İçeriğe geç

Hayvan Özgürleşmesi Kitap Alıntıları – Peter Singer

Peter Singer kitaplarından Hayvan Özgürleşmesi kitap alıntıları sizlerle…

Hayvan Özgürleşmesi Kitap Alıntıları

Gıda üretmek için hayvan yetiştirmeyi ve öldürmeyi bırakırsak, insanların
tüketebileceği gıda miktarı o kadar artar ki, bu gıdanın
düzgün dağıtılması halinde, gezegenimizde açlık ve yetersiz beslenme
sorunu diye bir şey kalmaz. Hayvan Özgürleşmesi aynı zamanda
insanların özgürleşmesidir.
Alışkanlık. Hayvan Özgürleşmesi hareketinin karşısındaki son
engel de bu. Sadece yemek konusundaki alışkanlıkların değil, düşünce
ve dil alışkanlıklarının da sorgulanması ve değiştirilmesi gerekiyor.
Düşünce alışkanlıkları, hayvanların karşılaştığı gaddarlıkları
gündeme getirmenin hayvanseverlere özgü , duygusal şeyler
diye bir kenara itilmesine ya da en azından insanların sorunlarıyla
karşılaştırıldığında aklı başında bir insanın zamanını ve dikkatini
vermesine değmeyecek kadar önemsiz kaldığının düşünülmesine
yol açıyor. Bu da bir önyargı; bir sorunun boyutunu incelemek için
zaman ayırmadığınız sürece o sorunun önemsiz olup olmadığına
nasıl karar verebilirsiniz ki?
Bir grubun baskıya
karşı sesini yükseltme ve örgütlenme gücü ne kadar azsa baskıya
maruz kalma ihtimali de o kadar güçlüdür.
Zalimler arasına sokulmak istemiyorsak,
başka gruplara karşı takındığımız bütün yaklaşımları
-en temel yaklaşımlarımız da dahil olmak üzere- gözden geçirmeliyiz.
Yaklaşımlarımızı, bu yaklaşımlardan ya da bunların sonucu
olan uygulamalardan zarar görenlerin gözüyle değerlendirmeliyiz.
Bu alışılmadık zihinsel geçişi yapmayı başarabilirsek, yaklaşımlarımızda
ve uygulamalarımızda daima belli bir grubun -genellikle
de ait olduğumuz grubun- lehine ve başka bir grubun aleyhine işleyen
bir yapının varlığını keşfedebiliriz. Böylece yeni bir özgürleşme
hareketi için uygun zeminin var olduğunu görürüz.
Bu meselelerle ilgilenen birinin bir hayvansever
olması gerektiğini varsaymak bile, başlı başına, insanlara uyguladığımız
ahlaksal ölçütleri diğer hayvanlara da uygulamamız
gerekip gerekemediği sorusunun, bu varsayımı yapan kişinin aklının
ucundan bile geçmediğini gösterir. Muhaliflerini zenci sevenler
diye karalamaya kalkan ırkçılar dışında hiç kimse, kötü muamele
gören azınlıktaki ırklar için eşitlik isteyen birinin bu azınlıkları sevmesi
ya da onları hoş veya şirin bulması gerektiğini düşünmez. O
halde, hayvanların içinde bulunduğu koşulları iyileştirmek için çaba
gösteren insanlar hakkında niye böyle bir varsayımda bulunalım?
Bizim asıl ilgi duyduğumuz şeyin acı ve mutsuzluğu sona erdirmek
olduğunu, ayrımcılığa karşı olduğumuzu, kendi türümüzün
üyesi olmasa bile başka bir varlığa gereksiz yere acı çektirmenin
yanlış olduğunu düşündüğümüzü, hayvanların insanlar tarafından
acımasızca ve gaddarca sömürülmekte olduğuna inandığımızı ve
bu durumun değişmesini istediğimizi anlatmaya çalıştık. Yoksa
hayvanlara özel bir ilgi duymuyorduk. İkinizin de, birçok insanın
aksine, kedilere, köpeklere ya da atlara öyle aşırı bir düşkünlüğümüz
yoktu. Biz hayvanları sevmiyorduk . Biz sadece onlara,
gerçekte oldukları gibi, hissetme yetisine sahip bağımsız varlıklar
olarak davranılmasını istiyorduk; vücudunun bir kısmı o sırada ev
sahibemizin sandviçlerinde bulunan domuz gibi, insanların amaçlarına
hizmet eden araçlar olarak değil.
Türcülük, araştırmacılar üzerinde deney yaptıkları hayvanları yaşayan acı çeken varlıklar olarak değil, cihazlar, laboratuvar araçları olarak görme fırsatı veriyor.
Korneanın ya da gözün iç bölgesine içsel olarak zedelenmesine bağlı tam görme kaybı. Hayvan sürekli gözlerini kapatıyor. Bazen çığlık atıyor, gözlerini tırmalıyor, sıçıyor ve kaçmaya çalışıyor.
Bir varlık acı çekiyorsa, bu acıyı önemsememek için hiçbir ahlaksal gerekçe öne sürülemez.
Sormamız gereken soru ‘Akıl yürütebiliyorlar mı ?’ ya da ‘Konuşabiliyorlar mı ?’ değil ‘Acı çekebiliyorlar mı?’ olmalıdır.
Daha zeki olmak bir insana başka insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanma hakkı vermiyorsa, nasıl olur da genel olarak insanlara insan olmayanları sömürme hakkı verebilir?
Eşitlik bir olgunun ifadesi değil, ahlaksal bir fikirdir.
Irk ya da cinsiyet temelinde ayrımcılığa karşı çıkmamızın nihai olarak neye dayandığını daha yakından incelediğimizde, insan dışı hayvanların insanlarla eşit derecede önemsenmesi gerektiğini kabul etmezsek, siyahiler kadınlar ve diğer ezilen insan grupları için eşitlik talep ederken tutarsızlığa düşeceğimizi görürüz.
Gerçek şu ki, insanların içsel asaletine başvurmanın eşitlikçi felsefecinin sorunlarını çözebilmesi için, hiç sorgulanmaması gerekiyor. Neden bütün insanların -bebeklerin, zihinsel özürlülerin, psikopat suçluların, Hitler’in, Stalin’in ve daha birçoklarının- bir filin, domuzun ya da şempanzenin hiçbir zaman sahip olamayacağı bir tür asalet ya da değere sahip olduğu sorusunu sorduğumuz anda, bu sorunun da başta sorduğumuz, insanlarla diğer hayvanlar arasındaki eşitsizliğe gerekçe oluşturacak herhangi bir olgunun var olup olmadığı sorusu kadar cevaplanması güç bir soru olduğunu fark ederiz.
Ortalama bir televizyon izleyicisi çitaların ve köpekbalıklarının hayatını tavukların ve süt buzağılarının hayatından çok daha iyi biliyor olmalı. Sonuçta televizyonda çiftlik hayvanlarına ilişkin en çok bilgi reklamlardan alınabiliyor. Bu reklamlardan bazılarında sosis olmak isteyen domuzları veya konserve olmaya çalışan tonbalıklarını gösteren saçma sapan çizgi filmlere, bazılarında ise et piliçlerinin yetiştirilme koşulları üzerine apaçık yalanlara yer veriliyor. Gazeteler de pek farklı değil. İnsan dışı hayvanlarla ilgili haberler genellikle hayvanat bahçesindeki bebek goril ya da nesli tehlikede olan türler gibi insanların ilgisini çekecek konulara ilişkin oluyor; hayvancılık tekniklerinde milyonlarca hayvanın hareket serbestisini engelleyecek gelişmeler ise es geçiliyor.
İnsanoğlu bütün kibriyle kendisini bir Tanrı’nın müdahalesine layık, büyük bir eser sayıyor. Hayvanlardan geldiğini düşünmek daha alçakgönüllü ve bence doğru olur.

Charles Darwin

Merhamet duygumuz ne kadar güçlü olursa olsun, zamanla domuzları, sığırları, tavukları kendi kullanımımıza yönelik nesneler olarak görmeye başlarız; bu hayvanların vücutlarını ödeyebileceğimiz bir fiyat karşılığında almaya devam edebilmemiz için onların yaşam koşullarını biraz değiştirmek gerektiğini fark ettiğimizde de bu değişikliğe pek eleştirel bir gözle bakamayız. Sınai çiftlikler, hayvanların amaçlarımıza ulaşmaya yönelik araçlardan ibaret olduğu düşüncesinin teknolojiye dökülmesinden başka bir şey değildir. Beslenme alışkanlıklarımız bizim için değerlidir ve bunları değiştirmek güçtür. Diğer hayvanlara önem vermemizin onları yememize engel olmadığına kendimizi inandırmak çok işimize gelir. Hayvanları yemeyi alışkanlık haline getiren hiç kimse, onların yetiştirildiği ortamın herhangi bir acıya yol açıp açmadığını tamamen tarafsız bir gözle değerlendiremez.
Hayvanlar adına yapacağımız diğer her şeye güç verecek, tutarlılık kazandıracak ve anlam katacak bir şey var: Kendi hayatımızın sorumluluğunu üstlenmeli ve onu elimizden geldiğince zulümden arındırmalıyız. Bunun ilk adımı da hayvanları yemeyi bırakmaktır. Hayvanlara zulmedilmesine karşı çıkan birçok kişi çizgiyi vejetaryen olmakta çeker. 18. yüzyılda yaşayan insansever deneme yazarı Oliver Goldsmith bu tür kişiler hakkında Hem acıyor, hem de merhamet ettikleri şeyi yiyorlar demişti.
İnsanca öldürme yasalarındaki ikinci boşluk da, dini kurallara uygun kesimhanelerde hayvanların öldürülmeden önce bayıltılması hükmüne uymanın gerekli olmaması. Gleneksel Yahudilik ve İslam’da öldürüldüğü sırada sağlıklı ve hareket edebilir durumda olmayan bir hayvanın etinin yenmesi yasak. Hayvanın boğazı kesilmeden önce sakatlanmasına yol açtığı düşünüldüğü için bayıltmaya izin verilmiyor.
Bir hayvanı öldürmek başlıbaşına rahatsız edici bir eylem. Yiyeceğimiz hayvanları kendimiz öldürmek zorunda kalsak hepimizin vejetaryen olacağı söylenir. Gerçekten de hayatı boyunca bir mezbahaya girmiş çok az insan vardır ve televizyonlar da mezbahaları göstermeyi sevmez. İnsanlar, satın aldıkları etin acısız bir biçimde öldürülmüş bir hayvanın eti olmasını umsalar bile bu konuda gerçekleri öğrenmek istemezler; ama et satın alarak hayvanların ölümüne sebep olan insanlar, ne hayvanların nasıl öldürüldüğünden ne de et üretiminin diğer aşamalarından habersiz bırakılmayı hak ediyor.
Toplum, modern yoğun hayvancılık yöntemlerinin yol açtığı acılardan büyük ölçüde habersizdir. Hayvanlara acı çektiren sadece yoğun hayvancılık yöntemleri değil. İster modern, isterse geleneksel yöntemlerle yetiştirilsinler, insan çıkarlarına hizmet etmek için yetiştirilen bütün hayvanlar acı çeker. Bu acıların bir kısmı, yüzyıllardır olağan olarak uygulanan yöntemlerin sonucu. Bu durum bu yöntemleri göz ardı etmemize yol açabilir; ama bu yöntemlerden etkilenen hayvanlar için fark eden bir şey olmuyor.
Yumurta tavukları hayatlarının hemen başında acı çekmeye başlıyor. Yumurtadan yeni çıkmış civcivler civciv ayıklayıcı ile erkek ve dişi şeklinde ayrılıyor. Hiçbir ticari değeri olmayan erkek civcivler atılıyor. Bazı şirketler bu küçük kuşları zehirli gazla öldürüyor; ama çoğu civciv canlı canlı plastik fıçılara dolduruluyor ve üzerlerine atılan civcivlerin ağırlığıyla boğularak ölüyorlar. Bazı yerlerde de canlı canlı kıyılıyor ve kız kardeşlerine verilecek yemlere karıştırılıyorlar.
Laboratuvar hayvanlarının sömürülmesi, genel türcülük sorununun bir parçasıdır ve türcülük ortadan kaldırılmadığı sürece bu sorunun tamamen ortadan kaldırılması da mümkün gözükmüyor; ama hiç şüphesiz bir gün çocuklarımızın çocukları, başka konularda uygar olan insanların 20. yüzyıl laboratuvarlarında yaptıklarını, bizim şimdi Roma’daki gladyatör dövüşleri ya da 18. yüzyıldaki köle ticareti konusunda hissettiğimiz dehşet ve inanamama duygularıyla okuyacak.
Bütün bunlar nasıl oluyor? Sadist olmayan insanlar nasıl oluyor da bütün mesailerini maymunları hayat boyu sürecek depresyonlara sokmaya, köpekleri ölünceye kadar ısıtmaya, kedileri uyuşturucu bağımlısı yapmaya ayırabiliyor? Nasıl oluyor da sonra beyaz önlüklerini çıkarıp ellerini yıkıyor ve evlerine gidip aileleriyle yemek yiyebiliyorlar? Nasıl oluyor da vergi mükellefleri paralarının bu deneyler için kullanılmasına izin veriyor? Nasıl oluyor da çok uzak ülkelerdeki adaletsizliğe, ayrımcılığa, çeşitli baskılara karşı protesto gösterileri düzenleyen öğrenciler kendi üniversitelerinde işlenen -ve hala işlenmekte olan- zalimce eylemleri göz ardı edebiliyor?
Gıda üretmek için hayvan yetiştirmeyi ve öldürmeyi bırakırsak, insanların tüketebileceği gıda miktarı o kadar artar ki, bu gıdanın düzgün dağıtılması halince, gezegenimizde açlık ve yetersiz beslenme sorunu diye bir şey kalmaz. Hayvan Özgürleşmesi aynı zamanda insanların özgürleşmesidir.
Diğer hayvanların davranışlarını inceleyenler veya evlerinde hayvan besleyenler kısa süre içinde onların tepkilerini, bir bebeğinkiler kadar, bazen daha iyi öğrenebilirler.
Vejetaryenlik, gıdalarla, bitkilerle ve doğayla yeni bir ilişki kurmamızı da sağlar. Et, yemeklerimizi kirletir. Ne kadar gizlemeye çalışsak da sofralarımızın başlıca unsurunun mezbahadan çıkan kanlı bir yiyecek olduğu gerçeğini değiştiremeyiz.
“ Ya hayvanlar bize benzemiyordur, bu durumda onlar üzerinde deney yapmak için bir neden yoktur; ya da hayvanlar bize benziyordur, bu durumda insanlar üzerinde yapılsa bizi dehşete düşürecek bir deneyi hayvanlar üzerinde yapmak yanlıştır.
Diğer hayvanlardan daha az vahşi olduğumuzu düşünmeyi çok severiz. İnsancıl kelimesi iyi kalpli nazik anlamına gelir hayvani hayvanca gibi kelimeleri ise Zalim ya da kötü kalpli anlamında kullanırız. Hiç şöyle bir durup düşünmeyiz ki en önemsiz gerekçelerle öldüren hayvan insandır. Başka hayvanları öldürdükleri için aslanların ve kurtların vahşi olduğunu düşünürüz ama onlar öldürmek zorundadır yoksa kendileri öldür. İnsanlarsa başka hayvanları spor yapmak, meraklarını gidermek, vücutlarını güzelleştirmek ya da damak zevklerini tatmin etmek için öldürür Ayrıca aç gözlükleri ve iktidar hırsları yüzünden kendi türlerin bireylerini de öldürürler.
Gıda üretmek için hayvan yetiştirmeyi bırakırsak, insanların tüketebileceği gıda miktarı o kadar artar ki, bu gıdanın düzgün dağıtılması halinde gezegenimizde açlık ve yetersiz beslenme sorunu diye bir şey kalmaz. Hayvan Özgürleşmesi aynı zamanda insanların özgürleşmesidir.
Düşüncemizin derinliklerine kök salmış ve doğruluğu sorgulanmadan kabul edilir hale gelmişse, ne kadar ciddi ve tutarlı da olsa her türlü karşı çıkış alay konusu olabilir. Böyle bir yaklaşımı ayakta tutan kayıtsızlığı sarsmanın bir yolu cepheden hücum etmektir.
Ne kadar düşük nitelikte olursa olsun bir insan hayatının, ne kadar yüksek nitelikte olursa olsun bir hayvan hayatından daha değerli olduğunu önsel olarak söylememi mümkün kılacak herhangi bir kanıta sahip değilim, böyle bir kanıtın olup olmadığını da bilmiyorum.
Hiç şöyle bir durup düşünmeyiz ki, en önemsiz gerekçelerle öldüren hayvan
insandır.
Sormamız gereken soru, akıl yürütebiliyorlar mı ya da konuşabiliyorlar mı değil, “acı çekebiliyorlar mı?” olmalıdır.
Toplumdaki genel havayı savaşçılık erdemleri belirliyordu.
Hem acıyor, hem de merhamet ettikleri şeyi yiyorlar
Çelişkilerle dolu bir çağda yaşıyoruz. Bazı kişiler hayvanların dini kurallara göre kesilmesinde ısrar ederken, biliminsanları doğrudan doğruya hayvanların doğasını değiştirme umuduyla devrimci teknikler geliştirmekle uğraşıyor.
İnsanlar gibi onlar da tekdüzelikten ve can sıkıntısından hoşlanmıyor.
Bütün bunlar nasıl oluyor? Sadist olmayan insanlar nasıl oluyor da bütün mesailerini maymunları hayat boyu sürecek depresyonlara sokmaya, köpekleri ölünceye kadar ısıtmaya, kedileri uyuşturucu bağımlısı yapmaya ayırabiliyor?
Hayat kurtarma olasılığı olan ilaçların hayvanlar üzerinde test edilmesinin savunulabilir bir şey olduğu düşünülebilir, ama kozmetik ürünleri, gıda boyaları, parke cilaları gibi ürünler için de aynı testlere başvuruluyor.
Diğer hayvanların davranışlarını inceleyenler veya evlerinde hayvan besleyenler kısa süre içinde onların tepkilerini, bir bebeğinkiler kadar, bazen daha iyi öğrenebilirler.
Herhangi bir bireyin iyiliği, Evren’ in gözünde, herhangi başka bir bireyin iyiliğinden daha önemli değildir.
Bombalarımızın yaratacağı korkuyla değil, ancak davamızın haklılığıyla zafere ulaşabiliriz.
sınai tarım dünyada yaygınlaştıkça, korkunç koşullarda kapalı yerlere hapsedilen milyarlarca hayvana yenileri ekleniyor
“Okuyucular bunca zahmetin, israfın ve acının tek gerekçesinin illa ki soluk renkli ve yumuşak dana eti yemek isteyen insanların zevkine hizmet etmek olduğunu hatırladıkları sürece bu konuda başka bir yorumda bulunmaya gerek yok.”
İnsanların büyük bölümü türcüdür. izleyen bölümlerde, sıradan insanların -sadece birkaç özellikle acımasız ya da kalpsiz insanın değil, insanların ezici çoğunluğunun- kendi türürnüzürı son derece
önemsiz bazı çıkarlan uğruna diğer türlerin en önemli çıkarlarının
feda edilmesini gerektiren uygulamalara nasıl aktif olarak katıldığı,sessiz kalarak bunlan desteklediği ya da vergilerinin bu amaçla
kullanılmasına izin verdiği ortaya konacak.
Yediğimiz yiyeceklerin gerisinde yatan, canlı yaratıkların ma­ruz kaldığı kötü muameleden genellikle haberimiz olmuyor. Bir dükdan ya da restorandan yiyecek satın almak, son ürün dışındaki bütün aşamaları titizlikle gizlenmiş uzun bir sürecin zirve nok­tasıdır. Kırmızı eti ya da tavuk etini temiz plastik ambalajlar içinde alırız. Neredeyse hiç kan görmeyiz. Yaşayan, nefes alan, yürüyen, acı çeken bir hayvan ile bu ambalaj arasında bir bağ kurmak için hiçbir sebep yoktur.
insanların eşitliği ilkesi, varsayılan fiili bir eşitliğin betimlemesi değil, insanlara nasıl muamele etmemiz gerektiğini gösteren bir kılavuzdur.
Dolayısıyla, istedikleri gibi yaşayan ve acı çekmeden ölen hayvanları yemenin yanlış olduğuna ikna olsak da olmasak da, hepimizin modern hayvancılık ürünlerini satın almayı bırakmamız gerekiyor. Vejetaryenlik bir tür boykottur. Çoğu vejetaryen için bu boykot kalıcı hâle gelir; çünkü et yeme alışkanlığını bir kez kıran bir kişi basit bir damak zevkini tatmin etmek için hayvanların kesilmesini bir daha onaylayamaz; ama günümüzde kasaplarda ve süpermarketlerde satılan eti boykot etmek konusundaki ahlaksal yükümlülük, sadece acı çektirmeye karşı olan, öldürmeye karşı olmayan kişiler için de eşit derecede kaçınılmazdır. Eti ve hayvan fabrikalarında üretilen bütün diğer ürünleri boykot etmediğimiz sürece, her birimiz, sınai çiftliklerin ve besin elde etmek amacıyla hayvan yetiştirirken başvurulan bütün diğer zalimce uygulamaların varlığına, refahına ve gelisimine katkıda bulunuyor olacağız.
Artık giderek daha çok sayıda biliminsanı, hayvan deneylerinin çoğu zaman aslında insan hastalıklarına ve bunların tedavilerine ilişkin bilgimizi artırmamızı önlediğinin farkına varıyor. Örneğin, Kuzey Carolinadaki Ulusal Çevre Sağlığı Bilimleri Enstitüsü’ndeki biliminsanları, bir süre önce, hayvanlar üzerinde yürütülen testlerin insanlarda kansere yol açan kimyasal maddeleri ortaya çıkarmayabileceği uyarısında bulundu. Arseniğe maruz kalmak insanlarda kansere yakalanma riskini artırıyor gibi görünüyor ama laboratuvarda hayvanlar üzerinde yapılan testlerde böyle bir etki gözlemlenmedi.
Hayvan testleri, insanların zarar görmesine yol açabildiği gibi, hayvanlar için tehlikeli ama insanlar için zararsız olan bazı değerli ürünlerden yararlanılamamasına da yol açabilir; örneğin ensülin, yavru tavşan ve farelerde biçim bozukluğuna sebep olabiliyor ama insanlar için böyle bir durum söz konusu değil.* İnsanları sakinleştiren morfin, farelerde aşırı heyecan ve coşkuya yol açıyor ve başka bir toksikoloğun söylediği gibi, “Penisilin kobaylardaki toksisitesine göre değerlendirilseydi hiçbir zaman insanlarda kullanılmayabilirdi.
kendi zevkimiz ve yararımız uğruna özgürlüklerini engellediğimiz, vücutlarını sakatladığımız ve nihayet hayatlarına son verdiğimiz hayvanlarda yarattığımız bu acı ve kayıplar için bir mazeret öne sürmek zorundayız.
acı, başlıbaşına kötü bir şeydir ve acı çeken varlığın ırkı, cinsiyeti ve türü ne olursa olsun önlenmeli ya da en aza indirilmelidir. acının ne kadar kötü olduğu, ne kadar şiddetli olduğuna ve ne kadar sürdüğüne bağlıdır; ama aynı şiddetteki ve uzunluktaki acılar, ister insanlar ister hayvanlar tarafından yaşansın, eşit derecede kötüdür.
hayvanlar acı hissedebilir.
insanların eşitliği ilkesi, varsayılan fiili bir eşitliğin betimlemesi değil, insanlara nasıl muamele etmemiz gerektiğini gösteren bir kılavuzdur.
hoşumuza gitse de gitmese de insanlar çeşit çeşittir; ahlak kapasiteleri, zihinsel yetenekleri, başkalarına iyiliksever ve duyarlı bir biçimde yaklaşma dereceleri, etkin biçimde iletişim kurma becerileri, haz ve acı kapasiteleri farklıdır.
Bu kitabın temel savını çürütmeyi başaramadıysanız, artık türcülüğün yanlış olduğunu kabul ediyor olmalısınız; bu da, eğer ahlâkı ciddiye alıyorsanız, hayatınızdan türcülüğü çıkarmaya ve karşılaştığınız her yerde ona karşı çıkmaya çalışmanız gerektiği anlamına geliyor.
Bazı barbarlar, sadakat ve dostlukta insanı kat kat aşan köpekleri alıyor, bir masaya çiviliyor ve mezanter toplardamarını göstereceğiz diye canlı canlı kesiyor! Hayvanın içinde kendi his organlarının tamamen aynısını buluyorsun. Söyle bana ey mekanist, Doğa bütün bu his mekanizmasını hayvanın içine hissetmesin diye mi yerleştirmiş? (Voltaire)
Haddini bilmezlik ilk ve doğal hastalığımızdır İşte bu hayal gücüne dayalı kendini beğenmişlikle insan kendini Tanrı’ya eş görür, kendine ilahi özellikler atfeder, kendini diğer varlıkların arasından çeker ve ayırır.
“İnsanın cennetten kovuluşundan sonra (Kutsal Kitap bundan bir kadının ve bir hayvanın sorumlu olduğunu belirtiyor), hayvan öldürmek açıkça serbest hale gelir.”
“Bütün reformcular -örneğin köle ticaretine, milliyetçi savaşlara, Sanayi Devrimi’nin ilk fabrikalarında çocukların günde 14 saat çalıştırılmasına karşı çıkanlar- başlangıçta, karşı çıktıkları haksızlıkların sürmesinde çıkarı olanların alay konusu olmuştu.”
“Kelimenin tam anlamıyla gezegenimizin geleceğiyle kumar oynuyoruz ve her şey hamburger uğruna.”
“Tavuklar, tıpkı toplama kamplarındaki insanlar gibi, en korkunç koşullarda bile azimle yaşama sarılıyor.”
Hayvanlar, fiyatı düşük yemleri, fiyatı yüksek ete dönüştüren makineler olarak görülüyor ve daha ucuz bir ‘dönüştürme oranı’ sağlayan here türlü yenilik hemen kullanıma sokuluyor.
‘Et’ gibi genel bir kelimeyi bu anlamda kullanarak aslında hayvanların vücutlarını yediğimiz gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınıyoruz.
ama hiç şüphesiz bir gün çocuklarımızın çocukları, başka konularda uygar olan insanların 20. yüzyıl laboratuvarlarında yaptıklarını, bizim şimdi Roma’daki gladyatör dövüşleri ya da 18. yüzyıldaki köle ticareti konusunda hissettiğimiz dehşet ve inanamama duygularıyla okuyacak.
“ABD hükümeti bir yandan kanser araştırmalarına milyarlarca dolar akıtmaya devam ederken, bir yandan da tütün sanayiine destek veriyor. Araştırma fonlarının büyük bir kısmı, çoğu kanserle mücadeleyle ancak uzaktan bağlantılı olan hayvan deneylerine gidiyor; bazı araştırmacıların daha çok para alabileceklerini fark ettikleri için araştırmalarının tanımını ‘kanser araştırması’ şeklinde değiştirdiği de biliniyor.”
“Diğer yaratıklara karşı davranışları açısından, bütün insanlar Nazi’dir.”
“Bir varlık acı çekiyorsa, bu acıyı önemsememek için hiçbir ahlaksal gerekçe öne sürülemez.”
“Alışkanlık. Hayvan Özgürleşmesi hareketinin karşısındaki son engel de bu. Sadece yemek konusundaki alışkanlıkların değil, düşünce ve dil alışkanlıklarının da sorgulanması ve değiştirilmesi gerekiyor.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir