İçeriğe geç

Herkes Evine Dönmek İster Kitap Alıntıları – Tuba Karacan

Tuba Karacan kitaplarından Herkes Evine Dönmek İster kitap alıntıları sizlerle…

Herkes Evine Dönmek İster Kitap Alıntıları

Sevgi, biz verdikçe çoğalan ve sonunda dönüp yine bizi saran, iyileştiren, dönüştüren bir deneyimdir.
Travmalar asla iki kişi arasında yaşanmaz; orada mutlaka şahitler de vardır ve onların ne yaptığı, en az olayın kendisi kadar kurbanda iz bırakır.
İnsan başına gelenlerin hikâyesini anlatmanın bir yolunu bulamadığında susar, o noktadan sonra konuşan hikâyesidir.
Ne kadar çok konuşursak konuşalım söylenmeyenler adında kendimize sakladığımız bir dünyanın daima olacağını unutuyoruz.
Karnım ağrıyor demek, ruhum acıyor demekten daha kolay olduğu için insanlar duygusal yaralarını fiziksel hastalıklara dönüştürüyor.
Birine gerçekten tutulmamış, yoksunluğunu iliklerine kadar hissetmemiş biri vazgeçmenin, her istediğini elde edememenin, sabretmenin erdemlerine sahip olamaz.
Narsistler sanıldığı gibi kendilerini sevmezler, aksine sevemedikleri için narsist olurlar.
Bazı insanların hiç sorun yaşamadığını düşünmek, başka türlü bir hayatımız olsaydı daha mutlu olurduk fikrine kanıt olsun diye uydurduğumuz bir şeydir.
İnsan, yalnız kalmaktan korktuğu için aşkı, sevgiyi, nefreti, aileyi icat etmiş olabilir. Sanatı da

– Melih Cevdet Anday

Ne vakit babamın yokluğuna gitsem
Babam bana bir şey diyor.
Diyorum ki, bir yerdeyim ben baba
Bir gökte. Gökte gece var, ay var,
Sen de varsın. Ama hercai bir şey sanıyor
İnsanlar beni böyle görünce.
Oysa benim karnımda bir zehir var.
İçimde çok uzakta biri kalmış da
Onu çok özlemişim gibi bir zehir var.

– Birhan Keskin

Kusursuz annelik diye bir olgu yoktur, bu olsa olsa çocukların annelerini öyle görmek istemeleriyle ilgilidir.
İhtiyacımız olan tek şey olduğumuz halimizle kabul edilmeye ve sevilmeye layık olduğumuzu bilmektir.
İnsan yavrusunun ilk yurdu anne kucağıdır. Orada tutunamadığında hiçbir yerde, hiç kimseye kolay kolay tutunamaz. Bu yüzden bazılarımızın bir yeri olsa da yurdu hiç olmaz.
Çocukluk ihtiyaçları düzenli olarak karşılanmamış kişiler hayattan hep alacaklı olduklarını düşünürler.
Dünyaya bile bir dünya anne lazım.
– Didem Madak
Başucumuzda hayatımızı kayda alan bir kamera olsa, muhtemelen günün sonunda ortak anne babaların çocukları gibi davrandığımızı, replikleri ezberletilmiş sahne oyuncuları gibi benzer cümleler kurduğumuzu, duygularımızın bile ne kadar aynı olduğunu göreceğiz. Çünkü hepimiz yaralarımızla birbirimize çok benziyoruz.
Çocuklar ebeveynlerini hep iyi hatırlamak ister; ancak bazılarının, kendisini buna ikna edecek bir hatırası yoktur.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
En kötüsü de ne yaşarsak yaşayalım daima her şey yolundaymış gibi davranmamızın beklenmesidir.
Nerede yara almışsak iyileşmek için oraya geri dönmemiz gerekir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ev, doğduğumuz günden bugüne; anılarımızın, hatırlamak ve unutmak istediğimiz her şeyin mekânıdır.
Yolculuk, insanı önce sözsüz bırakır, sonra bir hikâye anlatıcısına dönüştürür.
-İbn Battuta
-Hepimiz kendi masumlarımızın zalimlerine dönüşebiliriz.
yaşadıklarımızı inkâr etmek, acıyı büyütüp ertelemekten başka bir işe yaramaz
Bugün geldiğimiz noktada kimliğin tek bir tanımını yapamadığımız gibi, kimliği oluşturan tek bir dinamikten de söz edemeyiz. Doğduğumuz aile ya da içinde yaşadığımız toplum kimliğimizi kati olarak şekillendirmekten gittikçe uzaklaşıyor. İletişim imkânlarının bugün geldiği noktada değerler sistemi dâhil pek çok unsur, bedenen nerede olduklarını bilemediğimiz ancak varlıklarını her yerde hissettiğimiz, hepimizi birbirimize benzer hale getirmeye niyetli güç sahiplerince belirleniyor.
İnsan sevilmeyi arzuladığı kadar, acısının ve kederinin hissedilip şefkatle paylaşılmasını da ister.
Bir ilişkide tartışma varsa bireyler kendi kimliklerine sahip çıkıyor demektir. Bir ilişkide alınganlık varsa bireyler birbirlerini önemsiyor, umursuyordur. Hatalar ve özürler varsa o ilişkide hayat var, duygu var, canlılık var demektir.
Her eve dönüş aynı zamanda bir iyileşme çabasıdır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Kişi kendini yapar, bozar, dağıtır, yıkar, kırar: Sonra, yeniden kurar
Önemli olan, kişinin kendini başlangıçtan kurmuş olması değil, baştan kurabilmesidir.
En çok en sevdiklerimizin parmak izleri vardır yaralarımızda ve yine en çok en sevdiklerimizin şefkati bizi iyileştirir.
Nereye gittiysem bir şairin benden önce oraya uğramış olduğunu gördüm.
Bazı kişiler sevgide işgal edilmekten o kadar korkar ki sırf bu yüzden sevgi gösteren biri karşısında telaşa kapılıp kaçar.
Onun için dediğiniz her davranışın kendimize hizmet eden bir yana vardır. Kendimizde olanla yüzleşmekten kaçmanın en garanti yolu diğerleriyle uğraşmaktır.
Bir arada bulunması mümkün olmayan iki şey: özgürlük ve aşk.
Aşk, nefrete sevgiden daha yakındır.
Insan yavrusunun ilk yurdu anne kucağıdır. Orada tutunamadığında hiçbir yerde, hiç kimseye kolay kolay tutunamaz. Bu yüzden bazılarımızın bir yeri olsa da yurdu hiç olmaz.
Hayatın bir kuralı vardır: Kaçtığımız şeylere yakalanırız.
Kadının, modern dünyanın beklentilerine göre haraket ettiği takdirde mutlu olacağına inanmak yine kadını yok saymak anlamına gelmez mi?
Hepimiz yaralarımızla birbirimize çok benziyoruz.
Biriyle çok yakın olduğumuzda ruhumuzdaki yarıkları görecek ve bizi sevmekten vazgeçecek diye etrafımıza duvarlar öreriz.
Hayata ne tastamam geliyoruz ne de tekamüle giden yol güllerle kaplı.
Birine öfkelenme özgürlüğümüz yoksa onu sevemeyiz
Çocukluğunda sevgisiz bırakılmanın yasını tutamayan bir insanın yaşamı yanılsamalardan ibarettir.
Anne babaların çocuk dünyaya getirirkenki niyetlerinin; onları korumak, bakımlarını sağlamak, ruhlarını olgunlaştıracak yolda onlara sevgiyle eşlik etmek olduğuna inanmak isteriz. Ancak ailelerin çok azı böyle bir farkındalığa erişebilir ve bu bilinci sürdürebilir. Geneli, karı koca olduktan sonra kendilerinden beklenen görevi yerine getirme ve toplumsal statü elde etme refleksiyle ebeveyn olur.
Tüm iyi ve kötü hatıraların bir mekânı vardır. İnsanlar mekânlara kendilerinin şekil verdiğini zannetseler de aslında mekânlar insanların duygu ve düşüncelerini biçimlendirir. Ev, doğduğumuz günden bugüne; anılarımızın, hatırlamak ve unutmak istediğimiz her şeyin mekânıdır.
Babaları ile sağlıklı ilişki kurabilmis erkek çocuklar,hayatları boyunca çok kıymetli bir hazineye sahip olur.
Çocuk psikiyatrisi ve kuramcı Winnicott’un kavramlaştırdigi yeterince iyi anne; çocuğun ihtiyaçlarını karşılamaya istekli, ne ihmal edici ne aşırı koruyucu, asla mükemmel olmaya çalışmayan ama elinden gelenin en iyisini yapan annedir
Anne ile kurulan bağ çocuğun dünyasında genetik miras kadar önemlidir
İnsan yavrusunu ilk yurdu anne kucağıdir. Orada tutunamadığında hiçbir yerde, hiç kimseye kolay kolay tutunamaz. Bu yüzden bazılarımızın bir yeri olsa da yurdu hiç olmaz.
Anne çocuğun elinden, ruhundan, benliğinden tuttuğunda çocuk da tutulmaya değer biri olduğunu içselleştirir ve hayatı boyunca tutunacak kişiler, yurtlar edinebilir.
Usta psikoterapist İrvin D. Yalom, insanlar gerçekten ilgilendikleri birinin gözlerinde kendilerinin sevilen hayalini görürlerse kendilerini severler,der.
Eve dönüş bir iyileşme çabasıdır.
Ev içine doğduğumuz ilk evrendir. Dünyadaki ilk döşeğimiz, uykumuz ve rüyamız
En sağlam ilişkiler, birbiri olmadan da yaşayabilecek, ama bunu istemeyen iki kişi arasında kurulur.
İstediğimiz kadar aile sınırlarımızı aşmış olalım, zaman zaman hepimizin zihninde “kadın dediğin” diye başlayan cümleler yankılanır.
Ne var ki anneliği arzulamak iyi anne olmanın garantisi değildir.
Ebeveynlerimiz çocuk sahibi olmaya hazır hissedip hissetmediklerini düşünmeden anne baba oldu.
Hayatımızda en çok iz bırakan olaylar, doğduğumuz evde yaşanır.
İnsanlar mekânlara kendilerinin şekil verdiğini zannetseler de aslında mekânlar insanların duygu ve düşüncelerini biçimlendirir.
Eğer senden iki tane varsa daha dayanıklı olursun. Partnerin en büyük yararı yoldaşın olması. Ve tabii akıl sağlığını korumak. Bazen kontrol edilemez zayıflıkların ortaya çıktığında, yanında seni kendine getirecek birinin olmasına ihtiyaç duyarsın. Aile bunun içindir. Aile ortamı, yaşamı dengeler. Seni ve çevreyi delirtmeyecek çocuklar yetiştirmeni kolaylaştırır. Unutma; romantizmin amacı ömür boyu mutluluk değildir.
Aşk bizi iyileştirmez, yaralarımızı iyileştirecek olan sevgidir ancak neyi iyileştirmemiz gerektiğini aşk sayesinde öğreniriz.
Aşkta hem sevgiyi hem nefreti aynı yoğunlukta yaşarız. Bu yüzden en çok en sevdiklerimize kızarız. Sevginin derinliği aynı zamanda nefretin derinliğine işarettir.
Karnım ağrıyor demek, ruhum acıyor demekten daha kolay olduğu için insanlar duygusal yaralarını fiziksel hastalıklara dönüştürüyor.
Bağlanmayan birini zorla kendine bağlamaya çalışmak da en az manipülasyonun kendisi kadar patolojiktir. İlişkiye emek vermekle sonu başından belli acılara katlanmayı seçmek aynı sey değildir. İçimizdeki mazoşist çekirdeği beslemeyi sevgi, emek, fedakarlık olarak adlandırırsak o zaman bu sözcüklerin içini boşaltmış oluruz. Dahası bir süre sonra kendi iyiliklerimizden vazgeçer kötü olmayı isteriz. Böylesi bir ruh hali kendimizi kurban gibi hissetmemize neden olur. Mağduriyet psikolojisine gireriz ki bu insanı yapabileceklerini görmekten alıkoyan ve ruhunu çürüten bir konfor alanıdır.
Aşk bize her istediğimizi sunma vaadiyle gelse de çoğu zaman getirdiği kendi arazlarımızdır. Bu yüzden biten her aşk insanı yaralar, önce ona yaralarını gösterir sonra da öylece bırakır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi aşkın işaret ettiğini iyileştirecek olan sevgidir.
Narsistlerin ruhu delik olur. İçlerine aldıkları her şey tekrar dışarı sızar ve onları daha da doyumsuz biri yapar.
İçsel iyileşme için gerekli olan, kişinin kederini yaşayıp bir süre sonra suçluluk duygusundan kurtulması ve yaşadığı travmatik ilişkinin kendi payına düşen kısmıyla yüzleşmesidir.
Bir sorunun etrafından dolaşamayız, içinden geçmek zorundayız. Hep aynı yerde takılıyor olmak hayatın bize “Acıda kal ve kapasiteni genişlet, başka türlü iyileşemezsin!” deme biçimidir.
Karnım ağrıyor demek, ruhum acıyor demekten daha kolay olduğu için insanlar duygusal yaralarını fiziksel hastalıklara dönüştürüyor.
Dünyaya gelmesine sebep olduğumuz, elimizle şekil verdiğimiz çocuklarımız üzerindeki tahamkümümüz bile en fazla on yılken, bir yetişkini, kendi arzu etmedikleri değiştirmenin mümkün olmadığını anlamalıyız.
Narsistlerin ruhu delik olur. İçlerine aldıkları her şey tekrar dışarı sızar ve bu onları daha da doyumsuz biri yapar. Aslında yaraları çok derindedir. Kendiyle fazlaca meşgul olan annelerinin dikkatini bir türlü çekemedikleri ve çocukluktan çıkmalarına destek olamamış bir babayla büyüdükleri için hastalanırlar. Güçlü bir bencillik hasta olmaya karşı bir savunmadır, der Freud, son aşamada hasta olmamak için sevmeye başlamamız gerekir.
Varlığımız bir ötekinin varlığında kaybolduğunda, bize ait ne kadar iyi varsa ötekiyle birlikte gider. Yeteneklerimizin, başarılarımızın, gücümüzün, iyi yanlarımızın tümünü yitirmiş hatta bunlara hiç sahip olmamış gibi hissederiz.
Değerlerimizle, görüp öğrendiklerimizle şekillenen kişiliğimiz; aile içi ilişkilerin düzenlenmesinde rollerimizden çok daha belirleyicidir. Bir erkeğin bulaşık yıkaması kişiliğinden bir parça götürmediği gibi aksine çocuklarıyla ilgilenmek o erkeği çok daha şefkatli bir insan yapabilir.
Aile içinde birlikte yaşamayı kolaylaştıracak bakış açıları ve çözümler getirmediğimiz hiçbir metin kendinden öncekileri tekrar etmekten öteye gidemez.
İncinmekten korktuğumuzda o kristal adamı dinlemeli:
“Evet küçük Amelie. Senin kemiklerin camdan değil, hayattan darbe alabilirsin. Ama bu şansı kaçırırsan eğer, senin kalbin de benim iskeletim kadar kuru ve kırılgan hale gelecek. Haydi! Ne bekliyorsun? Tanrı aşkına!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir