İçeriğe geç

Genç Yazarlar İçin Hikaye Anlatıcılığı Kılavuzu Kitap Alıntıları – Celil Oker

Celil Oker kitaplarından Genç Yazarlar İçin Hikaye Anlatıcılığı Kılavuzu kitap alıntıları sizlerle…

Genç Yazarlar İçin Hikaye Anlatıcılığı Kılavuzu Kitap Alıntıları

Bütün hikâyeler temelde aynı şeyi, bir yolculuğu anlatır.
İnsanın gerçek kişiliği eylemde belirir.
İnsan arkadaşını en iyi yolculukta tanır.
Bütün hikayeler temelde aynı şeyi, bir yolculuğu anlatır.
Yazdığım zamanlar dışında yazar değilim ben
Yaratıcılık işe yarayan yeniliktir.
Yazarlık ülkemizde tuhaf bir bakış açısıyla karşılanır. Yazarlarımıza saygı gösteririz. Tamam, onları suçlar, hapse atar, haklarında dedikodu çıkarır ama yine de saygı duyarız. O kadar ki önemli bir yazarımız hakkında, O öyle bir insandır ki, önce idam etmeli, sonra oturup altmda ağlamalısın, gibi bir söz söylediğimiz bile olmuştur.
Yazarlık ülkemizde tuhaf bir bakış açısıyla karşılanır. Yazarlarımıza saygı gösteririz. Tamam, onları suçlar , hapse atar, haklarında dedikodu çıkarır ama yine de saygı duyarız. O kadar ki önemli bir yazarımız hakkında o öyle bir insandır ki önce idam etmeli sonra da oturup altında ağlamalısın gibi bir söz söylediğimiz bile olmuştur.
Yaratıcılığa ulaşmak için sihirli sözcük fıtrat değil, çalışmak tır.
“Dünyaya güvenin. Dünya onun için yaptıklarımızı er ya da geç bize geri verir. Bugün olmasa yarın.”
“Okurlar anlatıda yazarın göstermek istediği şeyleri, yazarın boş bıraktığı noktaları kendileri doldurarak görürler. Kafalarının içinde, hayatlarının o andaki birikimine dayalı olarak görürler. Roman okumanın en zevkli yönlerinden biri de budur. O yüzden her okurun okuduğu roman başkadır. Hatta aynı okurun aynı romanı aradan uzun süre geçtikten sonra aynı zevki alarak okumasının sırrı da buradadır. Okur değiştikçe kafasındaki roman da değişir çünkü. Bir romanın filmi yapıldığında çoğunlukla beğenmememizin nedeni de budur. Sinema perdesinde dolduracak boşluk yoktur çünkü. Her santimetre, her piksel yönetmenin kafasındaki haliyle doldurulmuştur. Onun doldurduklarıyla okurun vaktiyle doldurdukları birbirinden epeyce farklıdır.”
Gelin makyajı denen şaşkınlığın, nice gelinin duru güzelliğini maskaraya çevirdiğinin biliriz.
İyi reklamcıların bildiği gibi, fare kapanına peynir yerleştirirken fareye de yer ayırmalısınız.
insan arkadaşını en iyi yolculukta tanır.
Bütün hikâyeler temelde aynı şeyi, bir yolculuğu anlatır.
Yaratıcılık, işe yarayan yeniliktir.
İnsanın gerçek kişiliği eylemde belirir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Günümüzde masamızdan kalkmadan dünyanın neredeyse tamamının neye benzediğini görmek imkanına sahibiz. Bu imkanı sonuna kadar kullanmalıyız.
Bir romanın felsefesini, ormandaki bir cümlenin altını çizerek özetleyebiliyorsak, ya felsefe bozuktur ya da roman.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Diyaloglarınızı derinleştirmenin yolu, onları eylemlerle desteklemekten geçer.
‘‘… Ama umudunuzu yitirmeyin, çünkü yazmak büyülü bir şeydir. En basit yazma eylemi bile telepati sınırına varan, neredeyse doğaüstü bir olaydır. Düşünün bir: Bir kağıt parçasının üzerine belli bir düzende birtakım soyut işaretler koyabilir ve bin yıl sonra başka bir dünyadan biri, en derin düşüncelerimizi öğrenebilir. Uzay ve zamanın sınırları ve hatta ölümün kısıtlamaları aşılabilir.’’
Christopher Vogler
Şahane bir laf var, kimin söylediğini bilmediğim:
Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.
Ama umudunuzu yitirmeyin, çünkü yazmak büyülü bir şeydir. En basit yazma eylemi bile telepati sınırına varan, neredeyse doğaüstü bir olaydır. Düşünün bir: Bir kağıt parçasının üzerine belli bir düzende birtakım soyut işaretler koyabilir ve bin yıl sonda başka bir dünyadan biri, en derin düşüncelerinizi öğrenebilir. Uzay ve zamanın sınırları ve hatta ölümün kısıtlamaları aşılabilir.

Christopher Vogler

Dünya üzerinde hiç kimsenin kendisi için yazdığına inanmıyorum. Başkaları için yazarız. Paylaşmak için yazarız. Beğenilmek için yazarız. Bunu sağlayabilmenin tek yolu, yazdıklarımızı dünyanın kafasına atmak ve geri dönüşünü beklemektir. Dünyaya güvenin. Dünya onun için yaptıklarımızı er ya da geç bize geri verir. Bugün olmazsa yarın.
İnsanın gerçek kişiliği eylemde belirir.
Demez miyiz hep, arkadaşını en iyi uzun bir yolculukta tanıyabilirsin, diye.
Günümüzde masamızdan kalkmadan dünyanın neredeyse tamamının neye benzediğini görmek imkanına sahibiz. Bu imkanı sonuna kadar kullanmalıyız.
Buna karşın genç yazar adaylarıyla dalga geçeriz. İçten içe güleriz çabalarına. Sana mı kaldı, deriz. Daha çok fırın ekmek yemen gerek, deriz. Yazacaksın da ne olacak, deriz. Yazarlıktan kaç kişi ekmek yiyor ki, deriz. Bu işler zor, deriz, tanıdık olmadan zor.
İnsanın gerçek kişiliği eylemde belirir.
Çünkü yazmak büyülü bir şeydir. En basit yazma eylemi bile telepati sınırına varan, neredeyse doğaüstü bir olaydır. Düşünün bir ; Bir kağıt parçasının üzerine belli bir düzende bir takım soyut işaretler koyabilir ve bin yıl sonra başka bir dünyadan biri , en derin düşüncelerimizi öğrenebilir. Uzay ve zamanın sınırları ve hatta ölümün kısıtlamaları aşılabilir.
Dünya üzerinde hiç kimsenin kendisi için yazdığına inanmıyorum. Başkaları için yazarız . Paylaşmak için yazarız . Beğenilmek için yazarız. Bunu sağlayabilmenin tek yolu , yazdıklarımızı dünyanın kafasına atmak ve geri dönüşünü beklemektir. Dünyaya güvenin , er ya da geç bize geri verir.
Turnuvalardaki ön maclara kimler “eleme macları” der, kimler “qualification games” der ? Ve finallere çoğunlukla hangi sözcüğü kullananlar katılır.
Futbol sahasının iki ucunda , kalecinin arkasındaki yapıya biz “kale” deriz , İngilizler “goal”. Sırf bu adlandırmalara bakarak hangi ülkenin genellikle gol yememek için , hangisinin atmak için daha çok uğraştığını görebiliyor musunuz ?
Çünkü anlatmak soyut , pasif ve okurun zihnini çalıştırmasına izin vermeyen bir anlatım şekildir. Anlatınızın ritmini bozar, sıkıcı kılar ve okuru yazdıklarınızdan uzaklaştırır.
Göstermek ise tam tersine aktif ve somuttur. Okurunuz zihninde görüntüler canlanmasına yol açar.
Hayat dediğimiz şey bir rastlantısal bütünü .
Sen nasıl istersen öyle yaz.
Sana yaz demek için buradayım. Yaz yeter ki.
Genç bir arkadaşım olduğunu biliyorum. Yazmayı, yazar olmak istediğini biliyorum. Hiç itirazım yok. Ne hakkında olursa olsun yazmak muhteşem bir şey çünkü.
Üstelik bu istediğini çekinerek taşıdığını da biliyorum.
Her Akhilleus’un bir topuğu vardır.
Hayat dedigimiz şey bir rastlantılar bütünü.
Hayvan belgeseli deyince hemen aklınıza hangi sahne geliyor. Siz söylemeden ben söyleyeyim, cevabınız aslanın kaplanın ceylanı geyiği kovalaması olacaktır. Neden? Arıların, kuşların sahnelerine karşın bu sahnede iki hayvan arasında net bir çatışma vardır da ondan.
Kimin kazanacağı da belli değildir .

.. Canlı bir futbol maçı gibi

‘’Kral öldü. Sonra kraliçe öldü.’’

Bu olay öyküsüne dönüşememiş bir hikaye cümlesi. Olan biteni zaman sıralamasına göre anlatıyor.

‘’Kral öldü. Sonra üzüntüsünden kraliçe öldü.’’

Buysa hikaye cümlesinin olay hikayesine dönüşmüş hali. Olan biteni zaman sıralaması ve nedensellik bağına göre anlatıyor. Nedensellik bağı.

Fare kapanına peynir yerleştirirken fareye de yer ayırmalısınız.
Bütün hikayeler, temelde aynı şeyi, bir yolculuğu anlatır.
Hayat dediğimiz şey bir rastlantılar bütünü. Hayatı güzel yapan belki de bu.
Şahane bir laf var, kimin söylediğini bilmediğim: “Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.”
Fare kapanına peynir yerleştirirken,
fareye de yer bırakmalısınız.
Şahane bir laf var, kimin söylediğini bilmediğim:

“Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.”

Şimdi size bir soru sorayım: Hayvan belgeseli denince aklınıza hemen hangi sahne geliyor? Siz söylemeden ben söyleyeyim. Cevabınız aslanın, kaplanın ceylanı, geyiği kovalaması olacaktır. Neden? Arıların, kuşların sahnelerine karşın bu sahnede iki hayvan arasında net bir çatışma vardır da ondan. Ölümcül bir çatışma. Kimin kazanacağı belli değildir. Belki de ceylan çevikliği ve hızıyla kaçıp kurtulacak. Belki aslanın avcılık becerilerine yenilip dişleri arasında can verecek. Sinek böcek sahnelerinde bu çatışma yoktur.

Canlı bir futbol maçı, aynı maçın daha sonra banttan gösterilmesiyle kıyaslandığında daha fazla kişi tarafından ve daha büyük bir heyecanla seyredilir. Neden? Çünkü iki takım arasındaki çatışmanın nasıl sonuçlanacağını merak ederiz. Aynı maçı ikinci kez yayınlandığında seyredenler ya takımlarının zaferini bir kez daha yaşamak isteyenler ya da futbolu sonuçtan bağımsız sevmeyi haşaranlarla sınırlıdır.

Bu temel fark, nice anlatının kaderini belirleyecek önemdedir. Birçok anlatının hemen unutulmasına, belki daha okur önüne çıkmasının bile mümkün olmamasına, çıksa da yarıda bırakılmasına neden olan yapısal bir özelliktir. Genç yazarların genelde ihmal ettikleri temel bir unsurdur.

Bir hikâyenin olay örgüsünü belirlemeye başladığımızda yapacağımız ilk şeyin ne olduğu açık: Hikâyenin ortasına temel bir çatışma yerleştireceğiz. Kimle kimin arasında ve hangi nedenlerle olduğu net bir çatışma. Üstelik anlatının sonunda bu çatışmanin nasıl çözüleceğini de bileceğiz.

İnsanlar hakkında da yazsak, hayvanlar ya da robotlar hakkında da yazsak, temel çatışmayı ve çözümünü önceden bileceğiz, geliştireceğiz, gözümüzün önünden hiç ayırmayacağız.

Kral öldü. Sonra kraliçe öldü. Bu, olay öyküsüne dönüşememiş bir hikâye cümlesi. Olan biteni zaman sıralamasına göre anlatıyor.

Kral öldü. Sonra üzüntüsünden kraliçe öldü. Bu ise hikâye cümlesinin olay örgüsü cümlesine dönüşmüş hali. Olan biteni zaman sıralamasına göre ve nedensellik bağını ortaya koyarak anlatıyor.

Nedensellik bağı. İşte uydurma hikâyeler yazmak ve ilgiyle okutmak için vazgeçilmez bir ilke. Olaylar arasındaki nedensellik bağı.

Hayat dediğimiz şey bir rastlantılar bütünü. Hayatı güzel yapan belki de bu.

Ancak romanları, filmleri, kısa öyküleri güzel yapmaz rastlantısallık. Bunu biliyorum. Çünkü rastlantısallık bir anlam içermez. Dağınıktır. Bir süreç sonucunda ortaya çıkmış değildir. Başı sonu yoktur.

Biz anlatı eserleri okurken anlam ararız. Olan biteni anlamaya, kafamızda oturtmaya, sonra bunlardan bir sonuç çıkarmaya bayılırız. Salt rastlantısal ilerleyen anlatılardan bu zevki okurunuza yaşatamazsınız.

Çare ise sağlam bir olay örgüsü kurmaktır.

Bırakın romanı, hikâyeyi; insanların, onlara hayatta ne sunarsanız sunun, kabul etmek, sevmek, benimsemek, kendini yakın hissetmek için bekledikleri temel, evrensel bir özellik vardır.

Bir televizyon programında, gazete köşe yazısında, şiirde, resimde, fotoğrafta, giysi seçiminde, sofra düzenlemesinde, ev dekorasyonunda, hayatın burada sayamayacağım kadar çok unsurunda bahsettiğim o özelliği bulamazlarsa rahatsız olurlar, keyifleri kaçar, hoşlanmamaya eğilimli olurlar.

O temel özellik bütünlüktür.

İnsanlar eksik, yarım, natamam şeylerden kaçınmaya eğilimlidir.

Onlara ne veriyorsanız verin, bütün bir şey vermelisiniz.

Kahramanlar bir yolculuğa çıkıyor, yolculukta başlarına türlü işler geliyor, sonuçta geriye başka birisi olarak dönüyorlar. Eksik söyledim, hem aynı kimse hem başka birisi olarak dönüyorlar. Dönüşüyorlar.

Hanımlar, beyler! İşte karşınızda hemşerimiz Aristoteles’in bundan kabaca 2600 yıl önce ortaya koyduğu dramatik dönüşüm ilkesi. Hikâyelerde kahramanlar, çıktıkları yolculuktan, o yolculukta başlarına gelenlerden dolayı, dönüşmüş olarak geri dönerler. Onların yolculuklarını omuz başlarından takip eden biz de -okurlar, seyirciler, dinleyiciler- onlarla birlikte dönüşürüz. İyi hikâyeleri kötü hikâyelerden ayıran en temel unsur budur.

Yazmayı planladığınız hikâyede kim, nasıl birisiyken nereye gidiyor, başına neler geliyor, başına gelenlerden dolayı nasıl birisine dönüşerek geriye geliyor?

İsterseniz şimdiye kadar kendi kendinize yazdıklarınıza dönüp bir bakın, öğrendiklerinizi dikkate aldığınızda durum ne?

Yaşar Kemal ‘in Çukurova ‘nın her ağacının , her çiçeğinin, her otunun, her böceğinin, her rüzgarının, her kokusunun kısacası her şeyinin adını bilmesi yazması, romancılıktaki başarısının nedenlerinden biri olarak belirtilmiştir, ders alın.
“Yaratıcılık, işe yarayan yeniliktir.”
Uzay ve zamanın sınırları ve hatta ölümün kısıtlamaları aşılabilir.
Yazdıklarınızı dünyanın kafasına atın. Utanmayın.
Aristoteles’in bundan kabaca 2600 yıl önce ortaya koyduğu dramatik dönüşüm ilkesi; hikayelerde kahramanlar çıktıkları yolculuktan, o yolculukta başlarına gelenlerden dolayı dönüşmüş olarak geri dönerler. Onların yolculuklarını omuz başlarından takip eden biz de, okurlar, seyirciler, dinleyiciler onlarla birlikte dönüşürüz. İyi hikayeleri kötü hikayelerden ayıran en temel unsur budur.
Yaratıcılık, işe yarayan yeniliktir.
Okurlara gelince; okurlar, yazdığın yazıya zaman ve çoğunlukla para vermeyi kabul etmiş kimselerdir. Onunla kuracağın bağın olumlu ya da olumsuz olması kararı okurundur. Ya ikinci kitabını bekleyecektir heyecanla, ya da kütüphanesinin ve aklının uzak bir köşesine atıp unutacaktır seni ve yazdıklarını.
İnsanoğlunun, hikaye anlatıcılığını birçok başka hayati şeyden önce öğrendiğini, tekerleği hiç kullanmamış toplumlarda bile görmüş geçirmiş kimselerin gençlere hikaye anlatmayı ihmal etmediğini bilenlerden biriyim. Yüz binlerce yıldan beri hikaye anlatıp, çok önemli meseleleri eğlenceli biçimde ele almanın insanların diğer insanlara yaptığı önemli katkılardan biri olduğunu biliyorum.
Ama umudunuzu yitirmeyin, çünkü yazmak büyülü bir şeydir. En basit yazma eylemi bile telepati sınırına varan, neredeyse olağanüstü bir olaydır. Düşünün bir: Bir kâğıt parçasının üzerine belli bir düzende birtakım soyut işaretler koyabilir ve bin yıl sonra başka bir dünyadan biri, en derin düşüncelerimizi öğrenebilir. Uzay ve zamanın sınırları ve hatta ölümün kısıtlamaları aşılabilir.
Sözün kısası, her diyalog bir işe yaramalıdır. Bir işe yaramıyorsa anlatımızda yeri yoktur. Sadece güzel, edebi, parlak bir cümle olması, bir diyalog parçasının anlatımızın içinde var olması için yeterli sebep değildir.
İnsan, arkadaşını en iyi yolculukta tanır.
Bir kimsenin aslında nasıl biri olduğunu ortaya çıkarmanın, gerçek karakterini belirlemenin anlatıdaki yöntemi baskı altındaki kararlarını sergilemektir.
Nedensellik bağı. İşte uydurma hikâyeler yazmak ve ilgiyle okutmak için vazgeçilmez bir ilke.
Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.
Bırakın kendilerini yukardan gelen mesajları okurlarına ulaştırmakla görevlendirilmiş olarak hisseden yazarlar öyle hissetmeye devam etsinler.
Yaratıcılık, işe yarayan yeniliktir.
Yazmadan yazar olma düşüncesi nasıl ki yazar olmanın önündeki bir barajsa, ikinci baraj da yaratıcılık meselesidir.
Çünkü anlatmak soyut, pasif ve okurun zihnini çalıştırmasına izin vermeyen bir anlatım şeklidir. Anlatınızın ritmini bozar, sıkıcı kılar ve okuru yazdıklarınızdan uzaklaştırır.
Göstermek ise tam tersine aktif ve somuttur. Okurunuzun zihninde görüntüler canlanmasına yol açar. Göstermek için eylemler ve nokta atışı diyaloglar kullanmak zorunda kalacağınız için anlatınız canlanır, kolayca ilerler, güçlenir.
Hepimizin yalnızca yazmakla ilgili değil, hayatımızın her alanıyla ilgili üslupları vardır kuşkusuz. Nasıl giyindiğimizi, nasıl konuştuğumuzu, nasıl yürüdüğümüzü yaşadıklarımızın, gördüklerimizin, içinden çıktığımız ailemizin, çevremizin belirlediği açık. Bunlara ani ve dışarıdan müdahale, tutarsız bir karmaşa yaratır. Gelin makyajı denen şaşkınlığın, nice gelinin duru güzelliğini maskaraya çevirdiğini biliriz. Zavallı kızın başına üşüşürler, şuraya boya, buraya sürme, gerçekte olmadığı bir kadına dönüştürürler. Üstelik gelin dahil, kimse sonuçtan mutlu olmaz. Yazılarınıza bu kötülüğü yapmayın.
Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.
Yaratıcılık işe yarayan yeniliktir.
Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.
Yazdıklarınızı, dünyanın kafasına atın; utanmayın.
Bir romanın felsefesini, romandaki bir cümlenin altını çizerek özetleyebiliyorsak ya felsefe bozuktur ya da roman.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir