İçeriğe geç

Hak Dostum Diye Başlayalım Söze Kitap Alıntıları – Haldun Taner

Haldun Taner kitaplarından Hak Dostum Diye Başlayalım Söze kitap alıntıları sizlerle…

Hak Dostum Diye Başlayalım Söze Kitap Alıntıları

De Gaulle’den bir özdeyiş:
“Bir politikacı,kendi söylediklerine asla inanmadığı için buna inanan başkalarına çok şaşar.”
Ortada apaçık bir ayrıcalık var.Bunu kaldırmak gerek.Nasıl mı? Ya millete de milletvekillerine tanınan söz özgürlüğü tanınsın,ya da milletvekillerinden ağır konuşma ve uluorta suçlama dokunulmazlığı geri alınsın.
“Devlet bakanının sözleri ilkel,muvazenesi olmayanların,cezai ehliyeti olmayanların sözleridir.Müşahade altına alınması gerekir.”
Zaten Türkiye’de herkes kendinin ne olduğunu araştırmaz.Sadece kendini bir şey sanır.
Öfkenin baldan tatlı olduğu söylenir ya,dedikodu öfkeden de tatlıdır.
Dedikodu,kadın erkek,insanoğlunun ortak bir zaafıdır.
Alman hicivcisi Wedekind,
“Sansüre çok şey borçluyum,o olmasa üslubumu bu rütbe ile törpüleyemezdim.”
Köprü nedir? Bir boşluğu kapatan,bir yerden kalkıp bir yere varan yol.Uygarlık,dağları aşıyor,çevreyolları döşüyor,köprüler kuruyor.
Ama insanı insana pek ulaştırmıyor.
Gerçeğin payı neden kuyruk acısından daha az olsun.
Zorbalığı, kaba kuvveti bir matah sanış. işi­ne gelmeyeni hor görüş ve gösteriş, ister po­litika alanında olsun, ister cinsiyet dünyasında, şu iki şeyi belgeler: ilkellik ve kendine güvene­meyiş.
1972 yılı kitap yılı ilan edilmişti. Bizim­kiler ters anladılar. Kıyıda, köşede ne kadar kitap varsa topladılar. Sahiplerini de sorguya çektiler, tutukladılar. Sonra yanlışlık olduğu an­laşıldı. Serbest bıraktılar.
Az konuşun ki, siz siz kalın.

İşte size, özün özü bir deyiş. Onu açıp yorumlamak, büsbütün tadına varmak icin zihin gücünüzü biraz seferber etmeniz gerekecek.
Ama değmez mi?

Milli kusurlarımızdan biri, konuşmasını bil­memek, dedim. Bunun başlıca nedeni de din­lemesini bilmemek, düşünmesini bilmemek. Ko­nuşmayı, bilgiçlik taslamak, yahut karşısındaki­nin tezini bir araba laf kalabalığı ile bastırmak saydıkca bu işin düzeleceği de yok.
Öfkenin baldan tatlı olduğu söylenir ya.
Dedikodu öfkeden de tatlıdır.
Dedikoduyu kadınlara mal etmek erkeklerin bir mugalatasıdır. Dedikodu, kadın erkek, insanoğlunun ortak bir zaafıdır.
Bir iktidarın yaptığını öbür iktidar düzeltir. «Akşama kadar dik kadınım, sabaha kadar sök kadınım» hesabı.
Köprü nedir? Bir boşluğu kapatan, bir yerden kalkıp bir yere varan yol. Uygarlık, dağları aşıyor, çevreyolları döşüyor, köprüler kuruyor.
Ama insanı insana pek ulaştıramıyor. Aya, uzaya bile yol açtık, köprü kurduk da aramızda içten, sıcak, insanca bir diyalog kuramaz olduk.
Kırılan kalbin çatlağı yine için için sızlar
Çocuklara karşı hep bir borçlu hissederim kendimi sonra utanırım da onlardan siz utanmaz mısınız ? Onlara bıraktığımız şu maskara dünya sizin de yüzünüzü kızartmaz mı ?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ben düşmanlarımı kendim haklarım.Sen bana dostlarımla başa çıkacak gücü ihsan eyle yarabbim.
Zorbalığı, kaba kuvveti bir matah sanış, işine gelmeyeni hor görüş ve gösteriş, ister politika alanında olsun, ister cinsiyet dünyasında, şu iki seyi belgeler: İlkellik ve kendine güvenemeyiş.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ben dayaktan iğreniyorum. Dayak atan acınacak bir insandır.Dayak, insanın zayıflığını kanıtlar.
Düşünceye karşı şiddetli korkuyu ve kaba kuvveti kullanır. Çağdışı bir zorbalıktır.
Gerçek demokrasi iyi rejimdir, iyi rejimdir de güç rejimdir.Kültür ister, seciye ister.
Affedilmek bazı insanları daha arsız ve saygısız yapmaz mı? Yapmıyor mu?
Bu millete okumayı, satranç oynamayı, matematiği,kısacası kafasını işletmeyi öğrettiğimiz gün, ancak o gün ışıklı yarınlar lafı edebiyat olmaktan çıkacak.
Çocuklara karşı hep bir borçlu hissederim kendimi.Sonra utanırım da onlardan.Siz utanmaz mısınız? Onlara bıraktığımız şu maskara dünya sizin de yüzünüzü kızartmaz mı?
Millete her şey söylenmez.Onun bilmesi gereken şeyler vardır, bilmemesi gereken şeyler vardır.Gerekirse, politika hayrına, yalan bile meşrudur.Bunu saptamak da, devleti yönetmekle sorumlu olan bizlere düşer.İşte o kadar.
Dedikodu, yirminci yüzyılın hasta insanlarına bir kırbaç, bir boşalım, bir arınım sağladığına göre sürüp gidecek.Neylersiniz.
Güçtür güç, evlilik sanatı. Hele eşlerden biri biraz sivrilmiş bir kişiyse büsbütün güçtür.
Bundan doğal ne olabilir? Önce şimşek çaktı.Belli bir şey ki, arkasından yağmur gelecekti.
Bir iktidarın yaptığını öbür iktidar düzeltir. Akşama kadar dik kadınım, sabaha kadar sök kadınım hesabı.
Gözlerimi kaparım,
Vazifemi yaparım

İyi ahlaklı olunca, gözlerini kapayıp ödevini yapınca herkesin düzeleceği sanısı o gün bugündür bazılarımızda sürüp gidiyorsa, kabahat bu manzumeciklerdedir, onların saf koşullandırmalarındadır.

Dil nedir? Kelimelerden örülü bir başka köprü.
Köprü nedir? Bir boşluğu kapatan, bir yerden kalkıp bir yere varan yol.Uygarlık, dağları aşıyor, çevreyolları döşüyor, köprüler kuruyor.Ama insanı insana pek ulaştıramıyor.Aya, uzaya bile yol açtık, köprü kurduk da aramızda içten, sıcak, insanca bir diyalog kuramaz olduk.
“Ben düşmanlarımı kendim haklarım. Sen bana dostlarımla başa çıkacak gücü ihsan eyle yarabbim.”
Claude Farrere’in, ne hikmetse hala dilimize çevrilmemiş olan bir kitabında (La Turqie resussitee) anlattığı bir hatırayı naklettim. Fransız edibi bu hatırasında Atatürk’le İstiklal Savaşı’nın en ateşli döneminde, İzmit’te bir çay bahçesinde yaptığı bir görüşmeden bahseder. Claude Farrere, “Yaptığınızı çılgınlık sayanlar var” gibi bir laf eder.
Atatürk’ün cevabı aşağı yukarı şudur: “Ben mucizelere değil gerçeklere dayanıyorum. İngiltere parlementosunda Lloyd George Hükümeti’nin karşılaştığı ciddi muhalefet onu Yunanistan’a efektif askeri yardımlardan alıkoyacaktır. Yunanlılar bu yardımı alamazlarsa ben onları mağlup edebilirim.” Ve rakamları konuşturur. Atatürk bu konuşmada, rakamlara, tümen ve silah sayısına dayanan, tam kurmayca bir hesaba dayanan gerçekçi bir tabiyeci olarak görünür. Öyledir de. Bu sağlam hesap kurtarmıştır bizi.
Bir keresinde eve geç gelişine içerleyen Xhantippe’in bağırıp çağırmasını, her zamanki sabrıyla dinlemiş, sonra öfkesini yenemeyip başından bir leğen bulaşık suyunu boca edişini de sineye çekmiş. Onun bu hazımlılığını merakla izleyen yanındaki öğrencisine de şöyle demiş: “Bundan doğal ne olabilir? Önce şimşek çaktı. Belli bir şey ki, arkasından yağmur gelecekti.
“Evlenin evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” diyen de Sokrates’tir. Dilimizde zeytinyağı gibi üste çıkmak diye bir deyim var. Sokrates’in bu aforizması da durumun üstüne filozofça çıkma örneği sayılabilir.
Zorbalığı, kaba kuvveti bir matah sanış işine gelmeyeni hor görüş ve gösteriş, ister politika alanında ister cinsiyet dünyasında, şu iki şeyi belgeler : ilkellik ve kendine güvenemeyiş.
Siyasi esprilerin seviyesi bir ülkenin siyaset adamlarının seviyesi ile orantılıdır.
Her devir kirli çamaşırlarını gizleyeceğini sanır. Ama bunda aldanır.
ben düşmanımı kendim haklarım. sen bana dostlarımla başa çıkacak gücü ihsan eyle yarabbim!.
kadını hor görmek ve göstermek isteyenler, onunla baş edemeyeceğinden çekilenler, kadının özgür bir varlık olarak, kendi erkek kişiliklerini etkileyeceğinden, zayıflatacağından, hatta yok edeceğinden korkanlardır.
kadın düşmanlarına bir bakın. çoğunun yaşam kavgasının başka alanlarında da çeşitli yenilgiler, onur kırıklıkları ve ezikliklerle boğuştuğunu göreceksiniz.
boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğini söyle, sana uygarlık dereceni söyleyeyim.
biz türkler neyiz? fesle şapka arasında acayip bir yaratık. doğa mistisizmi ile batı rasyonalizmi arasında, bir parça ondan bir parça bundan, bir çelişkiler kavşağı.
Kemal Tahir’in isabetli bir teşhisi vardı: Batılı aydın bir birikimin üstüne konar, orada her alanda enine boyuna incelemeler yapılmıştır. O kendi yaratma gücünü, bunları alıp, eritip geliştirmeye harcar. Böylece de daha verimli olur derdi.
Milli kusurlarımızdan biri, konuşmasını bilmemek. Bunun başlıca nedeni de dinlemesini bilmemek, düşünmesini bilmemek. Konuşmayı, bilgiçlik taslamak, yahut karşısındakinin tezini bir araba laf kalabalığı ile bastırmak saydıkça bu işin düzeleceği de yok.
Şair Eşref’e, Vahdeddin’in bir erkek çocuğu oldu demişler. Adını da Ertuğrul koydular.
Eşref, Vay canına, demiş, yüzdük yüzdük kuyruğuna getirdik diye seviniyorduk. Desene yeni baştan başlıyorlar.
Yahu biz insanlar ne aşağılık yaratıklarız be!
Psikologlar dedikoduyu anonim kitle toplumunun kitle içinde eriyen bireyciliğin bir çeşit sübabı sayıyorlar ki, doğrudur. Dedikodu bir çeşit öç alma olanağı sağlıyor onurlara. Ayrıca dedikodu bireye öbür bireylere yakınlaşma olanağı veriyor. Dedikoduyu yapanlar bir süre için dedikodusu yapılana karşı birleşmiş, dayanışmış oluyorlar.
Üstelik, seyirciyi kahvelerden kazanırsak, milyonları kazanmış oluruz. Statlara yüz bin kişi gider, kahvelere yarı Türkiye.
Yaratıcı insan bir bakıma bir canavardır diyen Faulkner haksız sayılamaz.
Ama sanatçı milletini hapse de atsanız, saraya alıp kuyruğunu kapana da kıstırsanız, söyleyeceğini yine bir kolayını bulup söyler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir