Joseph Conrad kitaplarından Heart Of Darkness kitap alıntıları sizlerle…
Heart Of Darkness Kitap Alıntıları
Dünya sizin için sadece geçici bir bekleme noktasıdır.
Burada hiçbir insanda yaşam tılsımı yoktur.
Bildiğiniz gibi yalandan nefret eder, tiksinirim ve tahammül edemem.
Dikkatinizi bu gibi şeylere, sırf yüzeysel olaylara yoğunlaştırdığınızda, gerçeklik-anlatabiliyor muyum, gerçeklik- uçup gidiyor. Neyse ki, içimizdeki gerçeklik gizlidir. Gelgelelim ben bunu hissettim; sık sık, sinsi ve muzipçe davranışlarımı izlediğini hissettim o esrarengiz dinginliğin; tıpkı sizin – ne derler?- taklası üç kuruşluk ip cambazı numaralarınızı izlediği gibi.
Hayır, çalışmaktan hazzetmem. Tembellik edip yapılacak güzel şeylerin hayalini kurmayı yeğlerim. Sevmem çalışmayı -hiçkimse sevmez- fakat işin içerdiği şeyi, kendinizi o işte bulma şansını severim. Başka hiçkimsenin asla bilemeyeceği, kendi gerçekliğinizi başkaları için değil, kendiniz için kendinizi bulma şansı. Başkaları sadece bir dışavurumu izleyebilir ama asla ne anlama geldiğini söyleyemezler.
Bildiğiniz gibi yalandan nefret eder, tiksinirim ve tahammül edemem. Geri kalanlardan daha düzgün biri olduğumdan değil, sadece yalan beni korkuttuğu için. Yalanda pis bir ölüm kokusu vardır. Dünyada en tiksindiğim, en unutmak istediğim şey de budur. Çürümüş bir şeyi ısırmış gibi midemi bulandırıp kötü hissettiren bir şey. Yaradılış meselesi herhalde.
Bu dünyada bir adamın at çalmasına göz yumulup ötekinin yulara dahi bakmasına izin verilmemesinde bir hikmet vardır mutlaka. Git kafana göre at çal. Pekala. Becerdi bu işi. Ata binmesini de biliyordu belki. Ama o yulara bakışın, en merhametli azizleri bile isyan ettirip at hırsızına tekmeyi bastıracak bir yanı vardır.
“…kalbinin çorak karanlığını belagatin ihtişamlı kıvrımlı arasında saklamak..”
”Rüyadaymış gibi yaşıyoruz, tek başına ”
Böyle bir hayatın nasıl yıprattığını bilemezsin.
“İnsan bazen böyle şimşek çakmış gibi kavrayıverir her şeyi.”
“Nasıl rüya görüyorsak öyle yaşarız- bir başımıza…”
“ Hiçbir şeyi sıfırdan kuramazdı, ancak rutini devam ettirebilirdi.”
Dünya, dünyalığından çıkmış gibiydi.
Çalışmayı hiç sevmem -zaten hiç kimse sevmez- ama çalışmanın insana kendini bulma şansı vermesini severim. Kendi gerçekliğini -başkaları için değil, kendisi için- başkalarının asla bilemeyeceği şeyleri keşfetmek için. Diğerleri sadece işin gösteri kısmını izleyebilir ama gördükleri şeyin gerçek anlamını asla bilemezler.
Cahil milyonları kaba yaşamlarından kurtarmak tan o kadar çok söz etti ki, sonunda dayanamadım. Araya girip şirketin amacının kar etmek olduğunu ima etmeye çalıştım.
“Rüyaymış gibi yaşıyoruz -tek başına…”
Bildiğiniz gibi yalandan nefret eder, tiksinirim ve tahammül edemem.
“..çünkü senin güçlülüğün sadece diğerlerinin zayıflığından doğan bir tesadüftür aslında.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Yalanlarda bir ölüm hissi, bir ölümlülük tadı vardır – hayatta en çok nefret ettiğim ve tiksindiğim, unutmak istediğim şeydir bu. Yalan bana acı çektirir, midemi bulandırır, sanki çürük bir şeyi ısırmışım gibi gelir. Mizaç meselesi herhalde.”
“…beklenmedik olan sonradan algılanır.”
-Çünkü siz badanalı kabirlere benzersiniz ki,dıştan güzel görünürler, fakat içten ölü kemikleri ve her türlü mundarlıkla doludurlar.
Kibabı Mukaddes Matta (23:27)
Adalet istiyordu yalnızca. Yalnızca adalet!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Deşilmez bir karanlıktı onunki. Güneşin hiç değmediği bir uçurumun dibinde yatan bir adama bakar gibi baktım ona.
Her bünyenin bozguna uğrayıp çöktüğü bir yerde bozulmayan sağlık başlı başına bir güçtür.
Güneşte kalmaktan ziyade asabiyetten sakının
Yabani ve görkemliydi, vahşi bakışlı ve fevkaladeydi; kadının bu temkinli yürüyüşünde tekinsiz ve heybetli bir şeyler vardı.
Gençliğin cazibesi her şeyi, o rengarenk partallarını, yoksunluğunu, yalnızlığını, beyhude gezintilerinin özünde yatan terk edilmişliği sarıp sarmalamıştı.
Hiçbir korku açlık karşısında dayanamaz, açlığı giderecek bir sabır yoktur, açlığın olduğu yerde tiksinti filan kalmaz; hurafelere, inançlara ve tabiri caizse prensiplere gelince, bunlar bir meltemle bile saman çöpü gibi uçar gider.
İnsan zihni her şeye kadirdir; çünkü her şey insanın zihnindedir, tüm gelecek ve tüm geçmiş.
Emin olun, kitabı okumayı bırakmak, eski ve sağlam bir dostluğun sığınağından ayrılmak gibiydi.
bana öyle geldi ki işaret parmağımla gövdesini şöyle bir dürtsem içinde cıvık çamurdan başka hiçbir şey olmadığını fark edecektim.
İnsanların ona itaat etmesini sağlayabiliyordu ama ne sevgi ne korku uyandırıyordu, hatta saygı bile uyandırmıyordu.
Bir keresinde silahlı ve uzun boylu Zanzibarlılara komuta eden, üniformasının düğmeleri açık bir beyaz adamın kampı çıktı yolumuza; çok konuksever ve neşeliydi, çok da sarhoş.
Yolun güvenliği ve bakımından sorumlu olduğunu söyledi. Herhangi bir yol ya da bakım gördüğümü söyleyemem, yani üç mil sonra ayağımın takıldığı ve alnında kurşun deliği bulunan orta yaşlı siyahın cesedi kalıcı bir imar faaliyeti sayılmıyorsa.
Yolun güvenliği ve bakımından sorumlu olduğunu söyledi. Herhangi bir yol ya da bakım gördüğümü söyleyemem, yani üç mil sonra ayağımın takıldığı ve alnında kurşun deliği bulunan orta yaşlı siyahın cesedi kalıcı bir imar faaliyeti sayılmıyorsa.
Yavaş yavaş ölüyorlardı, bu çok açıktı. Düşman değillerdi, suçlu değillerdi, artık dünyevi hiçbir şey değillerdi; yeşilimsi karanlığın içinde karmakarışık uzanmış hasta ve aç kara gölgelerden ibaretti bunlar.
Soytarıca isimleri olan, aşırı ısıtılmış bir mezar odasının durgun ve topraksı atmosferinde ölüm ile ticaretin neşeyle dans ettiği başka yerlere de uğradık
Sahile vuran dalgaların zaman zaman duyulan sesi ise iyi geliyor, kardeşim konuşuyormuş gibi rahatlatıyordu beni.
Yalanda pis bir ölüm kokusu vardır.
“Düşman değillerdi; suçlu değillerdi; onlar, bu dünyaya ait olmaktan uzak, yeşilimsi bir loşluk içinde allak bullak olmuş halde yatan, hastalıklı kara gölgelerden başka bir şey değillerdi.”
Gemiyle geçerken kıyıyı seyretmek tıpkı bir muammayı çözmeye çalışmak gibidir. Tam karşında duruyordur – gülümser, kaş çatar, davet eder, ihtişamlıdır, adidir, tatsızdır ya da vahşidir ve daima suskunluk içindeyken hep fısıldar gibidir: Gel de keşfet bakalım.
Kadınların gerçekten bu denli bihaber olmaları ne tuhaf! Kendilerine ait bir dünyada yaşıyorlar; daha önce asla böyle bir dünya olmadı ve asla da olamaz. Her şey ne kadar da tozpembe ve şayet böyle bir dünya kurabilselerdi, daha ilk günbatımını görmeden dağılır giderdi. Dünyanın kurulduğu günden beri biz erkeklerin hiç şikâyet etmeden birlikte yaşamaya alıştığı bazı kahrolası gerçekler kadınların dünyasını tepetaklak ederdi.”
Hey Tanrım! Bir paralık düdük takılmış iki buçuk kuruşluk bir buharlı nehir teknesinin başına geçecektim altı üstü!