İçeriğe geç

Gönüllü Kulluk Kitap Alıntıları – Étienne de la Boétie

Étienne de la Boétie kitaplarından Gönüllü Kulluk kitap alıntıları sizlerle…

Gönüllü Kulluk Kitap Alıntıları

Ağızlarına çalınan iki parmak bal ile cezbedilen halklar kadar, ne avcı düdüğüne kanıp tuzağa düşen saf bir kuş ,ne de yem için oltaya takılan alık bir balık olabileceğini düşünmeyin.
Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarında kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen uluslar! Sizler gözünüzün önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz. Şimdi, mallarınıza, ailelerinize ve yaşamlarınıza yarım yamalak bile sahip olmak, size büyük bir mutluluk gibi gözüküyor. Tüm bu zarar, bu kötülük, bu yıkım size düşmanlardan gelmiyor; hiç kuşkusuz tek bir düşmandan, yani öylesine yücelttiğiniz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor. Size böylesine hakim olan kişinin iki gözü, iki eh, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidarı olabilir? Sizinle anlaşmadıysa sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir? Zarar versin diye meyvelerinizin tohumunu dikiyorsunuz. Hırsızlıklarına eşya sağlamak için evlerinizi doldurup döşeyip, kızlarınızı da şehvet tutkusunu tatmin etsin diye yetiştiriyorsunuz. Çocuklarınızı onlara yapabileceği en iyi şey olan savaşlarına götürsün diye, katliama götürsün diye, onları tutkularının uşakları ve intikamlarının uygulayıcıları yapsın diye büyütüyorsunuz. Derin haz duygularını incelikle ele alabilsin ve pis ve rezil eğlencelerinin içinde yuvarlanabilsin diye ölesiye çalışıp bitkin düşüyorsunuz. Onun daha güçlü ve sert olması ve böylece dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz. Hayvanların bile sezinleyemeyeceği ya da katlanamayacağı tüm bu kötülüklerden kurtulabilirsiniz. Bunun için kurtulmaya çabalamanız gerekmez, yalnızca kurtulmak istemeniz yeterli olacaktır. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Onu itmenizi ya da dengesini bozmanızı istemiyorum. Fakat yalnızca onu desteklemeyin; işte o zaman onun altından kaidesi çekilmiş bir Colosse gibi tüm ağırlığıyla düşüp parçalandığını göreceksiniz.
Sürüp giden haksızlık daha büyük bir haksızlık değil midir?
Der Tyrann wird nie geliebt und kann nie lieben. Freundschaft ist ein heiliger Name, ist eine heilige Sache; Freundschaft knüpft sich nur unter Guten, gründet sich nur auf gegenseitige Achtung; sie entsteht und erhält sich nicht durch eine Wohltat oder irgend eine rechte Tat, sondern durch das rechte Leben. Ein Freund ist des andern gewiß, weil er seine Reinheit kennt; die Bürgen, die er dafür hat, sind seine gute Natur, seine Zuverlässigkeit und seine Treue.
Die Natur, die Gehülfin Gottes und die Lenkerin der Menschen, hat uns alle in derselben Form und sozusagen nach dem nämlichen Modell gemacht, damit wir uns einander als Genossen oder vielmehr als Brüder erkennen sollten
Böylece halk her zaman yalanları kendisi yaratmış sonra da bunlara inanmıştır.
Doğanın bizim içimize koyduğu iyilik tohumları öylesine ince ve narindir ki, karşıt bir besinin en ufak bir uyuşmazlığına katlanamaz.
Onun daha güçlü ve sert olması ve böyle dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz.
Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz.
İnsanın ne kadar efendisi olursa insan o kadar kez daha fazla mutsuz olur.
Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarında kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen
uluslar! Sizler gözünüzün önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki,
hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda
değilsiniz. Şimdi, mallarınıza, ailelerinize ve yaşamlarınıza yarım yamalak bile sahip olmak, size büyük bir
mutluluk gibi gözüküyor. Tüm bu zarar, bu kötülük, bu
yıkım size düşmanlardan gelmiyor; hiç kuşkusuz tek bir
düşmandan, yani öylesine yücelttiğiniz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor. Size böylesine hakim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış
olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa,
nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa
üzerinizde nasıl iktidarı olabilir? Sizinle anlaşmadıysa
sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize
ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir? Zarar versin diye meyvelerinizin tohumunu dikiyorsunuz. Hırsızlıklarına eşya sağlamak
için evlerinizi doldurup döşeyip, kızlarınızı da şehvet
tutkusunu tatmin etsin diye yetiştiriyorsunuz. Çocuklarınızı onlara yapabileceği en iyi şey olan savaşlarına götürsün diye, katliama götürsün diye, onları tutkularının
uşakları ve intikamlarının uygulayıcıları yapsın diye büyütüyorsunuz. Derin haz duygularını incelikle ele alabilsin ve pis ve rezil eğlencelerinin içinde yuvarlanabilsin diye ölesiye çalışıp bitkin düşüyorsunuz. Onun daha
güçlü ve sert olması ve böylece dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz.7 Hayvanların bile
sezinleyemeyeceği ya da katlanamayacağı tüm bu kötülüklerden kurtulabilirsiniz. Bunun için kurtulmaya çabalamanız gerekmez, yalnızca kurtulmak istemeniz yeterli olacaktır. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Onu itmenizi ya da dengesini bozmanızı istemiyorum. Fakat yalnızca onu desteklemeyin;
işte o zaman onun altından kaidesi çekilmiş bir Colosse
gibi tüm ağırlığıyla düşüp parçalandığını göreceksiniz.
Tiranın hükmü altında hepsi de kendilerine özgü bir şey elde edebileceklerini sanıp zenginlikleri elde edeceklermiş gibi davranırlar ve herkesin her şeyini almaya yarayan ve kimsenin ‘bu benimdir’ diyebilecek kadar bile hiçbir şey bırakmayan bu gücü, ona kendilerinin verdiğini unuturlar.
Gözlerimizi göğe çevirelim
Haksızlık kadar doğaya ters bir şey yoktur dünyada
Halkın cahil kesiminin doğal eğilimi bu yöndedir. Onu sevene ve onun icin kendini feda edene karşı kuşku duyarken onu kandırana ve ona ihanet edene tamamen güvenir.
Cumhuriyeti kurtaracak kadar kolum güçlü
İnsanlar sağır olmasalardı hayvanların Yaşasın özgürlük! diye bagirdiklarini işitirlerdi
Boyunduruk altında doğan insanlar, kulluk, kölelik içinde büyütülüp eğitilirler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Halk bir kere kulluklaşmaya görsün, özgürlüğü öylesine unutuyor ki, artık onun uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi olanaksız oluyor.
Kendine ait hiçbir şeye sahip olmayarak ve rahatını, özgürlüğünü, bedenini ve yaşamını başkasının ellerine vererek yaşamaktan daha sefil bir durum olabilir mi?
Fakat tiran, kendine yakın olan diğer kişilerin alçaklaştıklarını ve kendinden lütuf dilendiklerini görür. Bu kişilerin tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmek için düşüncelerini öngörmeleri gerekir. Tirana yalnız itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnut da edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler, onun keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkileri benimseyerek mizaçlarını, doğal yapılarını değişmeye zorlayacaklardır. Tiranın söylediklerine, sesine, işaretlerine, gözlerine dikkat etmeleri gerekecek ve de arzularını bilebilmek ve düşüncelerini seçebilmek için sürekli olarak tetikte bulunacaklardır. Bu mutlu bir biçimde yaşamak mıdır? Buna yaşamak denebilir mi?
( ) tirana yaklaşmak, özgürlükten biraz daha uzaklaşmak ve (söz gelişi) kulluğa dört elle sarılmaktan başka bir şey olabilir mi? Bu kişiler yükselme özentilerinin ufak bir parçasını terk etsinler, para tutkusundan arındırsınlar biraz kendilerini, sonra içlerine bakıp tanısınlar kendilerini ve işte o zaman ellerinden geldiğinde ayaklarının altına aldıkları ve kürek mahkûmları ya da kölelerden daha beter kıldıkları köylüleri göreceklerdir; böylesine kötü davranılan bu kişilerin kendileri ile karşılaştırıldığında daha talihli ve biraz daha özgür olduklarını göreceklerdir.
Kibirli bir budaladan ibaret olan kişi çok iyi muamele görür halde kendini cehennemde buluyorsa, kötülük yapmak için dini istismar eden bu sefillerin yaptıklarının orada cezalandırılmak daha çok hak ettiğini düşünüyorum.
Cahil ve alıklaş­tırılmış halk hep aynı olmuştur. Dürüstçe alamayacağı hazlar karşısında uyanık ve sefihtir; aklı başındayken kaldıramayacağı haksızlıkla­ra ve acılara karşı tamamen duyarsızdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu iki yüzlü ve yalancı çağda açık yürekliliğim fazlasıyla başımı belaya soktu.
Boyunduruk altında bir milyon insanın kendinden daha üstün bir gücün zorlamasıyla değil de, sanki tek bir kişinin adıyla büyülenerek sefilce hizmet etmesini görmek öylesine olağan bir şey ki, buna şaşırmaktan çok üzülmek gerekir.
Nasıl oluyor da bunca insan, bunca şehir, bunca ulus, kendisine verdikleri güçten başka gücü olmayan, katlanmayı kabul ettikleri ölçüde onlara zarar verme erkine sahip, ona karşı gelmektense ondan gelen her şeyi sineye çekmeyi tercih ettikleri takdirde onlara hiçbir kötülük etmeyen tek bir tirana tahammül ediyor?
İyiliği konusunda asla emin olamayacağımız ve dilediğinde kötü olabilecek bir efendiye kul olmak büyük bir felaket değil midir? Peki ya birkaç efendiye itaat etmek, efendi sayısı kadar mutsuz olmak anlamına gelmez mi?
Boyunduruk altında bir milyon insanın kendinden daha üstün bir gücün zorlamasıyla değil de, sanki tek bir kişinin adıyla büyülenerek sefilce hizmet etmesini görmek öylesine olağan bir şey ki, buna şaşırmaktan çok üzülmek gerekir.
Kötüler kendi aralarında toplanınca bu bir komplo olur, yoksa bir arkadaş topluluğu değil. Birbirleriyle konuşmazlar, fakat birbirlerinden çekinirler. Dost değil suç ortaklarıdırlar.
Eğer insanlar fazla sağır olmasaydılar, hayvanların onlara yaşasın özgürlük diye haykırdıklarını duyarlardı.
Benim burada üzerinde durmak istediğim sorun, bu kadar insanın, bu kadar köy, kent ve bu kadar ulusun nasıl olup da erkini, yalnızca onların kendisine verdikleri güçten alan tek bir tirana katlanabildikleridir.
Nasıl oluyor da bunca insan, bunca şehir; bunca ulus, kendisine verdikleri güçten başka gücü olmayan, katlanmayı kabul ettikleri ölçüde onlara zarar verme erkine sahip, ona karşı gelmektense ondan gelen her şeyi sineye çekmeyi tercih ettikleri taktirde onlara hiçbir kötülük etmeyen tek bir tirana tahammül ediyor?
Halklardır kendilerini teslim edenler,daha doğrusu kendilerini ezdirenler;çünkü kulluk etmeye son verdikleri an üstlerindeki bu yükten de kurtulmuş olacaklardır .
İnsanlar sağır olmasalardı, hayvanların Yaşasın özgürlük! diye bağırdıklarını işitirlerdi
Dünyada hiçbir şey haksızlık kadar doğaya aykırı değildir.
Tiranlar çeyrek litre buğday, yarım litre şarap ve gümüş bir para bağışlarlardı. Ve işte o zaman yaşasın kral! diye bağırıldığını duymak acınılacak bir şeydi. Kalın kafalı kişiler, kaybettiklerinin bir bölümünü geri almaktan başka bir şey yapmadıklarını, ve bunlara kavuşurken, tiran onlardan bunları daha önce almamış olsa kendilerine hiçbir şey veremeyeceğini düşünemiyorlardı.
Hülasa, tiranların ortaya çıkmasında kölelerin payı büyüktür.
Kullar paye vermeseler tiranların hiçbir şekilde var olamazlar.
Kulluktan vazgeçenin tiranı da olmaz.
Köylü ve esnaf ne kadar kulluklaşrılmış olursa olsun yalnızca kendilerine söyleneni yerine getirmekle yükümlüdür.Fakat tiran, kendine yakın olan diğer kişilerin alçaklaştıklarını ve kendinden lütuf dilendiklerini görür.Bu kişilerin tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmeleri için düşüncelerini öngörmeleri gerekir. Tirana yalnız itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnut da edecekler, işlerini yapmak için ugraşacaklar, didinecekler, onun keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkileri benimseyerek mizaçalrını, doğal yapılarını değişmeye zorlayacaklardır.Tiranın sesine, söylediklerine, işaretlerine, gözlerine dikkat etmeleri gerekecek ve de arzularını bilebilmek ve düşüncelerini seçebilmek için sürekli olarak tetikte bulunacaklardır.Bu mutlu bir biçimde yaşamak mıdır? Buna yaşamak denenir mi? Bunları iyi doğmuş bir insana değil, fakat yalnızca sağduyuya sahip bir kişiye ya da hiç olmazsa bir insan çehresi olan kişiye söylüyorum.Kendine ait hiçbir şeye sahip olmayarak ve rahatını, özgürlüğünü, bedenini ve yaşamını başkasının ellerine vererek yaşamaktan daha sefil bir durum olabir mi?
Kanımca doğru düşünüyorum ve yanılmıyorum; çünkü tümüyle özgürlükçü ve yumuşak huylu olan Tanrı’ya tiranlıktan daha aykırı bir şey olamaz ve Tanrı orada (cehennemde -çev.- ) tiranlarla suç ortakları için bazı özel cezalar hazırlamıştır.
Kısacası hemen hemen, özgürlükten hoşlanan insanlar kadar, tiranlığın onlara faydalı göründüğü insanlar da vardır. Böylece tiran, uyruklarını birbirlerine kırdırarak kulluklaştırır. Yaygın olan şu sözdeki gibi, tiran odunu yarmak için yine odundan çıkardığı yongayı kullanmaktadır.
Üstelik halk, çok içten ve istekli bir biçimde kulluk (hizmet) ediyor. Bu durumu gören, onun özgürlüğünü değil de köleliğini kaybettiğini sanır.
Bir dostu dostundan emin kılan şey, onun dürüstlüğünü biliyor olmasıdır.
Tiyatrolar, oyunlar, güldürüler, gösteriler, gladyatörler, tuhaf hayvanlar, madalyalar, tablolar ve bu türden başka uyuşturucular eski halklar için kulluğun yemleriydi, ellerinden alınan özgürlüklerinin telafisiydi, tiranlığın araçlarıydı.
İnsanların gönüllü olarak kulluk etmelerinin ilk nedeni, toprak kölesi olarak doğmaları ve kullukta yetiştirilmeleridir.
İnsanlar sağır olmasalardı, hayvanların Yaşasın Özgürlük! diye bağırdıklarını işitirlerdi.
Eğer hayvanların kendi aralarında bir sıra ve üstünlük basamakları olsaydı, özgürlüğü soyluluk olarak kabul ederlerdi.
Ve dünyada hiçbir şey haksızlık kadar doğaya aykırı değildir.
Tüm bu zarar, bu kötülük, bu yıkım size düşmanlardan gelmiyor; şüphesiz tek bir düşmandan, yani öylesine yücelttiğiniz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor. Size böylesine hakim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha fazla bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nerden buldu ? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor ? Kentleri çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nerden almıştır ? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidar olabilir ?
“İspanya’nın sonuncu tiranı VII. Ferdinad, Neron gibi, hamileyken karnını tekmeleyerek ilk karısını öldürmedi mi? Yeni bir Caligula olan bu tiran ikinci nişanlısının göğsüne bir fincan kaynar çikolata döküp, babası IV. Charles’a, ‘Yüz ifadesini görmek istiyordum,’ diye cevap vermedi mi? Her zaman tiranlar vahşi hayvanlar olmuşlardır.”
“Vebayı andıran bir hastalık Antaserhas’ın ordularına yayıldığında Pers kralı, bu konuda kendisine yardımcı olmasını rica etmesi için Hellespont’a bir mektup yazmıştı; ondan dilediği kadar altın teklif ederek ve en büyük Pers beyleriyle aynı imtiyazlara sahip olacağını kralın adına vaat ederek, Hipokrat’ı Pers sarayına getirmesini rica etmişti. Hystanes bu emrini yerine getirmiş, ama Hipokrat derhal ona şöyle cevap vermişti: ‘Hayat için gerekli her şeye sahip olup Pers zenginliklerinden faydalanmam ve Yunanların düşmanı olan barbarları iyileştirmek için sanatını kullanmam imkânsızdır.’ Antaserhas’ın Hystanes’e yazdığı ve Hystanes’in Hipokrat’a yazdığı mektup bu ayrıntıların yer aldığı Hipokrat’ın eserlerinin sonunda yer almaktadır.”
“Gönüllü kulluğun ilk nedeni alışkanlıktır; tıpkı ilk başta gemlerini ısırıp ardından onlara hiç aldırmayan, eskiden eyer altında kıç atarken artık kendiliğinden gelen, parlayan koşum takımında gururla üzerinde serili olan zırhın altında gerdanını kabartarak çalım atan en yürekli binek atlarında olduğu gibi. Hep kul olduklarını ve atalarının böyle yaşadıklarını söylerler. Geme tahammül etmek zorunda olduklarını düşünürler, örneklerle kendilerini ikna ederler ve zamanla onlara tiranlık edenlerin zilyetliğini kendileri pekiştirirler. Fakat yıllar kötülük etme hakkını verir mi? Sürüp giden haksızlık daha büyük bir haksızlık değil midir?”
Çünkü her şeyin tek bir kişiye ait olduğu bu hükümet biçiminde en ufak bir kamusallığın bulunduğuna inanmak zordur
“Çünkü farklı yollardan tahta varsalar da, hükmetme tarzları neredeyse her zaman aynıdır. Halkın seçtikleri zapt edilmesi gereken bir boğaymış gibi, fatihler üzerinde tüm haklara sahip oldukları bir avmış gibi, verasetle gelenler de böyle olması çok doğalmış gibi davranıyorlar halka.”
“Sadece kulluk etmemekte kararlı olun, özgür olursunuz. Sizin onu itmenizi veya onu sarsmanızı istemiyorum, sadece onu taşımayı bırakın ve göreceksiniz, kaidesi altından alınmış kocaman dev bir heykel gibi, kendi ağırlığıyla düşüp parçalanacaktır.”
“Zavallı ve sefil insanlar, akılsız halklar, kendi kötülüğünüzde inatçı ve kendi iyiliğinizde kör uluslar; gözlerinizin önünde kazancınızın en güzel ve aydınlık kısmının elinizden alınmasına, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin yakıp yıkılmasına ve atalarınızın eski eşyalarının alınıp götürülmesine izin veriyorsunuz! Öyle yaşıyorsunuz ki, artık hiçbir şey sizin değil. Mülkünüzün, ailenizin, hayatlarınızın yarısının size bağışlanmasını büyük bir mutluluk olarak görüyor gibisiniz. Bütün bu tahribat, bu felaketler, bu yıkımlar düşmanlardan değil, fakat kuşkusuz düşmandan ve sizin bu hale getirdiğiniz, kendisi için cesurca savaşa gittiğiniz, boş hevesleri için her an ölüme meydan okuduğunuz kişiden geliyor. Oysa bu efendinin sadece iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve kentlerinizin sonsuz sayıda sakininden daha fazla bir şeyi yok. Sizden fazlası, sizi yok etmesi için ona verdiğiniz olanaklardır.”
Son olarak iyi davranmayı öğrenelim. Gözlerimizi göğe çevirelim ve kendi şanımız için, erdem aşkına eylemlerimize şahit olan ve ha­talarımızı yargılayan Yüce Tanrı’ya seslenelim. Bana gelince, iyi düşünüyorum ve yanıldığımı sanmıyorum, çünkü egemen olarak adil ve iyi olan Tanrı’nın nazarında tiranlıktan daha ay­kırı olan bir şey yoktur; muhtemelen cehenne­min dibinde tiranlar ve işbirlikçileri için kor­kunç cezalar hazırlamıştır.
“Can pahasına tekrar satın alınması gereken, kaybı her onur sahibi kişiye hayatı acı ve ölümü hoş gösterecek bir hakka tekrar kavuşmaktan kim pişman olabilir? Tıpkı bir kıvılcımın ateşinin büyümesi ve her zaman güçlenmesi gibi; ne kadar yakacak odun bulursa o kadar çok tüketir ateş, ama beslemeyi bırakınca da kendi kendine sönüp tükenir. İşte tiranlar da ne kadar yağmalarlarsa o kadar talepkâr olacaklar; ne kadar yakıp yıkarlarsa bir o kadar daha onlara verilecek; tıka basa yedirilecekler. Böylece güçlenip her şeyi yok etmeye ve yıkmaya daha hazır olacaklar. Fakat onlara bir şey verilmese, onlara itaat edilmese, onlarla çarpışmadan, onlara vurmadan çıplak kalırlar ve bozguna uğramış olurlar; tıpkı kökünden gereken sıvıları ve besinleri alamayan ağacın kuru ve ölü bir dala dönüşmesi gibi.”
Cahil ve alıklaş­tırılmış halk hep aynı olmuştur. Dürüstçe ala­mayacağı hazlar karşısında uyanık ve sefihtir; aklı başındayken kaldıramayacağı haksızlıkla­ra ve acılara karşı tamamen duyarsızdır.
Gönüllü kulluğun ilk nedeni alışkan­lıktır; tıpkı ilk başta gemlerini ısırıp ardından onlara hiç aldırmayan, eskiden eyer altında kıç atarken artık kendiliğinden gelen, parlayan koşum takımında gururla üzerinde serili olan zırhın altında gerdanını kabartarak çalım atan en yürekli binek atlarında olduğu gibi. Hep kul olduklarını ve atalarının böyle yaşadıkla­ rını söylerler. Geme tahammül etmek zorunda olduklarını düşünürler, örneklerle kendilerini ikna ederler ve zamanla onlara tiranlık edenlerin zilyetliğini kendileri pekiştirirler.
Bütün bu tahribat, bu felaketler, bu yıkımlar düşmanlardan değil, fakat kuşkusuz düşmandan ve sizin bu hale getirdiğiniz, kendisi için cesurca savaşa gittiğiniz, boş hevesleri için her an ölüme meydan okuduğunuz kişiden geliyor. Oysa bu efendinin sadece iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve kentlerinizin sonsuz sayıda sakininden daha fazla bir şeyi yok. Sizden fazlası, sizi yok etmesi için ona verdiğiniz olanaklardır. Sizi gözetleyen sayısız hafiyesini sizdendeğilse nereden alıyor? Nasıl sizi dövmek için bunca ele nasıl sahip oluyor, bunları sizden ödünç almadıysa? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar, aynı zamanda sizin ayaklarınız değil mi? Üzerinizdeki erk sizden gelmiyor mu? Sizinle elbirliği içinde olmazsa, üzerinize yürümeye nasıl cesaret edecektir? Sizi soyan hırsıza yataklık etmeseydiniz, sizi öldüren katilin işbirlikçisi olmasaydınız ve kendi kendinize ihanet etmeseydiniz, size hangi kötülüğü yapabilirdi ki? Talan etmesi için tarlalarınızı ekiyorsunuz; kendi kösnüllüğünü tatmin etmesi için evlerinizi döşeyip dolduruyorsunuz; asker yapması (hâlâ ne mutlu onlara!), onları mezbahaya götürmesi, açgözlülüğünün vekili, intikamının uygulayıcısı kılması için çocuklarınızı besliyorsunuz. Sefada nazlanması ve pis hazlanyla tepinmesi için çile içinde kendinizi tüketiyorsunuz. O daha güçlü, daha katı olsun ve yularınızı daha kısa tutsun diye kendinizi güçsüzleştiriyorsunuz; hayvanların bile tiksineceği ve çekmeyeceği bunca hakaretten, kurtulmaya çalışmadan, sadece istemeyi deneyerek kurtulabilirsiniz. Sadece kulluk etmemekte kararlı olun, özgür olursunuz. Sizin onu itmenizi veya onu sarsmanızı istemiyorum, sadece onu taşımayı bırakın ve göreceksiniz, kaidesi altından alınmış kocaman dev bir heykel gibi, kendi ağırlığıyla düşüp parçalanacaktır.
Tıpkı bir kıvılcımın ateşinin büyümesi ve her zaman güçlenmesi gibi; ne kadar yakacak odun bulursa o kadar çok tüketir ateş, ama beslemeyi bırakınca da kendi kendine sönüp tükenir. İşte tiranlar da ne kadar yağmalarlarsa o kadar talepkâr olacaklar; ne kadar yakıp yıkarlarsa bir o kadar daha onlara verilecek; tıka basa yedirilecekler.
Cahil ve alıklaştırılmış halk hep aynı olmuştur. Dürüstçe alamayacağı hazlar karşısında uyanık ve sefihtir; aklı başındayken kaldıramayacağı haksızlıklara ve acılara karşı tamamen duyarsızdır.
Sizden fazlası, sizi yok etmesi için ona verdiğiniz olanaklardır.
Zavallı ve sefil insanlar, akılsız halklar, kendi kötülüğünüzde inatçı ve kendi iyiliğinizde kör uluslar; gözlerinizin önünde kazancınızın en güzel ve en aydınlık kısmının elinizden alınmasına, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin yakıp yıkılmasına ve atalarınızın eski eşyalarının alınıp götürülmesine izin veriyorsunuz!
Devlet, uyruklarını ergin olmama durumunda tutarak egemenliğini sürdürmeyi başarır. Kişiler bir anlamda kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve kulluga gönüllü bir biçimde bağlanırlar. Çünkü ergin olmama durumu çok rahat bir yaşam saglar. Insanlar üstlerinden büyük sorumlulukların alındığını görürler, artık devlet, onların yerine düşünmekte, kararlan almakta ve en ufak bir kuşkuya yervermeyecek biçimde herkesin davranışlarını daha önceden belirleyip düzene sokarak yarınları da kapsayan bir güvenlik ortamı yaratmaktadır.
Tiranın hükmü altında hepsi de kendilerine özgü bir şey elde edebileceklerini sanıp zenginlikleri elde edeceklermiş gibi davranırlar ve herkesin her şeyini almaya yarayan ve kimsenin ‘bu benimdir’ diyebilecek kadar bile hiçbir şey bırakmayan bu gücü, ona kendilerinin verdiğini unuturlar.
Boyunduruk altında bir milyon insanın kendinden daha üstün bir gücün zorlamasıyla değil de, sanki tek bir kişinin adıyla büyülenerek sefilce hizmet etmesini görmek öylesine olağan bir şey ki, buna şaşırmaktan çok üzülmek gerekir.
Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarinda kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen uluslar! Sizler gözünüzün önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz. Şimdi, mallarınıza, ailelerinize ve yaşamlarımıza yarım yamalak bile sahip olmak, size büyük bir mutluluk gibi gözüküyor. Tüm bu zarar, bu kötülük, bu yıkım size düşmanlardan gelmiyor; hiç kuşkusuz tek bir düşmandan, yani öylesine yücelttiginiz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor. Size böylesine hakim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış oldugunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidarı olabilir? Sizinle anlaşmadıysa sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir?
Doğanın içimize ektiği iyilik tohumları öyle zayıf ve öyle ince ki, tutkuların en ufak şokuna, ona ters düşecek bir eğitimin etkisine karşı koyamaz. Aynı zamanda bunlar muhafaza da edilemez, kolayca bozulup yozlaşır.
Ülke ona kulluk etmemeye karar versin bir kere, tiran kendiliğinden yok olup gider.
Kuşkusuz tiran asla sevmez ve asla sevilmemiştir. Dostluk kutsal bir isim, aziz bir şeydir; ancak iyi insanlar arasında var olabilir, karşılıklı saygıdan doğar ve iyilikler kadar düzenli bir hayatla ve ahlakla devam edebilir. Bir dostu dostundan emin kılan şey, onun dürüstlüğünü biliyor olmasıdır. Güvencesi iyi doğası, inancıysa sebatıdır; gaddarlığın, hainliğin ve adaletsizliğin olduğu yerde dostluk olamaz. Kötüler arasında, bir araya geldiklerinde, topluluk değil komplo söz konusudur. Bunlar karşılıklı sohbet etmezler, birbirlerinden çekinirler. Dost değil, işbirlikçidirler.
Ispanya’nın sonuncu tiranı VII. Ferdinad, Neron gibi, hamileyken karnını tekmeleyerek ilk karısını öldürmedi mi? Yeni bir Caligula olan bu tiran ikinci nişanlısının göğsüne bir fincan kaynar çikolata döküp, babası IV. Charles’a, Yüz ifadesini görmek istiyordum, diye cevap vermedi mi?
Ama bizim zamanımızda da kendi Neronlarımız, kendi Caligulalarımız yok mu?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir