Vedat Türkali kitaplarından Güven kitap alıntıları sizlerle…
Güven Kitap Alıntıları
Savaş var şimdi, kitap nemize? Saçmalama ulan, kitapsız yürür mü bizim savaşımız?
Korktuğından mı güven duyamıyordu, güven duymadığı için mi korkuyordu? Bıçağın iki yüzü.
Asıl aptallardan korkulur bu ülkede, ne çekiyorsak onlardan çekiyoruz.
Itri’yi de dinleyeceksin,Bach’ı da. Marks’ı da bileceksin, Bedrettin’i de.
Kuşku diye bir şey yoksa yaşamda doğruları nasıl bulacağız?
Türkiye’de biz düşünüyoruz! En kolayına gidiyoruz hep! Okumadan âlim, yazmadan katip der eskiler; öyleyiz.
En ucuz silah, yalan…
Ne düşünüyorsun? demiş kız sevgilisine; senin düşündüğünü deyince, terbiyesiz demiş 🙂
Aşılması güç olan, kişinin kendi kendine koyduğu yasaktı.
Öyle minik öyle sıcak ki elleri. Belki de o minik eller tutup durdurur beni çıkmaz düşlere kapılmaktan.
Delinin mektubu okunmazmış.
Evet, ne yapıyoruz ki? Ne biçim yaşıyoruz şu ülkede? Halka söyleyeceğimiz bir sürü sözümüz var, hepsi içimizde.
Kuşku duymasa nasıl kurtulurdu o karanlık kuyudan? Şüphe bir nura doğru koşmaktır demiş Fikret.
Aldanmak da gereksinim demek, aldatmak gibi!
Doğal ki öyle diyecekler; namusları mallarına, mülklerine bağlı deyyusların
Mallarına bile saygı duymak zorundasın burjuvaların!
Ne diyor Lenin, yalnız sindirim saatlerinde değil tüm yaşamının her anında düşüneceksin devrimi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kulak memeleri nasıl kızarmıştı soğuktan. Eğilip öpsem! Esnaf, çırağı, kalfası peşimize düşsün! Sokakta öpüşürlermiş Avrupa’da, Paris’te filan. Bizde, hele Anadolu’da, kız bir kez sağlama, orospu artık; öpüştüğü oğlan bile yüz çevirir.
Cami avlusunda yakalanmış da, yersizlikten demiş adam, dinsizlikten değil.
Şuna varmışlardı: Türkiye’de, bir Parti, bir de Muhalefet denen iki grup vardı. Harbiye, Donanma tutuklamalarından sonra ikisinin de pek bir şey yaptıkları yoktu.
Geçmiş, siz istemeseniz de, içinizde, dışınızda vardı işte.
Biriyle konuşup bölüşmedin mi, en güzel anılar boynu bükük öksüz çocuklar gibi kalıyor.
En güç değişen kafa kentteki köylü kafası.
Bir avuç soyguncu kanını emiyor halkın.
Kuşku diye bir şey yoksa yaşamda doğruları nasıl bulacağız?
– Beni o yüzden bıraktı Sakine de, dedi
– Döver miydin?
– Yok be yav, dedi. Fiske vurmadım. On bir aydır nişanlıyız, bir kez bilem düvmedi; bu ne biçim erkek? demiş
– Döver miydin?
– Yok be yav, dedi. Fiske vurmadım. On bir aydır nişanlıyız, bir kez bilem düvmedi; bu ne biçim erkek? demiş
Okumak, kitaplara sığınmak yetmiyordu artık. Çözüm getirmiyor, bir ışıklı yol açmıyor , birkaç adım olsun attırmıyorsa, ne yararı var o yaptığın işin? Kitapların aydınlığı saklı kalmamalıydı içinde.
Ne biçim ülke burası? Ülkeyi suçlamak olur mu? Soruyu kendine sor; ne biçim insansın sen?
Size şu kadarını söyleyeceğim; gazeteci, hiçbir gün, korkusuzca, şöyle bir oh demedi bu ülkede.
Dizginleri elinde tutanların koruduğu bir avuç vurguncu dışında ezilip soyulmayan yok bugün Türkiye’de.
Soygun, vurgun gırla. Halk perişan. Ama örgütsüz. Hırsızlarla ortaklarının eline kalmış ülke. Aydınlar dersen, herkes kendi dümeninde. Zaten aydın denecek kaç kişi var ya
Kimi ekmek derdinde, kimi soygun peşinde.
Enişte sözü çirkin. Keşke hiç olmasaydı Türkçede böyle bir söz daha iyiydi!
Okumaya ne gerek vardı? Çevreye körleşmeden bakınca ortadaydı. Kişiler kim olurlarsa olsunlar kendilerini kuşatmış toplumun değer yargılarının elverdiğinden öte, kanatlanıp uçamıyorlardı kolay kolay.
Ne biçim yaşıyoruz şu ülkede? Halka söyleyeceğimiz bir sürü sözümüz var, hepsi içimizde!
Fukara ulusun kanını kurutan bir sürü varlıklı kimse var.
Haydi, sıra sizde çomarlar! Türkiye komünistlikten, Moskof’tan çekmiş! Faşistlerden, soygunculardan çekti ne çektiyse.
Ankara’yı da hiç sevmiyordu. Sevilesi nesi var ki buz gibi bürokrat kentin?
Asıl aptallardan korkulur bu ülkede. Ne çekiyorsak onlardan çekiyoruz.
Ne kadar Batılı, ne kadar Doğuluyduk biz? Çocukların odasında asılı duran Türkiye haritasına bakarken yanıtını bulmuş gibi durup kaldı. Harita gösteriyordu işte. Trakya kadar batılı, Anadolu kadar doğuluyduk!
Sevgi değişmektir.
İnsanlar Ama namuslu, çalışan insanlar Alnının teriyle Bir de o çalışanları soyanlar var biliyorsun, kanını emenler Görünüşte insan Hayvandan beter aslında.
Kimileri yakınlarını en son görürmüş gözü açılsa da. Sevdiklerine uzun süre toz kondurmak istemezmiş. Bilincin epey gelişmesi gerekirmiş oraya varması için.
Nasıl küçük şeylere takılıp kalıyor şu insanlar.
Bir türlü geçmiyor sandığın günler nasıl çabuk geçiyor!
Ağırdır koşullar, biliyorsunuz. Pahalılık, işsizlik, kan ağlıyor millet.
Arapmış, Fransızmış, Çingeneymiş, nasıl ayırmışlar insanları.
“Doğrulara da dayanamıyoruz biz; asıl sorun bu işte! İşimize geleni görüyoruz.”
Hiçbir gülüş, içinde düğümlenmiş acıyı dağıtmıyordu
Kuşku diye bir şey yoksa yaşamda doğruları nasıl bulacağız?
Bir avuç soyguncu kanını emiyor halkın.
Bildiri dağılacak yürek bile yok onlarda. Eylem kaçağı herifler. Polis korkusundan tek adım atamaz namussuzlar. Onu bunu çürütüp korkaklıklarını örtbas etmeye çalışırlar ancak.
Kadın, erkek eşitmiş, özgürmüş; sözde bunlar hep. Erkek erkek, kadın da kadın. Erkeklerin umrunda mı?
Hiçbir gülüş, içinde düğümlenmiş acıyı dağıtmıyordu.
“Halklar devrimleri kolay benimseseydi tarih bu kadar kanlı olmazdı.”
Bir avuç soyguncu kanını emiyor halkın.
zorunlu mu bir şeyler öğrenmek? zorunlu diye bir şey yok ama; öğrenmek de istiyor insan. merak yani.
Kuşku diye bir şey yoksa yaşamda doğruları nasıl bulacağız?
Niye böyle üst üste biniyor terslikler? Ne tersliği? Terslik bizde;yaşam doğal akışında gidiyor.
Erkek dediğin istediğinde gelir istediğinde gider. Babadan da böyle görmüş kız, kocadan da.
Karşına devlet gücüyle karabasan gibi Kemalizm dikilmiş. Neyi, nasıl değiştirebilirsin? İlerici Kemalizm!
Bu halk kandırılıyor. Acı bir biçimde yanılıyor bu halk!
Kürtlerin hiçbir hakkı yok. Kürt mürt tanımam diyor kemalistler. Bu ülkede oturan herkes Türk’müş!
Kimin işine yarıyor bizdeki bu kara cahillik, ne dersin?
Güvenilir olmak temel ilkemdir benim,onurumdur.
Bir türlü bulamıyordu aradığını. Peki ya neyi arayıp durduğunu biliyor muydu?
Ben bir şey bilmiyorum. Bu ülkede kimin neyi bildiğini de bilmiyorum. Bize öğretilen kimi şeyleri yineleyip duruyoruz papağan gibi.
Türk’üm deyince olmuyorsun da, Kürt’üm deyince şoven oluyorsun öyle mi? Terslik yok mu burada?
Baksana şuraya: adam Kürt ama Kürt’üm demeye korkuyor.
Niye çekinir gibi söz ediyorsun kardeşim? Kürt’seniz Kürt’sünüz. İlle de Türk mü olacaksınız yani?
Kürt ise insan , ben kürdüm demeli.
Kürt ise insan , ben kürdüm demeli.
Nereden anlasın ne demek istediğimi? Benim gibi bulanık değil ki onun içi. Değil mi? Kimin içini açıp bakabilmişiz? Kendi içimize mi?
Faşist köpeklere mi bırakalım bu ülkeyi?