır.
Merfu bir hadiste Hz. Peygamber’in “Türkler size dokunmadıkça onlara dokunmayın”78 dediği söylenir.
78 Fazail el-Etrak, s. 94; Mucem el-Büldan, II, 28; Eski Araplara göre Türkler,s. 18
Hz. Peygamber’den “Türkler ümmetime verilen nimeti ilk önce gasbedecek kavimdir.”74 dediği rivayet edilir. İbn Abbas’tan “Vallahi, çekiçle dövülmüş gibi kırmızı yüzlü kavimler galip gelinceye kadar Hilafet benim oğullarımda kalacak”75 dediği rivayet edilir. Ebu Hüreyre’den ise “Geniş yüzlü, yayvan burunlu bir kavim gelip atlarını Dicle kıyısına bağlamadıkça kıyamet kopmaz”76 dediği rivayet edilir. Yine Muaviye’den “İki çökmüşü (uyuyanı) uyandırmayın. Onlar size dokunmadıkça siz onlara dokunmayın. Bunlar Türkler, Habeşlilerdir”77 dediği rivayet edilir.
74 Beyhâki Delâil el-Nübüvve, Köprülü,nr. 287, yap, 77b-78a; el-Münâvi, Feyz el- Kadir, nr. 110; Eski Araplara göre Türkler, s. 18
75 el-Buharî, Sahih, Bulak tabı 1311, IV, 48, 144; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 53, 271, 493; Eski Araplara göre Türkler, s. 27
76 el-Buhari, Sahih, IV, 196-197; Kitab el-Fiten, s. 681, 685; Eski Araplara göre Türkler, s. 21.
77 Kitab el-Fiten, s. 680; Mucem el-Büldan, II, 23; Eski Araplara göre Türkler, s. 19 not 2
“Türkler Kufe şehrini, Hazarlar el-Cezîre, Rumlar Şam bölgelerini işgal edecekler.”71 Hazreti Peygamberden ise, “Türkler Irak halkını ülkelerinden mutlaka çıkaracaklar.”72 diye rivayet edilir. Hz. Ömer valilerine “Türklerden birine rastlarsanız boynunu vurun. Şüphesiz onlar 200 H. yılından sonra isyan edecekler. Onlar ortaya çıkınca sizin elinizdekileri elde etme arzuları kendi ellerindekinden daha fazla olacak” diye yazdı.73
71 Buna benzer hadisler için bk. Nuaym b.ç Hammad, Kitab el-Fiten, Kahire 1991, s. 676-677, 680; Eski Araplara göre Türkler, s. 22-25.
72 Kitab el-Fiten, s. 686; Muammer b. Râşid, Câmi, yap. 190b; Eski Araplara göre Türkler, s. 22
73 Bu haberi kaynakları da bulamadık.
Tahtı üzerinde çiftleştiği 40 cariyesi vardır. Çoğu defa muhafızlarının huzurunda bu cariyelerden biriyle çiftleşir, tahtından bile inmez.
Nihayet, Cuma günü ikindi vakti gelince cariyeyi kapı çevresine benzer bir şeyin yanına getirdiler. Ayağını adamların elleri üzerine basıp bu çerçevenin içine baktı. Bir şeyler söyledi.62 Sonra indirdiler ve tekrar ellerinin üzerine çıkardılar. Cariye yine çerçevenin içine baktı, aynı şeyleri yaptı. Sonra indirdiler, üçüncü defa ellerinin üzerine çıkardılar. İlk iki defada yaptıklarını tekrarladı. Sonra ona bir tavuk verdiler. Başını kesip attı. Tavuğu aldılar gemiye attılar.
Tercümana cariyenin neler yaptığını sordum. Cevaben “Adamlar ellerinin üzerine aldıkları ilk defada ‘İşte anne ve babam onları görüyorum’ dedi. İkinci defada ‘İşte bütün ölmüş yakınlarını, oturmuşları görüyorum’ dedi. Üçüncü defa ‘işte! Efendimi Cennette oturmuş görüyorum. Cennet güzel, yemyeşil. Yanında adamlar, hizmetçiler var. Beni çağırıyor. Beni onun yanına götürün’ dedi.” dedi.
Sonra cariyeyi gemiye doğru götürdüler. Üzerindeki iki bileziği çıkardı. Onları kendisini öldürecek olan ve ölüm meleği denen kadına verdi. Sonra iki halhalını çıkardı. Onları kendisine hizmet eden ve Ölüm Meleğinin kızları olan iki cariyeye (kıza) verdi.
Sonra cariyeyi gemiye çıkardılar, fakat kubbeli çadıra sokmadılar. Ardından yanlarında kalkanlar, sopalar bulunan adamlar geldi. Cariyeye bir kadeh şarap verdiler. Şarkı söyleyip kadehteki şarabı içti. Tercüman “Bununla arkadaşlarına veda ediyor” dedi. Sonra, ona başka bir kadeh verdiler. Onu eline aldı, şarkı söylemeyi uzattı. İhtiyar kadın onu şarabı içmeye, efendisinin bulunduğu kubbeli çadıra girmeye teşvik ediyordu. Kendinden geçmiş olduğunu, kubbeli çadıra girmek istediğini gördüm. Başının yarısını çadıra soktu. İhtiyar kadın başını tutup onu çadıra aldı, kendisi de içeri girdi. Bağırmaları duyulmasın, başka cariyeler ürküp de efendileri ile ölmekten kaçmasınlar diye adamlar ellerindeki sopalarla kalkanlara vurmaya başladılar.
Sonra, kubbeli çadıra altı adam girdi. Hepsi de cariyeyle çiftleştiler. Bundan sonra cariyeyi efendisinin yanına yatırdılar. Adamlardan ikisi ellerini ikisi ayaklarını tuttu. Ölüm Meleği denen ihtiyar kadın boynuna iki ucu ayrı tafra çıkan bir ip geçirdi. İpin iki ucunu çeksinler diye kalan iki adama verdi. Yanında geniş yüzlü bir hançer vardı. Adamlar kızı boğarken bu kadın hançeri yer yer cariyenin kaburgaları arasına sokuyordu. Nihayet cariye öldü.
Sonra, ölünün en yakın akrabası geldi. Eline odun aldı, onu ateşle tutuşturdu. Çıplak bir halde, bir elinde yanan odun olduğu, diğer eliyle arkasını kapattığı halde, yüzünü insanlara dönmüş olarak geri geri gitti. Geminin altına konmuş olan odunları tutuşturdu. Ardından insanlar odunlar, ağaçlar getirdiler. Herkesin yanında ucu tutuşturulmuş odun vardı. Onu odunların içine atıyordu. Ateş önce odunları, sonra gemiyi, sonra kubbeli çadırı, çadırdaki adam, cariye, her şeyi kapladı. Ardından büyük bir rüzgâr esti. Ateş iyice alevlendi, iyice kızıştı. Yanımda Ruslardan bir adam vardı. Yanımdaki tercümanla konuşuyordu. Ona ne söylediğini sordum. Tercüman “Siz Araplar ahmaksınız” diyor dedi. “Niçin?” dedim. O da “En çok sevdiğiniz, değer verdiğiniz insanı alıyor toprağa atıyorsunuz. Onu toprak, haşerat, kurtlar yiyor. Biz ise onu bir anda yakıyoruz. Derhal Cennete giriyor” dedi.
Sonra ölünün kabrine vardılar. Üzerindeki toprağı ve ağaçları bir tarafa attılar. Öldüğü elbise ile mezardan çıkardılar. Ülkenin soğukluğundan cesed simsiyah olmuştu. Daha önce mezarına şarap, meyve, bir tanbur da koymuşlardı. Onları da çıkardılar. Henüz cesed kokmamış, renginden başka değişiklik olmamıştı. Ölüye şalvar, don, mest, gömlek, altın düğmeleri olan bir kaftan giydirdiler. Başına samur kürklü diba bir kalpak geçirdiler. Sonra alıp gemi üzerindeki kubbeli çadırın içine koydular. Minderle döşeli sedirin üzerine oturttular, yastıklara dayadılar. Şarap, meyve, reyhan çiçeği getirip yanına koydular. Ardından ekmek, et, soğan getirip önüne attılar. Sonra bir köpek getirip iki parçaya kestiler, gemiye attılar. Sonra ölünün bütün silahlarını getirip yanına koydular. Sonra, iki at getirip terleyinceye kadar koşturdular. Sonra onları kılıçla parçalara ayırıp etlerini gemiye attılar. Sonra iki inek getirip bunları da parçalara ayırıp gemiye attılar. Öldürülmek isteyen cariye bu arada kubbeli çadırlara giriyor, her birinin sahibi onunla çiftleşiyor, ona “Efendine söyle, bunu seni sevdiğim için yaptım” diyordu.61
Bahsettiğim adam ölünce, cariyelerine “Hanginiz onunla ölmek ister?” dediler. İçlerinden biri “Ben” dedi. Bunun üzerine, cariyeyi koruyacak, nereye giderse ona hizmet edecek iki kıza teslim ettiler. Hatta kızlar onun ayaklarını, ellerini bile yıkıyorlardı. Onun için de hazırlık yapmaya, elbise dikmeye başladılar. Cariye sevincinden, neşesinden her gün içiyordu.
Ölünün ve cariyesinin yakılacağı gün gelince ölünün gemisinin bulunduğu nehre gittim. Ne göreyim gemi nehirden çıkarılmış, kayın ağacından dört sütun üzerine konmuş, etrafı ahşap büyük ağaçlarla çevrilmiş. Sonra gemi bu ağaçlar (kızak) üzerine alındı. İnsanlar gidip geliyorlar, anlamadığım bir şeyler söylüyorlardı. Henüz ölüyü mezarından çıkarmamışlardı. Sonra bir sedir getirip gemiye koydular, üzerini rum dibasından minderler ve yastıklarla döşediler. Ardından ölüm meleği dedikleri ihtiyar bir kadın geldi. Zikrettiğim örtüleri, minder ve yastıkları karyola üzerine serdi. Bunları diken ve hazırlayan bu kadındı. Ölü ile yakılacak cariyeleri öldüren de oydu. Enerjik, şişman, asık suratlı bir kadındı.60
Aralarından bir reis ölürse ailesi onun cariyelerine ve kölelerine “İçinizden hanginiz onunla ölmek ister” diye sorarlar. Aralarından biri “Ben” der. Bunu söyleyince ölmesi kesinleşir, asla vazgeçemez. Vazgeçmek istese müsaade
edilmez. Bunu isteyenlerin çoğu cariyelerdir.59
İçlerinden bir grubun yılanlara, bir grubun balıklara, bir grubun turna kuşuna taptıklarını gördük. Bana anlattıklarına göre, bir gün düşmanlarından bir kavimle savaşıyorlarmış, düşmanlar onları yermiş, bu sırada turnalar bağırınca düşman korkup kaçmış, galipken mağlup hale düşmüş. Bunun üzerine turnaya tapmaya başlamışlar, “Bunlar bizim rabbimiz. İşte yaptıkları. Düşmanlarımızı yendiler” demişler. Bundan dolayı turnalara tapıyorlarmış.
Aralarından bazıları on iki rabbı olduğunu söyler: kışın rabbı, yazın rabbı, yağmurun rabbı, rüzgârın rabbı, ağaçların rabbı, insanların rabbı, suyun rabbı, gecenin rabbı, gündüzün rabbı, ölümün rabbı, yerin rabbı.34 Gökteki rab (Gök Tanrı) bunların en büyüğüdür. O da diğerleriyle anlaşır. Her biri diğerinin yaptığına razı olur.
Onlardan her biri erkeklik uzvu büyüklüğünde, aynı şekilde bir ağaç yontup üzerine asar. Sefere çıkmak isterse veya bir düşmanla karşılaşırsa ona secde eder, “Ey Rabbim! Bana şöyle şöyle yap” der. Tercümana sordum, “Bu meseleyi içlerinden birine sor. Niçin onu Rab kabul ediyor?” dedim. Adam cevaben “Ben onun bir benzerinden çıktım. Ondan başka beni yaratan tanımıyorum” dedi.33
Bazen hayvanları öldürmeyi bir-iki gün geciktirirler. Büyüklerinden bir yaşlı onları hayvanlarını öldürmeye teşvik eder. Ölüyü kastederek “Falanı rüyamda gördüm. Bana İşte görüyorsun! Arkadaşlarım beni geçtiler. Yalın ayak yürümekten, onları takip etmekten ayaklarım çatladı. Onlara yetişemiyorum. Tek başıma kaldım’ dedi” der. Bunun üzerine hayvanlarının yanına varırlar onları öldürürler, kabrinin yanında sırığa asarlar. Bir-iki gün geçtikten sonra yaşlı adam gelir. “Falanı rüyamda gördüm. Bana ‘Aileme, arkadaşlarıma söyle. Beni geçenlere yetiştim. Yorgunluktan dinlendim’ dedi” der.25
Homoseksüellik onlar nazarında büyük bir suçtur. Türklerin hükümdarının naibi Küzerkin (Kül-erkin)’in aşiretinde bir Türk’e Harezmli bir adam müsafir olmuş, Koyun satın almak için yanında bir müddet kalmış. Bu Türk’ün tüyü bitmemiş bir oğlu varmış. Harezmli bunu kandırmak için uğraşmış. Sonunda onu isteğine râm etmiş. Türk ikisini işbaşında yakalamış. ( )
Aralarında biri beni Kur’an okurken dinledi ve beğendi. Tercümana dönüp ‘Ona susmamasını söyle’ dedi. Bu Oğuz bir gün tercümanı aracılığıyla ‘Bu Arap’a sor, Rabbimizin karısı var mı?’ dedi. Bunu büyük günah sayıp Allah’ı tesbih (Sübhana’llah dedim) ve istiğfar (afv dileme) ettim. O da benim gibi tesbih ve tehlil etti. Türkün adeti böyledir. Müslüman tesbih ve tehlil (Sübhanellah ve La ilahe illallah) derken duyarsa onun gibi yapar.21
21 Oğuzlarda, Cücenlerde, Moğollarda su tabu idi. Onu kirletmemek gerekiyordu. Vücudu, elbiseleri suda yıkamak yasaktı. Onlara göre suda yıkanma kötü ruhları celbeder, şimşeklerin, yıldırımların boşanmasına sebep olurdu. Suyun yere dökülmesi suçtu. Cengiz Yasası’nda da yıkanma yasaktı. Bir kap ile elin, yüzün üzerine su dökülebilirdi. Eski Şamanistler elbiselerini yıkamazlar, giyebildikleri kadar giyerlerdi. İnsanın su kullanmasının, yıkanmamasının büyü sebebi olduğuna inanırlardı.
Aralarında biri beni Kur’an okurken dinledi ve beğendi. Tercümana dönüp ‘Ona susmamasını söyle’ dedi. Bu Oğuz bir gün tercümanı aracılığıyla ‘Bu Arap’a sor, Rabbimizin karısı var mı?’ dedi. Bunu büyük günah sayıp Allah’ı tesbih (Sübhana’llah dedim) ve istiğfar (afv dileme) ettim. O da benim gibi tesbih ve tehlil etti. Türkün adeti böyledir. Müslüman tesbih ve tehlil (Sübhanellah ve La ilahe illallah) derken duyarsa onun gibi yapar.
Zina diye bir şey de bilmezler. birinde böyle bir şey görürlerse onu iki parçaya bölerler. Ağaçların dallarını bir yere getirip failin ellerini-ayaklarını ağaca bağlarlar, sonra o dalları serbest bırakırlar, adam ikiye ayrılır.
Bir gün onlardan bir adamın evine (çadırına) indik. Oturduk. adamın karısı da bizimle oturdu. Bizimle konuşurken cinsi organını açtı ve kaşıdı. Biz görüyorduk, yüzlerimizi kapadık. ‘Estağfirullah!’ dedik. Kocası güldü. Tercümana, ‘Onlara söyle, sizin yanınızda onu açıyor, siz görüyor ve onu koruyorsunuz. Ona bir şey olmuyor. Bu onu kapatıp da başkalarına müsaade etmesinden daha iyidir’ dedi.
Hipokrat şöyle der:
Avrupa kıtasından Türklerden bir kavim vardır. Birbirlerine benzerler. Diğerlerine benzemezler.
Türkler bütün milletler içinde en iyi ok atandır.
Merfu bir hadiste Hz. Peygamber’in Türkler size dokunmadıkça onlara dokunmayın dediği söylenir.
Zira Türkler hayvanları kesmezler, ölünceye kadar koyun ve keçinin başına vururlar, böyle öldürürler.
Zina diye bir şey bilmezler. Birinde böyle bir şey görürlerse onu iki parçaya bölerler.
“Türkler arasında onlardan kahraman görmedim. Etraflarındaki kabileleri yağmalar, talan ederler. Onlar arasında yetişen kişiye bir şey yapmazlar. Kız kardeşleriyle evlenirler. Kadın hayatı boyunca bir erkekten fazlasıyla evlenmez. Kocası ölürse tekrar evlenmez. Onlar fikir, tedbir sahibidirler. Bir adam onların ülkesinde zina ederse adam ve kadın yakılır. (s.353) Onlar arasında boşanma yoktur. Kadına adamın bütün malı mihr verilir.”
“Sonra Tokuzoğuzların ülkesine vardık. Onlar boğazlanmış hayvan eti yerler, pamuklu ve keçe elbise giyerler. Onların mabedi yoktur. Ata hürmet ederler, onu gayet iyi bakarlar. Onların ülkesinde, burnu ve başka bir yeri kanayan insan üzerine asılınca kanamayı durduran bir çeşit taş vardır. Onlar gökkuşağını görünce bayram yaparlar. Batıya dönerek namaz kılarlar.”
“Türklerin çok şehirleri vardır. Bazı şehirlerde tüccarlar, mallar bulunur, her şehirde çarşılar vardır.
Bu şehirlerden biri Tokuzoğulların şehridir (Hanbalık). Bu, Türk şehirlerinin en büyüğü, en müstahkemidir. Taştan yapılmış büyük bir suru, etrafında su dolu hendeği vardır. Halkı güçlü, savaşçıdır. Silahlarının çoğu kılıçtır…”
“Türk ülkelerinin acayip taraflarından biri onların istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırdıkları bir çeşit taşa “çakıla) sahip olmalarıdır.Bu taş onlar arasında meşhur, yaygındır. Türklerden hiçbir kimse bunu inkâr etmez. Bu taş bilhassa Tokuzoğuz hükümdarının yanında bulunur. Türklerden başka hükümdarın yanında bulunmaz.”
“Türkler bütün milletler içinde en iyi ok atandır. Onlardan bir adamın erkek çocuğu doğarsa büluğa erinceye kadar onu bakar, yetiştirir. Büluğa erince ona bir yay ile oklar verir. Evinden çıkarır “Çarene bak” der.”
“Onların ülkesinde en çok gördüğüm şeylerden biri yıldırımlardır. Bir eve yıldırım düşerse ona yaklaşmazlar, onu ve içinde bulunan insan ve eşyayı telef oluncaya kadar bırakırlar. “Bu ev Allah’ın gazabına uğramış” derler.
Bir adam diğerini kasden öldürürse kısas olarak onu öldürürler. Onu hata ile öldürürse kayın ağacından bir sandık yapıp onun içine koyarlar, üzerini çivilerler, yanına üç somun, bir testi su koyarlar, darağacı gibi üç ağaç dikerler, bunların arasına asarlar. “Onu yer ile gök arasında bırakıyoruz. Yağmur ve güneş altında kalsın. Belki Allah ona acır” derler. Zaman çürütünceye, rüzgârlar götürünceye kadar asılı kalır.”
Türk ülkelerinin acayip taraflarından biri onların istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırdıkları bir çeşit taşa (çakıla) sahip olmalarıdır. Bu taş onlar arasında meşhur, yaygındır. Türkler den hiçbir kimse bunu inkar etmez. Bu taş bilhassa Tokuzoğuz hükümdarının yanında bulunur.
“Başgırdlar denen Türk kavminin ülkesinde durduk. Onlardan çok korktuk. Zira onlar, Türklerin en kötü, en belalı, en katil olanlarıdır. Bir adam bir adama rastlarsa başını keser yanında götürür, vücudunu bırakır. Onlar sakallarını tıraş eder, bitleri yerler. Onlardan herhangi biri gömleğinin dikiş yerlerinde bit arar, bulunca dişleriyle”
“Peçeneklerin yanına vardık. Onlar denize benzer, akmayan bir suyun yanına konmuşlardı. Çok esmerdiler. Sakallarını tıraş ediyorlardı .Oğuzların aksine fakirdiler.”
“Oğuz Türklerinin hükümdarına Yabgu denir. Bu, hükümdarın unvanıdır. Oğuzların başına geçen her kişi bu unvanı alır. Onun vekiline (naibine) Kûzerkin (Külerkin) denir. Yine onlardan her reisin naibine aynı unvan verilir.”
“Türklerin hepsi sakallarını tıraş eder (yolar), bıyıklarını bırakırlar.”
“İçlerinden önemli bir adam ölürse ev gibi onun için bir çukur kazarlar, ölüye gömleğini giydirirler, kemerini takarlar, yayını kuşandırırlar, eline içinde şarap (nebiz) olan ağaçtan bir kadeh verirler. Her şeyini getirip bu oda gibi mezara koyarlar. Sonra onu oturtup odanın üzerine çamurdan kubbe gibi bir tümsek yaparlar. Sonra hayvanlarının yanına varırlar. Miktarına göre 100 veya 200, bazen 1 hayvanı öldürürler. Başları, ayakları, derisi, kuyruğu dışındaki etlerini yerler. Kalan kısımlarını sırıklar üzerine koyup mezarının etrafına asarlar. “Bunlar cennete giderken bineceği hayvanlar” derler. Eğer ölen kişi sağlığında insan öldürmüş, yiğit bir kişiyse öldürdüğü adam sayısı kadar ağaçtan sûret yontup mezarının başında dikerler. “Bunlar onun hizmetçileri, Cennette ona hizmet edecekler” derler.
“Türkün yurdundan bilmediği bir insan geçse, ona “Ben senin müsafirinim. Develerinden, hayvanlarından, malından şu kadar ihtiyacım var” dese Türk ona istediğini verir.”
“Evlenme âdetleri şu şekildedir: Biri diğerinin hareminden bir kadını belli bir Harezm elbisesi karşılığı ister. Bu kişi kızı, kız kardeşi veya velayeti üzerinde olan başka biri olabilir. O kişi teklifini kabul ederse, mihri veliye götürür. Bazen mihr deve, at, sığır ve başka bir şey olabilir. İsteyen kişi anlaştığı mihri kızın velisine teslim etmedikçe kıza yaklaşamaz. Teslim ederse gelir, rahat bir şekilde kızın evine girer, anasının, babasının, kardeşlerinin huzurunda kızı alır gider. Kimse engellemez.”
Bu Türk sana ‘Rabbimiz bizden ne istiyor! Soğuktan bizi öldürecek. Ne istediğini bilsek onu kendisine takdim ederdik,’ diyor. dedi. Ben de ‘Ona söyle, Allah sizden’ La ilahe illallah’ demenizi istiyor dedim. Türk güldü. Bilsek yerine getirirdik dedi.
Onların adetine göre dilenci evin kapısında beklemez. Eve girer. Bir müddet ateşin karşısında oturur, ısınır. Ekmek? der. Bir şey verirlerse alır, vermezlerse çıkar gider.
Ertesi gün yolda giderken Türklerden çirkin, pis, Kara bir adam önümüze çıktı şiddetli yağmur yağıyordu. Durun dedi. 3000 hayvan, 5000 adamdan meydana gelen koca kafile durdu. Ona Biz Kuzerkin dostlarıyız dedik gülmeye başladı. Kuzerkin kim oluyor. Ben Kuzerkin’in sakalına pisliyeyim dedi. Sonra pekend yani ekmek! dedi ona birkaç parça ekmek verdim. Onları alınca Geçin size acıdım dedi.
Türk’ün yurdundan bilmediği bir insan geçse, ona Ben senin müsafirinim. Develerinden, hayvanlarından, malından şu kadar ihtiyacım var dese Türk ona istediğini verir.
Merfu bir hadiste Hz. Peygamber’in “Türkler size dokunmadıkça onlara dokunmayın” dediği söylenir.
Hakanların hükümdarlık müddeti 40 senedir. Bu müddeti bir gün dahi geçse onu öldürürler. “Bunadı, aklı azaldı” derler.
Erkekler, kadınlar nehre iner hep beraber çıplak yıkanırlar.
Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber asla zina etmezler. Aralarından zina eden birini, kim olursa olsun, dört kazık çakıp kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlarlar. Balta ile onu baştan ayağa ikiye bölerler. Kadın için de aynı cezayı verirler. Bundan sonra zina eden kadın ve erkeğin parçalarından her birini bir ağaca asarlar.
önemli bir adam ölürse ev gibi onun için bir çukur kazarlar, ölüye gömleğini giydirirler, kemerini takarlar, yayını kuşandırırlar, eline içinde şarap (nebiz) olan ağaçtan bir kadeh verirler. Her şeyini getirip bu oda gibi mezara koyarlar. Sonra onu oturtup odanın üzerine çamurdan kubbe gibi bir tümsek yaparlar. Sonra hayvanlarının yanına varırlar. Miktarına göre 100 veya 200, bazen 1 hayvanı öldürürler. Başları, ayakları, derisi, kuyruğu dışındaki etlerini yerler. Kalan kısımlarını sırıklar üzerine koyup mezarının etrafına asarlar. “Bunlar cennete giderken bineceği hayvanlar” derler. Eğer ölen kişi sağlığında insan öldürmüş, yiğit bir kişiyse öldürdüğü adam sayısı kadar ağaçtan sûret yontup mezarının başında dikerler.
“Bunlar onun hizmetçileri, Cennette ona hizmet edecekler” derler.

*İbn Fadlan burada cennetten bahsediyor. Halbuki Şamanistlere göre öbür dünya bu dünyanın bir benzeridir.
Köyler, mahalleler vardır. İnsanlar bu dünyadakine benzer bir hayat sürerler. Onun için eşyaları mezara konur. Mezarın etrafına dikilen bu suretlere balbal denir.

Türkler size dokunmadıkça siz onlara dokunmayın.
Türkler bütün milletler içinde en iyi ok atandır.
Amazon = Savaşçı Kadın
Türklerin hükümdarına Hakan, Bulgarların hükümdarına İlteber dendiğin gibi Rus hükümdarlarına Vilademir denir.
Hz. Peygamber’den Türkler ümmetime verilen nimeti ilk önce gaspedecek kavimdir. dediği rivayet edilir.
|Beyhâki
Hazarların hepsi ve hükümdarları Yahudi’dir.
Bir eve yıldırım düşerse ona yaklaşmazlar, onu ve içinde bulunan insan ve eşyayı telef oluncaya kadar bırakırlar. Bu ev Allah’ın gazabına uğramış derler.
Yatsı ezanının okunmasına bekliyorduk. Ezan okundu, çadırdan çıktık. Sabah olmuştu. Müezzine Ne ezanı okudun? dedim. O da Sabah ezanı dedi. Yatsı ezanı nerede? dedim. Biz yatsıyı akşamla beraber kılarız dedi.
Bir kişi arkadaşına hediye vermek, iyilik etmek isterse, ona Evime gel, konuşalım. Zira evimde hoş ateş var der.
Harezmlilerin etkisiyle onların Hanefi mezhebinde olduklarına telmih eder. Namazlarda ikametleri Şafi mezhebine göre yaptırmaya çalıştığını, fakat başarılı olamadığını söyler.
300/912 yılı civarında bu günkü Kazan şehrinin güneyinde bulunan Volga(Etil) Bulgarları hükümdarı İlteper Almış b. Şilki Müslümanlığı kabul etti.
Türkler, zina diye bir şey bilmezler. Birinde böyle bir şey görürlerse onu iki parçaya bölerler.
Onlar, kıl çadırlarda oturan ve konup göçen yörüklerdi. Çok güç şartlar altında yaşıyorlardı. Bunlar yolunu kaybetmiş eşekler gibidirler. Bir dine inanmazlar, işlerinde akıllarına başvururlar.
Büyük Hakan ölünce onun için 20 odalı büyük bir mezar yapılır. Her odasında bir mezar kazılır. Defni işlemleri tamamlanınca, mezarın odalardan hangisinde olduğu bilinmesin diye, onu gömenlerin başlarını vururlar.
Oğuzlarda, Cücenlerde, Moğollarda su tabu idi. Onu kirletmemek gerekiyordu. Vücudu, elbiseleri suda yıkamak yasaktı. Suyun yere dökülmesi suçtu. Cengiz Yasası’nda da yıkanmak yasaktı. Bir kap ile elin, yüzün üzerine su dökülebilirdi.
Türkler bütün milletler içinde en iyi ok atandır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir