İçeriğe geç

Göç Zamanı Kitap Alıntıları – Bahaeddin Özkişi

Bahaeddin Özkişi kitaplarından Göç Zamanı kitap alıntıları sizlerle…

Göç Zamanı Kitap Alıntıları

birden, gelecek günlerde, özlenecek hiçbir şey olmadığı inancı doğdu içine. Olması beklenilecek şeyleri, daha şimdiden ezbere söyleyebiliyordu.
Ah! değil, Allah! deyin, ama öyle deyin ki, her harf içinizden kopsun
Biliyordu ki, sürünün gelişmesi ve sürü içinde ki nizam, semiren vücud ve düşünmekten alakonan kafayla mümkündür.
Koyunu koyun yapan, fikirden uzak oluşudur. Hala bilmiyor musun; sürünün selameti, içlerinde bulundukları yoğun fikirsizliktir. Bilmiyor musun ki, her koyun fikir sahibi olsa değer birimleri değişir ve kafatası kalınlığının, iri boynuzlu olmanın bir meziyet olmadığı anlaşılırdı. O zaman sürüde sükünet nasıl sağlanır?
Ben, beni tanıyanların görmek istediklerinden ayrı, zihinlerinde yerleşmiş çizgilerden başkaydım.
Ama ben, kendimi zihnimde seyrediyor ve beğeniyordum.
Belki de geçen her olayda, kırmızıda, güzelde ya da bir çiğ taneciğindeydi aranan.
Saadetime yetmez miydi bir tebessüm?
Yönüm diğerleriyle birdi ama maksadım ayrıydı.
İçinizde ki sese kulak verin. dedim. Hüküm en dürüst şekliyle orada.
Gönlümde bir yara açılmış, kanıyordu. Yıllar geçti o yara hala kanıyor.
Yalnız kaldıkça düşünüyorum ve geçmiş olayları daha iyi anlıyorum. İçime öyle geliyor ki, titiz bir dikkatle, yaşantımı bir düzene sokmam gerekir. Böylece dağınık ve yarı anlamlı olmaktan çıkarlar. Uydurduğum bahanelerle örtmeye çalıştığım ve böylelikle hatırlamaktan kaçındığım şeyler için bile, bunu yapmam gerekiyor.
Bu adam da bir çok şeyler için üzüldü,bu adamın da istedikleri ve istemedikleri vardı. Bütün hayatı boyunca iki kere ikinin dört ettiğine inandı durdu.
Hakikatten uzakta, aşktan bihaber, Men ta senin yanında dahi hasretem sana mısraının manasını düşünecek vakit bulamadan, geldiler ve gittiler.
İçinde, uzun zamandır anlatamadığı çok şeyler vardı.
Hadiseler, sebepler ve manalar dünyasında hür ve yalnızım.
Dönüyorum ve hayretle bakıyorum ki, beni esir eden, bana işkence eden günlük meşgale isimli müstebit susmuş ve aciz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hatıralar iskeletine; hadiseler elbisesini giydirdikçe, bir his dünyası şimdiye kadar düşünmediğim bir dünyanın çıktığına, hakim olduğuna şahit oluyorum.
Bu ağırkanlı adamlarda, hissin parmak uçlarından tâ derinlere çekildiği bu yaratıklarda beklemek bir gocuk sıcaklığında ve olgun ekin rengindeydi. Aldıkları nefes olmuştu beklemek.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanlar bize dikkat etmiyorlardı.Bizler,toplumun kaldırıp attığı iki tuhaf yaratık,kendi azaplarımız içinde yalnızdık.
“Ölmek ve annemin vicdanına ölümü yükleyerek, onun üzüntüsünde yaşamaya devam etmek istiyordum. Tanıdık şeylerden, babamdan, renklerden ve kokulardan ayrılmak, güzelliğine rağmen yabancı ve uzak bulduğum cennete gitmek, titretiyordu beni.”
“Bir ney ahenginde erimiş bir çağrı,sizi içinizden kavrayıp bir yere,uzak,renkli,bilinmez ve esrarlı bir yere çekti mi?Bilir misiniz Münadi nedir ve Göç nasıl olacaktır?”
O duyduğuna, gördüğüne, bildiğine emindi. Fakat ne gördü, ne duydu ve bildi.
Bir inzibat görevlisi olarak hala şunu öğrenemedin mi, koyunu koyunu yapan, fikirden uzak oluşudur. Hala bilmiyor musun; sürünün selameti, içlerinde bulundukları yoğun fikirsizliktir.
Bir şey vardı, beni, ”Böyle bir şey yok diye kendimi avutmaya zorlayan. Tül gibi ince, bir zehirli duman gibi, kaybolmuş bir renk gibi, ecel gibi bir şeydi
Büyümeyi isteme çocuğum
“Büyümeyi İsteme Çocuğum”

-Annemden

Bu uçsuz bucaksız dünyada uçuvericek kadar hafifim.
O, konuşurken bilmediğim bir lisanı anlıyormuşum gibi bir şey var içimde.
Ekmek, yemek, ihtiyaç, para, bizim çoluk-çocuk, hatta Fener – Beşiktaş maçı
Senin boğazını tıkayan bir şey vardır sevinç gibi, teessür gibi
İstesen de istemesen de bir sürü hayal kurarsın dayandığın korkulukta; ne telâş vardır etrafta şimdi
İnsanların birleştikleri noktalara dikkat ederim ben. Davranışlarının bir araya geldiği noktalar, yarın için bana ümitler verir. Şu anda bir insan ölmekte ve bir millet yaşamaktadır. Belki yarın da bu böyle olmakta devam edecek, bir millet ölecek ve bir avuç insan yaşamaya devam edecektir. Kim bilir ?
İnsanlar her baktıklarını görürler mi zannediyorsun?
Mezarlıktan korkanın, sevdiği ölmemiştir.
Ben, beni tanıyanların görmek istediklerinden ayrı, zihinlerinde yerleşmiş çizgilerden başkaydım.
Sanki gelmesi beklenenin, gelmemesi daha çok bekleniyor gibiydi.
Tahta tabancamsın diyemem, onun elleri yoktur ki. Atımsın, topacımsın desem gülerler. Bugün bile hatırımda olan yaz sabahının serinliğisin desem, çaldığım eriksin, ninemin masalısın desem.
Haziran böceğisin, uçurtmamsın, yağmuru biriktirdiğim toprak havuzumsun, köpeğimin kulübesisin, oyunum, çocukluğumsun desem; diyemem ki.
Ümidin kaybolmak üzere olduğu bu titrek zaman bölümünde, bazı şeyleri hayal meyal bulursunuz. Bir cam bilye içinde bir renkli ebru kıvrılır. Kirlenmiş bir yüzde gözyaşı yol yoldur. Körpe çocuk ellerinizi bir yaprağın tüyleri okşamıştır. Avucunuzu sıcak bir yaz günü bir mermerin esrarlı soğuğuna bastırmışsınızdır. Kaçan balonunuzun ardından döktüğünüz göz yaşı tuzlu tuzludur. O balon ki düşündükce büyümüş ve renklenmiştir zihninizde.
Bütün lezzetler ve renklerde, üzüntü ve kayıplarda ruh gibi bir varlık sezersiniz. Belki de geçen her olayda, kırmızıda, güzelde ya da bir çiğ taneciğindeydi aranan.
Ben, demişti, hiç elmas bir küpeyi mahfazasıyla takan bir kulak görmedim.
insanlar her baktıklarını görürler mi zannediyorsun?
Ya da ölüm dedim beklenilen ve ürperdim. Ya gerçekten ölümse beklenilen. Ölümlü güzelliklerle, renkle süslenmiş, fikirlerle şeklini gözden saklamış düpedüz ölüm?
Beklemelerimizin arasında fark büyüktü. Ben düşünüyor, onlarsa yaşıyordu beklemeyi. Ben belki de kaçan sonuç peşinde sürterken onlar bekliyorlardı beklemeyi.
Aramak ve beklemenin aynı şeyler olup olmadığı sorusunu sordum kendime.
Sanki gelmesi beklenenin, gelmemesi daha çok bekleniyor gibiydi.
Uyumak insanların iştirak noktasıdır. der, en ağır, en nemli uykulara dalarım.
Ateş ateşti saçların,
Ateş ateşti gözlerinden fışkıran ziya.
Sen bilmezsin. Alev alevdi saçların o zaman..
Ah! değil, Allah! deyin, ama öyle deyin ki, her harf içinizden kopsun.
Gerçekten onlardan olmadığım belliydi, ama ben artık İmam Ömer Efendi’nin oğlu da değildim.
Günle gecenin birleşme noktasındaydık. O hüzünlü, yorgun ve ümitli zamanda.
Güzel ama hangi sevmek, yaşamak ateşiyle yanan gönül vardır ki, korkmamış, korkuyu yaşamamış, onu bir elbise gibi eskitmemiş olsun.
İçinizdeki sese kulak verin. dedim. Hüküm en dürüst şekliyle orada.
Bizler, toplumun kaldırıp attığı tuhaf iki yaratık kendi azablarımız içinde yalnızdık.
Belki bir adamı temsilen dikildim ben. Ama zaman geçtikçe ben o adam olmaktan sıyrıldım.
Hiçbir masal yoktur ki kahraman uyuyan güzeli ilk odada bulmuş olsun.
Bizde eşeklere filozof, düşünen adama heykel derler ve tımarhane bahçesine dikerler. Zaten düşünmek bizde pek iyiye yorulmaz çok zamandan beri. Bir hasta tavuk için Düşünüyor bu derler ve bekletmeden keserler.
Sim, Sima için köle, Sima Sim için nefestir.
Kadınlar da, doğar, genç olur, uzun yıllar sonra genç yaşlarında ölürlerdi.
Aynı düşünceler değil miydi alemde alemler yaratan?
Yarabbi, bugün beynimdeki kurtlar, düşünceler miydi?
Ama gidenlerde bir başka şey daha var ki, biz kalanlar bundan yoksunduk.
Günün rengini solduran, insanın ağzını acıtan bir tat vardı bu ayrılıkta.
Yönüm diğerleri ile birdi ama maksadım ayrıydı.
İçinizdeki sese kulak verin. dedim.

Hüküm en dürüst şekliyle orada.

Mürekkep mavisiydi deniz. Sonra İstanbul, görünen her yer.. yok yok hemen her şey değişikti.
Gönlümden, gelme, gelme diye geçirdim. Sonra, daha da ileri gittim, dişlerimin arasından , Geber, geber de geleme! diye fısıldadım.

Aldırış bile etmedi düşünceme, yürüdü.

Bu asap bozucu sükut, alışamadığım bir mücadele tarzı. Bizim susmakta ısrarımız, aleyhimize oluyor. Ama konuşmanın, bizi daha müşkil duruma düşüreceğini biliyorum.
Soğuktur, fakat tatlı bir soğuk. Toz gibi dağılan, ayakların altında gıcırdayan kar, bütün etraf tepeleri bembeyaz rengiyle boyamıştır.
Güzellik Boğaziçi’nde olduğu kadar asma yaprağında da var.

Görmek isteyin.

– Cemaati müslimin, muhterem cemaat, ölüversin içinizdeki BEN .
Men ta senin yanında dahi hasretem sana
Burnunu sızlatan hasret, odanın havasına da tesir etmiş gibiydi.

Nesi vardı memleketinin özlenecek, neydi içindeki sıkıntı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir