Seyhan Kurt kitaplarından Hüznün Sözyitimleri kitap alıntıları sizlerle…
Hüznün Sözyitimleri Kitap Alıntıları
Ayakları uçurum
Kanları kuşku kokan.
Polyanna öldü.
Ama yaşayan bir şeyler var
durmadan yaşayan ve yaşatan.
zırhlı düşleri olan bir yalnız.
-Bugün, yaşamak rengine bürünen ölüm.
Onlarla aranda şizofrenik bir bağ kurabilirsin. Satranç oynayabilir, onlarla aynı yastıkta kocayabilirsin.
Durmadan
Savaş sanatlarının mistik yönlerini kitaplarda arayabilirsin.
– Kan durgun. Ve çekici.
I Love This Game.
tam da
ağzına alacakken şu üç sözcüğü
Visse.
Scrisse
Amô.
Ve aslında bir şey anlamlı kalabilecek kadar cesur.
-Anlamak istemiyorum
Gibi cesur.
Bu yüzden korkuların sağır olmaktan çıkar
biter sözcük.
Her dakikası mağlubiyetle geçen bir gecenin ardından, göğün göbeğini yırtan şafağın söküşü, doğum sancılarına yaslanarak yumurtalarını kırıyor yaşamın.
Bundan başka verilecek hiçbir kararın olmadığından.
Hayatı
Kokan bir sürüngen olarak görmediğinden.
De ki:
-Her şey gerçekdışı olduğunda
Acı da kalkar belki o zaman.
Söyle sen ne’sin?
Moi qui ne suis qu’une chose qui pense.
binlerce yıl Nemesis’ler yaratmış olanlara inat, acıyla.
Böceklerin bir gereklilik kipinin ağırlığı altında, kendilerini güçlü sanıyorlar, öldürüyorlar.
Korkunçluk burada değil, bunu yazabilmemdeki rahatlıkta.
Öyleyse gözleri kapatıp içe akmalı
-Televizyonu kapa ve kalbine uğra.
Beni öl.
– Barksız bir isyan türküsü olabiliriz. Anadan doğma.
– Sancılarımızı ekmek arası yapabiliriz.
Ama çocukların iki yana açılmış kollarının gölgelediği toprak binlerce kez hüzne bulaşabilir.
Sana çatlarcasına inanıyorum.
Birbirinde kaybolan iki civa parçacığıyız.
Değneği esirgenen kör bir zamanın ayağını kaydırırken senin için yeni oyuncaklar tasarlıyor.
Ve çünkü senin ‘yaşamak’ın’ sözyitimlerini anlatmak istemiyor.
Dionysos’u anlamak istemiyor.
Seni.
Umutları veya umutsuzlukları
dünyanın dönüşümüne ve takvimlerin korkunçluğuna dair.
– Kıyısındaydılar özgürlüğün
Aşk merdivenlerinin yapraklarının dizilişine benzer bir mükemmellikte, işte herşey yerliyerindeydi.
Tepetaklak bir dünyanın kucağında bile.
Bütün yaşamın Sisyphe’ten öte bir şey olmadığı düşüncesiyle öldün mü hiç?
Artık soyunabilirsin. / .Çağdaşlığın düşselliği adına.
Ve birazcık okuyor görünebilmek için harcadığın zamana karşı acı duymaksızın cesaretle.
– Onların kanlarını emebilirsin.
Ve hatta
Werther’in acılarına küfredebilirsin.
-Senden sözcükler üretmeni isterler.
Oysa Tükenen yalnızca sen olursun.
Mutsuz bir dünyanın çığlıkları.
Korkunç olursun.
Ve mutlu.
Gerçek bu.
Jenosidi meşru kılmak için var güçlerini harcayan tuzukurular, gergedanların, kelaynakların ve insanların baş düşmanı.
Yürümeyen yaratıklar.
Bulunduğumuz bu noktada.
Niçin böcek değilde insan?
Niçin milattan önce değil?
( Horozların saatleri doğurması da ne korkunç)
Kısırdöngüsel bu göç içinde etimizi çiğneyen bir yanardağ ağzıyla.
Bizim orada, o tuhaf sessizlikte, ağzımızdan tütenin yaşadıklarımızdan arta kalan olduğunu bilemeyişimiz.
Bu bir son değil. Üçüncü halin imkansızlığı hiç değil.
British Airways’le seyahat etme olanakları, Yacht clup üyelikleri ve Legion d’Honneur’leri olmadığı halde, düşleri kemiklerinin ve etlerinin arasına sıkışmış olsa da, havanın suyun ve ateşin getirdiklerini hep bildiler.
ve ellerinin ruhunu ver bana
sana çatlarcasına inanıyorum
İhtiyaçların hırslara dönüştüğü bu dünya da hazırlıksız.
Pasaportsuz .
Sayısız.
İnsan aklından geçen yığınla sayının tabiatta karşılığı olsaydı kan dökülmezdi belki.
Belki kansız bir kimliğin verdiği bir gururla, ruhlarını ve onurlarını ve umutlu baķışlarını yitiren insanların ellerine uzanabilmek için, makam arabalarının görkemli uzunluklarına ve monitörlerinin iğfal ettiği beyinlerin karanlık kuyulardan kanalizasyonlara akışını seyretmekten usanmayan hazperestlerin cazibeli görünüşlerine göz kondurmadan ve yakıştırılan bunca sıfatı reddederek başlamalı işe.
kozmogonik düşüncelerinin ağları ardına hapsediyorlardı düşlerini/ Uyuyorlardı belki.
-Onlar acı’ydılar.
Tanrı hem vardı hem yoktu. Varlık ve yokluk söz ve ölümle başladı. Söz ölümü yazdı ve ölüm sözü silmedi.
Bir gün sözcükleri arsızca tükettiğimizde, düşlerin ve uzakların cezasını çekmek,-artık- onlara düşecek.
Bunu unutmamalısın.
Polyanna öldü.
Ama yaşayan bir şeyler var
durmadan yaşayan ve yaşatan.
Savaş sanatlarının mistik yönlerini kitaplarda arayabilirsin.
-Kan durgun. Ve çekici.
I Love This Game.
kızıl şalını korumaya gidebilecek, mühürlü yalanların yastığı altındaki kan emicilerden hesap soracak
sifonunu çekerek kurgulanan yeni dünyaların.
Maksimum korunmayı öğreten yeni dünyaların.
Prometeus’u çanak antenlerinde unutan yeni.
– Zındanların parmakları erimez mi ?
tam da
ağzına alacakken şu üç sözcüğü
Visse.
Scrisse.
Amo^.*
Her dakikası mağlubiyetle geçen bir gecenin ardından, göğün göbeğini yırtan şafağın söküşü, doğum sancılarına yaslanarak yumurtalarını kırıyor yaşamın.
Doğum halindeydin.
Yuhalanıp savrulmuş zaman aşımıyla / Bitti.
Ellerini kaldırman gerekiyordu
duyarak inanılmaz acısını yaşamın
yaşamın acısını inanılmaz bularak.
GÖREBİLMENİN,çünkü göz/
Nedenlerime sis perdesi, örümceğine şafak.
Haritaları ortadan yırtarak/ Yoksul
Ve ürkütülmüş bir beygir sanıyordun zamanı.
Kumu kısır sanıyordun, mürekkebi kir.
kurutulmuş güllerinden ve oturup tanrılarının başucunda,
yaşamak bu değildir diyebildiyse
Arayabildiyse aramak yolunun kapısını, kanının deltasına doğru
DAHA ÇIPLAK OLMAN GEREKİYORDU
ve oluyordun.
-Ben bir kobay değilim
diyebilirsin.
-Bitti mi
diyebilirsin,
Cehennemin buz kesilip tam da inanacakken.
Bundan başka verilecek hiçbir kararın olmadığından.
Hayatı
Kokan bir sürüngen olarak görmediğinden.
De ki:
-Her şey gerçek dışı olduğunda
Acı da kalkar belki o zaman.
Moi qui ne suis qu’une chose qui pense.*
Ve o birileri istemeye istemeye dinliyor ve özlüyor durmadan Himalayalar’da arayıpta kendi gölgesinde unuttuğu kendini.
İki sahra arasında.
İnsanlar bilgisayar oyunlarının başına geçer gibi geçiyorlardı televizyonun karşısına. Antenne 2 Kanalının yayınında bu garip oyunun çıplak gerçekliği. Kan, çocuk, ekmek ve U.N. )
-Bu gün kaç çocuk öldü ?
Kaç çocuğumuz?
Bir tomar yanmış çocuk resimlerini ve vahşi Afrika yerlilerinin danslarını ve Woodoo’ları, onların olanca acıklı ve eğlenceli yönlerini özel ve renkli kapaklı, kuşe baskılı kitaplarında bulunduran sevgili teknofetişistlerimiz duysun.
-Neden ?
-Çünkü
diye başlasın gayri safi milli hüzün hesaplayıcıları da.
Deli rüzgarlar ölü çığlıklarını, Doğu’dan Pasifik sahillerine taşır. Savaş gemilerinin iskeletleri dışında hiçbir şey, kayıp bir umudun farkında olamaz.
-Televizyonu kapa ve kalbine uğra.
Beni öl.
Bir adam, çimenlere basmayı yasak etsin sana, bekaretini korumuş olan oyuncağını elinden alsın.
Öldürüyorlar(ölüyorlar). Her silah için ayrı bir uzmanlık dalı, her kurşun için ayrı milimetrik sayılar yaratılıyor. Korkunçluk burada değil, bunu yazabilmemdeki rahatlıkta.
Birbirinde kaybolan iki civa parçacığıyız.
Birbirinde.
Değneği esirgenen kör bir zamanın ayağını kaydırırken senin için yeni oyuncaklar tasarlıyor.
Ve birazcık okuyor görünebilmek için harcadığın zamana karşı acı duymaksızın cesaretle.
-Onların kanlarını emebilirsin.
Ve hatta
Werther’in acılarına küfredebilirsin.
Bütün yaşamın Sisyphe’ ten öte bir şey olmadığı düşüncesiyle öldün mü hiç ?
Aşk merdivenlerinin yapraklarının dizilişine benzer bir mükemmellikle, işte her şey yerli yerindeydi.
Tepetaklak bir dünyanın kucağında bile.
Umutları veya umutsuzlukları
düyanın korkunçluğuna dair ve takvimlerin korkunçluğuna dair.
Şimdi bir ana denk düş, tabirimizi yarat
Doğmamış çocuk gibi taşı beni içinde
Giysilerinden arta kalan bedenine giydiklerinde çoğal
Ham kalan taraflarımızı okşadıkça acı
Çürümemiş umutlarımda olmayı bekle
‘’beni öl’’*…
Cezmi Ersöz
(Arka Kapak)
beni öl
ve ellerinin ruhunu ver bana
sana çatlarcasına inanıyorum
söyle
yaşamak özlemine inecek bir resim için
kimlerin yerine kimler can verir
tımarhaneye tıkılır sürgün edilir?
yeryüzünün dikeyliğine abanan tufanların
bütün önyargılardan sakınarak
insanı yaşamak hastalığıyla baş başa bırakmadığını
kimler söyleyebilir?
seni bir yerlere alıp götüren sanatın
ve onun doğurduğu başka şeylerin
ölümle yaşam arasında yükseldiği anlamların
karşılıksız bir çek gibi algılandığını itiraf et
bilmiyorlar ki morga kaldırılan bir dirinin
parmak uçlarında eriyip giderken sanat
zamanın balkonu uzaklara bakar
şimdi tüket beni
içimize sığmayanın tanımsız olduğuna beni inandır
beni öl
beni anla . . .
korkunç olursun
ve mutlu.
mutlu olursun ve çağa ayak uydurduğun için seni vitrinlere yerleştirirler. oysa tanrının bile artık vitrinlerden kaldırılmakta olduğunu bilmezsin.
-senden sözcükler üretmeni isterler.
oysa tükenen yalnızca sen olursun.
ve bu haritasız bedenleri yanmakta olan bir naylon gibi kıvrılıp dururken günlüklerin içine sığmayan işkencelerle kendilerine o rengi kimlik yapmışlardı.
saatlerin canı cehenneme gönderilmişti ve vakit teni kan geçiyordu. duvarlar mengeneydi ama auschwitz’i neden kabul etmişlerdi?
artık soyunabilirsin. / çağdaşlığın düşselliği adına.
ve birazcık okuyor görünebilmek için harcadığın zamana karşı acı duymaksızın cesaretle.
-onların kanlarını emebilirsin.
ve hatta
werther’in * acılarına küfredebilirsin.