İçeriğe geç

Hawara Dîcleyê Kitap Alıntıları – Mehmed Uzun

Mehmed Uzun kitaplarından Hawara Dîcleyê kitap alıntıları sizlerle…

Hawara Dîcleyê Kitap Alıntıları

Herkes kararın, birçok önemli karar gibi, bir sabah vakti açıklanacağını biliyordu!
Aydınlık geride değil, ileridedir.
Söz, içinde anlatıların doğduğu devir ve Devranlra girmeli, o devir ve Devranların derinliklerine inmeli ve derinliklerde hem gerçeğe yakın hem de ondan uzak Yeni Bir Dünya kurabilmelidir.
Ve unutmayın, kılıçların ve tüfeklerin sesi, her yerde her zaman merhamet, adalet ve vicdanın sesini öldürür.
Hayat, bizim bildiğimiz hayattan daha derin, daha geniş, daha zikzaklı ve daha karmaşıktır. Onu basit ve anlamsız bir söz, bembeyaz bir kağıt parçası ya da dümdüz bir yol haline getirmek istersen hata yaparsın. Hayat sadece bu harabelerin taşları, bu hurma çekirdekleri, bu gördüğümüz Dicle nehri değildir. Ancak o harabelerin arasında dolaşan rüzgar ve sesler, toprağın derinliklerindeki hurma ağacının kökleri, Dicle’nin dibinde meydana gelen ve bizim görmediğimiz bütün o altüst oluşlar, bunların tümü hayatın birer parçasıdır.
Bütün o yolculuklarım sırasında, kayıp devir ve devranların yitik ses sedaları içinde amaçsızca gezinirken, bir şeyin ne kadar önemli olduğunu anladım; yalnızlık. Duyulabilen, yaşanabilen ve içinde yaratıcılık barındıran derin sağlam ve neredeyse sonsuz bir yalnızlık.
Söz her zaman, hem yalanın hem de doğrunun hizmetindeydi. Hayatımın ders ve tecrübelerinden öğrenmiştim ki söz, insanın hizmetinde olmalıydı ve hiçbir zaman yaralardan kurtulamayan insanların yaralarına merhem olmalıydı. Bir söz sanatçısı bütün hayatı boyunca, sözünün yardımıyla, bir insanın, sadece bir insanın yaralarını iyileştirmeyi becerebilse o zaman söz ve sözün sahibi başarmış demekti.
Sessizlik insanın gölgesine benzer, bazen insanın önünde, bazen arkasında her an sahibini takip eder ve insan ölüm sessizliğinin derinliklerine dalınca, o da onunla birlikte yok olur.
Bütün hikayeler, güç sahibinin isteğine göre şekillenir.
biz derin ya­raların çocuklarıyız, yaralarımız, bazen benim yaram gibi yüzde olur, bazen de seninki gibi yürekte
Orada anladım; anlatı, kavil, kaval, tef ve tambur Yezidiler için hayat demekti, taziyelerde, düğün ve davetlerde, oruç ve bayramlarda, sefer ve göçlerde hep söylüyorlardı ve derin bir acı veren hayatlarına inen darbelerin acısını, sesin, sözün ve avazın yardımıyla hafifletiyorlardı.
Hayaller Venüs yıldızına benzer, gecenin geç bir vakti, karanlıkta meçhul yolculara rehberlik yapar. Hiç kimse, insani hayaller gibi, her zaman var olan Venüs’e ulaşamaz, ancak o orada, insanlardan uzakta gök yüzünde parlar, aydınlatıp yol gösterir
Unutulmuşlar, birbirlerine karşı, civar aşiretlere karşı düşmanlık besleyen, Osmanlı ve Fars devletlerine başkaldıran, bütün dünyaya karşı savaşan, hayatları savaşla başlayıp savaşla son bulan, her an kandırılan, kırdırılan ve göçe zorlanan Cizîra Botan, Hakkari, Müks, Van ve Serhat ülkelerinin ahalisidir.
Biz nasıl da zengin bir kültür yatağında oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş.
Nerede barış ülkesi, nerede iyi zamanlar?
Katledilen insanlar hepsi unutuldu; hayat yine, çoğu zaman geçmiş günlerde olup bitenlerin, yenilgi ve yıkım izlerinin görülmediği eski halini aldı.
Aydınlık geride değil, ileridedir; umut, bahtiyarlık ve mutlu bir hayat da öyle.Ve insanın onlarsız yapamadığı hayal ve düşler de.
Herkes bir arada yaşıyordu, ancak düşmanlıkla, kin ve nefretle.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ölü gözler beni kederlendiriyor, hayatın bütün çabası kavgası bir hiçtir. insanın kaçamadığı gazabından korunmadığı tek hakikat vardır çünkü yeryüzünde; ölüm.
Eceli ile ölüm başka şey, kılıç hançer, bıçak yarası, tabanca kurşunu, tüfek mermisi ve top güllesi ile ölmek başka şey. Dicle toprağında eceli ile ölüm diye bir şey yoktur öldürme vardır cinayet vardır.
Ermeniler öldü. sayısız Süryani, keldani, nasturi öldü. Yezidiler öldü. Kürtler öldü.
ben de öleceğim, yaramdan biliyorum sağlaması mümkün olmayan bu yara beni öldürecek.
Stêra min, yıldızım yıldızlara bak onlar anlamaz mı ahvalimizden ne için gelmiyorlar yardımımıza, niçin yaralarımıza merhem sürmüyorlar ? niçin bu zulme cehalete bu kin ve nefrete bir cevap bulamıyorlar?
Esarete de yıkılmışlıktır esir, insanın dili kilitli, elleri zincirlidir, ne anlata bilir ne de ahvalini yazabilir.
Geçmiş devir ve devranlar, yani zaman, hiç kimseyi, hiçbir şeyi, hiçbir yaratığı dinlemeyen, her seyi, herkesi, her olayı onüne katıp akan zaman. Anlar gelip geçiyor, zaman akıyor; mir- ler, beyler, sultanlar, padişahlar gelip geçiyor, zaman akıyor, felaketler, savaşlar, kavgalar, katliamlar, goçler gelip geçiyor, zaman akıyor, bizler, kısa bir süre için, bu çoğu zaman kanla sulanan toprakların misafiri olup sonra göçen, çoğu zaman iz bırakmadan o toprağın altına girecek olan biz basit insanlar, gelip gidiyoruz, zaman akıyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sanki her şey ardımda bıraktığım gibiydi.
Beyler, dilimizi biz seçmedik, doğarken onunla doğduk, onunla büyüyoruz. Ve onun bir olup olmadığı konusunda bir yaygara varma hakkını da, kimse size vermez!
Kuşkusuz siz de biliyorsunuz; özgürlük kelimesi ona ihtiyaç duyanlar da güçlü bir duygu bırakır, o duygu onları yaşatır, hayallerini büyütür, öte yandan özgürlüğü yok eden ve özgürlük kelimesiyle alay edenlerde de bir korku yaratır. Özgürlük, unutmayın her zaman özgürlük, zamanın akışına karşı, feleğin zulmüne karşı, her şeye rağmen özgürlük.
Biz dünyayla baş edemiyoruz.
“Kendini tanıyıncaya kadar, ömrünü tüketti”.

#mehmeduzun

Ben kimdim, nereliydim, kime aittim? Belki de hiç kimseye, hiçbir yere, hiçbir ülkeye. Belki de her yere, herkese aittim, her ülkenin ferdiydim.
Her köşede, her yerde bir hikayem, ölümsüz bir anım vardı benim.
Sessizlik, yorgunluktur,
Yorgunluk değilse kederdir,
Keder değilse hasrettir,
Hasret değilse acıdır,
Acı değilse derin bir düşünce, bir anıdır,
Veya bütün bunlardır,
Veya bunlardan bazıları.
İnsan hayatı Dicle’de bir damla suya benzemiyor mu, koca nehrin içinde esamesi bile okunmayan bir damlaya?
Her yararlı ve başarılı kitap, insani deneylerden ve bir ömür boyu edinilen bilgilerden meydana gelir.
Başaramamak, benim yarama benzer, derindir, yaralıyı yavaş yavaş öldürür. Başarılı olamamış insanın sözü yavaş yavaş kaybolur, hayatı zamanın dalgalarına kapılır, paramparça olur. Başaramamış insandan ne bir söz kalır geride, ne de bir tarih. Yenilgiyi zaten anlatmaya gerek yok; yok oluştur. Ölülerin sesi duyulmaz, solukları hissedilmez.
Şimdi anlıyorum,sözlerim kibirli, isteklerim yüce, yolum diğer insanların yolundan farklıydı, çünkü ben farklı olmak istiyordum, ormanın sayısı ağaçlarından biri olmak yerine,uzaktan bile varlığı seçilen Dicle’nin kenarında yetişen sağlam bir çınar olmak istiyordum. Herkes gibi olmak istemiyordum. Allah sizi inandırsın ki kibirli sözlerimle hava atmıyordum, dolap çevirmiyordum, kendimi büyük görüp geri kalanları küçümsemiyordum, ancak farklıydım hayatta karşılaştığımız sayısız yolun içinde kendi özel yolumu bulmak, kendi yolumu kendim çizmek istiyordum.
Kendini tanıyıncaya kadar, ömrünü tüketti.
Sadece atların, beygirlerin, çekebildiği toplarını, Osmanlılar yukarılara taşımış, her iki taraftan kaleyi topa tutuyorlardı. (Sonradan öğrendim ki o Topları oraya Kürtler götürmüştü.)

Hiçbir zaman, devlet ve hükümdarlık gibi büyük bir hedefe ulaşmayı becerememiş olan Kürt Mir ve beyleri, her zaman küçük hedefler ve küçük kazançlarla yetinmiş, küçük övgülerle tatmin olmuşlardır.

Hayal ve düşler, dört nala kalkmış rahvan atlara benzerler, koşmaya başladılar mı onları durdurmak zordur.
Dicle’yim ben, dilsizlerin dili, sessizlerin sesi.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil, ruh ve yürek duyar onu.
.. tıpkı adı şuan aklımda olmayan bir alimin dediği gibi ; gülün niye dikeni var diye düşünüp kahrolacağımıza,dikenlerin içinde gül yetişiyor diye sevinmeliyiz.
İnsanlarımız bilgilerine değil, tüfeklerine ve kılıçlarına güveniyorlar, bir süredir pas tutmuş o kılıçları kınlarından çekmek, o tüfekleri ateşlemek istiyorlar. Ve unutmayın, kılıçların ve tüfeklerin sesi, her yerde her zaman merhamet, adalet ve vicdanın sesini öldürür.
Sesleri sessizliğin derinliklerine gömülmüştü.
Sessizlik, yorgunluktur,
Yorgunluk değilse kederdir,
Keder değilse hasrettir,
Hasret değilse sızıdır,
Sızı değilse derin bir düşünce, bir anıdır, Veya bütün bunlardır.
Veya bunlardan bazılarıdır.
Şimdi olduğu gibi,
Şimdi yaptığım gibi, bir sigara içme bahanesiyle duruyor
ve sessizliğin dalgaları arasına dalıyorum.

Hayır sessizliğin dalgaları arasına gömülmüyorum.
Yitik zamanların, unutulmuş zamanların sessiz dalgaları
üstüme geliyor

Tanrı misafiri, inanışı ve dini ne olursa olsun her yerde Tanrı misafiriydi ve bütün kapılar ona açıktı.
Hayatın gerçeği sessizliktir
Dicle’yim ben, dilsizlerin dili, sessizlerin sesi.
Her kuş kendi sürüsüyle uçar.
Öğrenmenin ve bilginin binbir yolu vardır, eğer bilgi yoluna girmek istiyorsan, rehberin berraklık ve sadelik olmalıdır.
Bilgi aşağıda duranı yüceltir, bilgisizlik yukarıda duranı aşağı indirir.
Güzel söz yüreklere bahar getirir.
Hayal ve düşler, dört nala kalkmış rahvan atlara benzerler, koşmaya başladılar mı onları durdurmak zordur.
Keldanilerin dediği gibi, göz gözü görmeyince, göz gözü unutur…
İnsanın akıllı hep aynı yerdeyse, ister istemez düşündüğü şeyler beynine üşüşür, rüyalarını süsler ve çoğunlukla da gelip diline kurulur
O günün Cizre’si çocuk ve gençlerin, umudun ve heyecanın Cizre’siydi, bugün ölmüş, yıkılmış düş ve hayellerin Cizre’si hiç değildi
Hasretim dut ağacının yaprağında bir damla su.
Çünkü insan hayatında her şey sese bağlıdır; çığlığa benzer bir sesle hayata gelirsiniz, inlemeye benzer bir sesle dünyadan göçersiniz, bu başlangıç ve bitiş sesleri arasında, hayatınız boyunca konuşur ve ilişki kurarsınız, gelip gidersiniz, yiyip içersiniz, insanları tanır onlarla yaşarsınız, hayattan yeni ders ve deneyimler öğrenip başka insanlara aktarırsınız, öğrenir ve öğretirsiniz, gülüp ağlarsınız, bağırır çağırırsınız, koruyup kollarsınız
Aqlê sivik barê girane
Kılıcın verdiği bütün kararlar kanlıdır.
Bu kahrolası hayata beni bağlayacak hiçbir şey kalmadı şimdi.
Güneş gidiyor, yerini yıldızlar alıyor, sayısız, sonsuz yıldız
Her gün hayat oyunu tekrarlanıyor, her gün hayat yeniden uyanıyor.
Anlar gelip geçiyor, zaman akıyor; mirler, beyler, sultanlar, padişahlar gelip geçiyor, zaman akıyor; felaketler, savaşlar, kavgalar, katliamlar, göçler gelip geçiyor, zaman akıyor; bizler, kısa bir süre için, bu çoğu zaman kanla sulanan toprakların misafiri olup sonra göçen, çoğu zaman iz bırakmadan o toprağın altına girecek olan biz basit insanlar, gelip gidiyoruz; zaman akıyor.
Şevbuhêrk’ler kandil ışığında kurulur, tarih de kandil gibi ışık saçan adamlarla tarih olur.
Utancın ve hüznün sesi olan sessizlik, artık bütün seslere egemen.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil, ruh ve yürek duyar onu.
Aydınlık bir sabahın hafif bir yeli, dingin bir akşamüzerinin son ışığı, bir yaz gününün sıcaklığı, karanlık bir gecenin kayan bir yıldızı, beyaz karın içinde boy veren yumuşak bir çiçek, usul bir yağmurun tertemiz birkaç damlası, bir insanın hayatında öyle bir etki bırakabilir ki, insan istese bile onların etkisinden kolay kolay kurtulamaz.
Heyecan, coşku ve bilgi, hayata yeni tatlar ve yeni renkler katan insana ait üç duygunun adıdır.
Ne zaman kendimi zinde ve bahtiyar hissetsem, kafamda yüzlerce tuhaf fikir dolanıp durur.
Gölge varlığını ışığa borçludur.insan, hayat ve dünya da varlığını güneşe borçludur
Söz, öyle bir etki yaratmalıdır ki, anlattığı insanların kaderlerini dengbej’in kaderine, dengbejin kaderini de o insanların kaderine ve onu da dinleyenlerin kaderine dönüştürmelidir.
Hile ve oyun, istek ve kural sadece geceye özgü değil, her yerde, her şey için varlar onlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir