İçeriğe geç

Gerçeğin Masalı Kitap Alıntıları – Aziz Nesin

Aziz Nesin kitaplarından Gerçeğin Masalı kitap alıntıları sizlerle…

Gerçeğin Masalı Kitap Alıntıları

Arisontopolis’te delilerin bozduğu ne kadar iş varsa hepsini yeni baştan düzeltmeye başladılar. Bu da o kadar kolay olmadı. Çünkü, bir delinin bozduğunu kırk akıllı düzeltemez, demişler. Bugün hâlâ Arisontopolis’te pek seyrek de olsa düzgün bir iki iş varsa, deli sanılanların zamanından kalmadır.
 
Benden daha değerli birinin başkanolmasını isterim!.. diyen adama bağırmaya başladılar:
– Yuu!.. Yuuu!.. Deliye bak!
Belediye başkanı olmak istemiyor.
-Vay deli vay!..
Ekonomik durumun gayet şey ve toplumsal durumun da bombozuk olduğunu Sayın Başkan’a hangi mangal yürekli yiğit söyleyecekti?
Sayın Başkan halkını da seviyordu. Sevilmeyecek gibi bir halk değildi ki. Öyle halkı babam da sever. Vur ağzına, al lokmasını. Vur sırtına, al hırkasını. Gık demez, hık demez, hak demez, hukuk demez bir halktı.
Tanrı onu insan yaratmakla, en büyük cezasını vermiş.
“Evet, hayvanların ahı tutmuştu, ben bir insandım. Tıpkı koyun gibi, benimde sırtımdan geçiniyorlardı. Deve gibi yük taşıyor, eşek gibi her yapılana katlanıyordum. Bütün hayvanların ahı üzerimde toplanmıştı. Evet, ben bir insandım, insan kalmaya da mahkûmdum.”
“Dünyanın tarihi iki milyar dört yüz milyon yıllık deniliyor.
Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
Atların onurunu kırmak için son umara başvurdular; Bilge buyurdu:
Yemlerini, sularını azaltacaksınız. Hergün daha az yem ve su vereceksiniz; taa ki o dik başları eğilene, onurları kırılıp uysallaşıncaya dek.
Jüri üyeleri fısıldaştılar. Sonra başkan, yargıyı bildirdi :
— Sanığın suçları sabit görülmüş ve ömrünün sonuna kadar insan kalarak, insanlığının suçunu ve kendisinden davalı bütün hayvanların ahını çekmesine karar verilmiştir.

Kan ter içinde uyandım. Başımı dayadığım masadan kaldırdım. Yanıma bakındım. Sonra aynaya baktım. Evet, hayvanların ahı tutmuştu, ben bir insandım. Tıpkı koyun gibi, benim de sırtımdan geçiniyorlardı. Deve gibi yük taşıyor, eşek gibi her yapılana katlanıyordum. Bütün hayvanların ahı üzerimde toplanmıştı. Evet, ben bir insandım, insan kalmaya da mahkûmdum.

Sonra kendimi bir ormanda buluyorum.
Birkaç geyik,
– İnsaan, insaaan Koşun kardeşler, burada bir insan var!.. diye bağırıyor.
Ormanın içinden, her ağacın arkasından bir hayvan çıkıyor. Bir çift ayı üstüme yürüyor.
Ana ayı,
– İşte, işte diye bağırıyor, yavrularımı kurşunla vuran bu alçak!..
– Eski yönetim ileri gelenlerini ne yapmalı? – Asmalı efendim, kesmeli efendim.
– Bir suç mu işlediler?
– Ah bilemezsiniz, neler neler yaptılar efendim
– Ne zaman yaptılar? Yeni mi, eskiden mi?
– Eskiden efendim.
– O zaman neden düşüncelerinizi ya açık ya kapalı söylemediniz de şimdi söylüyorsunuz?
– O zaman korktum efendim.
– Peki, siz o zaman aynı adamı övmüşsünüz.
– Hep korkumdan efendim.
– Zorla mı övdürdüler?
– Hayır, geçim derdi efendim. Çoluk çocuk var efendim.

Üst makam yargısını bildirdi:
Her yeni yönetimin, günün birinde eski yönetim olmak zorunda kalacağı göz önünde tutularak, sanığım eski yönetimi değil, dolambaçlı yoldan yeni yönetimi yerdiği anlaşılmış, suçu belli olmuştur.

Deliler toplandı. Onlar da yargılarını açıkladılar:
Suçlu, yüzüne tükürülmeye bile değmez.

Soran deli, akıllılardan başka birine,
– Siz neden ille belediye başkanı olmak için yalvarıyorsunuz? dedi.
Akıllı,
– Çünkü, dedi, ben gencim. Memleket, gençlerin omuzlarında yükselir.
Soran deli, genç bir deliye,
– Sen neden, aman beni başkan yapmayın diye yalvarıyorsunuz? dedi.
Genç deli,
– Çünkü, dedi, ben gencim. Başkan olabilecek bilgiyi, görgüyü daha kazanamadım.
Bu hikâye, yurdumuzda basın ve söz hürriyetinin yalnız kağıt üstünde yazılı bir süs olarak bırakıldığı, aydınların konuşamaz duruma getirildiği günlerde, halkı bu duruma düşüren ve gerçekleri ancak kendi başları belaya girince söylemeye çalışıp da, artık söyleme olanağı da bulamayan kara aydınları yermek için yazılmış ve yine o günlerde yayımlanmıştır.

(1958)

Bay Tabalahura, Bay Tabalahura!..
Boşuna taban teptin,
Boşuna gölgeni sürüdün!
Eşek gibi çalışılmaz,
Sen eşek misin?
Eşekler çalışır eşek gibi
Katır gibi de çalışılmaz!
Sen katır mısın?
Katırlar çalışır, katır gibi!..
Öküz gibi de çalışılmaz!
Sen öküz müsün?
Öküzler çalışır öküz gibi.
Sen insansın ulan!.
İnsan gibi
Değil
Gibi değil
İnsanca çalışacaksın,
İnsan olarak
Boşuna boy gösterdin,
Boşuna gölge gezdirdin,
Avanak!..
Eşşek.. eşşek, eşş eş.. şek!..
O çağda insanlar doğdukları zaman, anababalarından kendilerine Namus kalmamışsa, Namus’suz olarak doğmuş olurlardı. Ama çalışıp çabalayarak Namus sahibi olurlardı. Yani insanlar ne denli çalışır kazanırlarsa o denli çok Namus’a sahip olurlardı. Bütün insanların amacı, ellerinden geldiğince çok Namus’a sahip olmak ve Namus’larını gittikçe arttırmaktı.
H. Hrc. Nazırı — Onbeş gün sonra Torakansi’nin kurtuluşunun yirminci yıldönümüdür
H. Kralı — Kurtulamaz olaydılar
H. Hrc. Nazırı — Bu münasebetle bir tebrik mesajı hazırladık efendimiz.
H. Kralı — Güzeeel Tabii Halisane duygularımdan, Torakansi alçaklarının dünya barışına yaptıkları unutulmaz hizmetlerden de söz ettiniz
H. Hrc. Nazırı — Tabii efendimiz
H. Kralı — Yalnız sonunu okuyunuz!
H. Hrc. Nazırı — (Okur) kardeş Torakansi’nin kurtuluşunun yıldönümü münasebetiyle, gerek şahsım ve gerek milletim adına beslediğim halisane hislerimi tazelemeye vesile verdiği için, Ekselans Fosika
H. Kralı — Yeter, anlaşıldı Fosika denilen o hergeleyi bir elime geçirsem, çiğ çiğ yiyeceğim namussuzum
O günden sonra ülkede kimse birbirine, Nasılsınız, iyi misiniz? diye sormaz, karşılığında da kimse, Teşekkür ederim, değmezmiş. Bunun yerine, birbirini gören arkadaşlar şöyle konuşurlarmış:
– İlerleyelim, ilerleyelim
– İlerlemeli, doğru, ilerlemeli
– İlerlemeli, demekle olmaz, nasıl ilerlemeli?
– Nasıl ilerlemeli?
– Nasıl ilerlemeli, demekle ilerlenmez, nasıl ilerleneceğini düşünmeli

Komşu kadınlar pencereden başlarını çıkarır, birbirleriyle şöyle konuşurlarmış:
– Hu komşu, yükselelim.
– Yükselmeli, yükselmeli
– Yükselmeli, demekle olmaz, nasıl yükselmeli diye sormalı.
– Sormakla da olmaz, nasıl yükselineceğini düşünmeli

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
– İyice bakın, aklınıza başka bir şey geliyor mu? Makinenin hiçbir eksiğinin aman demişler. Kimsenin aklına bir eksik gelmemiş. Tıpkı tıpkısına makine.

– Tamam, demişler, fazlası var, eksiği yok. Hiç eksiği olsa böyle zangır zangır işler miydi? Bizim makinemiz, onlarınkinden bile büyük. Şu sese bak, şu gürültüye bak! Makinemiz ne gürültü çıkarıyor!

Öbürleri de,
– Evet, demişler, makineyi yaptık kurduk ya, biz de artık gelişiriz. Bundan sonra bu makine hiç durmadan işlesin ki, biz de durmadan gelişelim
Hiç durmadan makinenin ocağına odun atarlarmış. Ocak da hiç sönmez, makine de çalışırmış. Makine işledikçe hergün biraz daha geliştiklerinden sevinç içindelermiş. Ama bu büyük makine, memleketin yarısından çoğunu da kapladığı için artık eskisi gibi hayvan besleyemez, ekin ekemez, tarım yapamaz, ürün yetiştiremez olmuşlar. Ne olursa olsun,
-Makinemiz var ya, artık gelişiyoruz diye sevinirlermiş.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz …
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sanıldığı gibi atalarımız ilk insanlar, aslan,kaplan, kurt gibi yırtıcı hayvanları evcilleştiremedikleri için eğitmemiş değillerdir. Bunlardan yararlanılamayacağı için, boşu boşuna eğitip evcilleştirmeye uğraşmamışlardır; yoksa insan soyu, bir çıkarı, bir yararı olsaydı, canavarları bile eğiterek evcilleştirebilirdi.
Bir yazar, eserinin karşılığını görmelidir.
Vur ağzına al lokmasını, vur sırtına al hırkasını. Gık demez, hık demez, hak demez, hukuk demez. Halk !
Bu halk !
-Yavrularım!Hayatta insan olmaya çalışın,hiçbir zaman insanlıktan ayrılmayın.
ekonomik durum gayet şeydi. Ekonomik durum gayet şey olunca, toplumsal durum da bombozuk oluyordu.
Sevilmeyecek gibi bir halk değildi ki. Öyle halkı babam da sever. Vur ağzına, al lokmasını. Vur sırtına, al hırkasını. Gık demez, hık demez, hak demez, hukuk demez bir halktı.
Bir yaratık, bütün duygularını tek sözcükle nasıl anlatabilir!..
Hikâye, yurdumuzda basın ve söz hürriyetinin, yalnız kâğıt üstünde yazılı bir süs olarak bırakıldığı, aydınların konuşamaz duruma getirildiği günlerde, halkı bu duruma düşüren ve gerçekleri ancak kendi başları belaya girince söylemeye çalışıp da, artık söyleme olanağı da bulamayan kara aydınları yermek için yazılmış ve yine o günlerde yayımlanmıştır.
Hayvanların en onurlusu olan at, onurunu korumak için hiçbir hayvana saldırmaz, belalardan kaçardı. Onun savunması hep kaçmaktı.
Sanık, önünde sonunda bir insandır. Bütün bu, tanıkların anlattığı suçları işlemek, başkalarının sırtından geçinmek, öldürmek, işkence etmek, boğmak, kesmek, hatta kendi buluşu silahlarla kendi kendini yok etmeye çalışmak, onun insanlığının kaçınılmaz bir sonucudur. Bir insandan, bunlardan başka daha ne beklenebilirdi? Tanrı onu insan yaratmakla, en büyük cezasını vermiş. Biz ona daha başka ne ceza versek, bunun yanında hiç kalır.
Memleket, gençlerin omuzlarında yükselir.
insan soyu, bir çıkarı, bir yararı olsaydı, canavarları bile eğiterek evcilleştirebilirdi.
ekonomik durum gayet şeydi. Ekonomik durum gayet şey olunca, toplumsal durum da bombozuk oluyordu.
Eski günlerde yeryüzünün bir ülkesinde hiç bir şey yokmuş. Hiç bir şeyi olmayan bir ülkenin bir padişahı varmış.
Sayın Başkan halkını da seviyordu. Sevilmeyecek gibi bir halk değildi ki. Öyle halkı babam da sever. Vur ağzına, al lokmasını. Vur sırtına, al hırkasını. Gık demez, hık demez, hak demez, hukuk demez bir halktı.
Bir yazar, eserinin karşılığını görmelidir!
ancak ekonomik durum gayet şeydi. Ekonomik durum gayet şey olunca, toplumsal durum da bombozuk oluyordu.
Evet, ben bir insandım, insan kalmaya da mahkumdum.
Tanrı onu insan yaratmakla, en büyük cezasını vermiş.
Her yeni yönetimin, günün birinde eski yönetim olmak zorunda kalacağı göz önünde tutularak, sanığın eski yönetimi değil, dolambaçlı yoldan yeni yönetimi yerdiği anlaşılmış, suçu belli olmuştur.
Deliler toplandı. Onlar da yargılarını açıkladılar: Suçlu, yüzüne tükürülmeye bile değmez!
-Ne seyrediyorsunuz? diye sordu.
-Çıplak kadın vücudu.
-Buraya bunun için mi geldiniz?
-Evet
-Kaç para verdiniz?
Kimi elli, kimi yüz, kimi de beşyüz lira vermişti.
-Bu kadar parayı şu kadını çıplak görmek için mi verdiniz?
-Evet
-Bu kadının vücudunda, başka kadınlarda olmayan bişey mi var? Yoksa bacaklarının arasından tavşan filan mı çıkacak?
-Hayır.
-Peki bu yaptığınız ayıp değil mi?
-Çünkü, dedi, ben gencim. Memleket, gençlerin omuzlarında yükselir.
Aklı, akıllılığı savunan hiç kimse kalmamıştı. Tek tük varsa bile bunlar da sinmişler, evlerine çekilmişlerdi. Akıllı oldukları anlaşılırsa, tımarhaneye kapatılacaklarından ödleri kopuyordu.
-İçeri kapatılanların akıllı olduklarını bilmiyor musunuz?
-Biliyorum.
-Sizi buraya kim müdür yaptı?
-Deliler.
Ah biz eşekler, ah biz eşek milleti
Bir yaratık, bütün duygularını tek sözcükle nasıl anlatabilir?..
Bu hikaye, yurdumuzda basın ve söz hürriyetinin, yalnız kağıt üstünde yazılı bir süs olarak bırakıldığı, aydınların konuşamaz duruma getirildiği günlerde, halkı bu duruma düşüren ve gerçekleri ancak kendi başları belaya girince söylemeye çalışıp da, artık söyleme olanağı da bulamayan kara aydınları yenmek için yazılmış ve yine o günlerde yayımlanmıştır. (1958)
Bize birer demli çay.
Ekonomik durumun gayet şey ve toplumsal durumun da bombozuk olduğunu Sayın Başkan’a hangi mangal yürekli yiğit söyleyecekti?
Sevilmeyecek gibi bir halk değildi ki. Öyle halkı babam da sever. Vur ağzına, al lokmasını. Vur sırtına, al hırkasını. Gık demez, hık demez, hak demez, hukuk demez bir halktı.
Sen insansın
İnsan gibi
Değil
Gibi değil
İnsanca çalışacaksın
İnsan olarak
Evet, ben bir insandım, insan kalmaya da mahkûmdum.
– Ne var?
– Bir şey yok.
– Bir şey yoksa neden alkış tutuyorsun?
– Siz geldiniz de
– Geldimse ben geldim, size ne oluyor? Yani ben, yürüdüm diye mi alkışlıyorsunuz. Kötürüm olmayan elbet yürür. Uçsam, eh anlarım
Memleket, gençlerin omuzlarında yükselir.
– Deli arkadaşlar! Deliliğe yakışanı yapmak zorundayız.
Ortalıkta akıllı tek yönetici kalmamıştı.
Yaşasın deliler! Yaşasın delilik!
Bu deli kısmı hesaba sığmaz işler yapıyordu.
Bir yaratık, bütün duygularını tek sözcükle nasıl anlatabilir!..
Namuslu bir adam olarak ölmek istiyordum.
Sen insansın ulan!..
İnsan gibi
Değil
Gibi değil
İnsanca çalışacaksın,
İnsan olarak
Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
Köpoğlu herif, kaynanamın gebermesini bile siyasi maksadı için kullanıyor.
“İlerleyelim, ilerleyelim,” demekle olmaz, ilerlemeli
Bir yokmuş, iki yokmuş, üç yokmuş
Namus’suz bir dünyada yaşamaktayız.
– Sayın Başkan’ım, ben parmağımı çıtlatmıştım.
– Bana çıtlatmak istediğin nedir?
– Ülkemizde ekonomik durumun gayet şey ve toplumsal durumun da bombozuk olduğunu, buyüzden halk arasında kıpırdanmalar başladığını arz etmek istemiştim. Sayın Başkan hemen zile bastı. Gelen çaycıya,
– Bize birer demli çay, bir de ekonomist getir! dedi.
Bir delinin bozduğunu kırk akıllı düzeltemez, demişler.
İleri gelen bir deli bigün bir toplantıya gelmişti. Toplantıda bulunanlar onu hararetli alkışlarla karşıladılar. Şaşıran deli onlara sordu:
– Ne var?
– Bir şey yok.
– Bir şey yoksa neden alkış tutuyorsunuz? -Siz geldiniz de
– Geldimse ben geldim, size ne oluyor? Yani beni, yürüdüm diye mi alkışlıyorsunuz. Kötürüm olmayan elbet yürür. Uçsam, eh anlarım.
Aklı, akıllılığı savunan hiç kimse kalmamıştı. Tek tük varsa bile bunlar da sinmişler, evlerine çekilmişlerdi. Akıllı oldukları anlaşılırsa, tımarhaneye kapatılacaklarından ödleri kopuyordu. Bu yüzden onlar da işi deliliğe vurmuşlardı. Yığın yığın insanlar alanlarda toplanıyor, -Yaşasın delilik! Yaşasın deliler! diye bağırıyorlardı.
Deli şöyle diyordu: Günün birinde yine akıllılar duruma hâkim olur, işbaşına geçerlerse, neden başsavcıyla, polis müdürünü değiştirmeyeceklerse biz de aynı sebepten onları değiştirmedik. Daha iki gün önce bizim aleyhimizde olmalarının cezasını, bugün bizimle birlik olarak ödemektedirler.
Akıl hastalarının yarısından çoğu hastaneden kaçmıştır. Bir kere akıl hastanesinin dışına çıktıktan sonra, delilerle akıllılar ayırt edilemediği için, delileri akıllılardan seçip ayırmak zor olmaktadır. Hatta bu zorluk yüzünden bazı yanlışlıklar da olmuştur.
Biz eşek milleti, konuşmasını, söyleşmesini unutmuşuz; her duygumuzu, her düşüncemizi, anırtıyla anlatmaya başlamışız. O eski kuşaktan eşek, tehlike kuyruk altına girinceye dek, kendini avutup, kandırmamış olsaydı, bizler de konuşmasını bilecektik.
Ah biz eşekler, ah biz eşek milleti
Aaaa-i, aaa-i, aaaii
Ah, biz! Ah biz eşekler!.. Biz eşek milleti de eskiden, siz insan milleti gibi konuşurmuşuz.
Ne diye Dümdük Hazretlerine yalvarıp sesini duyurmuyorsun? dedi.
Bay Hiçyok, başını zorlukla adama çevirip acı acı güldü.
Adam,
-Ne yani? dedi, ne demek istiyorsun? Dümdük Hazretleri sesini duymaz demeye mi getiriyorsun?
Bay Hiçyok,
-Yoo, dedi, duyar, duyar Duymaz olur mu hiç? Duymasına şıp diye duyar da, ama lafı hep tersinden anlıyor

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir