Hermann Hesse kitaplarından Hermann Lauscher kitap alıntıları sizlerle…
Hermann Lauscher Kitap Alıntıları
Senin için ciddi bir anlam taşımıyorsa, el sürme Tanrı’nın o değerli isimlerine ki Tanrı gazabını ruhunda tutuşturmasın!
Dinle, insanın içinde safra denilen bir şey vardır, zehirdir bu ve onsuz yaşanamaz, çünkü safra ateşli ruhları ele geçirir…
Ağrıyan gözlerimin arkasındaki katlanıp uçamayan düşüncelerin hafif, kepaze sıtmasını yatıştırabilirsem, ölümsüzlüğümden ne kadarını vermezdim ki.
Bir kral zincirlere vurulmuş
Yatar derin karanlıklarda
Yatar derin karanlıklarda
Dualar etmek isterdim sana diz çöküp
Ermişler önünde diz çöker gibi
Dualar etmek çılgın ve horlanmış
Sevgimle ve acılarımla dualar etmek!
Ermişler önünde diz çöker gibi
Dualar etmek çılgın ve horlanmış
Sevgimle ve acılarımla dualar etmek!
Mükemmellik
Seyrek gösterirsin yüzünü,
Ama bugün…
Seyrek gösterirsin yüzünü,
Ama bugün…
Acı kavrayış, kavrayışsızlıktan iyidir ve kim bir kez kendini gözlemleme ve itiraf etmenin tehlikeli yoluna girmişse, beklenmedik ve üzücü de olsa, sonuçlarına katlanmalıdır.
Ne zaman düşüncelere dalıp yaşam yolumu gerilere doğru izlersem, aklımdan çıkıp gitmiş binlerce günden dolayı hüzün duyuyorum.
Ah keşke eski yıllarımın o naif zevk düşkünlüğüne sahip olsaydım yine ! Kalbim eskisi gibi sarhoş, yerinden fırlayacakmış gibi atsaydı
Aç insan için bir lokma ekmek Büyük İskender’den daha değerlidir
Tanrım , ne olur hepimiz birbirimizi düşünsek ve birbirini düşünen bu görünmez , bu suskun topluluğun var olduğu duygusu hepimizin içinde yaşasa !
Ve avutulmaya muhtaç düşüncelerimi nereye yöneltsem , elim boş dönüyorum
İnsan yaşamındaki yetersizlik ve yoksunluklardan biri , çocukluğumuzun zamanla bize yabancılaşması ve oyun oynarken ellerden kayıp derin bir kuyudan içeri yuvarlanan bir hazine gibi unutulup gitmesidir
Kötü havanın da keyfine alıştığım gibi, bu hüzün ve umarsızlığın da keyfini çıkarıyorum artık.
Baharla ışıl ışıl ormanda yere uzanıp birkaç sayfa Goethe okuma özlemi duyuyorum.
Her yeni yenilgi ve tasanın ardından işitilen, insanın bilinçdışından koparılıp alınarak eza ve cefayla karşı karşıya bırakılmış ruhundan yükselen suçlayıcı ses.
Yaşam boyu bekleyiş ve hazırlanıştan sonra muradına eremeden ölecek olmanın korkusu!
Gel, ağla haydi! Ağlayabildiğimiz sürece işimiz bitik sayılmaz Belki de bizim en değerli varlığımız, bizim şiirimiz, bizim yolunu gözlediğimiz büyük ezgi bu gözyaşlarının ardındadır.
Ah, gerçek varlığımızın gün boyu dokunmuş süslü giysilerini sırtından çıkarıp atarak, hasta bir çocuk gibi bizi soru, rica ve sitem yağmuruna tuttuğu, bir türlü geçmek bilmeyen uzun geceler!
Uykusuzluk perisini tanır mısınız? Yalnızların yatağının başucunda oturan soluk yüzlü, uyanık periyi?
Her şey ölü. Nasıl da uyuyor bu insanlar!
Her şey gözüne başarısızlıkla sonuçlanmış bir komedi gibi göründü.
Hakkınızda bir dava açılmasını isteyeceğim. Geleceğin savcısının kıpırdandığını duyuyorum içimde. Öyle güzelsiniz ki, bu kadarı fazla. Yasal sınırların ötesine taşan bir güzelliğiniz var, bu güzelliğinizle hem sizi hem başkalarını mutsuz kılıyorsunuz. Kendinizi savunmaya kalkmayın! Benim o güzel iştahım nereye gitti? Ve o canım susuzluğum? Aklımda tek bir paragraf var artık, başlığı da Lulu. Dipnotu da şöyle: Ey dünyanın en güzel kadını, ey güzeller güzeli.
Senin de şimdi içinden her şeye ‘lanet olsun’ demek gelmiyor mu?
“Ne yararı olur ki?”
“Ne yararı olur ki?”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Genelde yaşanmaya değmez, çünkü amaçsız bir yaşamın tadı tuzu yoktur, amaçlı yaşam ise baş belasıdır.
Ne zaman düşüncelere dalıp yaşam yolumu gerilere doğru izlersem, aklımdan çıkıp gitmiş binlerce günden dolayı hafif bir hüzün çullanıyor üstüme.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Acı kavrayış, kavrayışsızlıktan iyidir ve kim bir kez kendini gözlemleme ve itiraf etmenin tehlikeli yoluna girmişse, beklenmedik ve üzücü olsa da, sonuçlarına katlanmalıdır.
Acı kavrayış, kavrayışsızlıktan iyidir ve kim bir kez kendini gözlemleme ve itiraf etmenin tehlikeli yoluna girmişse, beklenmedik ve üzücü de olsa, sonuçlarına katlanmalıdır.
Acı kavrayış, kavrayışsızlıktan iyidir ve kim bir kez kendini gözlemleme ve itiraf etmenin tehlikeli yoluna girmişse, beklenmedik ve üzücü de olsa, sonuçlarına katlanmalıdır.
Her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım
Söz konusu güç ve güzellikler de boyalı,sevimli bir perde üzerine yansıyan görüntülerdir yalnız,oysa asıl yaşam,gerçek yaşam bu perdenin arkasındadır.
Hâlâ içimde çocukluğumdan bir parça yaşamını sürdürüyor ve yine bir yol kendi gibileriyle çene çalmak, doya doya boşboğazlık etmek istiyor.
Yeniden doğuş yoluna ciddi bir niyetle çıkmamışsan, duadaki öngörülmüş sözcükler dökülmesin ağzından. Yoksa onlar Tanrı’nın mahkemesine dönüşür yargılar seni.
Bütün günleri bir bohem yaşamı sürdürerek geçirmek hiçte hoş değil.
Öyle bir dünya ki, en hamarat okurun en uzun ömrü bile binde birini anlamaya yetmez.
Mükemmellik
Seyrek gösterirsin yüzünü
Ama bugün!
Seyrek gösterirsin yüzünü
Ama bugün!
Ama kültürle bilim birbirinden ayrı şeylerdir.Benim demek istediğim tehlike, okumalarla yavaş yavaş içine sürüklendiğimiz bilinçlilik durumudur. Her şey düşünce konusu yapılsın, her şey anlaşılsın, her şey ölçü ve tartıya vurulsun isteniyor.
Özlediğim yeni bir şey yazmaktan çok buram buram, taptaze bir yaşam sürmektir.
Sevgi mi? Bilmem. Bir isimden başka birşey değildir sevgi ve bende yumuşacık akıp giden lirizimdir, duygusallığın özel bir biçimi olarak zaman zaman gelip çullanır üzerime, insanı güçsüz düşürdüğü kadar tatlı.
Biliyorum en güzel şey dünyada,
İlkbahardır ve sevgi.
İlkbahardır ve sevgi.
Elin nasıl da okşamasını biliyor! Beni okşarken elinin bütün yaşamöyküsünü, biçim ve jestinin soylu kültürünü duyumsuyorum!
Bütün bu acıları sensiz çekmenin, sensiz yaşamanın, bir hiç için üstlenmenin nasıl birşey olacağını bana düşündürme! Beni sevdiğinii söyle, yatağımın başucunda oturduğunu ve acılarımı paylaştığını söyle
Ve gün gelip beyaz ve suskun uzanmış yatacağım! Tatsız törenlerle bir tabut içinde ıslak ve dar bir mezara gömüleceğim. Ardından eş dost, günün olayları üzerine konuşa konuşa çekip gidecek!
Bir saniye, bir dakika daha, bir daha ardından, böylece kısa kısacık yaşamımdan damlalar birbiri ardından yabancı ve durdurulamaz, önümden akıp gidiyor. Ateş gibi yanan ellerimin altından böyle kaç saat akıp gitti? Belki bin, belki on bin. Geçip gitti hepsi bundan böyle insana ne mutluluk armağan edebilirler ne de mutsuzluk; yaşanmamış saatlerdir bunlar, yine de yaşamam öngörülen zamandan çekilip alınmış.
Bu uyanık solgun alın gerisinde anlaşılmamış bir yaşamın işe yaramayan alevlerle yanıp söndüğünü görmüyor musun? Geceyi görmüyor musun, tıpkı şimdiki gibi ancak biraz daha soluk biraz daha sessiz
Yaşam uyuyan birinin uykusundan kıpırdanmasına benzer; küçük bir dalganın kabarışı, yarı uyanık birinin dili diline dolaşarak konuşması gibidir ve yaşamaya pek değmez.
Sözlerin aracılığını gerektirmeksizin geceye bürünmüş pek çok kilometrelik uzaklıkları aşıp birbirimize yaşamımızı, acılarımızı ve umutlarımızı anlatabilirdik
Sizler de benim gibi acı çekiyorsunuz, iri iri açılmış gözlerinizle karanlıkta görünmeyen kişileri arıyorsunuz, kaskatı göz kapaklarınızı yumar yummaz acılar çullanıyor üzerinize.
Bir vakit içimi şenlendiren ne varsa gözlerim görmez oldu artık, sıcaklığını yitirdi
Ağlayabildiğimiz sürece işimiz bitik sayılmaz.
Sonbahar bu, gençliğin önlenemeyen uçup gidişinin son titrek uyarısı. Benim gözlerimde de okuyabilirsin gençliğin bu kaçıp gidişini; alnımda da, ellerimde de İçimde de bunun hıçkıran acılı duygu bağırıp duruyor. Henüz pek erken! Henüz pek erken!
Ama neşeliydik biz çok zaman önce
Sen de, ben de bir arpın kopmuş tellerinin eksikliğini duyumsuyoruz. Arpın sesi yine eskisi gibi yankılanıyor, ne var ki ezgi kırık tellerden sesini duyurmaya kalktı mı, insanın yüreğini daraltan boş bir suskunluk bütün ezgiyi ortadan ikiye biçiyor
Dualar etmek isterdim sana diz çöküp
Ermişler önünde diz çöker gibi
Dualar etmek çılgın ve horlanmış
Sevgimle ve acılarımla dua etmek!
Ermişler önünde diz çöker gibi
Dualar etmek çılgın ve horlanmış
Sevgimle ve acılarımla dua etmek!
Ve gün gelip beyaz ve suskun uzanmış yatacağım! Tatsız törenlerle bir tabut içinde ıslak ve dar bir mezara gömüleceğim. Ardından eş dost, günün olayları üzerine konuşa konuşa çekip gidecek. Belki bir vaiz mezarın başında berbat bir dille Yehova’nın zaman ve sonsuzlukla ilgili öğretisinden söz açacak. Bir şairin mezarı başında!
Bu geceden daha fazla konuşmak istemiyorum. Söz konusu geceden sonra biliyorum ki, yaşam uyuyan birinin uykusunda kıpırdanmasına benzer; küçük bir dalganın kabarışı, yarı uyanık birinin dili diline dolaşarak konuşması gibidir ve yaşanmaya pek değmez.
Gel, ağla haydi! Sonbahar bu, gençliğin gidişinin önelenemeyen son titrek uyarısı. BEnim gözlerimde de okuyabilirsin gençliğin bu kaçıp gidişini; alnımda da, ellerimde de yazılı bu kaçış, senin ellerindekinden daha derinlerde. İçimde bunun hıçkıran acılı duygusu bağırıp duruyor. Henüz pek erken! Henüz pek erken!
Öykümün okunmadan kalmış sonu o masal çeşmesinin içine düştü ve bizim bütün iyi yürekli perilerimiz gözyaşı dökmeye başladı, hâlâ da döküp duruyor.
Ah, gerçek varlığımızın gün boyu dokunmuş, süslü giysilerini sırtından çıkarıp atarak, hasta bir çocuk gibi bizi soru, rica ve sitem yağmuruna tuttuğu, bir türlü geçmek bilmeyen uzun geceler! Ah, yaşamımızın bizi kendi kendimize ve hayatın gizli yasalarına karşı.
Uykusuzluk perisini tanır mısınız? Yalnızların yatağının başucunda oturan soluk yüzlü, uyanık periyi?
Eğilmek isterdim yerlere kadar
Çıkarıp önünde başımdan şapkamı
Ve ezgiler çalmak sana kemanımla
Gül kırmızısı ezgiler, kan kırmızısı.
Çıkarıp önünde başımdan şapkamı
Ve ezgiler çalmak sana kemanımla
Gül kırmızısı ezgiler, kan kırmızısı.
Eğilmek isterdim önünde
Prensesler önünde eğilir gibi
Ve süslemek güllerle seni
Kan kırmızısı güllerle.
Dualar etmek isterdim sana diz çöküp
Ermişler önünde diz çöker gibi
Dualar etmek çılgın ve horlanmış
Sevgimle ve acılarımla dualar etmek!
Söz konusu gerçek, ayrıca yaşam sanatının çile çekmeyi ve gülmeyi öğrenmeden oluştuğu gerçeği, onun küçük ve sade ruhuna gösterişten uzak ve derin bir şekilde kazınmıştı.
Doğru söyledin. Boş ver şiirlere! İçim altınla, gümüşle, saraylar ve masallarla dolup taşarken, sizinle burada oturup şarap içmem, sizin o çaresizlik okunan suratlarınızı seyretmem, işte sana mizah. Neden bu bohem hayatını yaşar,içkiden başınızı kaldırmazsınız?Sonunda bir sınava girip birazcık paraya, ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirecek küçük bir işe kavuşmak için mi? Neden? Çünkü böyle bir şey için yaşamaya değmeyeceğini anlıyorsunuz da ondan. Peki ben? Şairlerin mavi gökyüzünü, hayalimdeki bir ülkeyi, paletimdeki bir boyayı, lirimdeki bir teli, birazcık sanatı, ünü, birazcık sonsuzluğu içkiyle yudumlayıp duruyorum. Neden? Bütün bunlar için yaşanmaya değmez de ondan. Zaten genelde yaşanmaya değmez, çünkü amaçsız bir yaşamın tadı tuzu yoktur, amaçlı yaşam ise baş belasıdır.
Tehlike, okumalarla yavaş yavaş içine sürüklendiğimiz bilinçlilik durumudur. Her şey düşünce konusu yapılsın, her şey anlaşılsın, her şey ölçü ve tartıya vurulsun isteniyor. Testten geçiriliyor her şey, insanlar kendi kendilerini ölçüye vuruyor, kendi üzerinde deneylerde bulunuyor.
Herşey ölü. Nasıl da uyuyor bu insanlar böyle! Seninde içinden herşeye Lanet olsun demek gelmiyor mu?
Ne yararı olur ki!
Ne yararı olur ki!
Zaten genelde yaşamaya değmez, çünkü amaçsız bir yaşamın tadı tuzu yoktur, amaçlı yaşam ise başbelasıdır.
Tüm dağlar tepeler
Huzurla dolu,
Ufacık bir çıtırtı bile
İşitilmez oldu.
Sustu kuşlar ormanda,
Bekle çok sürmez
Kavuşursun sen de huzura
Huzurla dolu,
Ufacık bir çıtırtı bile
İşitilmez oldu.
Sustu kuşlar ormanda,
Bekle çok sürmez
Kavuşursun sen de huzura
Çocuk ruhunu biraz tanıyan ve bu ruhtaki narinliği hiç değilse ilerdeki yaşlarda da kendisinde koruyabilmiş kimse bir çocuğun ne çok acılar çekebileceğini bilir.
Bu eğitim yuvarlarındaki çarpıklıklardan hoşlanmıyorum!
Okuldaki yaşam dünyanın küçük ölçekli bir örneğini oluşturur, okulda gerçek yaşamın yasa ve ölçüleri sesini duyurur, okulda çaba ve mutsuzluk, çatışma ve kişilik bilinci, yetersizlik ve çelişki, savaş ve kollayıp gözetme günlerin bitip tükenmeyen dolaşımı görünür sahnede.