İçeriğe geç

Hanımlar İçin Tefsir Dersleri Kitap Alıntıları – Necmeddin Salihoğlu

Necmeddin Salihoğlu kitaplarından Hanımlar İçin Tefsir Dersleri kitap alıntıları sizlerle…

Hanımlar İçin Tefsir Dersleri Kitap Alıntıları

Müslüman bir kadının, ister müşrik olsun, isterse ehli kitaptan olsun gayrimüslim (kâfir) bir erkekle evlenmesi haramdır. Bu hususta hiçbir ihtilaf yoktur.
Göster Allah’ım bu millet kurtulur tek mucize,
Bir utanmak hissi ver gaib hazinenden bize.
İslam’da gaye mugayyayı meşru kılmaz diye bir temel fıkıh kaidesi vardır. Yani meşru bir gayeye ancak meşru olan vasıtalarla ulaşılabilir. Dolayısıyla tesettürden taviz verilerek, İslami faaliyetler yapılamaz, ilim tahsil edilemez.
Peygamberimiz (s.a.v) cahiliye kadınları gibi açık ve süslü giyinen kadınların biatlarını kabul etmemiş, bu elbiselerinin üzerine cilbab örttükten sonra biatlarını almıştır.

(Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 6:42)

7- لِّلرِّجَالِ نَصيِبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ 

“Erkekler için ana-baba ve akrabaların geride bıraktıklarından bir hisse vardır.” Ayette, varis olan kimsenin velev nasibinden yüz çevirse de, hakkının düşmediğine bir delil vardır.

وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ

 “Kadınlar için de ana-baba ve akrabaların geride bıraktıklarından bir hisse vardır.”

مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا 

“Bunlar az olsun çok olsun, farz kılınmış bir hissedir.” Cahiliye döneminde kadınlar mirastan men edilir, “ancak savaşıp kan akıtan varis olur” denilirdi.
8- وَإِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ أُوْلُواْ الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينُ فَارْزُقُوهُم مِّنْهُ 

“Miras paylaşımında akrabalar, yetimler, yoksullar hazır bulunurlarsa, onlara da mirastan bir şey verin.” Onlara mirastan verilmesi, gönüllerini hoş etmek içindir ve bir sadakadır.

Bu, mirasçılar için mendub olan bir emirdir, böyle yapmalarının daha iyi olacağı bildirilmiştir. “Buradaki emir vücup içindir” yani “mutlaka uyulması gerekir” diyenler de olmuştur.

وَقُولُواْ لَهُمْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا 

“Ve onlara güzel söz söyleyin.” Bu da onlara dua etmek, mirastan verdiklerini az görmek, verdiklerinde minnet etmemek şeklinde olur.

9- وَلْيَخْشَ الَّذِينَ لَوْ تَرَكُواْ مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُواْ عَلَيْهِمْ 
“Kendileri, geriye zayıf çocuklar
bıraktıkları takdirde, onların geleceğinden korkacak olanlar, (yetimler hakkında da) aynı şekilde korksunlar.”

Birçok kadının evlerinden çıkarken, üst elbise olarak giydikleri şeyler, cilbab olamayacakları gibi bilakis, gösterilmesi yasaklanan zînetler türündendir. Çünkü bunlar nakışlı, desenli ve göz alıcı giysilerdir.
Başta Resulullah (s.a.v) Efendimizin pak zevceleri ve kızları olmak üzere sahabe-i kiramın hanımları siyah çarşaf giymişler ve uygulama ekseriyetle günümüze kadar siyah çarşaf şeklinde gelmiştir.
Allah’ın dininin düşmanları her devirde inananlar üzerinde baskı kurarak İslami hayatın toplum içerisinde yaşanmasına engel olmaya; İslamı, vicdanlara ve evlere hapsetmeye çalışmışlardır.
Bu dünya hayatı kullukta yarış etmek, kimin daha güzel ameller yaptığının ortaya çıkması için yaratılmış ve herkese de kendi yaratılışına uygun vazifeler ve sorumluluklar yüklenmiştir. Sınırlarını islamın çizdiği bu hassas denge korunur ve herkes kendi sınırında durmayı başarırsa kimse kimseye haksızlık etmemiş ve herkes kendi hakkını almış olur. Ama bu denge bozulursa, tekrar aynı noktaya dönünceye kadar felaketlerin önüne geçme imkânı yoktur.
“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl, 97) “Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa, 124)
Memur ve işçi kadınların evlerindeki atmosfer otellerdeki havadan farksızdır.
Vaktini, emeğini ve ruhsal enerjisini işine harcayan bir kadın ya da bir anne evin havasına sadece bitkinlik, yorgunluk ve bezginlik katar.
Müslü­manlar kadı gibi sert ahkâm kesen bir anlayışla değil, davetçi ahlâkıyla hareket etmelidir.
İslam’ın hükmüne razı gelmez, İslama aykırı beşeri kanunları daha adil ve daha insancıl bularak onların hükmünü ister ve onlara razı olursa bu durum kişiyi dinden çıkarır.
İnsanlık ancak Kur’an nizamının hâkim olduğu bir toplumda huzur bulur.
Son zamanlarda müslüman ailelerin karı-koca, çoluk-çocuk lokantaları doldurarak pahalı salonlarda kadınlı erkekli yemek yemeleri de başka bir çürümenin göstergesidir.
Müminlerin itibarını korumaya çalışmak ve müminlere karşı hüsnü zanda bulunmak esastır.
Kendisini laik Müslüman, sosyalist Müslüman, milliyetçi Müslüman ve benzeri şekillerdeki ifadelerle tarif eden bir kesim vardır.
Siz Allah’tan ve Resulünden gelen hükümlere içinizde hiçbir ukde kalmadan, itiraz sesi yükselmeden razı mısınız, değil misiniz? Eğer razı iseniz o takdirde İslamın başına eklediğiniz hangi sözcük olursa olsun bu bir fazlalıktır, İslam bu fazlalıkları reddeder.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hristiyan ve Yahudiler gerçek olarak ve pürüzsüz anlamda katıksız kâfirdirler. Kâfirlikleri kesindir ve sabittir. Bunda herhangi bir şüpheye yer yoktur.
Kâfirlerin müminler üzerinde velayet hakkı yoktur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.

(Nisa, 139)

Es-Selamu Aleykum Müslümanlar arasında uluslar arası bir parola, müminlerin birbirlerini tanımasını sağlayan bir semboldür.
Münafıklar, ikiyüzlü bir politika izledikleri ve sadece bu dünya hayatını göz önünde tuttukları için, Allah onları eski küfürlerine geri döndürmüştür.
Şuursuz Müslümanlar ise oyun ve eğlence peşindedirler.
Münafıkların, Müslümanlara karşı kalplerinde taşıdıkları kin asla sönmez. Müminler güçlü olduklarında İslam’ı övücü sözler söylemekte birbirleriyle yarış ederler. Ancak müminleri zayıf gördüklerinde, İslam’a ve Müslümanlara karşı taşıdıkları kin ve nefretlerini kusmaktan geri durmazlar.
Parklarda sigara içmeler, pastane ve kafelerde kadınlı erkekli muhabbetler işi çığırından çıkarmaktadır. Bunlara bakınca gelecek nesle cidden acımak geliyor içimizden.
Allah, kadınla erkek arasındaki bu münasebetin hayvanlar gibi sürdürülmesine değil, temiz ve meşru biçimde yapılmasına müsaade etmiştir.
Kadının malî durumu yerinde olsa bile, ailenin harcamalarına katılmak zorunluluğu yoktur. Bu açıdan bakılınca, kadın ile erkeğe aynı pay verilecek olsa, hisseleri aynı olduğu halde erkek, ailenin geçimini sağladığı, Kadının ise böyle bir sorumluluğu olmadığı için, denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır ki bu, erkeğe haksızlık edilmesi demektir.
Erkek, hem kendisinin hem de hanımının olmak üzere en az iki kişinin geçimini sağlamak zorundadır.

Oysa kadın, kendisi de dahil olmak üzere hiçbir kimsenin nafakasını temin etmek zorunda değildir.

Feministlerin İslamın birden fazla evliliğe ruhsat vermesine aşırı tepki gösterirken kadınların umumhanelerde bir meta gibi satılmalarına ses çıkarmamaları maksatlarının kadını korumak değil İslam düşmanlığı yapmak olduğunu gün gibi ortaya çıkarmaktadır.
Hiçbir dini hüküm ve toplumsal değer tanımayan açık saçıklık en ücra köylere kadar ulaşmış ve utanma duygusu toplumun kahir ekseriyeti tarafından adeta unutulmuştur. Bu nedenledir ki İslami kaygısı olan, az çok bilinç sahibi tüm Müslümanların özellikle de Müslüman hanımların vazifeleri çok ağırdır.
Gıybet üç türlüdür:

1.Gıybet edip,ben gıybet etmiyorum,onda olanı söylüyorum demektir. Bu hal *Ebu’l Leys Semerkandi’nin*, Tenbihu’l-gafilin adlı eserinde dediği gibi, Kat’i haramı,helal saymak olduğu için küfürdür.

Yaratılmışlara rahmet nazarıyla bakacağız. Rahman’ın rahmetinden ümit kesmeyeceğiz. Rahim’dir diyerek tembelliğe de düşmeyeceğiz.
Allah (cc) Rahman ve Rahim isimleriyle bizi önce ümitlendiriyor. Maliki yevmiddin ile de korkutuyor. Cennete gitme ümidi ile Cehenneme düşme korkusu arasında işlerimizi ve niyetlerimizi düzeltelim.
Dış elbiselerin inceltilerek içini göstermesi, elbisenin kısaltılması veya dış elbiselerin dışarı çıkıldığında giyilmemesi, örtünün bizzat kendisinin zinet olması,elbiselerin süslü alımlı rengarenk olması, başörtülerin renkli renkli olup arkadan bağlanarak gerdanlıkların gösterilmesi, başörtüsünün başa sımsıkı bağlanarak (sıkma baş) boyunda toplanması, saçın bir kısmını açıkta bırakacak şekilde örtünülmesi, yüz ve dudakların boyanıp kaşların alınması, elbise altında kalması gereken takıların teşhir edilmesi, giyilen kıyafetin kadının bütün bedenini belli edecek kadar dar veya ince giyinmesi, başı kapatıp altına daracık pantolonların giyilerek edep yerleri ve kaba etlerinin teşhir edilmesi, elbiseye koku sürülerek erkeklerin ilgi ve alakasını çekmesi, şöhret ve gösteriş elbisesine benzemesi, erkeklerle gereksiz ihtilatın adet halini alması, elbiselerinin erkek elbisesine benzemesi gibi haller teberrüc olarak değerlendirilecek hareketlerdir.
Ehli Kitap dediğimiz Hıristiyan ve Yahudilerin özel bir itikadi statüleri yoktur. İslam fikhinda onlara tanınan toleranslar sadece dünyalık hayatın işleyişiyle alakalıdır. Eğer onların kestiklerinin Müslümanlara helal kilınmasından yola çıkılarak onların ahirette cennete girebilecekleri söyleniyorsa o takdirde münafıkların evveliyetle cennete girmesi gerekecek Zira münafıklara dünyada tam bir Müslüman muamelesi yapılır. Kestiği, yendiği gibi diğer konularda da müslüman muamelesi yapılır. Ancak münafiklar ahirette müşriklerden daha şiddetli cezaya çarptirilacaklardır.
Şirk (Allah’a ortak koşmak), hem Hakk’a bir iftira ve büyük günah, hem de derin bir sapıklıktır. Her iki şekil de büyük zulümdür.

Bununla beraber bazı müşriklerde iftira durumu açık, bazılarında da sapıklık durumu açıktır. Bunun için her birinde affedilmemek, yerine göre bir sebebe bağlanmıştır. Kitap ehlinin şirki, sapıklıktan çok, bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapıklık eseridir. Şu halde biri ahlâksızlığa, biri de cehalete dönüyor demektir.

Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade ve ihtisas işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi, ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç bir kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi.
“Allah yolunda hicret etmek” iki durum dışında bir zorunluluktur. Kişi orada İslâm’ı yaymak, peygamberin ve takipçilerin görevlerinin ilk dönemlerinde yaptıkları gibi küfür üzerine kurulu hayat sistemini İslâmî bir sisteme çevirmek için kalabilir. Veya kişi oradan çıkıp gitmeye bir yol bulamaz da nefret ve hoşnutsuzluk içinde orada kalır. Bu iki durum hariç “küfür diyarı”nda yaşamak sürekli günah içinde yaşamak demektir. “Hicret edecek bir İslâm Diyarı bulamadık” diye öne sürülen özür de kabul edilmeyecek ve şöyle denilecektir. Eğer ‘İslâm Diyarı’ diye bir bölge bulunmadı ise, küfrün kanunlarına boyun eğmekten kurtulmak için ağaç yaprakları ve keçi sütü ile beslenebileceğiniz bir dağ veya orman da yok muydu?
Münafiklar, ikiyüzlü bir politika izledikleri ve sadece bu dünya hayatını göz önünde tuttukları için, Allah onları eski küfürlerine geri döndürmüştür. Onlar bu dünya hayatını ahiret’e tercih ettikleri için bazı çıkar hesapları yaparak İslâm dairesine girmişlerdi. İmanlarıyla çatışan çıkarlarını feda etmeye hazır değillerdi ve kişinin bu dünyayı rahatlıkla, ahiret hayatı için fedâ edebilmesini sağlayan kesin bir ahiret inancına sahip değillerdi. O halde münafıklığın ayırdedildiği nokta o kadar açık ve kesindir ki, bu konuda fikir ayrılığına mahal yoktur.
Bakışlara gelince, onlar şehvetin önderi ve elçileridir.
Zira bakış zinanın postacısıdır.
Ebu Hureyreden rivayet ediyor:
Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu;
~Gözlerin zinası bakmaktır.
~Dilin zinasi konuşmaktır.
~Elin zinasi dokunmaktır, her nefis arzu eder ve iştahlanır. Ferc(dişilik) ise ya yalanlar ya da doğrular.
İslami kaygısı olan, az çok bilinç sahibi tüm Müslümanların özellikle de Müslüman hanımların vazifeleri çok ağırdır. Çok okumaları, kendilerini en kısa zamanda yetiştirerek bu tefessüh etmiş toplumun daha fazla kokuşmaması için bir an önce davet ve tebliğ çalışmalarına koşmaları lazımdır.
Kişi kâfir olarak kaldıkça sırf dostluk, nesep veya nikâhın asla faydası olmaz.
İnsanlar hakla tanınmalı, hak ölçülerine vurulmalıdır.
Müslüman kadın bir hayâ abidesidir.
Cenab-ı Hak’tan her ne istersek hayırlısını isteyelim. İmtihanımızı kendi kendimize ağırlaştıracak mükellefiyetler altına sokacak dua ve isteklerde bulunmayalım.
Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.
Yüce Allah, kulların hiçbir çağrısı, hiçbir seslenişi olmadan da onların dertlerini işitir.
Hilafet de ancak iman ve ameli salihle, yeryüzünün ifsada değil imar etmeye çalışmakla olur.
Resûlullah (sav) Efendimizin şefaatine mazhar olmak için çokça salavat getirmeliyiz.
Her hususta kendini Allah’a ver, yardımı O’ndan iste, O’na dayan.
İnsan kalbi Allah Teâlâ’yı anmadığı, O’nunla başbaşa olmadığı anlarda boştur, ihtirasların oyuncağıdır, şaşkındır.
Daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
Aile hukuku, İslâm hukukunun önemli bir kısmını oluşturur.
İslâm gelince ilk iş olarak toplumun kadına bakışını düzeltti.
İnsanın gücü ise sınırlıdır. Bu yüzden yüce Allah insanlara güçlerini aşan sorumluluklar yüklemez.
Resulullah (sav) Efendimiz Müslümanlar için her bakımdan örnek ve önderdir.
Bugün İslâm coğrafyasında işlenen zulümler kalksın, emperyalist kafirlerin ve siyonistlerin sözü değil de Müslümanların sözü geçsin istiyorsak, kendi durumumuzu sorgulamamız, işbirlikçilere verdiğimiz desteği geri çekmemiz gerekmektedir.
İman girdiği kalbi ihya eder, diriltir.
Takva, Allah’ın gözetimidir.
İman kişinin sahip olduğu en büyük servettir.
İslâm ruhbanlığı yasaklamış, tembelliği yermiş, çalışmayı ise teşvik etmiştir.
İman, insanın hayatına ve bu hayat süresince sarf ettiği gayretlere, yapmış olduğu işlere bir mana ve değer katan yegane âmildir.
Biz ve Batılılar için tek çıkar yol İslâmlaşmaktır.
İmanın, yapılacak ibadetlerin şekillerinin peygamberler vasıtasıyla geldiğini biliyoruz. Ama maddi ve müsbet ilimlerin de peygamberler vasıtasıyla gelmiş olduğunu hepimiz bilmeyebiliriz.

Mesela: Gemicilik sanayisine ait temel fikirleri Hz. Nuh getirmiştir. Terziliği İdris, tıbbı İsa, sihirlere ait ilimleri Musa getirmişlerdir.

Kendi evlerinizden başka evlere, odalarınızdan başka odalara sahiplerine geldiğizi farkettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyiniz.
Zinayı serbest bırakan kararlar alanlar ve o kararları alan yönetimleri iktidar mevkiine getirenler müteselsil olarak o toplumda işlenen fuhuştan uhrevi sorumluluk yüklenmiş olurlar.
Namuslu bir kimseyi, özellikle ırz ve namus sahibi bir kadını zina ile itham etmek canını almaktan ağırdır.
İslâm miras hukuku, miras hukukunda kadına bir pay, erkeğe ise iki pay ayırmıştır.
İslâm, hayatın tümünü kucaklayan yegane dindir.
Allah vekil olarak da kâfidir.
Halk O’nun, mülk O’nun, hükümranlık ve tasarruf O’nundur.
Hz. İsa’ya Hristiyanların aşırı sevgi besleyerek ilah makamına oturtmaları tümüyle bir iftira ve yalandır. Hz. İsa da bir kuldur ve kul olmaktan utanan sıkılan biri değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir