İçeriğe geç

Gecenin Öteki Yüzü Kitap Alıntıları – Füruzan

Füruzan kitaplarından Gecenin Öteki Yüzü kitap alıntıları sizlerle…

Gecenin Öteki Yüzü Kitap Alıntıları

Biz ki her kahrın en onmazını kabullenmişiz, kokuların da en iç kaldıranı bize vergidir, dedim.
Bütün ölülerimizin toprakta rahat etmiş olmalarını dileklerime kattım.
Helal etmeyin insanlarım canlarınızı kendilerine korunak yapan yüreksizlere.
Yapılanlara alışmayayım diye her gece filizlenmesi iyidir.
İnsanlaradır öfkem yalnız
Denizin, güneşin, balığın aklı fikri mi olur ki insanoğluna düşmanlık kursun.
Demek ağlamayı öylesi soğutmuşuz ki gözümüz yaşarırken ağzımız gülermiş.
Kıymet fotoğrafta mı kadın kızım? Bizim onu görüp duran içimizde.
Kadın kişisinin elleri kolları dala çalıya dönse de gönlünde baş koyulası yumuşacık bir yer kalıyor.
Sınanmak için âdemoğluna ille de yakın ölümü, acısı mı gerekir?
İnsan kalabalıkları hep felaketlere, acılara koşulmasına alışmış. İnan, bu arada onlar içinde üzüldüm, yani koşarken İşte sana kavuştum
Kadın kişinin elleri kolları dala çalıya dönse de gönlünde baş koyulası yumuşacık bir yer kalıyor.
Sınanmak için ademoğluna ille de yakın ölümü, acısı mı gerekir?
Sevmek, bazı şeyleri yaptırmak için hak kazandırmaz insana.
Hayata alıştıkça onu görmeyen, körleşen bizleriz, büyükler yani. Oysa ne acı, hayat hem çok güçlü, hem de nasıl uçucu ve narin Benzersiz anlar var, onlar ekliyor ömürleri sanki birbirine. Bir ömür bazen soylu bir an için yaşanabilir, evet; ancak derin bir anlam için.
Yalnızlık o kadar kesin bir şeydir ki hemen görünür ve öylesine kolaylıkla da yok edilebilir ki.
Benim aklıma güvenim var. Akıl da insanda olduğuna göre.
Taklit etmek insanoğlunun bir çeşit gelişmesidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir ölüyü özlemek başa çıkılır gibi değildir. Bir ölü özlenmemelidir. Amansız bir şeydir bu, üstelik sizin yaşınızda?
Yalnızlığın, tutkulu anlarının en yoğun noktasında olduğu gibi yeniden ürperdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bu kentin belleğine koyularak çizilen çamurlu külrengi kışlarında, giyimleri soğuğun ıslağını taşıyan, yüzleri kuşkunun dirençsizliğiyle çizili, davranışlarına sinmiş silinmez bir ilgisizlikle kimseyi görmeden geçip giden insanlar
–Sizi üzmek istemezdim, dedi.
–Hayat üzüntülerden, sevinçlerden kaçarak yaşanmaz ki Beni üzecekseniz üzün. Beni üzdüğünüzde, yakınım olacaksınız demektir.
Sizin insanlara olan inancınızı zedelemişler.
Yalnızlık o kadar kesin bir şeydir ki hemen görünür ve öylesine kolaylıkla da yok edilebilir ki
Paraya döndürülemeyecek şeylerle uğraşmak ancak zenginlere özgüdür diye öğretmişlerdi bana.
Annemizin yokluğundan sonra evde sanki onun bıraktığı bir sessizlik oluştu, bir boşluk.
Sevmek, bazı şeyleri yapmak için hak kazandırmaz insana.
Ama özlüyorum işte. Seni özlüyorum. Bazı geceler tan atarken capcanlı görüyorum. Yüzüme eğiliyorsun, sensin; ağzında yeni içilmiş sigaranın harı, sensin; elimi bile değdiriyorum ağzına. Acıyla, sevinçle diriliyorum ben. İstemiyorum, hatırlamak, istemiyorum artık. Çıldıracağım yoksa. Tanrım içimden al bu özlemi! Her yanım paralanıyor. Gidip günlerce az durmadım rıhtımda. Öleyim diyorum, yapamıyorum, hiç değilse içim durulsun. Onu tanımadan önceki insan olacağım. Olacağım, mecburum, olacağım
Gönlüm çürüdü benim.
İlk kez gidilen bir yerde karın doyurur gibi yemek yenmez.
İşte sana arzuyla sıcacık çıkıp geldim. Bugüne yaraşır en iyi şeyleri yaptık. Sevindik, seviştik, söyleştik.
Ben seninle yaşamaya başladım.
Yüreğinde bir düğümlenme oldu. O, kendini saran, sevecen edimi dayanılmaz bir güçle özledi.
Yalnızlığının, tutkulu anlarının en yoğun noktasında olduğu gibi yeniden ürperdi.
Üniversite, bence öğrencilik değildir. Öğrencilik ilk gençliğe daha uygun düşen bir tanım. Olgunlaşma, meslek seçme dönemi sayıldığına göre üniversite, bu da yetişkinlerin işidir.
Bu sokaklarından gemiler geçen ulu yeri bırakıp gitsem, ey büyük Allah’ım!
Ölmekse kötüydü. Ne bir yere gitmek, ne bir yerden dönmekti artık.
Yıldızlar çevrelerine ince ışık tozları saçarak gecenin koyuluğuna lekesiz kakılmışlardı şimdi.
Ne garip, yine yazdı. Büyüdüğünde ancak saptayabileceği bir durum olacaktı bu, anlatılası şeylerin niçin hep yazlara rastladığı.
Epeydir uykuları tutmayanların anlattıklarına inanmak zorundaydı dinleyenler.
Demek ağlamayı öylesi soğutmuşuz ki gözümüz yaşarırken ağzımız gülermiş.
Kör gözü de ağlıyor insanın bilesin.
Kıymet fotoğrafta mı kadın kızım?
Bizim onu görüp duran içimizde.
Sınanmak için âdemoğluna ille de yakın ölümü, acısı mı gerekir?
Her ölenin adı bergüzardır kalana.
Ayrı ad san aramak neyimize!
Ölmekse kötüydü. Ne bir yere gitmek, ne bir yerden dönmekti artık.
Kadın kişisinin elleri kolları daha çalıya dönse de gönlünde baş koyulası yumuşacık bir yer kalıyor.
Sınanmak için âdemoğluna ille de yakın ölümü, acısı mı gerekir?
Çocuk çeşmeye yürüdü. Yüzünü suyun altına yanlamasına tuttu.
Suyun akışıyla göğsünde yarıklar açılıyor gibiydi. Suyun yosunsu kokusuyla içindeki tomurlanan duyguyu birleştirdi.
Bir yerini çarptığında acımaya benziyordu bu.
“Acı bu olmalı İşte” diye düşündü. “Kokusu da bu.”
Böyle rıza göstermeyin haksız ölümünüze. Helal etmeyin insanlarım canlarınızı kendilerine korunak yapan yüreksizlere.
Kıymet fotoğrafta mı kadın kızım?
Bizim onu görüp duran içimizde.
El erişmez, diz dinelmez olunca ağız tıktığımı ezip öğütür.
çocuklar, o üstün algılama güçleriyle, söze çeviremedikleri her şeyi sonra adlandırmak için belleklerinde biriktiriyorlar
sevmek, bazı şeyleri yapmak için hak kazandırmaz insana
İnsanoğlu doğumundan başlayıp dünya ile olan ilişkisini baştan duyumsayarak; sonra da anlayarak sürdürür.
Demek ağlamayı öyle soğutmuşuz ki gözümüz yaşarırken ağzımız gülermiş.
Her ölenin adı bergüzardır kalana.
Kadın kişinin elleri kolları çalıya dönse de gönlünde baş koyulası yumuşacık bir yer kalıyor.
Hırçınlaşmaya yatkın o dudak bükümünün gülmeye mi, yoksa hüzünlü birkaç söz söylemeye mi hazırlık olduğu belirsiz çizgisi otururdu ağzına Uçları çekik yeşil gözlerinde hep ötelere bakarmışçasına süren durgunluğa bu yapıya girdiklerinde yabansı bir tedirginlik de eklenirdi.
Ateşi yükseldikçe böğründen ciğerlerine doğru devinen bir ışıltı alıyordu bedenini. Şurup pembesi bir ışıltı patlıyordu arasıra odada. Kirpiklerinin ipeksi arasından kuzgun karası kuş sürülerinin uçtuğunu görüyordu, seslerini kilisenin oraya bırakarak. Üst katlarından birinde okunan Kuran sesi karışıyordu kızarmış ekmeğin kokusuna. Yüksek ateşin bedenine getirdiği dağılma da yitip gidiyordu.
Kadın kişinin elleri kolları çalıya dönse de gönlünde baş koyulası yumuşacık bir yer kalıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir