İçeriğe geç

Hayattan Sayfalar Kitap Alıntıları – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hüseyin Rahmi Gürpınar kitaplarından Hayattan Sayfalar kitap alıntıları sizlerle…

Hayattan Sayfalar Kitap Alıntıları

Akıbetimizi bilip de birbirimizle hoş geçinsek Bir lokma ekmek için nedir bu dırdır?.. Nedir bu kavga?
Her işimiz yolsuz, hatta ahretimiz bile
Bilmem bu kabristan ağaçlarının koyu yeşillikleriyle gökyüzünün İlahî maviliğinde nasıl İlahî bir birleşme yahut sanatkârca bir ahenk var?
Allah’tan utanmadıktan sonra, kullardan sıkılmak neye yarardı?
İçinde bulunduğumuz hayatı anlayamazsak daha içine girmediğimiz ölümün ne olduğunu nasıl keşfedeceğiz?
Hüvelbaki( )
Haset etmeli haset.
Bir lokma ekmek için, nedir bu dırdır, nedir bu kavga?
Varlığı olanlar olmayanlara bakıverseler, görüp gözetseler ne olur?
Allah’tan utanmadıktan sonra, kullardan sıkılmak neye yarardı?
Hayat durakları artık ikindiye ermiş olanların kağşamış beyinlerini bir gencin sevdası sararsa bu yaşlılar dünyadaki en kudsî vazifelerini bu son aşkın mihrabı önünde kurban ederler.
İçinde bulunduğumuz hayatı anlayamaz isek daha içine girmediğimiz ölümün ne olduğunu nasıl keşfedeceğiz?
Ortada bir hayat kelimesi var. Bunun fiilî manası içinde yaşadığımız halde yine bunun ne demek olduğunu bilmiyoruz. Çünkü ölüm bilinmedikçe hayat öğrenilmez. Bu ikisi ışık ile karanlık gibi birbirini doğururlar.
Her işimiz yolsuz, hatta ahretimiz bile
Ey sevdalılar, aşkınızın vereceği mahsulü namus ve kanun sayfalarında yer hazırlamadan önce birbirinizin kollarına atılmayınız.
Hayat, ana karnıyla işte bu çukurun arası.
Bugün buldum bugün yerim,
Yarın olsun, Allah kerim.
Ne bela çıkarsa işte o edepsiz dillerden çıkar ya
Buralarda her zaman mezarlar evlerle karışık, ölüler diri, diriler ölü gibiydi.
Bekleyiniz. Şarklılara mahsus nihayetsiz bir sabır ve ataletle bekleyiniz.
Bu fezaların,bu yıldızların,bu alemlerin sonsuzluğu sana korku,yılma veriyorsa, düşün ki sen de ondan bir kısım olduğun için sen de onun kadar korkunçsun.
Ortada bir hayat kelimesi var. Bunun bilfiil manası içinde yaşadığımız halde yine mealini bilmiyoruz. Çünkü ölüm bilinmedikçe hayat öğrenilmez. Bu ikisi ziya ile zulmet gibi birbirini doğururlar.
İçinde bulunduğumuz hayatı anlayamazsak henüz dahil olmadığımız ölüm mahiyetini nasıl keşfederiz ?
Mezarlıkta başlayıp yine orada biten bu hikâyenin son işaretini mezar taşlarından alıyorum: Hüvelbaki
Ortada bir hayat kelimesi var. Bunun bi’l-fi’il manası içinde yaşadığımız halde yine mealini bilmiyoruz. Çünkü ölüm bilinmedikçe hayat öğrenilmez. Bu ikisi ziya ile zulmet gibi birbirini doğururlar.
– Vay hain orospu Şüphelendiğin başkaları da mı var? Söyle Say bakayım Beş aydır kaç delikanlıyla cilveleştin?

– Hepsi aklımda kalmadı.
– Kuyumcunun Nuri?
– Belki
– Mezarcının İzzet?
– Kim bilir?..
– Kuşbaz Hasan?
– İhtimal
– Seni gidi soysuz alçak karı seni Seni gibi Kızıl Minare köprüsü seni

Ahret adamı o şimdi “teveccüh”e‘ vardı, hanımefendinin ruhuyla görüşüyor. Kocam ölürse üzerine türbe yapılacak, baş ucuna kandil yakılacak. O, çoktan erdi. Ah, erdiğini de bize gösterdi ama izin yok ki söyleyeyim, adam çarpılır. O, bazen bir zeytin taneciğiyle bir hafta yetinir. (teveccühe varmak: Rabıta yoluyla gönlünü bağlamak, kalben Hakk’a yönelmek).
Bülbüller bile sustu, Kur’an’ı dinliyorlardı.

Sanki İlahî bakışlar kalplere girmiş, melekler yerlere inmiş, mezarlığın bütün ölüleri mahşer günü gibi dirilmiş, her taraf derin bir huşu içinde ahirete dönmüştü.

insan bu dünyaya nasıl dil bilmez, tecrübesiz, hatırasız, çıplak geliyorsa bir ömürlük çekişmeyle çok defa kazanç şeklinde diğer insan kardeşlerinden çalıp çırptığı bütün malları ve fikir kazançlarını burada bırakarak yine öyle çıplak, dilsiz, fikirsiz gidiyordu.
Bu dünya köşk veya kulübelerinde oturan zenginlerin de, dilencilerin de gittikleri kapısız, penceresiz, havasız, ışıksız son ev işte buydu.
– Kızını Keçesuyu yolunda Mustafa ile kucak kucağa görmüşler.
Ayşe:
– Baban anana zina yokuşunda rast gelmiş. Nikâhları kıyılmadan onlar kale bedenlerinde gelin güvey olmuşlar.
Buralarda daima mezarlar evlerle karışık, ölüler diri, diriler ölü gibiydi.
Kocaman bir çitlembik ağacı ölülerin ruhlarına dua eder bir vaziyette, yalvaran kollarını semaya kaldırmış.
Bilmem bu kabristan ağaçlarının koyu yeşillikleriyle gökyüzünün İlahî maviliğinde nasıl İlahî bir birleşme yahut sanatkârca bir ahenk var?
Ölüler, sanatkârların dehalarıyla işlenmiş dağlar gibi yığılı mermerler altında yatmıyorlar. Hayatla beraber her ağırlıktan kurtulmuşlar, mutlak bir hürriyete burada kavuşmuşlar.
Kocakarı bir uzun ahla söze karışarak:

– Bir zamanlar o kocaydı, ben de karıydım. Fakat şimdicik olduk sanki birer öz kardeş.

– Hangi işe? Biz tahtaya, çamaşıra gitmeyiz. Siz dururken bizi beyaz zamparalar da beğenmez. Karının göreceği başka iş ne olur?
Hacer:
– Abdestin mi var? Sen beş dakika abdestli duramazsın. Çatlak zurna gibi senin hiçbir yanın hava tutmaz
Hacer birden köpürerek:

– Aa, bakınız şu Rumeli çomarına! Biz onu dişsiz zannediyorduk, meğer ısırmasını o da biliyormuş. Bizi kime kuyruk sallarken gördün? Kancık senin ananla, ablandır. Bizim soyumuzda köpek yok

– Siz kuyruk sallamazsanız sataşmaz gayrik kimse sizin ırzınıza Oldunuz çünkü artık birer kocakarı Keskindir sizin dilleriniz, hiç istemez onları biletmek Köpekler korkar sizinle dalaşmaktan
Sabire:
– Hacer gidemem bugün hâlim yok

Hacer:
– Çember sakallı dostun gelirse kale içi kumkumalarında fink atmaya hâlin var da, buna mı yok?

Hacer, Sabire’ye hitaben:

– Ağrısı tutmuş Çingene karısı gibi koltuğunda destekle ne duruyorsun karşımda? Haydi kavgaya gidelim

– Kavganın sebebi? Kim kimin kocasına göz atmış? Kim kimin ırzını parmaklamış?..
A, sen de koyduğum yerde otluyorsun. Bir şey bilmiyorsun.
Sanatına devamlı bir adam olsa kocamın dilencilikten sonuç alması, talihi pek açıktır, öyle sarığıyla, gözlüğüyle, tespihiyle pöstekisinin üzerinde sade otursun, hiç ağızlarını açmadan ay başlarında aylık alan bazı meclis azaları gibi durduğu yerde bunun da cepleri para dolar..
Dikkat ediyor musun Ali, kaç gündür buradan sade hammal mammal ölüsü geçiyor. Benim oğlan Hidayet, gazetede okumuş. Frenkler kuduza, vereme, sıskaya, selâmünkavlen’e“ hep çare bulmuşlar. Bir kere aşılanıyormuşsun artık ölüm yokmuş
Beş sene önce bir kış İstanbul’la beraber bir paçavra hastalığı yayıldı, gelin arabaları gibi tabutlar buradan bir bir arkasına geçerdi. Hangisine gideceğimizi şaşırırdık.
Azrail aleyhisselam başımıza çökerek gözlerimiz süzülüp tavana dikildikte sen imanımızı yoldaş eyle
Ah ne mutlu!.. ne mutlu şimdiki zamanda ölenlere acımamalı, biz yaşayıp da sanki ne görüyoruz?
Helal süt emmek yine başkadır Ah ben yaşta ne azgın karılar var Hiç kimseyi bulamasalar saka ile bekçi ile türlü rezalet
Vaktiyle hizmetçiliğe de gittim. Ne iştir, onu da bilirim. Genç bulunmalı, kapı aralarında beylere, efendilere kendini okşatmalı, aşk ve sevdaya fıkır fıkır dayanıklı olmalı.
on para istesem para yerine bin nasihat vermeye başlar. “Karı karı Böyle sokak ortalarına oturup da dilencilik alçaklığını yapacağına hizmetçiliğe git. Bak izbandut gibisin, elin ayağın tutuyor ”
Fakirleri arayıp soran yok. Haftalar geçiyor da bir göğsü imanlısına, kalbi merhametlisine tesadüf edemiyoruz.
O eski badanalı kale kapısı yosması şimdi tamamıyla cennetlik muhterem bir hanım hâlini alır.
Güzelliğini bir mal gibi sattığı senelerin henüz tadı damağındadır.
Sabire yaşta bal rengi yeldirmeli bir kadın daha vardır, buna “Sürtük Hacer” derler. Hacer, bu geçit kahvesinin en gedikli müşterisidir.
Mezarlıkların gölgeleri içinde yaşayan bu taraf halkı manevi zatlardan hiçbirini gücendirmemek için Hazreti Muhammed dininden başka bir dinden olsun, putperest, yahut mitolojik bulunsun, kendilerince büyük vakalara karıştırdıkları isimlerin çoğuna birer hazretleri” ilavesine üşenmezler.
Ah Geçinme dünyası Gaflet dünyası bu Ölenle ölünmüyor. Üst istiyor, baş istiyor. Bu kör boğaz yiyecek istiyor
İçinde bulunduğumuz hayatı anlayamazsak daha içine girmediğimiz ölümün ne olduğunu nasıl keşfedeceğiz?
Ortada bir “hayat” kelimesi var. Bunun fiilî manası içinde yaşadığımız hâlde yine bunun ne demek olduğunu bilmiyoruz.
Ah ah ölümlü dünya Bu kara toprak neler yutuyor
Ecele çare olur mu? Hep o yolun yolcusuyuz Nöbetimiz gelip de çağrıldığımız zaman, hep gideceğiz. Bugün ona ise yarın sana, bana
Etrafımıza bakınıp düşünürsek başımız döner. Neredeyiz? Her yanımızı sonsuzluk sarmış. Gökler sonsuz, ecram, âlemler sonsuz, hayat sonsuz
Çünkü ölüm bilinmedikçe hayat ögrenilemez.Bu ikisi ışık ve karanlık gibi birbirini doğururlar.
İnsan herhangi bir emelinde ne kadar apaçık bir kırıklığa uğrarsa uğrasın, ümitsizliğe karşı silahını teslim etmemekten ara sıra büyük faydalar elde edilebileceğini bilirdi .
Biz onu dişsiz zannediyorduk, meğer ısırmasını o da biliyormuş
Ey dünya bu , insan kalmıyor bir karara
Nedir bu kavga ? Varlığı olanlar ,olmayanlara bakıverseler, görüp gözetseler ne olur ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir