İçeriğe geç

Haşim: Ömrüm Benim Bir Ateşti Kitap Alıntıları – Beşir Ayvazoğlu

Beşir Ayvazoğlu kitaplarından Haşim: Ömrüm Benim Bir Ateşti kitap alıntıları sizlerle…

Haşim: Ömrüm Benim Bir Ateşti Kitap Alıntıları

Beşir Ayvazoğlu kitaplarından Haşim: Ömrüm Benim Bir Ateşti kitap alıntıları sizlerle

Haşim: Ömrüm Benim Bir Ateşti Kitap Alıntıları

Haşim, dünya cennetini Dante’nin cehennemi haline getiren ve içinde tek başına yanan bir bahtsızdır
Haşim,ruhunun duvarları içine hapsolmuş bir zindan mahkumu
Ah ölebilsem
Aşk da, kin de beslen­meğe muhtaçtır
Yalanı dü­zeltmek için doğruyu bilmek lazım değil mi ?
Senin harâben bile şimdi hâtırâmda güzel bir köşk tesiri yapıyor
Aşkın çehresi, hüznün çehresine benzer
Ömrüm benim bir ateşti
Bilmem yalnız
Bildiğim sen ve ben ve mâi deniz
Ekdikleri dane-i şerare
Biçdikleri kalb-i pare pare
Yalanı düzeltmek için doğruyu bilmek lazım değil mi?
Eğer yalan söylemek başkalarının zevki ise, o yalanı tekzip etmek de benim zevkimdir. Hatta zevkimden de fazla bir şeydir: Vazifem.
Kadın nedir? O münevver menekşedir ki uçar
Samîm-i hüsn-i baharında hande-i âfâk
Zaten fikir ve his adamlarının yüzleri çirkin olabilir mi? Nasıl olabilir ki insan yüzü ruhun portresidir.
Fakat her şeye, büyüye, masala, mucizeye inanan Hâşim, bir kadın tarafından sevilebileceğine inanmıyordu.
Ürkerim kendi hayâlâtımdan:
Sanki kandır şakağımdan akıyor..
Bir kızıl çehrede ateş gözler,
Bana gûyâ ki içimden bakıyor!
Önce şu alnımın çıkıklığını düzeltsem acaba nasıl olurum? dedim. Sonra baktım ki, burnum da küçülmeye, biçime girmeye muhtaçtır. Haydi onu yaptım farz edelim; ya gözlerimin rengini nasıl değiştirebilirim? Ağzımla yanağım arasındaki yara izini nasıl silebilirim? Ya şu, ya bu derken sonunda kafayı dibinden kesip atmaktan başka çare olmadığını anladım.
Çok çirkin bir adam olduğuna, bu yüzden hiçbir kadının kendisiyle ilgilenmeyeceğine inanan Hâşim, Yakup Kadri’nin ifadesiyle, kafasını biçimsiz, yüzünü çirkin ve bünyesini vaktinden evvel ihtiyarlamış bulurdu.
Haşim’e göre, tebessüm, gülüş ve ağlayış, insanın hep saklamak istediği gülünç ve iğrenç ruhun etrafındaki perdelerdir; ruh bu perdelerin arkasında çarpık ve ürkek bir hayvan gibi çömelmiş oturur
Gece her çeşit kuruntularımızın kafatasımızın kovuklarından çıkıp hakikat çehreleri takınarak sürü sürü ortaya dağıldıkları, yeri ve göğü tuttukları saattir.
Çünkü masal gerçek olunca bütün büyüsünü yitirmiş.
Sanatta ebediyet iddiası gülünçtür, olumsuz eser yaratmak sakat beyinlerin hayali olabilir.
İnsan kalbinin öyle yeni çarpıntıları vardır ki, onun için dünkü lehçede vasıta-i beyan aramak boşuna bir zahmettir.
Halbuki sanat için tahsilden fazla bir şey beklenilmemelidir.
Bilmeli ki her şey çalınamaz.
Körfezdeki durgun suya bir bak göreceksin
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde
Mehtâb, iri güller ve senin en güzel aksin
Velhâsıl o rüya duruyor yerli yerinde
Mânâ araştırmak için şiiri deşmek, terennümü yaz gecelerinin yıldızlarını ra’şe içinde bırakan hakir kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek.
Meslek de eşya gibidir; daha iyisi olmasa bile, daha lüzumlusu ile değiş tokuş edilmelidir. Yoksa zarar muhakkaktır.
Senin haraben bile şimdi hâtıramda güzel bir köşk tesirini yapıyor.
Hâşim Çanakkale’de bulunmuştu ama, öyle gemi filân batırdığı söylenemezdi; orada karpuz kabuklarını bir şeyler okuyarak ay ışığına tutup şeffaf bir yemek haline getiren Hindli bir efsuncu tanımışmış, yalnız onu anlatırdı.
Yollar
Ki gider kimsesiz, tehî, ebedî
Şu baş der, kürre-i arzın en büyük zekâlarından birinin başıdır. Edebiyatımız bütün zavallılıklarının tesellisini, bu başın asil mahsûlatını okuyarak bulabilir
Yakup Kadri’nin nahif bir vücut üstünde taşıdığı büyük başı, ince bir sak üzerinde iri, siyah bir haşhaşı andırır.
Ne yapmak istediğimizi ben bilmezdim. Birçok ateşli gençlerdik. Toplandıkça sonu gelmez mânâsız münakaşalarla oyalanırdık. Edebiyat aramızda kaybolup gitmişti. Nizamname yapmak, reis seçmek gibi daha esaslı meşguliyetlerimiz vardı. Ah ne güzel günlerdi bunlar! Gençliğimin en güzel günleri. Hayatın acılığını, memleketimizin yaslarını henüz tatmamış âvâre , kayıtsız çocuklardık.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir:
Hepsinin gözlerinde hüznün var,
Hepsi hemşîredir veyâhut yâr
Hep hâtıralardır ki ziyân ufku sararken
Sessizce gelir hepsi gezer rûhumu birden
Asıl ölüm bu unutulmuşluk, asıl mezar da nesiller arasına dipsiz boşluklar açan bu yirmi beş senedir. Bu çeyrek asrın içine gömülen değerler milli varlığımızın temelleridir: Haşim’i okumayan, okusa da anlamasına imkan olmayan bir nesil yetişmiştir. Bu zavallı gençlik, Haşim’den Fuzuli’ye kadar bütün milli edebiyat ve tarih hazineleri arasında, bir resim sergisini gezen körler gibi, şaşkın ve avare dolaşır.
Türkçeyi sonunda bir kabile diline benzetmeyi başaranlar, yeni nesillerin, sadece edebiyatımızın geçmişiyle değil, dil ve edebiyat vasıtasıyla bugüne aktarılması gereken kültürle de irtibatını kesmişlerdir. Eserlerini otuz, kırk, bilemediniz elli yıl önce vermiş şairlerin dilini anlamayan başka bir toplum, dünyanın ne geçmişinde vardır ne bugününde.
Bir lâhza sevilmiş, unutulmuş kader-âlûd
Rüyalı kadın gözleri
çöktü akşam, üstümüze yıkıldı;
vakittir, artık perdeyi indir!
atılacak eşyayım, öyle yığıldım,
ve bildim ki insan hüzün içindir
Hakkınız var, güzel değildir ihtimal
Mübalağa sanatı kadar
Varşova’da ölmesi on bin kişinin
Ve benzemesi
Bir motörlü kıtanın bir karanfile
Yarin dudağından getirilmiş
Çünkü gerçek dünya, şairlerin anlattığı dünyaya benzemez. Gerçek dünyada görülecek ciddî ve maddî işler vardır; tarla sürülecek, ekin biçilecek, ekmek pişirilecektir.
Melâli anlamayan nesle âşina değiliz
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i’lân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Asıl ölüm bu unutulmuşluk,asıl mezar da nesiller arasına dipsiz boşluklar açan bu yirmi beş senedir. Bu çeyrek asrın içine gömülen değerler milli varlığımızın temelidir: Haşim’i okumayan, okusa da anlamasına imkan olmayan bir nesil yetişmiştir. Bu zavallı gençlik,Haşim’den Fuzuli’ye kadar bütün milli edebiyat ve tarih hazineleri arasında bir resim sergisini gezen körler gibi, şaşkın ve avare dolaşır
Ve artık melali kimse anlamıyordu
Ve Hâşim, birkaç mısraını yazabildiği son şiirinde kısacık ömrünü şöyle özetleyecektir:

Ömrüm benim bir ateşti

Hep hattralardır ki ziyan ufku sararken
Sessizce gelir hepsi gezer ruhumu birden
Sarmıştı o sakin yüzü bir gölge semadan
Dalmıştı o gözler ebediyetlere ..
Bir iki sene sonra, bir Anadolu dönüşünde, bir gün Tünel’de ayağına yanlışlıkla bastığım bir beyden af diliyordum; meğer Hâşim’miş. Öpmek için eline sarıldım ve bana haksız yere darıldığını anlatmak istedim. Fakat o beni ‘Dargınlık akran arasında olur’ diyerek payladı ve koluma girerek Löbon’a kahve içmeğe davet etti.
Rivayete göre, Yahya Kemal bir gün Degustasyon’da Hâşim’i aynı şekilde talebesi Ahmet Hamdi’ye kötülemiş, tutar tarafını bırakmamış. Bu sert eleştiriden etkilenenTanpınar Gidip şu Ahmet Hâşim’i öldüreceğim, böyle bir ada min yaşaması zararlıdır! diyerek yerinden fırlayınca Yahya Kemal hiç istifini bozmadan Otur kahraman çocuk, otur! demiş.
Senin haraben bile şimdi hatıramda güzel bir köşk tesiri yapıyor.
.Bilirim, hayatında beni bir dakika sevmedin, bir dakika havamda rahat etmedin, bir dakika bana dost sıfatını tamamen vermedin. Ben bunu bilerek dostun oldum ve hâlâ dostunum. Çünkü biliyorum ki ruhun benim ruhumun cinsindendi. Çünkü biliyorum ki bedbahtsın ve me’ud olamayacaksın, tıpkı benim gibi..

( Ahmet Haşim’den Yahya Kemal’e)

Biz, sahip olduğumuz değerleri bilmiyoruz; çünkü onları yeni bakış açılarından okumayı göze alamıyoruz.
Edebiyat tarihleri birbirlerini tekrarlıyor
Seyreyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında
Bir aks-i mülevvendir onüçün
Arzın bana ahcâr u nebâtı
Her devrin özel bir havası vardır; orada ancak belirli bir hassasiyet belirli bir anlayış tarzı geçerli olabilir.
Sanatta ebediyet iddiası gülünçtür, ölümsüz eseri yaratmak sadece sakat beyinlerin hayali olabilir.
Ben ki halkın ne alın terinden on para çalmışım, Ne de bir şairin cebinden bir satır.
Nazım Hikmet
Dostlarım ve düşmanlarım hep İstanbul’dadır.
Haydi dostlarımdan vazgeçerim fakat düşmanlarından nasıl ayrılırım?
Paris, ilk bakışta baştan başa uyuz fare renginde bir şehirdir.
Paris, her yeni gelen ilk zamanlarda acı bir sükut- ı hayale uğratırmış.
Ömrüm benim bir ateşti.
Ateş gibi bir nehir akıyordu,
Ruhumla o ruhun arasından
Insan zekâsının tabiatı beğenmediği için mimariyi, musikiyi şiiri ve bir yığın hayat sanatını yarattığı kanaatindedir.
Hayalü hissimi reng-i muhite benzeterek
Zeval-i ömrümü seyrediyor sanırım nazarım.
Erir bu dem kalır ufkumda bi ziya bir renk Hakayıkım, elimim, zulmetim, düşüncelerim.
ve hala dostunum çünkü biliyorum ki ruhun benim ruhumun cinsinden, çünkü biliyorum ki bedbahtsın ve mes’ud olmayacaksın, tıpkı benim gibi.
(Yahya Kemal’ e yazılmış bir mektuptan)
Ölüm karşısında her şey hiçliğini o kadar vazıh ifade ve itiraf ediyor ki, adem’e inanan ve tesellilerin hiçliğini bilen bir insana söylenecek söz kalmıyor.
Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir.
Haşim, büyük bir damarı yakalar ve Şeyh Galip kanalıyla divan şiirine yaslanarak Cenab’ın yapmak isteyip de yapamadıklarını başarır.
Şiirde Mana nın bizde poetika niteliği taşıyan ilk yazı olduğu söylenebilir.
Şairin lisanını, ister nazım ister nesir olsun, anlaşılmak değil hissedilmek üzere teşekkür etmiş, musiki ile söz arasında.
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Ahmet Haşim
Hece, Türk köylüsünün veznidir, aruz ise şehirlinin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir