Oktay Sinanoğlu kitaplarından Göçmen Hamamı kitap alıntıları sizlerle…
Göçmen Hamamı Kitap Alıntıları
Avrasya’nın her türlü zenginliğinin farkında olup Batılı yeni sömürgeci devletlerin sömürmek için plån üstüne plân yaptıkları bir dönemde eski Türk lehçelerinin öğrenilmesi Orta Asya ile olan tarih, dil ve kültür birliğinin canlandırılması için olumlu bir adım olur. Tarih boyunca bizler Avrupa’dan çok Asyalı ve Avrasyalı bir halk olduk.
Eğitim sisteminden kaynaklanan derin aşağılık duygusu nedeniyle Batılılar deyince doğru kabul ediliyor. Oysa her türlü medeniyet hep bizde ve doğudaydı.
Kazakistan’da Esik yakınlarında M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış bir Türk Tigin’e (yiğidine) ait bir anıt mezarda pırıl pırıl altın eşyalar, süsler keşfediliyor. Hazineden bir tanesi de ölen yiğide ait olduğu düşünülen altın bir elbisedir. Bu elbise de başlığından, çizmesine kemerine, dizliklerine kadar her şey saf altından kabartma süslerle süslüdür. Bu bize M.Ö. 5. yüzyılda yâni 25 asır önce Asya’da Türklerin çok yüksek bir medeniyette yaşadığını gösterir. En önemlisi höyükte bulunan bir çanak üzerinde de bir cümle yazar. Tigin 23’ünde öldü. Esik halkının başı sağolsun. Bu yazı Orhun kitabelerinden daha eski bir Türk yazısıdır ve Türkçenin tarihi konusunda önemli bir bilgidir. Türkçenin 10 bin yıllık tarihi, matematik gibi yapısı, yeni kelimeler türetme yeteneği, bir milyondan fazla kelime sayısı Türklerin ne kadar ileri bir medeniyet kurduklarının başlıca ispatıdır. Şemsettin Sami’nin bir milyon Türkçe kelimeyi topladığı sözlüğü vardır.
Çin’in Xianyang (Sincan ) dedikleri Doğu Türkistan’da 100’den fazla irili ufaklı piramitler ve ayrıca dev taş heykeller vardır. Piramit ve dev heykellerin Mısır’dakilerden 2000 yıl önce yapıldığı biliniyor. İleri teknikle mumyalanmış cesetlerin Türk soyuna ait olduğu ispatlanmıştır. Piramitlerden biri Beyaz Piramit 300m yüksekliğinde Mısır’daki Keops piramitinden de yüksektir. Çin bu bölgeyi yasaklıyor. Maalesef burada bulunan On-Türkçe yazıtlarda araştırma da yapılamıyor. Bu yazıtlar okunursa insanlık tarihi yeniden yazılır. Tüm bunlar Türklerin binlerce yıl önce çok ileri bir medeniyet kurduğunun ispatıdır.
Uygur halkı 60 yıldan fazla esaret ve zulüm altındadır. Çinliler Uygur nüfusunu azınlık durumuna düşürmekten, isyanları çok kanlı olarak bastırmaya kadar her türlü mezalimi yapıyorlar. Amerika’da Çin’i insan hakları ve demokrasi konularında dünyada küçük düşürmek için her fırsatı kullanıyor. İnsan hakları derken ölen ve acı çeken insanlar hiç kimsenin umurunda değildir. Herkesin ilgilendiği petrol ve bölgenin diğer sömürülecek zenginlikleridir.
Doğu Türkistan Çin’in işgali altındadır. Türkistan’ın doğalgaz, petrol, altın ve uranyum bakımından zengin toprakları zaman zaman Çin ve Rusya’yı da savaşın eşiğine getirir. Amerika’da bu zenginliğin farkındadır. Doğu Türkistan bağımsızlığını ilan ettiyse de bağımsızlığını koruyacak arkada bir ordusu olmadığı için kendini savunamıyor. Tarım havzası, Karamay bölgesindeki petrol kaynakları Batılı şirketlerin ağzını sulandırıyor. Çin’in büyüyen nüfusunu artan enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için Doğu Türkistan gibi yakınındaki zengin toprakları Batı’ya kaptırması doğal olarak düşünülemez.
Tibet de Çin’in işgali altındadır. Tibet Asya’daki 7 büyük ırmağın doğduğu yerdir. Su ilerleyen yıllarda petrolden de önemli olacaktır. Tibet’e yapılan hızlı trenle yerli nüfus azınlığa düşürülmektedir. Dalay Lama ve Uygurların önderi Rabia Kadir’in Batı tarafından destek görmelerinin ne acı ki sebebi Batı’nın kendi çıkarlarıdır. İnsan hakları ve demokrasi silahlarıyla Amerika Çin’i yıpratarak dize getirmeye çalışmakta gizli yumuşak savaş hızla devam etmektedir.
Cezeri’nin su saatleri, su robotları, otomatik termos bölümde havuzlar ve fıskiyeler ile müzik otomatları gibi icatları vardır.
Takiyüddin İstanbul Rasathanesi’nde ölçüm yapmak için belli başlı dokuz alet icat eder. Henüz Kopernik, sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjanttan bile söz etmeden Takiyüddin bunların tanımlarını vererek cetvellerini de çıkarır.
Osmanlı döneminde 16. yüzyılda Takiyüddin hem İbnü’l Heysem’in Optik ve hem de Kemâlüddin el- Farisî’nin Optiğin Düzeltilmesi adlı çalışmalarına dayanarak “Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı yapıtını yazar. Takiyüddin’in eserleri günümüze dek ulaşır. Takiyüddin ilk defa saati bir gözlem aracı olarak kullanır ve saat, saniyeyi de gösterir.
İşte, medeniyet dediğin böyle olmalı. Dünyaya iyilik, güzellik, ilim ve irfan yayan olmalı. Sömürmek, insanları köle yapmak, bombalar yağdırmak, yalanlarla ülkeleri haksız yere işgal etmek, ayarlı basın-yayınla yalan haberler üretmek, istediği hükümetleri değiştirmek, istemediklerini indirivermek, suikastler, darbeler tertip etmek, rüşvetlerle bürokratları kafaya almak olmamalıdır.
Sabuncuoğlu Şerafeddin, 15. yüzyılın en büyük tıp bilginidir
Musiki ile akıl hastalarının tedavisi, Türklerin tip tarihine önemli bir katkısıdır. II. Murat’ın Edirne’de kurdurduğu hastane ve Fatih’in İstanbul’da kurdurduğu hastane medreseye bağlı olarak açılan hastanelere birer örnektir. Medresede eğitimi alınan konuların şifahanede uygulaması yapılır. Yıldırım Beyazıt da Edirne’de bir darüşşifahane yaptırır.
Selçuklu devleti ve sonraki Osmanlı devlet yapılanmasını ve teşkilatını Göktürkler devletinden örnek alır. Türk tarihi geçmişten günümüze bir bütündür. Türkler tarih boyunca bir devletleri yıkıldıktan sonra başka isimde yeni bir devlet kurabilmişlerdir. Devlet teşkilatındaki süreklilik her nesilde devam edebilmiştir. Milleti oluşturan fertler arasında dil, kültür ve tarih birliği devam edebildiği sürece başka coğrafyada olsa yeniden devletleşmek mümkündür.
Batı’nın gözüyle baktığımızda bu hedefin karşısında duran Osmanlı’nın devamı Türkiye Cumhuriyeti Türkleri var. Biz kendi gözümüzle değerlendirdiğimizde pek çoğumuz kendisini Osmanlı’nın bir devamı olarak görmez. 50 yıldır kültür mühendisliği becerisiyle ülkemiz insanları tarihinden yalan yanlış kasıtlı kitaplar ve haberlerle uzaklaştırıldı. Pek tabii ki, Batı bu coğrafyada Osmanlı ruhunun yaşadığı güçlü bir ülke istemez. Osmanlı’nın ve ondan önce de 300 yıl Selçuklu Türk Devletleri devlet yönetimindeki başarısı 72 milleti ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin 600 yıl boyunca birarada tutabilmesindeydi. Türk unsuru ve Türkçe bilerek ön plâna çıkarılmadı. Ama devlet idaresinde ve her konuda Türklük ve Türkçe el altından her zaman önemli oldu. Osmanlı’daki secere sistemi bunun bir göstergesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi 80 yıl değildir. Osmanlı imparatorluğu, ondan önce Büyük Selçuklu Devleti ve diğer önceki tüm Türk devletlerinin tarihiyle bir bütündür. Bizler Avrasya’nın her yerine yayılmış, gittiği yerlere medeniyet götürmüş, büyük şehirler kurmuş, sulama sistemleri, inşaat teknikleriyle ülkeleri imar etmiş, düzen ve refah sağlamış büyük bir milletin evlatlarıyız.
Sovyetlerin dağılmasının hemen ardından misyonerler ve vakıflar Türk Cumhuriyetlerinde cirit atmaya başladı. Yardım bahanesi ile her türlü devlet, dil, kültür işlerine el atıldı. Soros vakıfları halka para dağıtarak isyanlarla hükümetleri devirmeye devam ediyor. Kırgızlarla Özbekler arasında husumet yaratıldı. Kırgızistan’daki Manas üssünden ABD asker ve teçhizat ulaşımını sağlıyor ve Türk yurdu olan Afganistan, Irak halkları katlediliyor.
Batı ikiyüzlüdür. Türklere daha dün yapılan katliamlar dünyaya duyurulmaz iken soykırım olmadığı halde asıl haydutlar dünyada mazlum rollerini oynuyorlar.
İsmet İnönü zamanında ABD ile gizli ikili anlaşmalar imzalanır. Eğitim tamamen teslim edilir. Latin Amerika ülkerinde olduğu gibi sağ-sol birbirine kırdırılır. 10 yılda bir darbe yapılır. Her darbede anayasa değiştirilir. Her geçen gün tarım, hayvancılıktan, sanayi, basın, yayın, limanlar, yollar, köprüler, akarsular, büyük tarım arazileri, stratejik kuruluşların hepsine kadar yerli işbirlikçilerle yabancı şirketlerin eline hızla geçmeye devam ediyor. Dünyanın her yerinde yapıldığı gibi dil, din, mezhep, etnik ayrımcılığı sömürgeciliğin işine gelecek her türlü şekilde oynanıyor.
300 milyonluk Amerikan halkının kendisi, tepedekiler hariç, zavallıdır. Okullarda iyi bir eğitim alamazlar. Sahte bir dinle beyinleri yıkanır. Kredi kartı borçlarının yüksek faizlerini ödeyebilmek için iş bulabilen şanslısı bir iki işde çalışmak zorundadır. İş dediğimiz de Mcdonal’da kasiyerlik veya zincir mağazalarda saat başı ücretli ucuz işlerdir.
Önümüzdeki seçimlerde iktidar veya muhalefet ikisi de benzer söylemleri söylemektedir. Hangisi seçilirse bir fark olmayacaktır.
Türkiye’nin şu andaki dış politikasına baktığımızda kafasının karışık olduğunu görüyoruz. Bir tarafta ABD, AB’nin dayatmaları altında ezilirken diğer tarafta açıklama yapmak zorunda olunan bir taban, seçmen ve halk var. Bu arada kalış politikada gelgitlere, zik zaklı davranışlara sebep oluyor. Bizler nasıl anlaşmalara imza atıldığını, ne gibi taahütler altına girildiğini tam olarak bilemiyoruz. Gerçekte yapılanlarla halka gösterilenler farklı olabiliyor. Belli bir süre geçtiğinde icraatlardan anlaşılsa da geri bir adım için vakit çoktan geçmiş oluyor.
Türkiye 1945’den beri Batı’ya kapılanmaya devam ediyor.
AB’ye alınma ile ilgili ilişkiler dondu, diye üzülmek yersiz. Batmakta olan bir AB ne fayda sağlayabilir?
Osmanlı’da padişahlar istedikleri gibi asıp kesmişler, haremlerini yabancı kadınlarla doldurmuşlar, padişah anneleri, şehzade katli gibi meseleler bahane edilerek millet kendi tarihine küstürülüp düşman ediliyor. Bu iş o kadar kasıtlı ki, aynı zamanlarda birkaç gazeteci o konuda yazıyor, aynı zamanda birkaç uydurma isimlerle padişah anaları diye birilerine kitaplar yazdırılıyor. Yayınların bilimsellikle ilgisi olmadığı gibi düşmanlık için yapıldığı besbelli, her kelimesi nefret dolu.
Aslında nasıl peki? Padişah asla keyfi davranamaz. Devlet hukukunu ve sivil hukuku düzenleyen kurumlar var. Divan’da devlet işleri görüşülüyor sonra karar veriliyor. Bununla beraber padişah, devlet işleri ile ilgili meselelerde şer’i ve hukukî konularda uzman kimselerle görüşüp onların fikirlerini alır. Padişah gerçekte bir takım kanunlarla bağlıdır.
Aslında nasıl peki? Padişah asla keyfi davranamaz. Devlet hukukunu ve sivil hukuku düzenleyen kurumlar var. Divan’da devlet işleri görüşülüyor sonra karar veriliyor. Bununla beraber padişah, devlet işleri ile ilgili meselelerde şer’i ve hukukî konularda uzman kimselerle görüşüp onların fikirlerini alır. Padişah gerçekte bir takım kanunlarla bağlıdır.
Kendi tarihine, atalarına düşman bir millet olabilir mi? Dünyada diğer ülkelere bakalım, onlar da nasıl? Eskiden Osmanlı toprağı olup bugün kan gölü olmaktan kurtulmayan birçok yer var. Balkanlarda Kosova, Bosna, Orta Doğu’da Filistin, Lübnan gibi.
Abdülhamit de İngilizlerin sinsi siyasetlerine karşı onların mazlum ettikleri milletlerle işbirliği yapıp onlara yardım ederek bir denge siyaseti gütmüştür. Bu denge siyaseti ile sömürgeciliğin en azgın zamanı olan 19. yüzyıl sonunda 30 yıl imparatorluğun bütünlüğünü koruyabilmiştir. Çin bile batılı sömürgeci devletler tarafından beş parçaya bölünüp sömürge yapılmıştır. Bu siyasetlerden öğrenilecek çok şey var. Biz böyle yetenekli, güçlü devlet siyaseti olan ataların evlâtlarıyız.
Güç gizlilikten geliyor, perde aralandıkça dünyadaki çoğunluk olanların farkına varıyor. İnternetin bilgilerin yayılmasında ve insanların öğrenmesinde çok etkisi oluyor. Yakında internette bir şekilde denetim altına alınmaya başlar. Nitekim Vikileaks vs gibi sahte tezgahlarla internet üzerindeki kısıtlamalardan söz edilmeye başlandı bile.
Son aşama insanlara çip takılmasıdır. İstendiğinde çipler kapatılabilir.Gönüllü olarak insanların bu çipleri takmalarını sağlamak basın-yayın ile çok kolay olacaktır.
Kaymakamlar bile İngiltere’ye gönderiliyor. Bir kaymakamın görev yapacağı bölgenin halkı İngiliz mi ki kaymakam İngilizce öğrenmeye bu kadar muhtaç olsun. İşte böylelikle, halk da dâhil, tepeden tırnağa bir Batı hayranlığı, İngilizce modası yaratıldı. Sömürgelerden daha çok sömürüldük, Batı’nın oyuncağı olduk.
Osmanlı devleti aslında Sultan Abdülhamit’in tahtan indirilmesiyle sona erer. 1908’den sonra gelen İttihat ve Terakki birkaç yıl içinde koskoca imparatorluğu dağıttı. Halbuki Sultan Abdülhamit Han denge siyaseti ile 30 yıl bütün sömürgecilerin dünyaya hücum ettiği bir zamanda bir karış toprak vermedi.
Osmanlıca demek yanlışdır. Onun adı eski Türkçedir. 19. asırda İngilizler kafa karıştırmak için çıkarmışlardı. Halk da sanki başka bir dilmiş fikri yaratmak için kasıtlı çıkarılmıştır. Osmanlı demek Türk demektir. Osmanlıca da eski Türkçemizdir.
Yabancı dilde yayın sayısında Uganda’yı geçmişiz diye övünüyorlar. Dünya’da hangi ülke kuvvetli ise onun dili yayılır, fakat bu belli bir süredir. Bir ara Almanca idi sonra Fransızca oldu, şimdi İngilizce ama onun da modası geçiyor. Sömürgeye göre de dünya dili değişir. Cezayir ve Tunus’a sorarsan dünya dili Fransızcadır. Onlara öyle yutturmuşlardır. Arapçalarını unutturmuşlardır birkaç nesilde. Eski Sovyetler de Türk Cumhuriyetleri’nde yapmışlardır. Hakkını verelim kısmen yapmışlar, fizik dersi ise dersin hem Rusçasını, hem de Kazakçasını açmışlardır. Türkiye’de aynısını yapsan. Dersin İngilizcesi dolar, Türkçesi boş kalır.
Türkiye’de Türkiye için çalışan aydın sınıf var mı? Her ülkede tepede elit bir sınıf olur, onlar ülkeye yön verir. Türkiye’de Türkçeye meraklı olan insanları bile ikiye böldüler. Sahte sağ-sol meselesi dil işine de bulaştırılmıştır. Bir adam kelime derse faşist, sözcük derse komünist oluyordu. Kelimenin fasişti komünisti olur mu? Kafalar boş bırakılmış ve saplantılar yaratılıp körüklenmiş; vah vah!
Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük gayesi Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmaktı. Savaşın sonunda bile Osmanlı oldukça güçlü bir devletti. Dünyada ilk denizaltıyı Sultan Abdülhamit Haliç’te yaptırmıştır. İlk tünel projesi yine o dönem ortaya çıkmıştır Sömürgeleşmenin en yoğun olduğu bu dönemde Osmanlı bir karış toprak vermedi.
Olur olmaz her hastalığa karşı aşı icat edip kulanımını dünyada yaygınlaştırmaya uğraşıyorlar.
Tıbbı, cebiri, kimyayı bugünkü mânâsıyla, Batı’ya ilk öğreten bizim atalarımızdır. Cebiri Türkistanlı Harezmi icat etmeseydi o zaman, Batı belki bir beş yüz yıl, bin yıl daha hâlâ pergelle çember çizip, cetvelle teğet çizmekle uğraşırdı. Tarihini yabancı kalemlerden okuyan sahte aydınlar da burada onların papağanlığını yapar.
Batı’nın ilk evrenkentleri (üniversiteleri) Türklerin bin yıl önceki medreseleri taklit edilerek kurulmuştur. Aslına bakarsanız bu doktora düzenini de Batı bizim Selçuklulardan öğrendi. Avrupa’da ilk evrenkentler(üniversiteler) 12. ve 13. yy’da bizdeki Selçuklu medreselerini taklit ederek kuruldu; o ara doktora düzenini de aldılar.
Bizim tarihimiz ne 1923’te başlar, ne de 1000 yıl önce. Osmanlı’yı bize kötüleyen sahte aydınlara değil, son derece büyük medeniyetimizin tarihini iyi bilip ona inanmalıyız. Gücümüzü de oradan almalıyız. İlmi kaç defa Batı’ya biz öğrettik; öğrete öğrete kendimiz
Çocuklara, gençlere, ailelere çok iş düşüyor. Şimdi, bazen gençler görüyorum: Duvarın üstüne oturmuşlar, bira içiyorlar, bunun adı da çağdaşlık oluyor. Babaları da çok çağdaş; ara sokaklarda köpek gezdiriyor. Bunlar sahte çağdaş takımıdır. Sömürgelerde böyle olur.
Türkiye’de maalesef eğitimin içi boşaltıldı. Gençlerin gayeleri üniversiteye girebilmek; fakat hangi dala puan tutturabilirse oraya girip sonunda da hiç ilgi duymadığı, sevmediği bir daldan bir diploma almaktan ibâret. Rastgele bir bölüm, büyük ihtimalle de istemediği bir bölümü sırf üniversite mezunu olmak adına bitirmiş bir insandan vatanı ve milleti için aşkla çalışmasını bekleyemezsiniz.
İngilizce ile adam olunsaydı, Batı’daki zavallı, esrar batağına kasıtlı saptırılmış zenciler ve diğer garibanlar adam olurdu. Batı’da gençliğin hali çok acıdır.
Ey Veliler! Çoluk çocuğunuzu bin türlü fedakârlık yaparak üstüne para ödeyerek, sırf çocuğum koleje gidiyor , demek çocuğunuzu kimliksiz yakında hıristiyanın sahtesi olmaya hazır için hale getiren yerli veya yabancı misyoner okullarına sakın göndermeyin. Bu çocuklar aşağılık duygusunda yetişecekleri gibi anne babalarının yaptıklarını o çocuklar çekecek, onlara beddua edecekler. Sorun velilerdedir.
Atalarımızla sâdece övünmüyoruz, onlara lâyık olmaya çalışıyoruz. Onun için herkese bir görev düşüyor.
Dışarıdan hangi maske takılırsa takılsın sahte sağcı, sahte solcu, sahte dinci, sahte Atatürkçü, sahte laiklk hangisi olursa olsun yabancı dille eğitime karşı uğraşmayan bir hükümet milli hükümet değildir. Kendi milletini yok etmek için dışarının kuyruğu ve maşasıdır.
Bizim devletlerimiz Batı için rahatsız edici örnek olmuştur. Batı’nın işlerini bozmuşlardır. Batı’nın alçaklıklarına karşı çıktığımız için biz çok üstün ve medenî olduğumuz için Batı bize her zaman düşman olmuştur.
Biz gittiğimiz hiçbir yerde katliam yapmadık. 600 yıl Osmanlı, ondan önce Selçuklu ve daha öncekiler 72 milleti 72 dilden barış içinde yaşatmışlardır. Tüm insanlara hizmet için uğraşmışlardır. Bunu kendi tarihçileri yazıyor. Macaristan’da Osmanlı döneminde yapılan hizmetlerin oradan toplanan vergilerden daha fazla olduğunu yabancı tarihçiler söylüyor.
Bütün Batı devletleri gittikleri yerleri sâdece sömürge yapmakla kalmamışlar, o milletleri toptan yok etmişlerdir. Önce kültürlerini, sonra kafalarını kesip yok etmişlerdir. Batılı birini biraz kazırsan altından Türk düşmanlığı çıkar.
İspanya’da 700 yıl İslâm medeniyeti yaşanır. Kurtuba şehri 800’li yıllarda bilim ve sanat merkezi olur. Avrupa Orta Çağ karanlığını yaşarken, İspanya’da medenî bir hayat yaşanır. Avrupalılar Endülüs sayesinde ilk kez medeniyetle karşılaşırlar. İbni Rüşd, İbni Haldun, İbni Arabi, İbni Hazm, İbni Bace, İbni Tufeyl, Ebu Hayyan zamanın başlıca bilim ve ilim adamlarıdır.
Planlı şekilde Türkiye üzerinde ince oyunlar oynandı. Ortada açık seçik birçok delil var. Türkiye’nin şu anda geldiği ya da getirildiği nokta da bellidir. Şimdiye kadar 50 yıldır İngilizce ile eğitimle, bu sömürge eğitimi ile bir yerlere gelindi mi? Hayır. Daha da sömürge olduk. Daha da dışarı bağımlı hale geldik. Bunu herkes kendisi tespit edebilir. Gerçi bu eğitimden geçip kafanın çalışır olunması zordur.
1700’lerden itibaren İngilizler Osmanlı devleti içinde sinsi faaliyetlerde bulundular. Robert Koleji kuran misyoner teşkilatının önderi Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmek için Rumeli Hisarı’nı inşa etmişti; biz de Robert Koleji’ni aynı yere inşa ediyoruz demişti. Fransızlar, Almanlar da benzeri işler yaptılar. Bilhassa İngilizler bu işin ustası oldukları için daha uzun vadeli, ustalıklı çalıştılar.
Misyonerler bağlı oldukları ülkenin gizli haber alma teşkilatları ile bağlantılı çalışırlar. Fethedilecek ülkeye önce misyonerler gönderilir. İngilizce öğretme kılığında veya yabancı danışmanlar olarak görevlendirilirler. Kimse misyoner teşkilatı Amerikan devleti’nden bağımsız işini görüyor zannetmesin. Amerikan devleti uzun vadeli veya gizli gayelerini bu gibi teşkilâtlar aracılığıyla eşgüdümlü yürütür.
O zamandan Hıristiyan misyoner teşkilâtları Robert Kolejle birlikte Anadolu’nun Merzifon, Harput, Tarsus gibi her yerine okullar açtılar. Birkaç tane Fransız ve İngiliz misyoner okulu da açıldı. Fakat Amerikan misyonerler faaliyetleri daha fazlaydı. Arkasından Hıristiyan misyoner teşkilâtları çorap söküğü gibi Türkiye’nin her yerinde kolejler kurdular.
1863’te Robert Koleji kuruldu. O zamanki Amerika’ya bakarsanız, o günkü Osmanlı devleti yanında kıyas kabul etmeyecek kadar önemsiz bir ülkeydi. Amerika’nın dünya sahnesine çıkması I. Dünya Harbi’nden sonra, fakat bilhassa II. Dünya Harbi’nden sonra olmuştur.
Nijerya’da bir avukat, kola şirketinin atıklarını göle boşaltarak göldeki canlı hayatının yok olmasına sebep olduğu için, bölgede balıkçılıkla geçinen fakir halkı temsilen şirkete dava açıyor. Her girdiği ülkede bu şirket su kaynaklarını tekeli altına alıyor, istediği gibi su havzalarını ve doğayı tahrip ediyor. işçi sendikalarının mücadelesini kırarak suçlar işliyor. Özbekistan’da şirketin eski ortaklarından biri şirket ile hükümet arasındaki gizli, karanlık anlaşmaları Meksika’daki gibi ifşa etti. Bu işlerle mücadele ederken sâdece ihtiyacımız olan biraz cesarettir. İfşa olayları arttıkça küreselcilerin dünyada bu kadar rahat sömürme işini yapmaları da zorlaşacaktır.
Son yıllarda vitaminli su diye aldatmalı ürünler çıkarılıyor. Suyun içine besleyici vitaminler eklendiği öne sürülüyor. Aynı dev tekeller tarafından icat edilen bu tarz içeceklere de kuşkulu yaklaşmak gerekir.
Nev York’da kola şirketinin Guatemala’da işlediği insanlık suçlarına karşı bir davâ görülüyor. 1970’li yıllardan beri sendika görevlileri ve işçilere karşı sayısız cinayet, kaçırılma, işkence olayı hâlen bugün de devam ediyor. İşçiler üç kere fabrikayı işgal ederek bu dev şirketle resmen savaşmak zorunda kalıyorlar. El Salvador’da da çocuk işçilerin köle gibi ucuz olarak çalıştırılması sorunu var.
Kola şirketi dünyada emperyalizmin simgesidir. Dev şirketler ve devlet diğer ülkelerde ortak hareket ederler. En bilinen örnek United Fruit şirketinin çıkarları için CIA’nın Guatemala’da seçilmiş Başkan Arbenez’i darbe ile devirmesidir. Başkan Arbenez’in tek suçu United Fruit’a ait toprakları halka dağıtmak istemesiydi.
Küresel dev şirketler haksız kazandıkları ayrıcalıklarla zenginleşirken pek çok ülkenin ulusal gelirinden daha fazla bütçeleri ve güçleri ile gelişmekte olan ülkelerde istedikleri gibi hareket ediyorlar. Halkların başlarına belâ oluyorlar. Kolombiya’da kola fabrikasındaki işçi sendika önderleri belirgin şekilde birer birer ya öldürülüyor, ya kaçırılıyorlar. Aileleri saldırılara mâruz kalıyor. Her yıl Kolombiya’da 100’den fazla sendika görevlisi cinayete kurban gidiyor. Şirket, hakkında dâvâ açılması için yeterli deliller olmasına rağmen uluslararası gücünden dolayı işçilerle anlaşmaya yanaşmayıp bu ülkelerde sömürü düzenini gönlünce devam ettiriyor.
Hindistan’da 2000 çiftçinin intiharı gibi borç batağına sürüklenen köylüler ya intihar ediyor; ya da kalabalık şehirlere göç ederek ucuz işçi olmak zorunda kalıyorlar. Büyük tarım arazileri büyük şirketlerin eline geçiyor. Dünyanın her ülkesinde bu kötü gelişmeler oluyor. Başımıza gelenler de yalnız değiliz.
Diğer taraftan da dünyadaki çeşitli bitki türlerine ait her çeşit tohum toplanıp kutuplarda kurulan bir tohum bankasında saklanıyor. Tarım yok ediliyor. Geleneksel tarımcılık unutturuluyor. Onun yerine büyük şirketlerin fabrika tarzı çalışan tarım işletmeleri devreye sokuluyor.
Su kaynaklarının, akarsu ve göllerin, su alt yapı tesislerinin özelleştirilmesinin bir hedefi olabilir: Hayatın kaynağı olan suyun kontrolü ile dünya nüfusunun kontrolü diğer bir deyişle dünya nüfusunun azaltılması hedefidir. Dünya nüfusunu azaltma işini yaparken bile müthiş kârlar elde ediliyor. Bir iki tohum şirketi dünyadaki tüm tohum üretimine adım adım sahip oluyor.
İthalata gümrükde sıfır vergi uygulaması ile ithalat destekleniyor. İthal etmek yerli üretime darbedir. İthal olduğunda kendi yerli üreticimiz batar. İşsizliği tetikler. Şehirler kalabalıklaşır. Toplum yapısı bozulur. Kooperatiflerle küçük çiftçiler desteklenirse işsizlik engellenirken, gıda olarak da bağımlılığımız da azalır.
Türkiye’deki tarım ve hayvancılık politikaları sanki tarım ve hayvancılığı kasıtlı olarak bitirmek için yapılıyor. Toprak satışlarının yabancılara serbest olmasıyla büyük tarım arazilerinin büyük şirketlerin satın (hattâ bedavaya) aldığını duyuyorduk. Nevşehir’de çok büyük tarım arazileri sadece patates yetiştirmek için ekilebilir. Yabancı şirketin ne ekeceğine kimse karışamaz. Acı olan da ileride o toprakların sahibi olan köylülerin köle gibi karın tokluğuna çalışmak zorunda kalacağıdır.
Önce sebep yaratılıyor, sonra halklara kötülükler çözüm görüntüsü altında dayatılıyor. Küresel kıraliyetçilerin şablonu her yerde belli ve uygulanıyor.
Henry Kissenger demiş ki: Nüfus artışı hayli olan ülkeler, zengin doğal kaynaklara da sahip ülkelerdir. Bu ülkelerde nüfus artışı önlenmelidir ki, Batılı ülkeler kolayca zenginliklere erişebilsinler.
Elbetteki iyi bilim adamları, iyi idareciler ABD’de vardır. Fakat 1980’lerden itibâren bu iyi insanlar bir şekilde kenarlara itilir. Büyük şirket çıkarlarını koruma uğruna bu insanlar harcanır. FDA’deki bu hile düzenine Engdahl döner kapı diyor. FDA’de yönetici olanlar görevden ayrıldıklarında büyük şirketlerin idarecileri olurlar. Ya da bu şirketlerin destekledikleri kişiler FDA’de idareci olup el altından halka hissetirmeden bütün yasal düzenlemeleri şirket çıkarlarına olacak şekilde hâllederler
Ölüm tohumları kitabında ABD’nin devlet sistemindeki kokuşmuşluğu, halk sağlığını en öncelikli mesele yapılması gereken FDA’deki (ABD İlaç ve Gıda İdaresi) sistemini gözler
önüne serer. Devlet ve büyük şirketler eşgüdümlü ortak hedefler için birlikte çalışıyorlar. Bu kirli düzenlerini dünyadaki diğer
ülkelere de yayıyorlar.
önüne serer. Devlet ve büyük şirketler eşgüdümlü ortak hedefler için birlikte çalışıyorlar. Bu kirli düzenlerini dünyadaki diğer
ülkelere de yayıyorlar.
Türkiye çok büyük biyoçeşitliliğe sahip bir ülkedir. Türkiye’de 800 cinsten 9000 çeşit bitki türü bulunduğu söyleniyor. Bu zenginliğin kıymetini bilmek gereklidir. Genetiği değiştirilmiş tohumların ekiminden sonra toprak bozulmaya başlıyor, kullanılan ilaçlar böcekler, arılar ve rüzgârlarla her tarafa yayılıyor, toprak ve yeraltı su kaynakları kirleniyor. Doğa mahvoluyor ve sonuçta insanlığın geleceği de tehlikeye giriyor.
Türkiye’de GDO’lu ürünlerin ekimi ve dikimi yasak olsa da GDO Türkiye’ye ithal ürünlerle giriyor. Tam bir denetleme olmadığı için yasak olarak ekilme ihtimali bile var. Bir daha ürün alınmadığı için çok tehlikeli bir durum var.
Aspartam tatlandırıcısının son derece sağlığa zararlı olduğu ortaya çıktı. Beyin zarından beyne nüfuz ettiği ve beyne büyük zarar verdiği artık biliniyor. Aspartam’ın FDA’den onay alıp gıdalarda kullanılmasının yolunu bilin bakalım kim sağlamış. Savunma bakanı olmadan önce Donald Rumsfeld’in çalıştığı şirket için rüşvet ve hile ile bu işi başarmış.
Dünya Bankası, IMF, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü ve daha nice vakıf, dernek, kuruluş sâdece birkaç küresel şirketin yeni sömürgeci egemenliğini kurmada araç olarak kullanılıyorlar. Süslü sözlerle paketlenip yardım edeceğiz kılıfında demokrasi, insan haklarını korumak bahanesi ile ülkelere sızıp sinsi bir hastalık gibi kontrolü ele geçiriyorlar. Uzun süreli olsa da yumuşak olması sebebiyle daha az tepki toplayan ve kabaca bir ülkeye askerî olarak saldırıp işgal etmekten çok daha etkili yöntemler kullanılıyor.