İçeriğe geç

Hunlar’dan Günümüze Türk Askeri Kültürü Kitap Alıntıları – Kolektif

Kolektif kitaplarından Hunlar’dan Günümüze Türk Askeri Kültürü kitap alıntıları sizlerle…

Hunlar’dan Günümüze Türk Askeri Kültürü Kitap Alıntıları

Büyük taarruz harekatı ise, beklemeyi bilen ve zamanı seçmekte mahir olan başkomutanın Türk milletini topyekün bir mücadeleye sokarak (düşman aldatma-yanıltma stratejileriyle yenilgiye uğratıp) kazandığı büyük zaferdi.
“Ta, uzaklardan görülebilen tuğuma kurban verdim!
Kara boğa derisinden yapılmış, gür ve keskin sesli davulumu çaldım “
Eski Türk mitoloji geleneğinde davul, gök gürlemesine benzer sesiyle savaşın ilanı veya başlaması anlamına gelmekteydi.
Baytar kelimesinin kökeninin eski Yunancada “at hekimi” manasına gelen “hippiatros” kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Arapça sözlüklerde ise “baytar” kelimesi “yarmak,ayırmak;yarılmak,çatlamak” anlamında “batr” kelimesinin türevi olarak gösterilmektedir.
Türkler savaş süresince geceden mümkün oldukça istifade etmişlerdir. İntikallerini özellikle geceden yapmaya çalışarak düşmanın gözcülerinden ve casuslarından hareketlerini ve muharebe için tertiplenmelerini saklamaya çalışmışlardır. Bu neden günümüzde ağustos ayının son haftası, Türk sefer ve savaşlarının genellikle sonuçlandırıldığı bir zaman aralığı olduğu için zafer haftası olarak kutlanmaktadır. Ayrıca en son yapılan Kıbrıs Barış Harekatı için seçilen 22 Temmuz tarihi de zaman konusundaki geleneğin devam ettiğini gösterir.
Erken dönem Türk askeri denilince kuşkusuz akla ilk gelen resim geriye doğru ok atan süvaridir.
Ormanda, dışarıda kalmış olanlar toplanıp yedi yüz er oldular. İki bölüğü atlı idi,bir bölüğü yaya idi. Yedi yüz kişiyi idare edenlerin büyüğü şad idi; “danışman ol” dedi, danışmanı ben oldum .

Bilge Tonyukuk

Deveyi yardan uçuran, bir tutam ottur.
Türk geleneklerini çok iyi bilen Karahanlı devlet adamı Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı ünlü siyaset kitabında devlet başkanlarına, ordu komutanlarına ve büyük-küçük tüm devlet adamlarına sık sık “sofralarını herkese açık tutmalarını, tuzu ve ekmeği bol tutmalarını ve ikram etmelerini” tavsiyesinde bulunur.
Türk tarihinde tuz-ekmek hakkı dostluk, bağlılık, minnettarlık, fedakarlık, mertlik, dürüstlük,şükran, vefa, cömertlik, samimiyet, iyilik, konukseverlik gibi yüksek insanı erdemleri ifade eden bir kavramdır.
Tuz ekmek hakkı bilmezden, it yeğdir.
Türk Atasözü
Uğur getirsin diye atının nalını evlerinin girişine asan bu millet, tarihte atıyla hep iç içe olmuştur.
Türkler hakkında bilgi veren Batılı yazarlar ; at başka bir kavmi sırtında taşır, fakat Türkler at üstünde ikamet eder. Onlar sanki ata yapışmış gibidirler.
Araştırmacılar Türk ordusunun diğer kavimlerin askeri sisteminden farklı olan üç yönünü tespit etmiştir.
1- Türk ordusu ücretli değildir.
2- Türk ordusu daimidir.
3- Türk ordusu temelde atlı birliklerden oluşur .
Düğün gecesi genç kızların en mutlu anları; cesur ve yiğit erkeklerin bayramı da savaş günleridir.
Yusuf Has Hacib
Atlı birlikler yabancılar tarafından örnek alınırken aynı zamanda Bozkır Türk elbisesi olan CEKET, PANTOLON, Hun başlığı ve çizme yine aynı şekilde Çin’e girmiştir.
Eski Türk topluluğu iki temel unsura dayanıyordu: Bunlardan biri aile, diğeri ise ordu-devlet denilen ailenin teşkilatlanmış hali idi.
Bugünkü anlamı ile orduya eski Türklerde “sü” denilmekteydi. “Çeriğ” ise aslında “savaş nizamında düzenlenmiş askeri güç” anlamına geliyordu. “Kumandan” kelimesinin karşılığı ise “buğ” idi. “Başkumandan” karşılığı ise “Başbuğ” kullanılırdı.
Türk Askeri Müzesi ,1453 kuruluş tarihi işe dünyanın en eski müzesi oldu . Bu da askeri kültürümüze küçük bir hizmetimizdir.
Osmanlı’da zırhlı tabur arabalarının arkasındaki tüfekler ile düşman unsurlara ateş açan askerlerin çömelirken dizlerinin zamanla kasılarak fiziki deformasyona uğramasını engelleyecek şekilde oturma düzeneğinin olması gerekirdi. Aksi halde uzun süre çömelmeden sonra dizlerde uyuşma ve kaslarda hissetmezlik olacağı aşikardır. Bunu önlemek için tabur cenginde üzerine oturulan oturağa “tabure” denildiğini değerlendiriyoruz.
Askeri hastanelerde tedavisi biten askerler, taburlarına geri gönderilirler,bitmeyenler ise tedavi sürecine devam edilirdi. Taburlarına geri gönderilen askerlere “Taburcu” denirdir. Askeri kültürün teknolojide olduğu gibi pek çok şeyin sivil hayata geçmesini sağlamıştır.
Günlük hayatta sıkça kullandığımız “Su uyur, düşman uyumaz” deyiminde geçen “Su” asker anlamına gelen kelimedir ve içilen su kastedilmemektedir.Cumhuriyet devri Türk Silahlı Kuvvetleri’nde “su” kelimesi yeniden üretilerek “subay” şeklinde kullanılmıştır.Bu hareket tarihi köklere bağlılığı temsil eder.
Sulh zamanında sivil kaptanların emniyetini sağlayan İngiliz donanması, harp zamanında sivil kaptanları askeri silke geçirme yetkisine sahiptir.Harp durumunda İngiliz sivil denizcileri de resmen asker ve askeri yetkilere sahip olurlar. Bu, İngiliz gücünün anlayışının ne kadar “denizci” temelli olduğunu aynen aksettiren ilginç bir tarihi yansımadır.
Cengiz Han bu gün sadece bir ziraat mühendisinin veya iktisat tarihçisinin işine yarayabileceğini düşündüğümüz mahsul toplama zamanlarını düzenli olarak takip ettirir. Bu bilginin savaşta ne gibi bir işe yarayabileceği, bağnaz akıllarca olumsuz şekilde sorgulanabilir. Fakat entellektüel-kültürel zeka açısından bakıldığında bu soru son derece zevkli bir hal alır.
İçinde sadakat olmayan hiçbir kabiliyetin, “liyakat” olarak adlandırılması doğru değildir.
Hiçbir önemli karar güçsüz liderler tarafından alınmadı.
Savaşta ilk olarak bekleyenleri olmayanlar ölür.
Tarih ve gelecek, kendisini küçümseyenlere hiç beklenmedik sürprizler hazırlama hususunda oldukça mahirdir.
Teorik olarak temiz bir şey ,başka temiz bir şeye sürülürse ortaya kir çıkmaz . Bu teoridir. Ama ellerimizi yıkayıp temizledikten sonra havluya sildikçe havlu kirlenir ve bir süre sonra “temiz” ellerimizi sürdüğümüz kirli havluyu da yıkarız .
Askeri kültür ve sivil kültürü birbirine en çok yaklaştıran şey, topyekün harptir.
Türk ordusunun savaş sırasında saf tutması da belirli bir düzen dahilindedir.Mesela Çin kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilerde; Milattan önce 3. yüzyılın başlarında Hun orduları Çin imparatoru Kao’yu kuşattıklarında,Türk süvarilerinin atlarının rengine göre dizildikleri söylenir.Buna göre batıda kır atlar,doğuda gök,kuzeyde yağız, güneyde de doru atlar yer alıyordu.
Sultan(Celaleddin Mengüberti), Gürcü ordusunun sağ kolunda 20 bin kişilik büyük bir kuvvet teşkil eden Kıpçak bayraklarının dalgalandığını gördü. Türk geleneklerini ve bu geleneklerin gücünü çok iyi bilen Sultan, Kıpçaklara ‘tuz-ekmek’ göndererek onlara, daha önce aralarında bulunan dostluğu ve akrabalığı hatırlattı. Zira Sultanın kendi ordusunda da, çok miktarda Kıpçakların bir kolu olan Kanglı Türk’ü bulunuyordu. Harezmşahlar ordusundaki soydaşlarıyla aralarında bulunan ‘tuz-ekmek hakkı’na riayet eden Kıpçaklar, derhal savaş meydanını terk ettiler.
Askeri kültür ve şehir kültürünün yakınlaşmasını sağlayan bir diğer husus jandarmacılıktır.Özellikle kırsal bölgede “kanun ordusu” olan Jandarma, askeri kurumların halkla en iç içe olanıdır.
Gözleri gökyüzüne dalanların, yeryüzünde olmayan hayalleri vardır.
Kara kültürü bünyesinde vatani görevlerini yapmakta olan askerlerimiz birbirlerinden sorumlu olduğu eşlerine ”Badi ” şeklinde hitap ederken, deniz kültüründe bu durum ”Kuri ” şeklindedir.
Deniz Harp Okulu’nda okuyan bir öğrenci, kendisinden daha üst dönem olan büyüklerine ”Efenim ” hitabının biraz kısası olan ”Efem ” şeklinde hitap eder. Çünkü üst dönem bile olsa karşısındaki kişi henüz subay olmamıştır. Subay olduktan sonra bu hitap ”Efenim ” şeklinde döner.
Bütün bröveler sol göğüs hizasına takılır. Fakat bazı bröveler bunun istisnasıdır. Denizaltı ve SAT brövesi gibi. Diğer bröveleri takanların nasıl öleceği pek belli olmaz. Fakat denizaltı görevleri yapıp ilgili bröveleri takanlar , uzun süre denizaltı ve denizin altındaki basınçlı havada kaldıklarından hayatlarını genellikle böbrek hastalıklarından kaybederler. Bu yüzden denizaltıcı brövesini böbreğinin üstüne takar. Çünkü başkalarının canı kalbinde iken , onun canı böbreğindedir.
Antik Yunan edebiyatını merak edip Homeros’u okuyan büyük devlet adamı ve askerin, bu antik eserlerdeki askeri meselelere eğilmemesi mümkün müdür? Homeros’u okuyan Fatih’in antik çağ silahlarına, harp taktiklerine ve stratejilerine kayıtsız kalması mümkün müdür ?
Haklı olan ile haksız olanın birbirinden ayrılacağı zeminlerden biri tarihtir.
Bamya gibi dizilmez, yüz bini bir riştiye
Sanki arslandır ki gerduneyle gezer Lahana
Lahanacım, lahanacım, ben mükerrer lahana
Sultan III.Selim
Bir elle tüfek doldururken diğer elle tabiri caizse ”başa bela ” olan fitili, bu kullanışsız şeklinden çıkaran Türklerdir. ”Yılankavi ” adı verilen tetik mekanizmasını geliştiren Türkler, dünya askeri tarihine ”tetik ” mekanizmasını kazandıran kültür olmuştur.
Fatih Sultan Mehmed dünya harp tarihine ilk olarak topun hem kale kuşatmasında hem meydan muharebesinde (1453 İstanbul Fethi-1473 Otlukbeli Savaşı) kullanılabileceğini mükemmelen göstermiştir.
Muharebenin hesapları matematik ve fenne göre olmaz. Muharebenin kendi kuralları vardır. Çünkü harp belirsizlikler ortamıdır.
Clausewitz
At, Türk’ün kanadıdır.
Kaşgarlı Mahmud
Kristof Kolomb kılıcı uzattığı zaman amerikalı yerlinin bir metal algısı yoktu ve kılıcı tutmaya çalışırken eli kesildi.
Kendi bebeğini versen altını temizleyemeyeceği kadar tüfeğini temizler.
İlber ORTAYLI
Erken dönemde Türkleri koruyan şeyin ”sur ” değil teşkilatlılık olduğunu söylemiştik. Bu yüzden Batıda aslolan İmparator Constantinus’un vakanüvisi olan Eusebius’un İstanbul surlarını yaptığı gibi, takdis edilen şey ”surlar ” iken, Türklerde bu kutsallık ”devlete ” izafe edilir. Bu sebeple Türklerden farklı olarak baba ”vatan ” şeklinde ”Babavatan ”. Türk kültüründe vatan ise baba değil tam tersi ”ana ” ile ifade edilir. Anavatan.Türklerde baba olan mefhum ise ”teşkilat ” yani devlettir.
Komutanı sivil yöneticilere bağlı olmayan ülke kazanır .
Sun Tzu
XX. yüzyıla gelindiğinde medeniyet ifadesine öz Türkçe karşılık bulma arayışları başlamıştır. ”Medeniyet ” kelimesi bu çerçevede ”şehir/şehirlilik hukukuna tabi ” ilk Türk kavim olan Uygurlardan türetilerek ”Uygarlık ” şekline dönüştürülmüştür.
Şehrin içindeki sivil ; para kazanmak, ticaret yapmak, iş geliştirmek gibi amaçlarla ”iyi huylu, güler yüzlü ” esnaflık özelliklerine haiz olması gerekirken; asker ise şehri korumak için ”sert, gerektiğinde acımasız ” olmalıdır. Çünkü askerin maaşını ödeyen sivile karşı olan yükümlülüğü bunu gerektirir.
”Adalet mülkün temelidir. ” sözündeki mülk de budur ,yani devlettir. Bu teşkilatın yöneticilerine ”mülkün yöneticisi ” yani ”mülki amir ” denir.
Civitas. Şehir mağara ve köylerden farklı olarak uyulması gereken yazılı kurallarla yönetilen bir yerleşke oldu. Bu kuralları yöneten teşkilat civitas olduğundan, civitasa tabi olan herkes ”civil ” yani ”sivil ” oldu.Kışla da kalanlar ise ”miles ” ”asker ” dendi. İşte ilk defa asker ve sivil böyle ayrıldı.
Günümüzde sözlüklere bakıldığında gerek Arap gerek Türk kültür dünyasında ”medine ” , ”şehir ” anlamında da kullanıldığı görülmektedir. Oysa ”medine ” şehir değil ”şehri yöneten idare ” anlamındadır.
Simit Bizans devri İstanbul yiyeceği olduğu için Bizans kültürünün bir ürünüdür. Ama Türk geleneğine geçmiştir ve Türkler simidi sever. Dolayısıyla Türk geleneğinin içerisinde Bizans ürünü vardır. Bizans simidi susamsızdır. Türkler bu simidi susamsız yemeye devam edegelselerdi, simit ”Türk geleneği ” ürünü olarak kalacaktı. Türk kültürü olabilmesi içinse ona Türk müdahalesi, motifi yeni bir biçim vermesi gerekirdi. Nitekim Türkler üzerine susam eklediler ve Türk kültürü ürünü haline getirdiler.
Kültür, insanın tabiata müdahale aracıdır.
Malinowski
Varış noktamız olan Askeri Kültürü daha iyi anlayabilmek için bu klasik sayılabilecek tanımlamanın biraz dışına çıkmak gerekir. Tabiatta ki mantara ”Mantar ” ,insan elinin değerek üretilen mantara ”Kültür Mantarı ” denir. Dolayısıyla bir milletin veya kabilenin veya daha büyük-küçük herhangi bir insan topluluğunun kültürü, o insan grubunun ortaya koyduğu, ”elinin değdiği ” maddi-manevi değerlerin toplamıdır. Dolayısıyla kültür her grubun kendisinin doğurduğu değerlerdir.
Asker ile savaşçı kavramları aynı değildir. “Savaşçı” kendi bağını, bahçesini, veya yurdunu korumak için savaşan kişi iken;”asker” savaşma eylemini profesyonel olarak yapan ,bu işi meslek edinen ve savaşma eylemini ücret karşılığında yapan kişidir. Türkler eski devirlerde savaşı yaşam tarzı olarak seçen “savaşçı” kişilerdir. Günümüzde TSK mensupları hem profesyonel asker , hem de ruh olarak “savaşçı” özelliklere haizdir.
Teknik olarak gücünün yetmediği düşmana taktik perdeden taarruz et, taktik olarak da gücün yetmiyorsa stratejik olarak taarruz et .
Tek başına silah değil felsefe kazanır. Hatta arkasında derin bir felsefe olan silah, her şeyi kazanır.
“Savaşta ilk olarak bekleyenleri olmayanlar ölür.”
Denizaltı görevleri yapıp ilgili bröveleri takanlar, uzun süre deniz altı ve deniz altındaki basınçlı havada kaldıklarından hayatlarını genellikle böbrek hastalıklarından kaybederler. Bu yüzden denizaltıcı brövesini böbreğinin üstüne takar. Çünkü başkalarının canı kalbinde iken, onun canı böbreğindedir.
Memlûk Türk devleti, hem kuruluşu itibariyle hem de yapısal özellikleri bakımından diğer Türk devletlerinden farklıdır. Bu sebeple orijinaldir. Devletin bu özelliğinin en büyük sebebi ise ; diğer Türk devletlerinde özellikle yönetim hakkı hanedan mensuplarına ait olurken ve buna bağlı olarak devlet idaresi hanedanın ortak malıdır ifadesi bulunurken, Memlûk Devleti’nde hanedan üzerine kurulu bir yönetim anlayışı olmamasıdır. Saltanat babadan oğula geçmez, tam tersine devlet içerisindeki üst rütbeli emirler arasından en güçlüsü ve hak edeni sultan olurdu. Primus inter pares yani eşitler arasından birinci bu şansı yakalayabilirdi.
Batı Türkçesine ait ilk eserlerde ve klasik dönem Osmanlı tarihlerinde sıklıkla müşahede edilen er , Osmanlının son dönemlerine doğru nefer kelimesinin gerisinde kalmış olmakla birlikte, Atatürk’ün emri ile dilde Türkçeleşme kapsamında yeniden yaygın bir kullanıma erişmiştir.
Günümüzde resmi adı her ne kadar öyle kabul edilse de Karahanlılar Devleti tabirine bu devletin yaşadığı devirde ve sonrasındaki kaynaklarda rastlanmamaktadır. Bu sunî isim 1847’de Rus bilgin Grigorev tarafından verilmiş olup, sonradan yapılan yayınlarda geniş bir kabul görmüştür. Oysa devrin kaynaklarında ittifak halinde kökeni Âl-i Afrasyab’a bağlanan bu devletin orijinal adı olarak Afrasyab Oğulları ve Türk Afrasyablı Melikler tabirleri kullanılmaktadır.
Türk coğrafyasına gelen Çinli casusların en önemli görevi hangi Türk boyunun ne kadar asker sayısına sahip olduğunu öğrenmekti. Mesela 581 yılında Gök-Türk ülkesine gelen Çinli diplomat Ch’ang Sun-sheng, Işbara Kağan’la birlikte çıktığı sürek avlarında ülkenin coğrafi yapısını öğrendiği gibi hangi boyun nerede yaşadığını ve ne kadar asker çıkardığını öğrenmiş, ülkesine döndüğünde Suei Hanedanı imparatoru Wen’a durumu rapor etmişti. Türklerin askerî yapısını çözen Çinliler, hızlı bir şekilde Kore’den Karadeniz’e kadar geniş sahada hakim olan Gök-Türk devletini kısa süre içerisinde bölmeyi başarmışlardır.
641-642’li yıllarda T’ang Hanedanı’nın şehzadelerinden biri Türk ordusuna imrendiği için Gök-Türk tarzında bir çadır kurup içinde yaşamaya başlamış, arkasından Gök-Türk kıyafetleri giyen, silahları kullanan bir birlik oluşturmuştu.
Türk askeri kültürü, Cumhuriyetin ilanından sonra da fennî modernleşme çizgisini takip etmeye devam etmiştir. 1922 tarihinde belki de dünya tarihinin son süvari zaferini kazanan Mustafa Kemal öncülüğündeki Anadolu ordusu, elindeki imkanı, yani süvari gücünü son derece başarılı bir şekilde kullanmıştır. Bu zafer, 2 bin yılı geçen Türk tarihinin son süvari muharebesi ve zaferidir. Zaferlerini süvari ile başlatan Türkler, yine son süvari muharebesini de zaferle sonlandırmıştır.
Muharebe meydanını kendi sıklet merkezi, kendi silah, kendi doktrini ve stratejisine göre tayin eden, kendi askeri unsurlarına avantaj sağlar.
Peki sosyal açıdan bakıldığında birbirlerinden kavimler göçü ile ayrılan İlkçağ ve Ortaçağ, askeri tarih açısından da öyle midir? Mesela kavimler göçünün sonunda silahlar ve savaşma konseptleri değişmiş, muharebeler ve muharebe meydanları bir dönüşüm geçirmiş midir? Askeri tarih açısından İlkçağ, Ortaçağ’a göre İlk midir veya Ortaçağ, İlkçağ’a göre orta mıdır? Bizce değildir. İlkçağ ve Ortaçağ’ın savaşma konsepti, taktik ve stratejiler arasında büyük bir fark yoktur.
Batı medeniyetinde devletin başı sivildir ve askerler bu sivil idareye bağlıdır. Türk kültüründe ise devletin başı askerdir. Yani eski devirlerde kağan/hakan hem Türk budunu/milleti nin, hem Türk ordusunun başıdır. Osmanlı devrinde padişahın hem sivil tebaanın hem de askerin başı olma özelliği devam etmiştir. Nitekim padişah, 196 yeniçeri orta/bölüğünden, 1.Yeniçeri Ortası’nın 1.neferidir Peki bu özellik Cumhuriyet devrinde de devam etmiş midir? Evet, bu adet Cumhuriyet devrinde de devam etmektedir ve Cumhurbaşkanı hem asker hem de sivildir. Bu durum anayasanın 117.maddesi ile sabittir:
Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.
Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere cumhurbaşkanının asker olma özelliği fiili olarak devam etmese bile temsili anlamda devam etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde de Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın başkomutan vekili olması da, devletin başındaki kişinin askerliği temsil etme kültürüne dair tarihteki izlerdendir.
Erken dönemde Türkleri koruyan şeyin, Batı toplumunu koruyan sur değil, teşkilatlılık olduğunu söylemiştik. Bu yüzden Batı’da aslolan ve İmparator Constantinus’ un vakanüvisi olan Eusebius’un İstanbul surlarını yaptığı gibi, takdis edilen şey surlar iken, Türklerde bu kutsallık devlet e izafe edilir Babavatan İngilizce’de Fatherland , Fransızca’da patrie , Rusça’da Oteçestvo vs. Türk kültüründe ise vatan kavramı baba değil ana ile ifade edilir : Anavatan. Türklerde baba olan mefhum ise teşkilat , yani devlettir: Devlet baba. Çünkü Türklerde vatan; nimetlerini sunan, müşfik, besleyendir, yani ana dır. Baba, yani devlet ise koruyan, tehditleri bertaraf edendir. Batı devlet felsefesi ile Türk vatan ve devlet felsefesi nin en temel farkı belki de budur.
Askerlerin kışladan sivil alana geçmesi yasaktır. Bunun için de Roma’da sınır, İtalya’yı Galya’dan ayıran Rubicon Nehri’dir. Eğer askerler bu nehri geçerlerse bu hareket Roma Cumhuriyeti’nin kanunlarına karşı gelmek demektir ve cezası idamdır. Çünkü askeri ve sivil alan kesin bir çizgi ile ayrılmıştır. MÖ 49 yılında Rubicon’u geçen Julius Caesar, devletin rejimi olan Cumhuriyet’e başkaldırmış sayılmıştır. Askeri-sivil alan ayrımının olduğu yeri geçmek, devletin rejimine başkaldırı sayıldığından siyaset terminolojisine geri dönüşü olmayan nokta , köprüden önce son çıkış , okun yaydan çıkması anlamlarını karşılayan bir deyimine dönüşmüştür: Rubicon’u geçmek .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir